Ortada hiçbir ciddi tartışma yok. Hiçbir ciddi yorum yok! Hiçbir
toplumsal analiz yok! Herkes röportaj yapan gazeteci gibi. Toplumun
beyni tümüyle boşaltılmış olamaz. Bütün değişikliklere karşın, cehaletin
mirasçısı olmakta nasıl devam edebilir?
Bu yazıyı akıllı, okumuş ve sorumlu insanlara yazıyorum. Hiçbir soru
sormadan ve hiçbir soruya yanıt aramadan patates çuvalı gibi yaşayanlara
değil! Türkiye’de son birkaç aydır işittiğimiz olaylar nasıl bir devlet
sistemi içinde yaşadığımızı düşündürüyor mu acaba insanlara?
Devlet bir politik örgütlenme terimidir. Soyut olarak, coğrafi
sınırlar içinde bağımsız bir politik toplum örgütlenmesidir. İnsandan
bağımsız tanımını yapabilirsiniz. Mahalle bekçisi polis, belediye
başkanı, vali, ordu komutanı, parti, muhtar, hakim... Bunlar bu bağımsız
örgütün kadrolarıdır. Bu kadrolar insanla dolduğu zaman devlet
çalışmaya başlar. Kadro bir işlevle tanımlar. O işlev sorumlukları
belirler. Bekçi Ahmet olmadığı zaman bekçilik işi gören devlet yoktur.
Devlet sorumluluklarıyla tanımlanır. Sorumluluklarını yerine getirmeyen
devlete Rogue state, Evil State, denir. Bunun bizim dilde özel bir
karşılığı yok. İnsan icadı her örgüt sadece bir idealdir. Kendini
Anayasası ile tanımlar, ama Anayasayı yoruma göre değişebilir. Onun için
insan ne kadar farklı ise, devlet de o kadar farklı. Devlet, demokratik
değilse, iktidarda olanın kimliğini ve onu başa getiren toplumun
politik bilincini yansıtır. Franco, Pinochet, Hitler, Stalin, Bush, ya
da Mugambe gibiler Adenauer ya da Gandhi değillerdi. Onun için ne tür
adam varsa o tür devlet vardır. Tarih dün ve bugün onlarla dolu.
Tarihin sorumlu mevkilerindeki başkanın, sultanın, vezirin, ordu
komutanının adını da yazıyoruz. Kimliksiz tarih yazılmaz. Mehmetçik,
çavuş, bölük.. Devlet, onun kadrolarını dolduran kişiler kadar
devlettir. Halk oyunu devlete değil bir partiye veriyor. Parti kadroları
doldurduğu zaman devlet olur. Tanımlanan sorumlulukları yerine
getirdiği zaman devleti temsil eder. Bunlar bize öğretilen toplum
örgütlenmesi bilgileridir.
İŞGAL ALTINDA MIYIZ
Pazar sabahı gazetelerde Cizre sokaklarında PKK ile Hizbullah
militanlarının savaşını okudum. Gazetenin birisi ‘Devletin boş bıraktığı
meydanlarda PKK ile Hizbullah’ın çarpıştığını yazmış. Anladım, ama
Cizre Türkiye’de. Türk toprakları yabancı güçler tarafından işgal mi
edilmiş? Afganistan, Irak, Suriye, Filistin, Çad, Mali vb. hep işgal
altında, hepsi Müslüman. ‘Biz de Müslümanız. Onlara benzedik,’ diyebilir
miyiz?
Gençliğimizde devletin egemenlik sınırları diye bir şey öğrenmiştik.
Türk ordusu da bunun garantisi idi. NATO’da ABD’den sonra ikinci büyük
ordu sahibi devlet biz değil miyiz? Cizre’de Türk devletiyle ilgili bir
sorun var. Gazeteler bu sorundan söz etmiyorlar. Muhalefet partilerinden
de ses çıkmıyor. Demek devlet tanımı değişmiş. Türkiye’nin egemenlik
sınırları, haritalarda gördüklerimiz değişti mi?
Benim gibi 90 yaşına yaklaşanların bildiği Türkiye, artık yok.
Herhalde onun için Kurtuluş Savaşı, onun zaferleri. Devrimler
kutlanmıyor. Fakat bu yeni olan bitenleri anlatan bir Anayasa
değişikliği de yok. Bu yeni Türkiye’yi bize kim anlatacak? Türkiye’de
devleti yasal boyutlarıyla anlatacak bir hukuk otoritesi ve muhalefet
partisi yok mu? Türkiye toplumsal geri kalmışlığı ve cehaleti yansıtan
bir tutum içinde. Türkiye’ye ne olduğunu dış basından mı öğreneceğiz?
Bunu Türkiye içinden öğrenemiyorsak, bu devlet çağdaş mıdır?
