Bir Aşk Destanında Atatürk

Tahir ile Zühre’nin üç oğlu olmuş, biri Gazi, biri Mustafa, biri de Kemal. Bu masalımsı öykü biter. Gökten üç elma düştü: Biri Tahir ile Zühre’nin gül

SEVGİ ELMASI
Erzurum’un dağ başı köylerinin birinde her bir şeyi bolca olan, köyleri de olan çok varsıllı bir ağa vardı. Köyün ve ağanın koyunlarını güden çok yoksul bir de çoban vardı. Biri varsıllığından biri yoksulluğundan bir türlü çocuklarının olmayışından mutsuzdurlar.
Yıllar akıp giderken Tanrı onların dualarını, çocuk özlemlerini hoş görüp ağaya kız, çobana da bir oğlan verdi. Kıza Zühre, oğlana da Tahir adını verdiler. Her ikisi de büyüyüp okul çağına gelince, köye ilk kez bir eğitmen verdiler, eğitmen öteki çocuklarla Tahir ve Zühre’yi de okula çağırdı. Gel gör ki, çoban Tahir’i yoksulluktan, Zühre’yi ağa babası da kem gözlerden esirgediğinden okula vermek istemediler.
Eğitmenin gayreti, Tahir ve Zühre’nin okula gitmeyi çok istemeleri ile okula kayıt edilip ilkokulu okudular. Bu arada birbirine sevgileri filizlendi. İlkokuldan sonra eğitmenin gayreti ile Tahir’i en yakın Pulur okuluna (köy enstitüsüne)  kayıt edildi.
İlkokuldan beri filizlenen Tahir ile Zühre’nin birbirine sevgileri de kendileri büyüdükçe büyür, derin bir derin bir tutkuya dönüşür. Tahir okuduğu Pulur okulunda saz çalmayı da öğrenmiş; Zühre’ye sevgisini çalıp söyleyerek dile getirir. Tahir öğretmen olmuş, kendisini okutan eğitmenin yanına tayin edilmiştir.
Tahir ile Zühre birbirini delicesine sevmekteler. Zühre aşkını pekiştirmek için Tahir’e “ant ver bana” deyince, Tahir sazı sözü ile aşkını Zühre’ye şöyle dile getirir:
Ben bir çoban oğlu sen bir bey kızı,
Bağlamış ikimizi bir ince yazı,
Tanık olsun gökte zöhre yıldızı,
Ölürüm de senden vazgeçmem Zühre,

Sen bir çiçek ben bir bal arısı,
Sen elmanın özü ben de yarısı,
Böyle mi olur Zühre kızın sorusu,
Dudağından gayri su içmem Zühre.

Ant verdim yolundan ayrılmamaya,
Bölüştük dünyayı yarım elmaya,
Canım adak seni tamamlamaya.
Gözlerinden gayri yol geçmem Zühre.
Köylük yerde çok yoksul çoban oğlu Tahir ile varsıl bey kızı Zühre’nin aşkı dilden dile, kulaktan kulağa yayılır da, kızını zengine vermek isteyen köy beyine gitmez mi? “Köyün çulsuz çobanın oğluna kız mı verilir” diye söylenir ağa, “davul bile dengi dengine” diye düşünür. Bu arada küplere biner.
Zühre’nin anası, gergefine gül işleyen kızına bir mani ile gönül eğilimini adeta sorar:
Gülün gölgesi olur,
Dalın dalgası olur,
Senin gölgende Zühre’m,
Kim yatar kim oturur.
Zühre gözü işte, eli nakışta, gönlü düşte bir mani ile yanıtlar anasını:
Benim gölgemde duran
Dal bedenimi saran,
Bir elmanın yarısı
Güneşi bana vuran.
Zühre’nin anası kızının bu deyişleri karşısında iyicene meraklandı:
Çobanın oğlu mudur?
Bu sevda kara mıdır,
Konuşurken görmüşler,

