Bizim ülkemizde de, 20 yıldan bu yana tek başına iktidarda olan ve başarısız olmasına, ülkeye verebileceği hiçbir hizmeti üretemez duruma gelmesine rağmen, iktidara doymayan ve halen seçimlerle ülke yönetiminden uzaklaşmak istemeyen AKP iktidarı ve onun başındaki tek adam, sürekli bu darbe sözcüğünü telaffuz etmekte ve muhalefeti, darbe yanlısı ve darbecilikle suçlayarak karalamaktadır. Darbe paranoyasına tutulmuş bir iktidar vardır karşımızda.
Aslında, ortada ne darbe yanlısı, darbe planlayıcısı bir muhalefet ve ne de, darbe hazırlığında veya düşüncesinde olan bir ordu vardır.
Peki darbe nedir?
Hepinizin anlayacağı dille ve basit olarak tanımlamak gerekirse, darbe;
Ülkenin yürürlükteki anayasasına ve yasalarına göre, bu anayasa ve yasaların varlığını ve içeriklerini bilerek, anayasaya ve yasalara uygun şekilde ülkeyi yönetmek koşuluyla ve demokratik seçimlerle meşru olarak seçilerek iş başına gelen ve işe başlarken, yürürlükte olan anayasaya uygun davranacağına, anayasaya sadık kalacağına, anayasanın değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükümlerine göre ülkeyi yöneteceğine dair yemin eden ve bu suretle meşruiyet kazanan ve bu meşruiyetini de yitirmemiş olan iş başındaki yönetimin ve yasama meclisinin, cebir ve şiddet kullanarak, iş yapamaz hale getirilmesi, iş başından uzaklaştırılması, devrilmesi, meclisin kapatılması, anayasanın rafa kaldırılmasıdır.
Darbeyi yapanlar başarılı olurlarsa, iş başına gelip kendi meşru düzenlerini kuracakları için, suç işlemiş sayılmazlar ve haklarında bir yaptırım uygulanamaz. Bu nedenle, darbeye teşebbüs suçtur, darbe tamamlanmış atı alan Üsküdar’ı geçmişse, üzerine soğuk su içmekten başka yapacak bir şey yoktur.
Bizim yaptığımız bu basit darbe tarifine bakıldığında, şimdi zannedeceksiniz ki; darbeyi iş başındaki siyasal iktidar yapmaz, darbe dışarıdan ve iş başındaki siyasal iktidara yönelik olarak yapılır.
Hayır, işte herkesin yanıldığı husus budur.
Klasik darbe tanımında, darbe dışarıdan, iş başındaki iktidara yönelik olarak yapılan cebir ve şiddete dayalı bir eylemdir.
Ancak, darbe; aslında, iş başındaki meşru siyasi iktidara sahip kişilerin şahıslarına yönelik bir eylem değildir. Darbe, meşruiyetini yitirmemiş meşru ve anayasal bir iktidara, meşru rejime yönelik bir şiddet eylemidir.
Bu nedenle; darbe, demokratik seçimler sonucunda anayasaya saygılı ve bağlı kalacağına yemin ederek ve söz vererek iş başına gelen siyasal iktidara karşı, o siyasal iktidarı fiilen ellerinde tutan iktidar mebusu aynı kişiler tarafından, ellerindeki üstün ve zorlayıcı kamu ve devlet gücünü ve olanakları kullanılarak, anayasa ihlal edilerek, anayasa rafa kaldırılarak ve uygulanmayarak da işlenebilir.
Darbenin; en kolay yapılanı, en sinsisi, en önlenemez, darbeci için en tehlikesiz ve risksiz, darbe mağduru için ise, en tehlikeli, riskli ve korumasız olanı, meşruiyetlerini kaybeden iktidar mensuplarının, seçimle meşru olarak iş başına gelen ve iktidar görevlerine meşru olarak başlayan kendi iktidarlarına yönelik olarak gerçekleştirdikleri bu darbe şeklidir.
Meşruiyetini yitiren İktidarın, meşru iktidara yönelik darbesi, sinsidir.
Zira; ortada gözle görünen bir silahlı cebir ve şiddet eylemi yoktur.
Ancak, kötüye kullanılan devlet gücü, otoriterisi, kudreti ve yaptırımları vardır.
Siyasal iktidarın; emrinde, sivil ve asker silahlı emniyet güçleri, bağımlı yargısı vardır. Onlar kullanılır.
Örnek mi istiyorsunuz?
İktidarın, anayasa ve yasa dışı bir icraatına karşı, anayasal barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarını kullanmak için toplanan ve yürüyen insanlar üzerine salınan ve orantısız ve acımasız olarak kullanılan tomalı, joplu ve silahlı polis gücü; işte, darbecilerin kullandıkları cebir ve şiddetin ta kendisidir. Ama, insanlarımız bunun farkında değildir.
Keza, doğruları yazan meşruiyetini yitiren siyasal iktidarı ağır eleştiren muhalif insan ve gazetecilerin, emirleri altındaki bağımlı yargı kullanılarak, haksız bir şekilde tutuklanarak hapse atılmaları da, darbecilerin yargı eliyle kullandıkları, yapmak istedikleri darbenin cebir ve şiddet eylemleridir.
Siyasal iktidarın başının; bir gecede, yandaş bir savcıyı önce Yargıtay'a, sonra da Anayasa Mahkemesine üye olarak seçip ataması da, iktidar gücü ve kudretiyle, zor kullanılarak gerçekleştirilen ve farkına varılamayan bir cebir ve şiddet eylemidir.
Temsili Demokrasilerde; egemenlik kayıtsız ve şartsız millete ait olup, millet; yasama, yürütme ve yargıdan ibaret bu egemenlik haklarını, anayasaya göre, yasama, yürütme ve yargı organları vasıtasıyla kullanır.
İşte, demokratik seçimlerle meşru olarak iş başına gelen iktidarlar; millete ait bu egemenlik hakkını temsilen ve millet adına kullanırken, millet adına emaneten kullandıkları bu yetkileri, egemenlik haklarını, anayasa dışına çıkarak, ellerindeki üstün ve zorlayıcı devlet gücünü kullanarak, kötüye kullanırlar ve meşruiyetlerini kaybederlerse, millete karşı darbe yapmış sayılırlar.
Bugün; Anayasanın emredici hükümlerine göre, herkesi bağlayıcı olan Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayan bir yürütme ve yürütmeye bağlı bir yargı varsa, kullandıkları devlet gücünü ve otoritesini arkalarına alarak, kendilerinden hesap sorulamazlıklarından aldıkları cesaret ve güçle, anayasayı rafa kaldıran, meclis çoğunluğuna baskı yaparak, istediği şekilde, anayasaya aykırı yasaları bir talimatıyla meclisten geçirebilen, en başta düşünce ve düşünceyi açıklama ve basın özgürlükleri olmak üzere, tüm anayasal özgürlükleri yok eden, iş başına geldiğinde var olan demokratik ve anayasal meşruiyetini yitiren bir siyasal iktidar'ın; paranoya da olsa, bize darbe yapılacak demeye hakkı yoktur.
Anayasaya göre, egemenlik haklarının tümüne bizzat sahip olan Türk Milletine karşı, iş başındaki siyasal iktidar tarafından yapılmış bir yönetim darbesi ile yüz yüze olduğumuzu hatırlatmak istiyoruz.
Güner Yiğitbaşı
25/01/2021
Hukukçu
Yorum Gönder