OLAY ABD’DE OLSAYDI
Sorunu biraz fantezi ile karıştırarak biraz daha kurcalayalım:
New York Times’da bir gün şöyle bir haber çıksaydı: ‘New Mexico’
caddelerinde Meksikalı ve Guatamela’lı çeteler, ağır silahlarla
çarpıştılar. Bir çok bina yıkıldı, İnsanlar öldü. New Mexico’dan Texas’a
göç başladı.’ Acaba ABD hükümeti ne yapardı? Avrupa’da, Çin
sınırlarında buna benzer bir durum olsa, hükümetler ne yapardı? Muhalif
partiler neler söylerdi? Halk nasıl davranırdı? Gazeteler neler yazardı?
Aydınlar neler yapardı?
Bütün bu şekillenemeyen toplumsal tepkiler Türkiye’nin geri kalmış
İslam devletleri düzeyine indiğinin işaretleri değil mi? Gerçi bunlar
yalnız başına Türkiye’yi anlatmıyorlar. Bizde devrimin daha çok
meyveleri var. Ama devlet örgütlerini kurutan bu tanımsız kargaşadır.
Türkiye’yi daldığı bataktan kurtaracak ve köhnemiş bir ortaçağ yapısı
ve sadece kopya eden bir kültürle 20. yüzyıla gelen İmparatorluktan,
çağdaş devlet çıkmasına olanak veren, Türk halkının tarihçe belgelenmiş
dayanma gücü ve yaşama potansiyelidir. Hatta şu beğenmediğimiz son 15-20
yıl bile Türk toplumunun yenileşme potansiyelinin yüksekliğinden
kaynaklanıyor. Buna, inanmayanlar her şey söyleyebilirler. Kanıt da
gösterebilirler. Fakat karşı kanıtlar aynı kolaylıkla gösterilebilir.
Kaldı ki dünyanın bilimsel ve teknolojik konjektürü 55 milyonu kentlerde
yaşayan ve tüketim hastası bir toplumun güncel propaganda rüzgârında
dünyanın gelişme yönüne direnemeyeceğini kanıtlıyor. Bu bağlamda
kimsenin fazla değişme olanağı yok. Afganistan’ın bile.
TEPKİSİZLİK, DİZİLERDEN Mİ?
Sevgili Okuyucular,
Ben toplumun tepkisiz, sorusuz yaşamının nedenini televizyonlardaki
Amerikan filmlerinde ve serilerden öğrendim. Halk televizyonda günde beş
saat ne seyrediyor? Amerikan filmlerinin yarısından çoğu polisiye.
Çetelerin, polislerin ne kadar insafsız olduğunu anlatıyorlar. Şiddet,
cinayet, kin, nefret. Meğer Amerika ve Meksika polisi ve kent idareleri
ne kadar yolsuzluk dolu imiş. Öyleyse bu dünyada doğal bir hal.
Örneğimiz Amerika. Ne etkileyici öğreti! Bu yolsuzluk cinayet ve şiddet
filmlerini de serbest aşk yaşamı ve lise öğrencileri arasındaki seks
yaşamı izliyor. Böyle bir filmin arkasından dini öğütleri dinleyince
cahil ne düşünecek?
Bu çelişkilerle bir toplum dengesini yitirebilir. Televizyonlarda beş
dakikada bir ekranları zorla işgal eden reklamlar ortalama Türk’ün
yaşadığı bir dünyayı mı gösteriyor, yoksa Miami, Los Angeles gibi
kentlerde yaşayan alabildiğine sere serpe Amerikalıları mı? ‘Amerika
böyleyse, biz de böyleyiz’ diyor halk anlaşılan.
Sevgili Okuyucular,
Osmanlı bile bu kadar kaderci değildir. Mustafa Kemal batan
imparatorluğun generalidir. Hem de hep başarılı olmuş bir asker. O
kuşaklar o kadar çok biten şey gördüler ki! Ama esaretten kaçıp yine
cepheye koştular.
Bizim kuşak o kadar kahraman değil. Cumhuriyet mirasçılarıyız.
Babalarımıza, annelerimize göre ekmek elden, su gölden yaşadık. Bizden
sonra, onlardan sonra gelenler de rahatlık mirasyedisi idiler. O mirasın
balını yiyenler de köylerden kentlere dolan eski padişah kulları! Gerçi
bu bal yemek hemen zengin olmak değil. Ama özgürlük af çıkarmaktan daha
önemli! Cumhuriyetin özgür vatandaşları onlar. Biz Kürt’ten de
Cumhurbaşkanı yaptık, köylüden de! Bu halk bunu Osmanlı mirası mı
zannediyor? Sultanlar mı verdiler vatandaşlık hakkını onlara?
Ortada hiçbir ciddi tartışma yok. Hiçbir ciddi yorum yok! Hiçbir
toplumsal analiz yok! Herkes röportaj yapan gazeteci gibi. Toplumun
beyni tümüyle boşaltılmış olamaz. Bütün değişikliklere karşın, cehaletin
mirasçısı olmakta nasıl devam edebilir?
Doğan Kuban/Bilim Teknoloji/Cumhuriyet
Yorum Gönder