Sevdiğin doğrumudur.
Yanık Zühre iyicene aşkını açıklar:
Anam anam gül anam,
Adı Tahir bil anam,
Gölgemi ona verdim,
Gönlüm ana dal anam.
Kızı Zühre’yi beylere, ağalara vermeye düşünen varsıl ağa, Tahir ile Zühre’nin aşkını duyunca daha bir küplere biner, çoban babayı itip kalkar hakaret eder. Zühre’yi köyüne öğretmen de olsa, değil mi? Değil mi çoban oğlu Tahir’e vermez. “Çoban oğlu çoban kızına, ağa kızı ağa oğluna” diye düşünmektedir.
Tahir arkadaşı öğretmeni olan eğitmenle “Tanrının emri peygamberi gavli” diyerek ağadan kızı Zühre’yi isterse de varsıla ağa bin bir çeşit hile al düşünür, Tahir’i reddeder. Ama çoban oğlu öğretmen Tahir ile Zühre’nin aşkları iyicene dilden dile yayılırken, aşkları da iyicene ateşlenir közlenir, dillenir.
Ağanın zulmünden korkan baba çoban oğlu Tahir’e, “etme oğul, dünyada kız mı yok”, diye ağanın kızından vaz geçmeye çağırır. Tahir yılmaz, “âşıkların dili türküdür”, der şunları sazı ile söyler:
“Korkma çoban babam sen bey oğlundan,
Gönül kalesine karşı çıkamaz,
Topunu doğrultsa gelse karşıya,
Gülleyi gülleye verse yıkamaz”.

Korkma çoban babam devran değişti,
Beyler oğlu beyler netse boşuna,
Gönül binmiş gider aşkın atına,
Ardına atlılar katsa boşuna.

Korkma çoban babam gökte bir Hak var,
Satılmaz pul ile ne de köşk ile
Bir gün her yere yanı başına,
Gölgesini satar gelir aşk ile.

Ama ağada düzen çoktur.Ağa gider Erzurum’un bir büyüğüne rüşvetli hediyeli Tahir öğretmeni bizim köyden alın, kızım kurtulsun”, diyerek şikâyette bulunur. Düzen öyle, ağaya açıktır devletin kapısı, “devlet dediğin ağa yapısı”!  Diye düşünür, dil döker. Osmanlıdan kalan Erzurum büyüğü, “Cumhuriyet dediysek çoban oğlundan ağaya damat olur mu?”  diye yaltaklanıp Tahir’i Kars’ın, yazın bile zor gelinir gidilir bir dağ başı köyüne verir.
Bu haksızlığa başkaldıran, Zühre’nin aşkına dayanamayan Tahir elinde sazı trene biner Ankara’ya yollanır. Tren yollara, Emrah, Pir Sultan ellerine  (Sivas), Erciyes dağına, tren yolunda turnalara Zühre’si içinde destanlar söyler. Böylece varır Ankara’ya, büyük kapılara inerçıkar. Ama Tahir’i dinlemezler.
Bir de Atatürk’e Söyleyelim
Tahir olumlu yanıt alamaz, elinde sazı yanık yanık bir mermer merdivende sazı ile şunları söyler:
Adını çoban babamdan öğrendim Atatürk,
Yolun gelip bizim köye düştü mü?
Düşse idi kurar idin yasanı,
Yoksul üzre, fakir üzre, halk üzre.

Adını çoban babamdan öğrendim Atatürk,
Yolun varıp bizim yola düştü mü?
Düşse idi açar idin yolları,
Işık üzre, çiçek üzre. Gök üzre.

Adını çoban babamdan öğrendim Atatürk,
Yolun dönüp bizim ile düştü mü?
Düşse idi çeker idin bayrağı
Gönül üzre, ekmek üzre, halk üzre.

Adını çoban babamdan öğrendim öğrendim Atatürk,
Yolun geçip bizim yurda düştü mü?
Düşse idi tutar idin bu halkı
Ellerinden, artık düşmemek üzre.

Bir ulu kapının mermer basamağında bu sitemli deyişini duyan bir ulu kişi Atatürk buna Tahir’e şunları söylemiş:
“-Benim yolum senin köyün, senin yolun, senin ilin, senin yurdun üzre, ne ilenip duruyorsun, derdin nedir?”
Tahir, Zühre’li, ağalı, sürgünlü olayları bir bir başından geçenleri anlatmış baba Atatürk’e. Tahir’i dinleyen baba Atatürk kaşları çatılarak gürlemiş, mavi gözleri çakmak çakmak:
“-Nasıl olur? Ben değil miyim, paşalığı, ağalığı, beyliği kaldıran. Ben değil miyim bu yurtta çobanı beyle bir eden? Nasıl olur bu iş”.  Devamla şöyle demiş baba Atatürk:
“-Kalk ayağa. Doğru kendi köyüne gideceksin, orada işine başlayacaksın. Ben varken, ne bey, ne ağa kılına dokunamaz senin. Pulur okulunu da, o güzelim yasaları da, o güzelim işleri de çoban oğlu ile bey kızı okusun, bir olsun diye yaptım. Kalk haydi, köyüne dön, işine başla, sen benim çocuğumsun, köyde benim habercimsin: Korkusuz, ürküşüz yaşa, halk düzenini çıkar başa…
Geçmiş Telgrafın Başına Atatürk
Bu mutlu sözlerini söyleyen ulu kişi baba Atatürk onu köyüne yollamış (Tahir’i). Telgrafta şu ulu emri göndermiş her yana:
Bu günden sonra ne ağaya, ne bey halkı ezecek, ne de benim aziz halkım ağaya, beye kul olacak. Olacaksa, herkes hakka, yasaya kul olacak. Olacaksa herkes bir, kardeş olacak, ağa, bey, çoban olmayacak, olacaksa herkes hak içinde insan olacak. Olacaksa herkes halk içinde insan olacak işte bu kadar, her birimizin adı kavim kardeş Türk, bunları yazan ben, halkın babasıyım”. Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Tahir’in köye geri geldiğini ve de Atatürk’ün buyruğunu duyan ağa kızı Zühre’yi Tahir’e vermemekte direnir; aklı fikri kızını bir ağaya, beye vermektir. Ağa, “yasa Atatürk yasası ama kız da beni, yasada kızını şuna buna vereceksin” diye bir söz yok ya”, diyerekten horozlanır. “Ama “Cumhuriyet yasası benden güçlü çıktı, çoban oğlu benden güçlü çıktı kızı kaçırmazsam” diye de içinden işkillenir, söylenir, korkar.
Tahir’le Zühre’nin aşkları karşısında direnir;  çoban oğluna kız vermeyi gururuna yediremez. Kızı verimkârlarınsa da, öyle isteklerde bulunur ki anlatılmaz.  Bu arada kızı Zühre’yi kitli kapılarda saklar. Tahir’den Gümüşhane tarafında hiç kimsenin çıkamayacağı kayaların başına bayrak asmasını ister, Tahir gider asar. Susuz köyüne kayalık dağın ardından su getirmesini ister. Tahir bir Ferhat olur Şirin’e (Zühre’ye) kavuşmak için köyüne su getirir.
Bin bir düzen kuran ağa kızını (Zühre’yi) Gümüşhane beyine vermek ister. Ama bu aşk o denli dile düşer ki, maraba köylüler ağaya başkaldırır;  damat adayı beyler vazgeçerler.
Sonunda pişman olan ağa, Tanrı’nın verdiğini ben nasıl vermem kural” diyerek aymazlığından uyanır, Tahir’e verir Zühre’yi. Sonra hepsi evde, köyde, okulda, yolda, hakda, halkta her yerde birlik dirlik olmuşlar.  Tahir ile Zühre’nin üç oğlu olmuş, biri Gazi, biri Mustafa, biri de Kemal. Bu masalımsı öykü biter.
Gökten üç elma düştü:
Biri Tahir ile Zühre’nin gülüne,
Biri Mustafa Kemal’in yoluna,
Biri de bu masalın anası Türkçenin bal diline.

cevat Kulaksız

Ceyhun Atuf Kansu’dan alıntılayan Cevat Kulaksız

 

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget