Ocak 2021
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Çok Üzgünüm - Güner Yiğitbaşı
Çok üzgünüm.  

Ancak, şahsım adına değil, ülkem ve güzel vatanım, devletim adına, çok üzgünüm.  

Biliyorsunuz, güncel politik meselelerle ilgili olarak, elimden geldiğince,  tarafsız kalmaya çalışarak, ülke yararına bazı görüş ve değerlendirmelerimi dile getirdiğim günlük makaleler yazarak,  internet köşemde ve üyesi olduğum diğer grup ve dijital platformlarda yayınlıyorum.  

Yazılarımın neredeyse tümü, genellikle çok olumlu tepkiler alıyor, siyasal iktidarın baskısından çekinmeyen yürekli okuyucular,  korkusuzca beğeni yapıyorlar ve olumlu yorumlarını yazıyorlar.  

Şunu da çok iyi biliyorum; iktidarı ağır şekilde eleştiren yazılarımı beğeni ile okumalarına rağmen, şu veya bu nedenle, okuduklarını ve beğendiklerini,  beğeni ve yorumlarla açıkça dile getiremeyen çok okurum da var.  

Son birkaç gündür, peş peşe,  CHP ve KILIÇDAROĞLU'nun seçim ittifakı arayışlarını, ittifak konusundaki kendi görüşlerimi ve CHP'den zamansız ayrılan milletvekillerinin bu istifalarını eleştiren üç ayrı yazı yazdım.  

İlki; BAZI MUHALEFET PARTİLERİ VE İNSANLAR HALA İŞİN FARKINDA DEĞİLLER

İkincisi; SÖNEREK YOK OLACAKSINIZ

Üçüncüsü de; KILIÇDAROĞLU'NA HAKSIZLIK YAPIYORUZ, başlığı altında yazarak,  31/01/2021 de yayınladığım son yazım.  

Her üç yazım da çok ilgi gördü,  aldığım tepkilerin çoğu olumluydu.  

Tepkileri olumlu olan ve görüşlerimi destekleyen okurlarım kadar, görüşlerime çekince koyan ve eleştiren okurlarıma da teşekkürler ve  sonsuz saygılar.  

Zaten, aksini beklemek de mümkün değil, herkesin aynı görüşleri benimsediği toplumlara;  demokrat, fikir ve düşünce özgürlüğü mevcut bir toplum gözüyle de bakamayız.  O zaman, AKP Genel Başkanı EDOĞAN'dan ne farkımız kalır.  

Burada özellikle; ”KILIÇDAROĞLU'NA HAKSIZLIK YAPIYORUZ, ” başlıklı son yazım üzerinde durmak istiyorum.  

Yukarıda yazdığım gibi, çok güzel ve olumlu tepkiler aldım.  Şu veya bu nedenle beni ve yazımı eleştiren ve çekince koyan,  beni taraflılıkla suçlayan yorumlara da tanık oldum, onlara da saygı duyuyorum.  

Yazı; içeriği itibariyle,  uzun olduğu ve yazmanın heyecanıyla,  unuttuğumuz bir konuya değinmek istiyorum.  

Hani,  KILIÇDAROĞLU CHP'sini;  özellikle CHP seçmeni olmayan bazı kesimler, KILIÇDAROĞLU konuşuyor ama,  somut bir proje üretip ortaya koyamıyor diye eleştiriyorlar ya.  

Biz katılmıyoruz ama, diyelim ki; KILIÇDAROĞLU somut hiçbir proje ortaya koyamadı.  

KILIÇDAROĞLU ne diyor?

Tek başımıza veya ittifaklarla iktidar olduğumuzda; AKP'nin,  ülkeyi döviz bazında borç batağına sapladığı KÖİ yöntemiyle, yap işlet devret şeklinde ve geçiş garantili olarak müteahhitlere yaptırdığı ve kullanılsa da kullanılmasa da, verilen garantiler nedeniyle,  yüklenici firmalara milyarlarca dolarlık ödemelere ve hazinenin soyulmasına neden olan;  köprü, tünel, havaalanı, otoyol ve şehir hastanelerini kamulaştıracağız, lüks ve israfa, saray ve uçan saraylara, makam araçları saltanatına son vereceğiz, ülkemiz için öncelikli ve lüzumlu olmayan Kana İstanbul projesinden vaz geçeceğiz, üretime yönelik ve katma değer üreten yatırımlara öncelik vereceğiz, aile sigortasını yaygınlaştıracağız, devletin kurumlarını işler hale getireceğiz, parlamenter sisteme döneceğiz, yargı bağımsızlığını sağlayacağız, devlet adına yapacağımız ödemelerin hesabını muhalefete ve millete vereceğiz, özgürlüklere ilişmeyeceğiz, artıracağız, talana, soyguna ve yolsuzluklara son vereceğiz, ihalelerde şeffaflığı sağlayacağız, ihaleleri rekabete açarak devletin menfaatlerine uygun olarak yatırımlar yapacağız, devletin olanaklarını üç beş müteahhide peşkeş çekmeyeceğiz,  yandaş ve yakınlarımıza kayırımcılık yapmayacağız diyen ve yerine getirilmesi,  para ve pul istemeyen, parasal kaynak gerektirmeyen,  sadece dürüst ve  namuslu,  şeffaf,  gözütok siyaseti ve politikacıları gerektiren bu projeleri gerçekleştirme sözü veren KILIÇDAROĞLU, neyinize yetmiyor?

Evet, yalanın, talanın, yolsuzluğun, israfın, saray saltanatının, yandaş kayırmacılığının,  yap işlet devret yöntemiyle ve garanti verilerek yapsat tesislerle üç beş yandaş müteahhide haksız kazançlar aktarmanın kol gezdiği AKP iktidarından kurtulmak için, CHP'nin yukarıda saymaya çalıştığımız ve gerçekleştirilmesi sadece dürüstlük gerektiren projeleri neyimize yetmiyor söyler misiniz?

Bu toplumun;  bitmez tükenmez,  din temelli önyargıları, siyasal iktidarın CHP'ye yönelik yalan ve haksız,  din üzerinden yaptığı iftiraları, AKP'nin sınırsız olarak kullandığı elindeki yasal ve parasal devlet gücü, elindeki medya ve yalan üzerine dayalı propaganda gücü yüzünden,  %25 bandına sıkışan oy oranını artırmakta gerçekten ve haklı zorluklar çeken CHP ve liderinin; her zorluğa rağmen, ülkeye zarar veren AKP ve Cumhur İttifakı iktidarından ülkemizi kurtarmak için yapmak istediği ittifak girişimleri ve demokrasi ortak paydasında birleşebileceği diğer muhalefet partileriyle bir takım geçici tavizler vermek zorunda kalarak  kuracağı seçim ittifakından gocunanlar; hala,  pragmatik  değil,  doğmatik düşünenler, biraz olsun ülkenin acı gerçeklerine kafa yormalılar ve ittifak arayışı içinde olan CHP liderine, koşullar itibariye, hoşgörüyle yaklaşmalılar.  

Şimdi asıl değinmek istediğim ve beni ülkem adına üzen konuya gelince.  

Ben, çok sevdiğim bir arkadaşımın tavsiye ve aracılığı ile telegramda oluşturulan CHP ile ilgili bir gruba üye olmuş ve bu son üç yazımı da bu CHP grubunda paylaşmıştım.  

Sen misin paylaşan, 

KILIÇDAROĞLU'nu ve ittifakları destekleyen yazılarım grupda yer alan bazı üyeler ve yöneticiler tarafından beğenilmemiş olmalı ki; topa tutuldum.  

Bir üye de, son yazımızda Almanya Merkel örneğine takılmış.  Hristiyan Demokrat Merkel'in başarılarını dile getirmem, ülke yararına iş yapmak için,  illa ki;  solcu olunmasının, adı sosyal demokrat olan bir parti mensubu olunmasının şart olmadığına yönelik beyanlarıma eleştiri getirerek, Merkel'in Alman Sosyal Demokrat Partinin katkılarıyla başarılı olduğunu yazmış.  

Evet, güzel Merkel; Sosyal demokratların da katkılarıyla ülkesine faydalı işler yapmış.  Bu dahi,  iş başındaki sorumlu başbakan Merkel için büyük bir uzlaşı başarısıdır.  

Bu eleştiriyi yapan zat biliyor mu acaba? Ülkemizde parlamento çoğunluğunu elinde bulunduran AKP ve liderinin; bir koalisyon ortağı olmasa da, ana muhalefet partisi CHP'den gelen ve ülke yararına olan hiçbir yasa teklifine sıcak bakarak destek verip yasalaştırmadığını, CHP'nin yok sayıldığını, AKP ve liderinin;  CHP'den gelen ülke yararına hiçbir teklifine sıcak ve olumlu bakmadığını.  

Ülkemizin yönetimindeki zat ile Merkeli bir mukayese ederse,  farkını görür sanırım.  

Grupta yayınladığım KILIÇDAROĞLU yanlısı yazılarımın beğenilmediğini ve bana karşı memnuniyetsizliği görünce,  derhal gruptan ayrıldım.  

Bunları niçin yazdım?

Ülkenin ve partilerin dahi,  bu zor koşullara rağmen, egolarımız yüzünden, kendi içlerinde bölündüğünü, uzlaşma kültüründen yoksun olduğumuzu gözler önüne sermek istedim.  

Çok yazık tabi.  

İnsan bunları gördükçe,  umutsuzluğa kapılıyor ve çok üzülüyor.  

Zaman; parti içi çekişmelerden şimdilik uzak durmamızı gerektiriyor, tabi anlayanlar, uzlaşma kültürü olanlar için.  

31/01/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


Kılıçdaroğlu'na Haksızlık Yapıyoruz
Bu yazının yazarı ben; CHP veya bir başka siyasal patinin üyesi değilim. 

Benim özgür ve tarafsız yapım,  hiçbir partinin üyesi olmamamı zorunlu kılıyor. 

Ancak, ideolojime, düşüncelerime, demokrasi ve özgürlük anlayışıma en yakın parti olması nedeniyle, şimdilik bir CHP seçmeni olduğumu belirtmek istiyorum. 

Hukukçu tarafsız ve adil olur. 

Ben de bir hukukçu olarak, tarafsızlığımın ve adil olmamın gereği olarak, bir CHP üyesi olmamama, KILIÇDAROĞLU ile yüz yüze görüşüp tanışmış olmamamıza rağmen, yaptıkları ve yapamadıklarıyla, içinde bulunduğumuz çok kritik koşullarda,  KILIÇDAROĞLU'na haksızlık yapıldığını ve ona hala önyargılı bakan büyük bir kitlenin olduğunu,  gözlemliyorum. 

Bu nedenle, bu yazıyı yazmaya karar verdim ve KILIÇDAROĞLU'na hak etmediği büyüklükte haksızlık yapıldığını anlatmaya çalışacağım. 

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; önyargı,  insan oğlu için çok tehlikeli bir duygudur. 

Önyargılı bir kişiyi, ne yaparsanız yapınız, ağzınızla kuş tutunuz,  asla memnun edemezsiniz. 

İşte,  KILIÇDAROĞLU ve onun şahsında CHP'ye yönelik olarak önyargı içinde bulunan azımsanamayacak bir kitle vardır ülkemizde maalesef. 

Baksanıza, insanlara; işçiler, emekliler, çalışanlar, çalışmayanlar, çalışıp da asgari ücretten açlık sınırında ücret alanlar, sokakta yaşayanlar, pazar artıklarından geçinenler, yatağa aç yatanlar, eve ekmek götüremeyenler, bebeğine süt alamayanlar, ucuz emek kuyruklarında beklemeyi göze almalarına rağmen CHP'li  belediyelerin ucuz ekmeğinden mahrum edilmek istenenler, geçinemiyoruz diye bağıranlar, adil yargılanamayanlar, haksız tutuklananlar, en ufak bir eleştiride Cumhurbaşkanına hakaretten gözaltına alınanlar, barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmaya kalkıştıklarında karşılarında orantısız güç kullanan polisi görüp dayak yiyenler ve gözaltına alınanlar, vergileriyle toplanan paraları siyasal iktidar tarafından israf edilenler, katma değer ve özel tüketim gibi adil olmayan, zenginle eşit olarak ödenen vasıtalı vergiler altında ezilen dar gelirliler,  toprağını ekemeyen, ürünleri para etmeyen, ithal edilen tarım ürünleri nedeniyle iktidardan darbe yiyen, Ziraat Bankasından öncelikle kredi almaya hakkı olup da,  kredi alamayan çiftçiler ve niceleri,  tüm bu insanları alt alta yazıp toplasanız,  bulunacak sayı kadar oy, bu insanları bu duruma getiren iş başındaki siyasal iktidarı sandığa gömmeye yeterli olmasına rağmen, bu oyların 19 sene boyunca hala,  iş başındaki siyasal iktidara akmasının hesabını ve sorumluluğunu,  niçin sadece KILIÇDAROĞLU'na ve onu şahsında CHP'ye yıkıyorsunuz?

Bizlerin ve sizlerin hiç mi günahı yok?

Diyorlar ki; KILIÇDAROĞLU, halkın ayağına gitmiyor ve iktidara geldiğinde yapacakları konusunda proje üretemiyor, etkin muhalefet yapamıyor, AKP'ye oy vermeyeceğiz de kime oy vereceğiz, oy verecek parti mi var? KILIÇDAROĞLU'nu iktidarda zannediyorlar. Yerel seçimlerde kazanılan büyükşehir belediyelerinin, AKP iktidarının engellemelerine rağmen,  uygulamaya koyduğu projeleri, CHP'nin merkezi yönetimde de,  iktidara geldiğinde neler yapabileceğini,  görmezlikten geliyorlar. 

Bir de diyorlar ki; KILIÇDAROĞLU bir proje ile CHP'nin başına geldi, kaset ile CHP Genel Başkanı oldu. 

Biraz insaf lütfen. 

Evet, önceki CHP Genel Başkanı Deniz BAYKAL; hukuksuz bir kaset skandalının mağduru oldu ve CHP Genel Başkanlığından istifa etmek zorunda kaldı. 

Sonradan, tüm gerçekler ortaya çıktı ve Deniz BAYKAL'a bu skandal kaset kumpasını kuranların;   iş başındaki siyasal iktidarın fiili koalisyon ortağı, tüm istediklerini verdikleri FETÖ'nün ele geçirdiği emniyet teşkilatının polislerinin olduğu,  anlaşıldı. 

Zamanın Başbakanı ERDOĞAN da, bu kaset skandalını siyasal çıkarı için kullanarak, bu skandalın BAYKAL'ın özeli değil,  geneli olduğunu, meydanlarda bağırarak dile getirdi. 

Bu kaset kumpasını yapanların,  FETÖ ve ortağı iş başındaki siyasal iktidar olduğunun anlaşılmasına ve bu skandal üzerine Deniz BAYKAL'ın kendi isteğiyle CHP Genel Başkanlığından istifa etmesi ve bu nedenle,  CHP'nin genel başkanlığının,  KILIÇDAROĞLU'nun hiçbir dahli olmadan,  boşalması üzerine,  partinin gözde ve sevilen grup başkan vekili olarak kamuoyunda parlayan ve parti içinde büyük bir desteğe ulaşan KILIÇDAROĞLU'nun, CHP Genel Başkanlık koltuğuna talip olarak seçilmesinden daha doğal ne olabilir ki?

KILIÇDAROĞLU'nun; kendisinin dışında gelişen, skandal kaset kumpası sonunda,  kendisinin hiçbir dahli ve günahı olmaksızın,  BAYKAL'ın istifasıyla boşalan CHP genel başkanlığına,  hak ederek, yasal yollardan seçilmesinin altında,  niçin art niyetler arıyor bazı çevreler,  anlamak mümkün değildir. 

Evet, KILIÇDAROĞLU; ERDOĞAN karşısında çok seçim kaybetti. Politikada da,  futbolda olduğu gibi, sonuç çok önemlidir. Futbolda,  nasıl oyunu güzel oynamak yetmezse,  gol ya da goller  atarak galip gelmek gerekliyse, politika da öyledir, seçim kazanmanız,  başarınızın tek koşuludur. 

Gelişmiş batı demokrasilerinde seçim kaybeden liderler,  koltuklarını kendi istekleriyle bırakırlar. 

Aslında, ben de, KILIÇDAROĞLU'na bu konuda çok güveniyor ve KILIÇDAROĞLU; seçim kazanamaz ve başarısız olursa,  gözünü kırpmadan istifa eder ve Türk siyasetinde bir ilke imza atar diye düşünüyordum, KILIÇDAROĞLU,  bu konuda beni hayal kırıklığına uğrattı. Bu nedenle ben,  KILIÇDAROĞLU'na açık mektuplar şeklinde makaleler yazmış,  istifa etmesi,  genel başkanlığı bırakarak bir ilke imza atıp, siyaset tarihine ismini altın harflerle yazdırmasını talep etmiştim. 

Maalesef,  KILIÇDAROĞLU da,  bu konuda bizi mahcup etti. Hayal kırıklığına uğrattı. 

İstifa etme erdemini gösteremedi. Bize göre, KILIÇDAROĞLU'nun en büyük hata ve  günahlarından birisidir bu. 

Öyle veya böyle,  bu hatayı yaptı. 

Başka hataları yok mu var tabi. 

Ama, yine de KILIÇDAROĞLU'nun;  özellikle,  son yıllarda imza attığı olumlu politikalarını, ürettiği projelerini, son Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde takındığı milli iradeye saygılı,  demokratik tutumunu, iktidar tarafından seçimlere katılması engellenmek istenen İYİ PARTİ'nin,  mecliste grup kurarak seçimlere katılmasına yaptığı katkıyı, kurduğu Millet İttifakı ve son yerel seçimlerde AKP'nin kalesi olan en başta İstanbul ve Ankara olmak üzere,  bir çok büyük şehrin belediye başkanlıklarının,  Millet İttifakının da katkısıyla,  CHP tarafından kazanılmasındaki,  demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin, yargı bağımsızlığının, hak ve adaletin savunulmasındaki başarılı gayretlerini, Ankara ilinden İstanbul iline kadar adalet için yaptığı yürüyüşü, nasıl unutacağız?

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayını belirleyen kimdir?

Tabii ki; KILIÇDAROĞLU. Sayın Ekrem İMAMOĞLU'nun ismi ortaya çıktığında,  ben dahil herkes,  içimizden itiraz etmedik mi ve nereden buldun bu adayı diye homurdanmadık mı?

Millet ittifakının resmi ve resmi olmayan katılanlarının oyları ile seçildi ama, İMAMOĞLU da,  kendi başarılı seçim  performansıyla bu oyları almasını bildi. 

Ankara'ya gelince. KILIÇDAROĞLU; kendisine yönelik olarak sıkça yapılan;  özde CHP'li olmayan devşirme kişileri partiye kabul ederek aday yapıyor ve CHP'yi sağcılaştırıyor suçlamasına göğüs gererek,  Mansur YAVAŞ'ı Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanı adayı olarak belirleyerek, AKP'nin Ankara kalesinin CHP'ye geçmesini sağladı. 

Sayın Mansur YAVAŞ'ın;  seçildikten sonra,  patlayan pandemi ortamında geliştirdiği ve uygulamaya koyduğu sosyal ve halk yararına projeleri,  büyük takdir gördü ve şu anda yapılan anketlerde,  Mansur YAVAŞ; Millet İttifakının Cumhurbaşkanlığı adaylığında, ERDOĞAN'ı da geride bırakan bir başarıya imza attı. 

Şu gerçeği herkes kabul etmeli, hatasız kul olmaz. Peygamber bile,  bir kul olarak mutlaka hata işlemiştir. 

İçinde bulunduğumuz koşullar çok ciddidir. Ülkemiz; ekonomiyi bir kenara bırakınız, en başta demokrasi ve insan hakları olmak üzere,  bir rejim sorunuyla, felaketiyle yüz yüzedir. Siyasal iktidarın tek derdi, kendi ideolojini uygulamaya koyarak iktidarda kalmaya devam etmek ve tek adamın ağzından çıkan buyruklarla,  muhalefetin tamamen yok edildiği,  antidemokratik,  islamcı siyasal bir sistemi, kalıcı olarak ülkemizde tesis etmektir. 

Bu koşullarda,  parti içi ve partiler arası görüş ayrılıklarının gündeme getirilerek hesaplaşmanın,  hiçbir anlamı yoktur. 

Zaman, demokrasi ve özgürlükler ortak paydasında birleşme ve uzlaşma zamanıdır. 

Bu da, demokrasi ve özgürlükler ortak paydasında,  adına ne derseniz deyiniz,  millet ve partiler bazında işbirliği yapmamızı,  birbirimizin farklılıklarını şimdilik görmezlikten gelmemizi, zorunlu kılmaktadır. 

KILIÇDAROĞLU; bu gerçeği en iyi gören bir politikacı ve bu ülkenin muhalefetteki en büyük partisinin genel başkanı olarak,  elinden gelen gayreti göstermekte ve laik demokrasi,  insan hak ve özgürlükleri, bağımsız yargı, kuvvetler ayrılığı, parlamenter sistem ile bir problemi olmayan herkesi ve partileri, bu ortak payda altında işbirliğine çağırmakta ve bu nedenle de,  bazı çevrelerce, içinde bulunduğumuz koşulların ağırlığına ve önemine uymayan,  haksız eleştirilere maruz kalmaktadır. 

Allah kimseyi açlıkla sınamasın. Evet, insanlar demokrasi ve özgürlüklerle, ekmek arasında bir tercihe zorlanırlarsa,  ekmeği tercih ederler ama, iş başındaki iktidar o kadar tıkandı ki; hazinede para bırakmadı, bu pandemi ortamında iş yerlerini kapatıyor, fakat karşılığında esnafa ve  yoksula,  ekmek dahi veremiyor, CHP'li belediyelerin;  ekmek dahil, tüm sosyal yardımlarını engelliyor, fakir halkın elinden, özgürlükler ve demokrasi yerine, ekmeği tercih etme hakkı dahi alınmış durumda. Bu koşullara rağmen, AKP'ye oy vermeyeceğiz de,  oy verecek parti mi var diyenlere,  hak veremiyoruz doğrusu. 

KILIÇDAROĞLU; çok seçim kaybetti ama, son yerel seçimlerdeki başarısını asla göz ardı etmemek gerekli. Kaldı k;  KILIÇDAROĞLU ve diğer muhalefet partilerinin liderleri, hiçbir seçime ERDOĞAN ile eşit koşullarda girmediler, oy güvenliği de asla tam değildi. AKP ve ERDOĞAN;  iktidarda olmanın tüm devlet imkanlarını, para kaynaklarını, örtülü ödeneği, medyayı,  kendi lehine sonuna kadar kullanarak girdiği seçimleri,  bu sayede kazanmasını bildi, din istismarını iyi kullandı, cahil kesimi,  din silahını kullanarak,  CHP camileri ahır yaptı, ezanı yasakladı yalanlarıyla kandırarak,  siyasal üstünlük sağladı, bu gerçekleri unutan bazı aydın geçinenler;  kalkmışlar,  bu kritik dönemde KILIÇDAROĞLU'na çullanmakta bir beis görmüyorlar ve bindikleri dalı kesmeye çalıştıklarının farkına varamıyorlar,  ne yazık ki. 

FETÖ ve ortağı AKP iktidarının  kumpası, ERDOĞAN'ın savcısı olmakla övündüğü ERGENEKON davasının mağdur sanığı,  eski teğmen Mehmet Ali ÇELEBİ kalkmış, kendisine sahip çıkan CHP milletvekilliğinden bu kritik dönemde istifa ederek, CHP'ye ihanet, kendisini mağdur eden AKP ve ERDOĞAN iktidarının değirmenine su taşıma aymazlığında bulunabiliyor.  

Almanya'ya bakıp ders alınız. 

Hristiyan Demokrat Merkel, Almanya’da  çok başarılı bir başbakanlık yaptı.  Almanya'yı,  Avrupa’nın lider devleti yaparak görevi bırakıyor. Hem de, her siyasi görüşten Almanın takdirlerini kazanarak. 

Başarılı olmak, ülkesine yararlı işler yapmak için,  mutlaka sosyal demokrat, solcu olmak, altı oku benimsemek, koşullara göre ve ülke yararına zorunlu olduğunda,  altı oktan asla ödün vermemek gerekmiyor,  demek ki. Merkel örneğinde olduğu gibi, Hristiyan Demokrat olmak da,  ülkeye hizmet etmek için yeterli olabiliyor. 

Ülkeni ve ülke insanını seveceksin, demokrat ve insan hak ve özgürlüklerine saygılı olacaksın, ülkeye hizmette ve yatırımlarda önceliği halkın ihtiyaç duyduğu şeylere vereceksin, dürüst ve namuslu olacaksın, halkın vergileriyle toplanan devletin parasını israf etmeyeceksin, yandaşlara peşkeş çekmeyeceksin, ihalelere fesat karıştırmayacaksın, sarf ettiğin devlete ait  paranın hesabını,  kuruş kuruş vereceksin, devletin milli gelirini adil paylaştıracaksın, partisi ne olursa olsun, bu evrensel değerleri benimseyenlerle CHP'nin ve KILIÇDAROĞLU'nun işbirliği yapmasında ne sakınca vardır,  anlamakta zorlanıyoruz. 

Bakınız; özellikle yerel seçimlerden sonra, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere,  birçok büyükşehir belediyesinin,  AKP'nin elinden alınması nedeniyle, AKP Genel Başkanı ERDOĞAN ve küçük ortağı BAHÇELİ'nin; giderek artan,  CHP ve KILIÇDAROĞLU düşmanlığı, onu dillerine dolayarak, dokunulmazlığını kaldırıp hapse attırmayı bile düşünür hale gelmeleri, KILIÇDAROĞLU'na yönelik iktidar himayesindeki suikast girişimi de,  KILIÇDAROĞLU ve CHP'nin yükselen yıldızının ve ona yapılan aşırı eleştirilerin haksızlığının,  en önemli kanıtıdır. 

Biraz adil olmak gerekiyor, hele günümüz koşullarında. 

Güner Yiğitbaşı

31/01/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Sönerek Yok Olacaksınız
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile parti içindeki bazı konuları, yazdıkları mektupla eleştiren İzmir Milletvekili Mehmet Ali Çelebi,  Karabük milletvekili Hüseyin Avni Aksoy ile Yalova Milletvekili Özcan Özel,  Meclis'te düzenledikleri bir basın toplantısıyla istifa etmişler. 

Uğurlar olsun sizlere. 

Sizler kimsiniz Allah’ınız aşkına, kimsiniz?

Hüseyin Avni AKSOY ile Özcan ÖZEL'i,  isim olarak da cisim olarak da,  hiç anımsamıyor ve tanımıyorum. Demek ki; bende,  bir izlenim bırakacak bir cevherleri yok. 

Memleketim İzmir'in milletvekili Mehmet Ali ÇELEBİ'yi;  birikimleri, siyasetten önceki ülke yararına ve ülke çapında ses getiren bir çalşması  ve siyasete girdikten sonra da, CHP'ye yönelik olumlu çalışmaları nedeniyle tanımıyorum. 

Ergenekon kumpas davası sanığı ve mağduru olarak,  basından tanıyorum. Kendisi Harp Okulu mezunu ilk ve son rütbesi teğmenlik. 

CHP bu hatayı hep yapıyor. 

Medyada parlayan mağdurlara sahip çıkıyor. 

Medyada parlayan hiçbir siyasi tecrübeleri olmayan akademisyenlere, yargıçlara sahip çıkıyor,  tepeden inme meclise taşıyor ve kısa süre sonra da kazık yiyor ve oturuyor yerine. 

Medyada,  televizyon programlarında yıldızı parlayan, sonra milletvekili ve parti yöneticisi yapılan Profesör Dr. Süheyl BATUM, Emine Ülker TARHAN, rahmetli Profesör Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK örneklerini ve CHP'ye ihanetlerini hatırlarsınız sanırım. 

Yaşar Nuri, CHP den istifa ederek bir de parti kurdu, sonunda ne oldu? Büyük bir hüsran. 

Süheyl BATUM ve Emine Ülker TARHAN ne oldu? Unutulup gittiler. Siyasi hayatları sonlandı. 

Örnek olarak adlarını saydığım bu kişiler; siyasette büyük ve kalıcı olanın,  ATATÜRK tarafından kurulan ve ülkemizin en eski ve köklü siyasi partisi CHP'nin değil,  kendilerinin büyük olduklarını zannettiler ve yanıldılar. 

CHP;  ATATÜRK'ün kurduğu,  ülkemize siyaset kurumunu yerleştiren, ülkemize çok partili demokrasiyi getiren, ülkemize hizmet eden köklü bir partidir. 

CHP'li isen ve bu parti listelerinden ve tabanından oy alarak milletvekili seçilmiş ve hatta partinin Parti Meclisi gibi organlarında görev alabilmişsen, CHP'yi kurum olarak karşına alamazsın. Partinin yöneticilerini beğenmeyip eleştirebilirsin, kendince doğru olduğuna inandığın görüşlerini söyleyebilirsin, eleştirdiğin yöneticiler,  bugün varlar, yarın yoklar, yöneticiler yolcu CHP hancıdır, yolcuya kızıp,  hancıyı dövemezsin, bu kritik dönemde hanı terk edemezsin. 

Ülkemiz;  bugün çok kötü yönetiliyor, hatta yönetilemiyor, hepimiz eleştiriyoruz, kimse memnun değil, şimdi ülkemiz kötü yönetiliyor diyerek,  ülkemizi bırakıp gidecek miyiz, ülkemizi terk mi edeceğiz?

Birlik ve beraberlik içinde olmamız gereken, demokrasi ve özgürlüklerin yok edildiği bu kritik dönemde CHP'den istifa ederek,  AKP ve Cumhur İttifakının değirmenine su taşıyan, bana göre ülkeye ihanet edenlerden, özellikle Mehmet Ali ÇELEBİ'nin üzerinde durmak istiyorum. 

Mehmet Ali ÇELEBİ; istifasını açıkladığı basın toplantısında; ,  "Emperyalizme diz çöktürmüş CHP'den milli konularda kekeleyen CHP'ye geldik.  Atatürk demekten çekinenleri el üstünde tutan CHP'ye geldik.  Yanlışları görüp susabilirdim.  Bunu size yapamam.  Bunu kendime yapamam.  Cumhuriyetimize ve milletimize bunu yapamazdım.  Tarafım 29 Ekim ruhudur.  10 Aralık ve kurucularının zihniyeti değil.  Sönerek yok olmayacağım.  Yanıyorum öyleyse varım.  Hakkınızı helal edin.  Partiden istifa ediyorum" demiş. 

Mehmet Ali ÇELEBİ'nin; ”Atatürk demekten çekinenleri el üstünde tutan CHP'ye geldik” vurgusu dikkat çekiyor. 

Mehmet Ali ÇELEBİ'ye sormak lazım. ATATÜRK demek'ten çekinenleri el üslünde tutmak mı daha kötüdür, yoksa,  ülkemizin demokrasinin yok edildiği bu kritik ortamda partisinden istifa ederek,  ATATÜRK'ü ve onun  kurduğu laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetini sevmeyen, ATATÜRK'e alenen küfür ederek hakaret eden, keşke Yunan galip gelseydi diyen Fesli Kadir ve onun zihniyetini temsil edenlerle birlikte hareket eden,  aynı zihniyeti taşıyan, bu zihniyetle kol kola olan iş başındaki AKP iktidarının yelkenine rüzgar doldurmak mı daha kötüdür?

Mehmet Ali ÇELEBİ,  sönerek yok olmayacağım demiş. Sönerek yok olacaksın Sayın Mehmet Ali ÇELEBİ. 

“Yanlışları görüp susabilirdim.  Bunu size yapamam.  Bunu kendime yapamam.  Cumhuriyetimize ve milletimize bunu yapamazdım. ”demiş. 

Susmadın ki; liderine mektup yazdın ve eleştirilerini dile getirdin, liderin seninle görüştü, daha ne istiyorsun?

Sen kimsin ki? Dur bir aynaya bak önce. 

Dur,  bekle bakalım, parti içinde kal ve demokratik bir mücadele ver, istifa etmen mi gerekiyordu. 

Evet, sana göre  istifa etmen gerekiyordu, zira yeni bir parti oluşumu içinde yer alarak siyasi hayatına son vermek, sönerek yok olmak istiyordun. 

Sayın ÇELEBİ; kusura bakma,  kınam olsaydı bir miktar gönderirdim size. Ama kalmamış maalesef. 

Sizlerde biraz onur ve şeref varsa, gerçekten ATATÜRK'çü iseniz, listelerinden milletvekili seçildiğiniz CHP'den istifa ile yetinmeyiniz. 

Sizlerin, milletvekilliğinden de istifa etmenizi bekliyoruz. 

Şayet şerefiniz varsa. 

Güner Yiğitbaşı

29/01/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Militan
CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU; Salı günü yaptığı grup toplantısında, Grup Başkan Vekili Engin ALTAY ve CHP eski milletvekili Berhan ŞİMŞEK'in  başlattıkları militan tartışmasına da değinerek; “Bizim eski milletvekili arkadaşımız bir açıklama yapıyor;  ‘vali militan,  kaymakam militan,  yargıç militan,  alınan kararları görüyoruz. . ’ diyor.  Vay sen misin militan diyen. . .  İçişleri Bakanlığı bütün valiliklere bir yazı hazırlıyor.  Hepiniz dava açın,  diye. ”  şeklinde konuşunca, AKP cenahında kıyamet kopuyor,  vay CHP valilere, kaymakamlara, yargıçlara hakaret ediyor,  onları terörist ilan ediyor diyerek ayağa kalkıyorlar. 

AKP yönetimi, seçimi kaybedeceklerini gördükçe, ülkenin biriken ve kangren olan onca sorununu bir kenara bırakmış, canını ve iktidarını kurtarmanın telaşı içinde,  CHP'ye saldırıyor, itibarsızlaştırmaya, suç duyuruları ve yargı baskısıyla,  CHP'yi kıskaca alarak yıldırmaya çalışıyor. 

AKP'nin acelesi nedir?

Bir bakın militan ne demek,  önce bu kelimenin ne anlama geldiğini öğrenin ki; bir hata yapmayın. 

Fırsat bu fırsat CHP'ye çullanalım diyorlar haksız olarak. 

Peki militan ne anlama geliyor. 

İnternette yer alan bilgilere göre; 

MİLİTAN; ”Bir düşüncenin,  bir görüşün başarı kazanması için savaşan,  savaşım veren bir kişi, bir siyasal örgütün etkin üyesi” demektir. 

Bir düşüncenin bir görüşün başarı kazanması için savaşan, bir siyasal örgütün etkin üyesi yani,  militan. 

Bu tanımda yer alan düşünce ve görüş;  legal de olabilir illegal de. 

Savaşma; silahlı ve illegal de olabilir, legal, demokratik, silahsız ve barışçıl da. 

Militanın etkin üyesi olduğu siyasal örgüt; PKK gibi illegal ve silahlı da olabilir, AKP gibi ülkesine hizmet ettiğini, başarılı olduğunu, ülke seçmeninin beğenisini kazandığını iddia eden,  legal bir siyasi parti de olabilir. 

Militan; silahlı ve illegal bir savaş yolunu seçmişse, illegal silahlı bir örgütün militanı ise; ancak o zaman, o örgütün  militanına terörist denebilir. 

Buraya kadar yaptığımız değerlendirme ve tanımlamalara göre; MİLİTAN deyimi, Bukalemun gibidir. Kimin, hangi görüşün ve düşüncenin, örgütün üzerine oturtuluyorsa ve konduruluyorsa;  o görüşü, düşünceyi, kişiyi ve örgütü yansıtır ve ifade eder, onunla anlam kazanır. 

Mesela; ATATÜRK'ün,  ATATÜRK ilkelerinin ve devrimlerinin, demokrasinin ve insan haklarının, yargı bağımsızlığının demokratik savunucusu ve bir militanı iseniz, bundan onur duymalısınız. 

Size,  ATATÜRK  ve devrimlerinin, demokrasinin ve insan haklarının militanısınız denirse,  bu hakaret olmaz,  gurur duymanız gerekir. Emekli Yargıtay Başsavcısı Vural SAVAŞ'ın,  Militan Demokrasi adlı bir eseri vardır. 

Günümüzde; PKK ve İŞID gibi,  silahlı ve illegal örgütlerin etkin üyesi ve savaşçısı anlamında,  size PKK ve İŞID militanısınız denirse,  bu bir hakaret olabilir belki. 

Bir kısım vali ve kaymakamlara, yargıçlara,  AKP militanı gibi çalışıyorlar demek,  niçin hakaret olacakmış?

AKP ve savunduğu görüş ve düşünceler; illegal, ülkenin zararına düşünceler midir, AKP; PKK ve İŞID gibi,  silahlı ve illegal bir örgüt müdür de,  ayağa kalkıyorsunuz?

Oturun oturduğunuz yerde. 

AKP yanlısı ve AKP'ye biat eden kişilerden atanan bazı Vali,  kaymakam ve yargıçların;  AKP yanlısı olarak,  bir militan ve AKP'nin il ve ilçe başkanları gibi çalıştıkları, inkar edilemez,  bilinen bir gerçektir. 

Bir incelemeye kalksak;  Vali ve Kaymakamların büyük çoğunluğunun, İmam Hatip Lisesi çıkışlı ve AKP yanlısı kişiler olduğu açığa çıkacaktır. 

Siyasal iktidarın,  partizanlık yaptığı anlamında kullanılan militan deyiminden alınmanız ve bunu,  AKP yandaşı bazı  vali, kaymakam, yargıç ve bürokratlara yöneltilmesini, hakaret olarak algılamanıza, alınmanıza sebep olan,  bizim bilmediğimiz nedenler varsa,  açıklayınız.  

Demokrasinin, insan haklarının ve ATATÜRK ilke ve devrimlerinin ateşli bir savunucusu ve militanı olmaktan, ben dahil, herkes gurur duymalı ve bundan asla gocunmamalıdır. 

Militan kavramının anlamı budur. 

Militan kavramı içinde; demokratlar da, barış yanlıları da, insan hakları savunucuları da, ATATÜRKÇÜ'ler de, faşistler de, diktatörler de, gerçek teröristler de,  kendilerine bir yer bulabilirler. 

Önemli olan; gerçekte ne olduğun, neyin mücadelesini verdiğin ve kendini nasıl hissettiğindir.  

Güner Yiğitbaşı

28/01/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Sırada Üçüncü Başvuru Mu Var Dersiniz?
Neredeyse bir hafta geçti, Anayasa Mahkemesinin BERBEROĞLU hakkında verdiği ikinci hak ihlali kararından bu yana. 

Bilmiyoruz,  karar yazılarak  gereğini yapması için yerel ağır ceza mahkemesine gönderildi mi?

Bugüne kadar bir ses seda yok henüz. 

Karara uygun davranılacağını, karara uyularak gereğinin yapılacağını sanmıyoruz. 

BERBEROĞLU'nun sayın avukatları; bize göre nafile olan 3. Hak İhlali başvurusu dilekçelerini hazırlamaya başladılar mı bilmiyoruz. 

Bize kalırsa,  naçizane tavsiyemiz, bıraksınlar artık,  3. kez nafile hak ihlali başvurusunda bulunmayı. 

Hak ihlalinin ihlali; hak ihlalinin ihlalinin ihlali,  olamaz. 

Hak ihlali bir kez olur ve o hak ihlalinin varlığı Anayasa Mahkemesinin kesin ve bağlayıcı kararıyla saptanırsa, o kararın gereği zorla yerine getirtilir. 

Gerçek demokrasilerde; anayasa, Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir ve mahkemeler dahil herkesi bağlar diyorsa, o karara itirazsız herkes gibi mahkemeler de uyarlar. Başka bir seçenek yoktur. 

Anayasa Mahkemesinin kararı beni bağlamaz, ben karara uymuyorum diyemez yerel mahkemeler. Haddine değildir. Uymazsa gereği yapılır. O mahkemenin anayasaya karşı gelen hakimleri,  kulaklarından tutularak,  meslekten atılırlar, haklarında derhal yasal soruşturma başlatılır, anayasa mahkemesinin kararına uygun karar verilmesi için,  dava dosyası,  yeni bir mahkemeye tevdi edilir. 

Aslında, Anayasa Mahkemesinin bağlayıcı kararlarına uymamak gibi bir alternatif ve seçenek olmayacağı için, anayasada veya diğer ilgili yasalarda, böyle bir durumun ortaya çıkacağı öngörülerek bir düzenleme yapılma gereği duyulmamıştır. 

Bu nedenle, BERBEROĞLU kararında olduğu gibi,  Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı çıkma ve bu kararlara uymama gibi, hukuka ve anayasaya aykırı bir densizlik yapılması halinde,  uygulanması gereken özel anayasa ve yasa maddeleri mevcut değildir. 

Böyle bir öngörülmesi imkansız fiili bir durumda yapılacak olan şey; ben,  Anayasa Mahkemesi kararına uymuyorum diyerek isyan eden mahkeme hakimleri hakkında derhal anayasayı ihlalden soruşturma açarak,  hakimlerin görevlerine son vermek ve dava dosyasını da, Anayasa Mahkemesinin kararı doğrultusunda gereğini yapması için, başka bir ağır ceza mahkemesi heyetine tevdi etmektir. BUnu yapacak olan kurum da Başkanı Adalet Bakanı olan Hakimler ve Savcılar Kuruludur. 

Bize göre; BERBEROĞLU'nun sayın avukatları, ikinci defa hak ihlali gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine başvurma yerine, bizim de yazdığımız gibi, bir dilekçe ile Hakimle Ve Savcılar Kurulunun kapısını çalacaklardı ve yerel mahkemenin anayasa mahkemesinin kesin ve bağlayıcı kararına uymayarak verdiği,  hukuken yok hükmünde olan kararına hukuki bir sonuç yüklemeden,  Anayasa Mahkemesinin kararına uymayan hakimler hakkında suç duyurusunda bulunarak, kararın gereğinin yerine getirilmesi için dava dosyasının yeni bir heyete tevdi edilmesini talep edeceklerdi. 

Hadi, BERBEROĞLU'nun avukatları,  bunun yerine,  ikinci kez hak ihlali talebiyle Anayasa Mahkemesine başvurdular, Anayasa Mahkemesi;  hak ihlalinin ihlali olmaz, ben kararımla,  hak ihlalinin varlığına hükmettim,  benim kararım kesin ve bağlacıdır, bu kararıma mutlak uyulması gerekir gerekçesiyle, ilk kararının gereğinin yerine getirilmesinin,  ilgili makamlar tarafından sağlanması hakkı mahfuz kalmak üzere, aynı konudaki mükerrer başvurunun,  usulden reddine karar verdim demeliydi. İkinci kez,  hak ihlali vardır diyerek, yerel mahkemenin;  Anayasa Mahkemesinin kararına uyulmamasına yönelik yok hükmündeki kararını,  muhatap almamalıydı. 

Anayasa ve yasalar, yerel mahkemelerin; üst dereceli hangi mahkemelerin hangi kararlarına direnme, hangi kararlarına uyma hak ve yetkilerinin bulunduğunu,  açıkça göstermiştir. 

Örneğin; ceza yargılamasında, yerel ceza mahkemeleri, Yargıtay'ın bozma kararlarına direnerek ilk kararlarında  ısrar edebilirler. Bu ısraren verilen kararlar da yeniden temyiz edilebilir. Bu sefer yerel mahkemenin ısraren verdiği kararı bir üst kurul olan  Yargıtay Ceza Genel Kurulunda incelenir, yerel mahkemenin ısraren ikinci kez verdiği karar,  bu üst kurul tarafından da yerinde görülmez ve bozulursa, yerel ceza mahkemesi Yargıtay Ceza Genel Kurulunun bozma kararına uyarak,  bozma gibi karar vermek zorundadır. 

Yerel ceza mahkemeleri, yasa böyle yazdığı için. bu yasa kuralına göre Yargıtay Ceza Genel Kurulunun kararlarına uyarlar, bugüne kadar aksi olmamıştır. 

Hal böyle olduğuna göre; Anayasa Mahkemesinin, Anayasanın 153. maddesine göre kesin ve bağlayıcı olan kararına, BERBEROĞLU davasının hakimleri hangi hak ve yetkiye, yasa maddesine dayanarak uymuyorlar? Anlamak mümkün değil. 

Bu, demokrasiye ve anayasaya bir başkaldırmadır ve bu yargıçlara hak ettikleri cezai ve idari yaptırımlar derhal uygulanmak zorundadır. 

Bir örnek daha verelim. Savcı, bir şüpheliyi tutuklama istemiyle, sulh ceza hakimliğine sevk etti ve yapılan sorgusu sonunda sulh ceza hakimi şüphelinin tutuklanmasına karar verdi diyelim. Şüpheli, ben bu tutuklama kararına uymuyorum haydi bana eyvallah ben evime gidiyorum diyebilir mi? Kapıda bekleyen polisler hemen yakalarlar ve tutuklama kararının gereğini yerine getirirler. 

Hiç fark etmiyor. Anayasa Mahkemesi; BERBEROĞLU,  hak ihlaline uğramıştır,  yeniden yargılanmalıdır dediğine göre, bir şüphelinin tutuklanması kararı gibi,  Anayasa Mahkemesinin kararı da,  yasa zoruyla uygulanacaktır, uygulatılacaktır. 

Hakkında tutuklama kararı verilen ve bu kararı tanımayarak kaçmak isteyen şüphelinin,  polis zoruyla yakalanarak hapse atılması gibi. 

Güner Yiğitbaşı

27/01/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Bazı Muhalefet Partileri Ve İnsanlar Hala İşin Farkında Değiller
Ülkenin demokrasisi, yargısı, anayasası, Anayasa Mahkemesi, ekonomisi, üretimi, tarımı yok olma aşamasına gelmiş, millet, pandemiye karşı korumasız,  aşısız, aç ve işsiz ve kaderiyle baş başa bırakılmış, ülkede yönetim boşluğu oluşmuş, ülke sahipsiz kalmış, hazinesinde döviz ve para kalmamış, iş başındaki siyasal iktidar çökmüş, muhalefet partileri ise; bu ülke gerçeklerine rağmen, armudun sapı,  üzümün çöpü diyerek,  demokrasi cephesinde bir araya gelmek için hala naz yapıyorlar, işin farkında değiller. 

Ülkeyi bu hale getiren AKP Genel Başkanı da,  muhalefetin bu aymazlığının farkında olmalı ki; hiçbir şey olmamış gibi, hala konuşabiliyor, milletin yüzüne bakabiliyor, hala iktidarının devam edeceği konusunda bir umut taşıyarak, birlik olamayan muhalefetin cılız ittifakını dahi dağıtmak için,  hamle üzerine hamle yapmaya çalışıyor. 

Bir zamanlar koyu CHP'li olan ve CHP Genel Başkanlığına talip olan SARIGÜL;  yüzde bir oranında dahi oy alamayacağını bile bile, ihtirası uğruna CHP'den ayrılarak yeni bir parti kurmuş, yine CHP genel başkanlığına seçilmek için sarf ettiği gayretlere rağmen amacına ulaşamayan Muharrem İNCE de, siyasi ihtirasına kurban olmuş ve bir harekat başlatarak,  CHP'den kopup yeni bir parti kurma hazırlığı içine girmiştir. 

Hani bir söz vardır ya; ”baş olda soğan başı ol” şeklinde. 

Kurultaylarda CHP'ye baş olamayan SARIGÜL  ve İNCE;  CHP'ye genel başkan olamadıkları için, marjinal parti olmayı içlerine sindirerek,  soğan başı olmaya karar vermişler ve bu zor koşullarda ülkeye ihanet ederek,  AKP ve Cumhur İttifakı iktidarının değirmenine su taşıma gayreti içine girmişlerdir. 

Hak etmediği halde, Ergenekon mağduru kontenjanından tepeden inme CHP milletvekili ve Parti Meclis Üyesi olan Mehmet Ali ÇELEBİ; CHP Genel Başkanına yazdığı bir muhtıra mektup ile çizmeyi aşmış, bu kritik ortamda,  istifa tehdidiyle CHP'ye meydan okumuştur. 

CHP içindeki ulusalcı bir kanat da,  KILIÇDAROĞLU'nun; ülkeyi felaketi sürükleyen AKP iktidarından ülkeyi kurtarma gayretiyle, ülkenin,  içinde bulunduğu olağanüstü kötü halden çıkışı için, mecburiyetten  uygulamak zorunda kaldığı  pragmatik ittifak hamlelerini baltalamak için,  çaba sarf etmektedirler. 

CHP içinde, normal bir zamanda hoş karşılanabilecek olan bu tür muhalif çıkışlara, zamanımızın olağanüstü koşullarında, ülkemizin asla tahammülü yoktur. 

Bu haksız ve zamansız çıkışları yapanlar; kendilerine, AKP Genel Başkanını örnek alsınlar. Psikolojik üstünlük sağlamak,  kendi seçmen kitlesine moral aşılamak, buna mukabil, Millet İttifakının moralini ve birliğini bozup parçalamak amacıyla,  oy oranı yüzde bir bile olmayan Saadet Partisini dahi yanına çekmek için, ERDOĞAN'ın yapmaya çalıştığı girişimlere bakarak,  utansınlar biraz. 

CHP'nin;  HDP ile İttifak’a yanaşmak istemesinin de, parti içinde ve diğer Millet İttifakı partileri arasında,  bazı homurdanmalara sebep olduğunu biliyoruz. 

Bu yersiz ve zamansız homurdananlara, İstanbul seçimlerini hatırlatmak istiyoruz. 

HDP olgusunu inkar edenler; ülkenin gerçeklerinden habersiz ve politika bilmeyenlerdir. 

HDP; tüm olumsuzluklarına rağmen,  bu ülkenin Türk ırkından gelen insanları gibi ve en az onlar kadar,  bu ülkenin sahibi, eşit yurttaşı ve kurtuluş savaşında kanını veren insanları olan Kürt vatandaşlarımızın desteğini ve sempatisini kazanmış ve milyonlarca Kürt vatandaşımızın oylarına mazhar olmuş, yasal bir parti olup, AKP iktidarının bu ülkeye verdiği zararın bilincinde, farkında ve AKP iktidarının seçimlerle iş başından uzaklaştırılmasının büyük destekçisidir. 

Millet İttifakı olarak bu destekten yararlanmak varken, içlerinde ve seçmen kitleleri arasında PKK sempatizanı kişiler dahi bulunuyor olsa; bazı kişi ve partilerin, iş başındaki siyasal iktidarın,  bir zamanlar PKK ile doğrudan müzakere masasına oturduğunu, Güneydoğuda kazılan hendeklere göz yumduğunu, İstanbul seçimleri öncesinde,  ÖCALAN kardeşlerin  desteklerini almak cüretini dahi gösterdiğini unutarak, HDP'yi dışlamaya kalkışmaları, siyasi bir körlük ve Kürt vatandaşlarımızı inkar ve yok saymakla eş değer ve büyük bir haksızlıktır. 

MHP lideri BAHÇELİ; HDP'nin kapatılması için boşuna gayret sarf etmemektedir.  O dahi, kendince bazı gerçeklerin, HDP oylarının seçimin kaderine hükmedeceğinin,  HDP ve onu destekleyen Kürt Vatandaşlarımızın oylarıyla,  Cumhur İttifakının iktidardan düşeceğinin farkındadır. Bu farkındalıktandır ki; ısrarla,  HDP'nin üzerine giderek bu partinin kapatılmasını savunmaktadır. 

Son yerel seçimlerde, HDP ve seçmenlerinin; oylarıyla ve aklı selimleriyle, parti bazında açıkça ve resmen olmasa da,  tabanda ittifak yaparak, en başta İstanbul olmak üzere, birçok büyükşehirde belediye başkanlıklarının, Millet İttifakı tarafından, AKP'nin elinden alınmasında gösterdiği demokratik olgunluktan ders çıkarması gerekenler,  utanmalıdırlar ve hiç değilse konuşmayarak,  susmalıdırlar. 

Cumhur İttifakının ortağı BAHÇELİ,  şunu çok iyi bilmelidir ki; HDP'nin kapatılmasının, AKP ve Cumhur İttifakı iktidarının seçimle iktidardan uzaklaştırılmasına yönelik ecelleri için hiçbir faydası olmayacaktır. 

Zira, HDP'nin kapatılması, bilinçli Kürt oylarının Cumhur İttifakı İktidarına yönelmesine asla yol açmayacaktır. Partileri kapatılsa da;  bilinçli Kürt seçmeni vatandaşlarımız, yerel seçimlerde olduğu gibi, inadına muhalefet ve demokrasi cephesi içinde yer alacaklar ve tavanda olmasa da, tabanda Millet İttifakı ile işbirliği içinde, demokrasi ve özgürlükler adına oy kullanacaklardır. 

Kürt vatandaşlarımızdan ve onların destek verdikleri HDP'den korkan veya işlerine öyle geldiği için korkar gözükenler unutmasınlar ki; büyük deha, ülkemizin kurtarıcısı ve devletimizin kurucusu büyük asker ve devlet adamı ATATÜRK de; o olağanüstü koşullarda, ihtiyaç duyarak, kendileriyle fikir ve düşünce ayrılığı içinde olduğu bazı zümrelerin desteklerini alıp, onlarla bir şekilde anlaşarak ve ittifak yaparak, kurtuluş savaşını kazanmış ve Türkiye Cumhuriyetini kurma başarısını gösterebilmiştir. 

Herkes,  aklını başına toplamak ve demokrasi cephesinde birlik olmak zorundadır. 

Demokrasiye giden yolda, sırat köprüsünden önceki son çıkışa engel olanları, bu ülke hiç unutmayacak ve tarih önünde kendilerinden hesap sorulacaktır. 

Güner Yiğitbaşı

27/01/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Darbe Nedir Biliyor Musunuz?
Demokrasiden nasibini almamış, insan hak ve özgürlüklerini içlerine sindirememiş yöneticilerin iş başında olduğu, maalesef bizim de içinde bulunduğumuz geri kalmış ülkelerde, en çok söylenen ve korkulan söz darbe sözcüğüdür. 

Bizim ülkemizde de, 20 yıldan bu yana tek başına iktidarda olan ve başarısız olmasına,  ülkeye verebileceği hiçbir hizmeti üretemez duruma gelmesine rağmen, iktidara doymayan ve halen seçimlerle ülke yönetiminden uzaklaşmak istemeyen AKP iktidarı ve onun başındaki tek adam,  sürekli bu darbe sözcüğünü telaffuz etmekte ve muhalefeti, darbe yanlısı ve darbecilikle suçlayarak karalamaktadır. Darbe paranoyasına tutulmuş bir iktidar vardır karşımızda. 

Aslında,  ortada ne darbe yanlısı, darbe planlayıcısı bir muhalefet ve ne de,  darbe hazırlığında veya düşüncesinde olan bir ordu vardır. 

Peki darbe nedir?

Hepinizin anlayacağı dille ve  basit olarak tanımlamak gerekirse, darbe; 

Ülkenin yürürlükteki anayasasına ve yasalarına göre, bu anayasa ve yasaların varlığını ve içeriklerini bilerek, anayasaya ve yasalara uygun şekilde ülkeyi yönetmek koşuluyla ve demokratik seçimlerle meşru olarak seçilerek iş başına gelen ve işe başlarken, yürürlükte olan anayasaya uygun davranacağına, anayasaya sadık kalacağına, anayasanın değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükümlerine göre ülkeyi yöneteceğine dair yemin eden ve bu suretle meşruiyet kazanan ve bu meşruiyetini de  yitirmemiş olan iş başındaki yönetimin ve yasama meclisinin,  cebir ve şiddet kullanarak,  iş yapamaz hale getirilmesi,  iş başından uzaklaştırılması,  devrilmesi, meclisin kapatılması, anayasanın rafa kaldırılmasıdır. 

Darbeyi yapanlar başarılı olurlarsa, iş başına gelip kendi meşru düzenlerini kuracakları için,  suç işlemiş sayılmazlar ve haklarında bir yaptırım uygulanamaz. Bu nedenle,  darbeye teşebbüs suçtur, darbe tamamlanmış atı alan Üsküdar’ı geçmişse,  üzerine soğuk su içmekten başka yapacak bir şey yoktur. 

Bizim yaptığımız bu basit darbe tarifine bakıldığında,  şimdi zannedeceksiniz ki; darbeyi iş başındaki siyasal iktidar yapmaz, darbe dışarıdan ve iş başındaki siyasal iktidara yönelik olarak yapılır. 

Hayır, işte herkesin yanıldığı husus budur. 

Klasik darbe tanımında, darbe dışarıdan, iş başındaki iktidara yönelik olarak yapılan  cebir ve  şiddete dayalı bir eylemdir. 

Ancak, darbe;  aslında,  iş başındaki meşru siyasi iktidara sahip kişilerin şahıslarına yönelik bir eylem değildir. Darbe, meşruiyetini yitirmemiş meşru ve anayasal bir iktidara, meşru rejime yönelik bir şiddet eylemidir. 

Bu nedenle; darbe, demokratik seçimler sonucunda anayasaya saygılı ve bağlı kalacağına yemin ederek ve söz vererek iş başına gelen siyasal iktidara karşı, o siyasal iktidarı fiilen ellerinde tutan iktidar mebusu aynı kişiler tarafından,  ellerindeki üstün ve zorlayıcı  kamu ve devlet gücünü ve olanakları kullanılarak,  anayasa ihlal edilerek, anayasa rafa kaldırılarak ve uygulanmayarak da işlenebilir. 

Darbenin;  en kolay yapılanı, en sinsisi, en önlenemez, darbeci için en tehlikesiz ve risksiz, darbe mağduru için ise, en tehlikeli, riskli ve korumasız olanı, meşruiyetlerini kaybeden iktidar mensuplarının, seçimle meşru olarak iş başına gelen ve iktidar görevlerine meşru olarak başlayan kendi iktidarlarına yönelik olarak  gerçekleştirdikleri bu darbe şeklidir. 

Meşruiyetini yitiren İktidarın, meşru iktidara yönelik darbesi, sinsidir. 

Zira; ortada gözle görünen  bir silahlı cebir ve şiddet eylemi yoktur.  

Ancak, kötüye kullanılan devlet gücü, otoriterisi, kudreti ve yaptırımları vardır. 

Siyasal iktidarın;  emrinde,  sivil ve asker silahlı emniyet güçleri, bağımlı yargısı vardır. Onlar kullanılır. 

Örnek mi istiyorsunuz?

İktidarın,  anayasa ve yasa dışı bir icraatına karşı, anayasal barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarını kullanmak için toplanan ve yürüyen insanlar üzerine salınan ve orantısız ve acımasız olarak kullanılan tomalı,  joplu ve silahlı polis gücü; işte,  darbecilerin kullandıkları cebir ve şiddetin ta kendisidir. Ama, insanlarımız bunun farkında değildir. 

Keza, doğruları yazan meşruiyetini yitiren siyasal iktidarı ağır eleştiren muhalif insan ve gazetecilerin,  emirleri altındaki bağımlı yargı kullanılarak,  haksız bir şekilde tutuklanarak hapse atılmaları da, darbecilerin yargı eliyle kullandıkları, yapmak istedikleri darbenin cebir ve şiddet eylemleridir. 

Siyasal iktidarın başının; bir gecede, yandaş bir savcıyı önce Yargıtay'a, sonra da Anayasa Mahkemesine üye olarak seçip ataması da, iktidar gücü ve kudretiyle, zor kullanılarak gerçekleştirilen ve farkına varılamayan bir cebir ve şiddet eylemidir. 

Temsili Demokrasilerde;  egemenlik kayıtsız ve şartsız millete ait olup, millet;  yasama, yürütme ve yargıdan ibaret bu egemenlik haklarını, anayasaya göre,  yasama, yürütme ve yargı organları vasıtasıyla kullanır. 

İşte, demokratik seçimlerle meşru olarak iş başına gelen iktidarlar; millete ait bu egemenlik hakkını temsilen ve millet adına kullanırken,  millet adına emaneten kullandıkları bu yetkileri, egemenlik haklarını,  anayasa dışına çıkarak, ellerindeki üstün ve zorlayıcı devlet gücünü kullanarak,  kötüye kullanırlar ve meşruiyetlerini kaybederlerse, millete karşı darbe yapmış sayılırlar. 

Bugün; Anayasanın emredici  hükümlerine göre, herkesi bağlayıcı olan Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayan bir yürütme ve  yürütmeye bağlı bir yargı varsa, kullandıkları devlet gücünü ve otoritesini arkalarına alarak, kendilerinden hesap sorulamazlıklarından aldıkları cesaret ve güçle,  anayasayı rafa kaldıran, meclis çoğunluğuna baskı yaparak,  istediği şekilde,  anayasaya aykırı yasaları bir talimatıyla meclisten geçirebilen, en başta düşünce ve düşünceyi açıklama ve basın özgürlükleri olmak üzere, tüm anayasal özgürlükleri yok eden, iş başına geldiğinde var olan demokratik ve anayasal meşruiyetini yitiren bir siyasal iktidar'ın; paranoya da olsa, bize darbe yapılacak demeye hakkı yoktur. 

Anayasaya göre,  egemenlik haklarının tümüne bizzat sahip olan Türk Milletine karşı, iş başındaki siyasal iktidar tarafından  yapılmış bir yönetim darbesi ile yüz yüze olduğumuzu hatırlatmak istiyoruz.  

Güner Yiğitbaşı

25/01/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Haklı Ve Yasal Nedenlerini Açıklamak Zorundasınız
Basından izlediğimiz ve öğrendiklerimize göre; saray yönetimi,  yeni bir düzenleme yaparak, Türk Silahlı Kuvvetlerinin envanterindeki ağır silahlarını, emniyet ve jandarma alıp kullanabilecekmiş. 

Nereden çıktı şimdi böyle bir düzenleme, bu düzenlemeye niçin ihtiyaç duyulmuştur?

Bu soruların cevapları, bu kararı alanlar tarafından milletimize açıklanmalıdır. 

Demokrasi;  açıklık ve görevleri yasalarla açıkça belirlenmiş,  anayasal ve yasal kurumlar ve kurallar rejimidir. 

Anayasa ve yasalarımıza göre, ülkemizin iç güvenliği ve asayişinden;  kolluk olarak,  İçişleri Bakanlığı bünyesindeki emniyet, jandarma ve sahil güvenlik teşkilatları sorumludur. 

Dış güvenliğimizden de Milli Savunma Bakanlığı bünyesindeki Türk Silahlı Kuvvetleri sorumlu ve görevlidir. 

Her kurumun özel yasaları mevcut olup, bu yasalarda;  kurumların teşkilatı, görev ve sorumlulukları, yetkileri,  teçhizatları açıkça belirlenmiştir. 

Bugün ülkemizin iç güvenliğinden ve asayişinden sorumlu emniyet ve jandarma teşkilatının; yasalara göre kendilerine verilen görevleri icraya yeterli ve elverişli silah, araç, gereç ve teçhizatları mevcuttur. Zaman içinde yeni ihtiyaç duyulduğunda,  iç güvenlik için yeterli ve elverişli takviye yeni silah, araç ve gereç alımına da bir engel bulunmamaktadır. 

Kaldı ki; toplumsal, beklenmeyen büyük bir olayın zuhur etmesi halinde,  ilgili yasalara göre, mülki amirlerin Türk Silahlı Kuvvetlerinden takviye kuvvet istemeleri de olanak dahilindedir. 

Hal böyleyken, bugüne kadar ihtiyaç duyulmadığı halde, iç güvenlikten sorumlu emniyet teşkilatına,  Türk Silahlı Kuvvetlerine ait ülkenin dış güvenliğine ve savunmasına elverişli ağır silahların devrine olanak sağlayan düzenlemeye ne gerek vardır?

Türk Halkının bilmediği, makul ve yasal bir zorunluluk varsa,  bunu bilmek ve değerlendirmek, gerekirse bu düzenlemeye karşı çıkmak, Türk Halkının hakkıdır. 

İran’daki devrim muhafızları gibi, saray muhafızlarına mı gerek duyulmaktadır?

Bugüne kadar, siyasal iktidarların;  her türlü haksızlıklarına, horlanmalarına, işsiz bırakılmalarına, en ağır vasıtalı vergileri, elzem mallar için bile en ağır özel tüketim vergilerini, katma değer vergilerini ödemek, en pahalı akaryakıtı kullanmak, aç kalmak zorunda bırakılan ve bunlara rağmen sesini çıkarmayan, demokratik silahsız ve barışçıl protesto haklarını kullanmayan, tüm kışkırtmalara,  kutuplaştırmalara,  ayrıştırmalara, farklı etnik kökenlerine, din ve mezheplerine rağmen kardeşçe, barış ve huzur içinde yaşayan Türk halkından mı, bu uysal kaderine razı halkın çıkaracağını zannettiğiniz bir iç çatışmadan, saraya yönelik bir ayaklanmadan mı korkuyorsunuz da, aklı sıra  bunun önlemini mi almayı planlıyorsunuz, Türk Silahlı Kuvvetlerine güvenmiyorsunuz da, olası bir kargaşada ve iç çatışmada; Türk Silahlı Kuvvetlerinden,  personeli ve ağır silahlarıyla yardım istemekten mi korkuyorsunuz, Türk Silahlı Kuvvetlerinin,  sadece ağır silahlarının emniyet güçlerine devrini,  olanaklı kılıyorsunuz?

Nedir;  bu uysal,  demokrasiye ve seçim sonuçlarına saygılı ve bağlı, Türk Halkından korkunuz?

Yoksa;  kendinizin,  demokrasiye olan  bağlılığınız ve sandık sonuçlarına olan saygınızdan,  bir şüpheniz mi vardır ?Merak ediyoruz doğrusu. 

Biz,  Türk Halkı olarak,  birbirimizden korkmuyoruz, yeter ki, halkımızı daha fazla bölmeye, kutuplaştırmaya ve ayrıştırmaya çalışmayınız. 

Nedir korkunuz?

Nedir amacınız, gerçekleri bilmek istiyoruz. 

Bu konularda medyada yalan,  yanlış birçok tezler ve rivayetler ortaya atılmaya başladı bile. 

Bu, yalan ve yanlış  rivayetlerin ortalığa saçılması,  çok tehlikelidir. 

Demokrasinin erdemi gereği,  şeffaf olunuz ve bu düzenlemenin varsa haklı ve yasal nedenlerini,  Türk kamuoyuna açıklayınız, açıklamak ve milletimizi ikna etmek  zorundasınız

Haklı ve meşru bir neden açıklayamıyorsanız,  bu gizli ve tehlikeli  niyetlerinizden ve sevdanızdan vazgeçiniz. 

Bu ülkeye kötülük yapmaya hakkınız yoktur.  

Güner Yiğitbaşı

24/01/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Uğur Mumcu

Uğurlar olsun,  uğurlar olsun

Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun

Bir keskin kalem

Bir kırık gözlük

Yürekli yiğitlere hatıran olsun


Uğur Mumcu'yu,  yirmi sekiz sene önce,  24/Ocak/1993 de  (Yarınki günde), Ankara’daki evinin önünde uğradığı hain bir bombalı suikast sonucunda kaybettik. 

Değerli hukukçu, yürekli, cesur ve güzel insan, katıksız devrimci,  Kemalist ve Atatürkçü, antiemperyalist, laikliğin büyük savunucusu, onurlu ve cesur gazeteci, büyük araştırmacı yazar, Sakıncalı Piyade Uğur MUMCU'yu,  hiç unutulmamak üzere,  sonsuza uğurlanışının 28. Yıldönümünde,  minnetle ve rahmetle anıyoruz. 

Aradan geçen bu yirmi sekiz sene gibi uzun bir zamana rağmen;  onun,  suikast eylemini doğrudan gerçekleştiren,  katil veya katillerini, yani aracına o bombayı yerleştiren veya yerleştirenleri,  kişi bazında belirleyip hak ettikleri cezayı veremedik. 

Ancak,  Uğur MUMCU'yu yok etmeye karar veren ve ona yönelik bu hain saldırıyı planlayarak uygulamaya koyanların kimler olduklarını; zihniyet olarak, benimsedikleri ideoloji ve fikir bazında,  çok iyi biliyoruz ve tanıyoruz. 

Bunlar;  Uğur MUMCU ve onun gibi düşünen, ülkelerini ve ülke insanlarını seven, ülkenin çıkarlarını her şeyin üzerinde tutan,  gerçek aydın ve  milliyetçilerin yok edilmesinden siyasi çıkar sağlayacak olan, Atatürk ilke ve devrimlerine, hukukun üstünlüğüne,  demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetine, Cumhuriyetin kuruluş ve temel ilkelerine karşı olan,  tüm karşı devrimciler ve çıkar gruplarıdır. 

Bu itibarla, bize göre;  Sevgili Uğur MUMCU'nun otomobiline bombayı fiilen koyan veya koyanları,  yakalayarak hak ettikleri cezayı verememekten dolayı üzülmek yerine, bu vatan hainlerini yetiştiren ve suça yönelten, ATATÜRK düşmanı karşı devrimcilerle top yekün mücadele ederek,  onları etkisiz kılmakla da,  Uğur MUMCU'ya olan vefa borcumuzu yerine getirmiş ve onu  katledenlere hak ettikleri cezayı vermiş olacağız. 

Çok iyi biliyoruz ki; esasen, onun katillerini yakalayarak ceza vermekle yetinmek,  Uğur MUMCU'yu mutlu kılmayacaktır. Bu nedenle, Uğur MUMCU'yu gerçekten seviyorsak, özlüyorsak, onun mutlu olmasını ve mezarında rahat uyumasını istiyorsak, bu ülke için yaptıklarının yarım kalmasını istemiyorsak, onu katleden bombayı elleriyle tutan ve Uğur MUMCU'nun aracına yerleştiren o zavallı robotları değil,  o hain suikasta karar veren ve planlayan, bu ortamı hazırlayan bize göre onun gerçek katilleri olan perde arkasında gizlenmeye çalışmalarına rağmen,  hepimizin malumu olan karşı devrimcilerle mücadele etmek, Atatürk devrim ve ilkelerine dayalı laik ve demokratik Cumhuriyete sahip çıkmak zorundayız. 

Uğur MUMCU'yu halkımızın çoğunluğu,  Cumhuriyet Gazetesinde köşesi olan,  kitaplar yayınlayan araştırmacı ve muhalif bir gazeteci ve yazar olarak tanırlar.  

Uğur MUMCU; kitaplar yazan,  araştırmacı bir gazeteci ve yazardır ama,  her şeyden önce Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı, emperyalizm karşıtı, ülkesinin tam bağımsızlığını savunan, ülkesini seven, ülkesinin çıkarlarını her şeyin üzerinde gören, hukukun üstünlüğünü, insan hak ve özgürlüklerini yılmaz bir şekilde savunan,  iyi eğitim almış, Ankara Hukuk Fakültesini bitirmiş cesur bir hukukçu ve devrimcidir. 

Uğur MUMCU;  12 Mart 1971 muhtırası öncesinde altmışlı yılların sonlarında ve 12 Mart öncesinde,  mezun olduğu Ankara Hukuk Fakültesinin İdare Hukuku Kürsüsünde  asistan olarak akademisyenlik yapmış olup,  bu satırların yazarı olan  bendeniz ve benim gibi 1970 mezunu tüm arkadaşlarım, Ankara Hukuk Fakültesinde öğrenci iken,  3. sınıfta okuduğumuz idari yargı dersinde onun öğrencisi olma şerefine ve mutluluğuna erişmiş kişileriz. 

Bana, idari yargıyı sevdiren ve önemini kavratan,  idari yargı konusundaki değerli bilgileri;  Sevgili Uğur MUMCU'nun,  Danıştay kararlarından örneklerle,  uygulamalı olarak yapmış olduğu,  çok değerli anlatımlarına ve öğrettiklerine  borçlu olduğumu,  burada belirtmeyi, şahsım adına onurlu bir görev sayıyorum. 

Demokratik ve  laik cumhuriyetimize, bağımsızlığımıza yönelik tehdit ve tehlikelerin had safhaya ulaştığı ülkemizin bugünkü koşullarında,  Uğur MUMCU'ya sahip olamamak,  bu ülkenin en büyük kaybı,  karşı devrimcilerin ise,  büyük kazancı olmuştur. Uğur MUMCU,  işte bu kayıp ve kazanç hesaplarını çok iyi yapan zihniyet tarafından katledilmiştir. 

Demokratik ve laik, bağımsız Cumhuriyet karşıtlarının, karşı devrimcilerin, liboş ve döneklerin, her türden çıkar çevrelerinin korkulu rüyası, demokratik ve laik Cumhuriyetin yılmaz savunucusu, laik ve demokratik cumhuriyeti savunduğu mevzide uğradığı hain bir suikast sonucunda, vatanına yapmakta olduğu üstün hizmetleri yarıda bırakarak zamansız bir şekilde bizlerden koparılan güzel ve dürüst insan, gerçek ATATÜRK'çü ve devrimci değerli hocam, Sakıncalı Piyade Sevgili UĞUR MUMCU’yu, ölümünün yirmi sekizinci yıl dönümünde,  minnetle ve rahmetle anıyor, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetine yaptığı katkıları nedeniyle;  kendisine,  ülkem ve şahsım adına,  sonsuz teşekkürlerimi arz ediyorum. 

Mekanın cennet olsun, nurlar içinde yat,  Sevgili Uğur MUMCU.  

Güner Yiğitbaşı

23. Ocak. 2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Adalet Bakanına Açık Mektup
Sayın Adalet Bakanı; BERBEROĞLU'nun hak ihlaline uğratıldığına ilişkin olarak, Anayasa Mahkemesinin ikinci kez verdiği kararı üzerine, Anayasa Mahkemesinin kararları bağlayıcıdır, diye demeç vererek, anayasanın bu hükmünü tekrarlamışsınız. 

Bizler; sizin, Adalet Bakanı olarak,  herkesin çok iyi bildiği,  “”Anayasa Mahkemesinin kararları bağlayıcıdır” diyerek,  aradan sıyrılmanızı kabul edemiyoruz. 

Sizi, sesinizden tanımasam ve gözlerimi kapatarak dinlesem; bugüne kadar,  haksız tutuklamalar dahil,  ülkemizde yapılan hukuksuzluklara karşı çıkan, Anayasa Mahkemesinin kararlarının bağlayıcı olduğuna ilişkin, benim de altına imza koyacağım beyanlarınızı, ana muhalefet partisinin çok iyi hukuk öğrenimi almış ve hukukun üstünlüğünü, yargının bağımsızlığını içine sindirebilmiş bir milletvekili konuşuyor ve hukuku ayaklar altına alan AKP iktidarını ağır şekilde eleştiriyor sanacağım. 

Ama,  bu güzel ve hukukun üstünlüğünü,  yargının bağımsızlığını savunan beyanları,  siz yapıyorsunuz, teoride muhteşemsiniz, ama pratikte çok kötüsünüz, esiyorsunuz gürlüyorsunuz ama,  bir türlü yağamıyorsunuz, bal yapamayan bir arı olarak,  vızıldamakla yetinip ortalıkta dolaşıyorsunuz. 

Çok iyi biliyoruz sizin sıkıntınızı, saray size engel oluyor, sizin tek kusurunuz cesaretiniz yok, madem öyle,  ben yokum diyerek saraya  rest çekip,  istifa edemiyorsunuz ve bir çuval güzel inciri,  mahvediyorsunuz. 

Sayın bakan; bize göre,  Anayasa Mahkemesi nezaket gösterdi, ikinci hak ihlali başvurusunu; ”ben kesin olarak bu konuda karar verdim, aynı konuda yapılan ikinci başvuru hakkında, hukuken ikinci kez esastan karar veremem, devlet devletliğini bilsin ve benim verdiğim kesin ve bağlayıcı hak ihlali kararını, ne yapıp yapıp uygulatsın, kararın uygulanması ve uygulatılması benim yetkim dahilinde değildir, Adalet Bakanının başkanı olduğu Hakimler ve Savcılar Kurulu olarak gereğini yapın, benim kararımı uygulamayarak anayasayı ihlal eden yerel mahkeme hakimlerini,  kulaklarından tutup görevden alın, onların yerine anayasaya ve hukuka bağlı ve saygılı hakimlere görev vererek,  ne yapıp yapıp benim kararımı uygulatın” diyerek ve bir anayasa dersi vererek,  ikinci hak ihlali başvurusunu usulden reddetmesi, kararın bir örneğini de, gereği için  HSK'ya göndermesi gerekirken,  ikinci kez,  bize göre hukuken büyük bir  hata yaparak,  ikinci kez esastan bir  karar vermiştir. 

Dünkü yazımızda, Anayasa Mahkemesini;  verdiği yanlış kararı nedeniyle eleştirmiş ve yazımızı; ”İkinci hak ihlali kararınız da kabul görmez ve yerel mahkeme tarafından bu kararınıza da uyulmaz ve yok sayılırsa,  ne olacaktır, bize söyler misiniz?” sorusunu sorarak sonlandırmıştık. 

Sayın Bakan; Anayasa Mahkemesi gerçekten yanlış yapmıştır. 

Anayasa Mahkemesi; hak ihlalinin varlığını,  ilk kararına atıf yaparak vurguladıktan sonra, yerel mahkeme hakimlerinin, ilk hak ihlali  kararını uygulamayarak anayasa suçu işlediklerini, karara uymayarak anayasaya direnen, kaynağını anayasadan almayan bir yetki kullanmaya kalkışan  hakimler hakkında,  derhal yasal işleme geçilmesine ve görevden alınmalarına, aynı konuda kesin olarak verilen bir karar mevcutken, yeni bir karar verilmesine gerek olmadığına karar vermeliydi. 

Diyelim ki; Anayasa Mahkemesinin bu ikinci hak ihlali kararına da yerel mahkeme uymadı, üçüncü kez mi,  Anayasa Mahkemesine gidilecek?

Sayın Bakan;  bu iş,  çocuk oyuncağı, evcilik oyunu değil, konu çok ciddi bir rejim sorunu haline gelmeye başladı. 

Sayın Bakan; şimdi değerleri kendilerinden menkul bazı hukukçular ortaya çıkarak, olmadı İnsan Hakları Mahkemesine gideriz diyebilirler, bu da mümkün değildir. 

Zira, Anayasa Mahkemesi;  hak ihlalinin mevcudiyetini kabul etmiş, ihlali kabul ederek hakkı teslim etmiş ve bu konuda bağlayıcı ve kesin bir karar vermiş ama, bir yerlere güvenerek kendilerini anayasanın üzerinde görüp suç işleyen hakimler, kararın gereğini yapmamıştır. 

Ortada,  hukuken çözüme bağlanmamış ve teslim edilmemiş bir hak ihlali kalmamıştır,  tüm yasal yargı yolları tükenmeden;  Anayasa Mahkemesi,  iç hukukta sorunu kesin ve bağlayıcı kararıyla çözüme bağlamış, ancak devlet, daha doğrusu siyasal iktidar, anayasaya direnen yerel hakimler hakkında gereğini yapmayarak,  iktidarlarının meşruiyetine gölge düşürmüşlerdir. 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin;  T. C. Devletinin ve siyasal iktidarının meşruiyetini ve uyguladığı antidemokratik rejimi denetleme yetkisi yoktur. 

Bu konudaki görev ve alınması gerekecek kısıtlamalar, üyesi olduğumuz Avrupa Konseyinin yetki alanındadır. 

Sayın Bakan, gördüğünüz gibi,  bu konu iktidarınızın meşruiyetini yakından ilgilendiren bir boyut kazanmıştır. 

Sayın Adalet Bakanı; Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcıdır demeniz ve aradan sıyrılmanız, asla yeterli değildir. 

Anayasanın 138. maddesi;  anayasal yetki sınırlarında kalan yargıçlara müdahaleyi yasaklar. Yargı bağımsızlığı ve hakim teminatı, anayasayı çiğneyen ve anayasadan almayan yetkileri kullanmaya, anayasayı ihlale  kalkışan hakimler için asla geçerli değildir. Yargı bağımsızlığı ve hakim teminatı, hakimlere tanınan bir imtiyaz değil, adil yargılansınlar diye, bu ülkenin insanlarına tanınan bir imtiyaz ve güvencedir. 

Bu ülkede;  istendiğinde,  Fetöcü oldukları iddiasıyla hakimler görev yaptıkları sırada kürsüden indirilerek görevden alınmış ve hapse atılmıştır. 

İstendiğinde,  keyfi olarak dahi,  görevden alınarak tutuklanabilen hakimler örneği varken, anayasanın bağlayıcı hükümlerine ve bağlayıcı Anayasa Mahkemesi kararlarına ve anayasal düzene açıkça baş kaldıran yerel mahkemenin sözde hakimlerini görevden alarak,  haklarında yasal işlem yapmakta geç kalmadınız mı Sayın Bakan?

İnşallah, bu kez görevinizi yerine getirirsiniz ve ülkemizi, demokratik ülkeler karşısında rezil olmaktan kurtarırsınız. 

Sayın Bakan, 51 senelik bir hukukçu ve T. C. nin hukukçu bir vatandaşı olarak;  sizden,  laf değil,  sonuç üretmenizi, vızıldayan ama bal yapamayan  arı olarak kalmanızı istemiyoruz. 

Selam, sevgi ve saygılar. 

Güner Yiğitbaşı

22/01/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Anayasa Mahkemesi Hatalı Karar Vermiştir
Bugün (21/01/2021) televizyondan öğrendiğimiz bir haberlere göre, Anayasa Mahkemesi; yerel mahkeme tarafından, anayasaya aykırı olarak uygulanmayan BERBEROĞLU'nun hak ihlaline uğradığına ilişkin kararıyla ilgili olarak, BERBEROĞLU'nun avukatları tarafından ikinci kez yapılan hak ihlali talebini,  esastan kabul ederek;  hak ihlalinin varlığına ilişkin yeni bir karar vermiştir. 

Bize göre, Anayasa Mahkemesinin bu kararı,  yanlıştır ve çok  hatalıdır. 

Anayasa Mahkemesi; anayasanın,  mahkemeler dahil,  herkesi bağlayan hükümlerine göre, herkes için bağlayıcı ve uyulması zorunlu olan Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayan, bu kararı yok sayarak,  Anayasa Mahkemesinin kararının aksine  karar alan yerel mahkeme hükmünün yok hükmünde olduğunu, bu nedenle yerel mahkeme hükmüne hukuki bir sonuç atfederek, bu kararın ikinci kez hak ihlaline yönelik olarak esastan yeni bir incelemeye tabi tutulmasına hukuken gerek olmadığını, hak ihlalinin varlığına yönelik ilk kararın,  her halükarda uygulanmasının sağlanmasının gerektiğine, bu nedenle esastan yeni bir karar verilmesine yer olmadığına karar vererek, bu ikinci hak ihlali talebini,  usulden reddetmeliydi. 

Anayasa Mahkemesi; bunu yapmayarak, esastan ve  gereksiz yeni bir hak ihlali kararı vermek suretiyle, hukuk devletine,  hukukun ve anayasanın üstünlüğüne vurgu yapan bir içtihat yaratma fırsatını yok etmiştir. 

Evet, daha önce de yazdık.  

Anayasa Mahkemesi; BERBEROĞLU'nun bir hak ihlaline uğradığına karar vermiş ve bu karar,  anayasa çiğnenerek, yerel mahkeme tarafından uygulanmamıştır. 

Yerel mahkemenin, Anayasa Mahkemesine başkaldıran bu kararı, hukuken yok hükminde olup; bu konuda, Anayasa Mahkemesinin yeni bir karar alma yetkisi yoktur. 

İkinci kez yapılan hak ihlali başvurusu; ilk kararın gereği yerine getirilmek üzere, tarafları ve konusu aynı olan bir başvuru hakkında yeniden karar alınmasına gerek olmadığı gerekçesiyle,  usulden reddedilmeliydi. 

Anayasa Mahkemesinin kararını adeta yok sayarak uygulamayan yerel mahkemenin kararının yok hükmünde olduğu; Anayasa Mahkemesinin kararını yok sayan yerel mahkeme hakimleri hakkında Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından,  gerekli yasal işlemler yapılarak dosyanın yeni bir heyete tevdi edilerek, Anayasa Mahkemesinin kararına uyulmasının sağlanmasının gerekliliği vurgulanarak, yerel mahkemenin;  anayasaya meydan okuyan yok hükmündeki bu kararı,  yüzüne şamar gibi çarpılmalıydı

Anayasa Mahkemesi; bu yürekliliği ve hukuki zorunluluğu gösterememiştir,  maalesef. 

Anayasanın üstünlüğü ve Anayasa Mahkemesinin kararlarının bağlayıcılığının,  Anayasa Mahkemesinin içtihat niteliğindeki kararı ile saptanarak,  cümle aleme gösterilmesi imkanı,  harcanmıştır. 

En önemlisi de, Anayasa Mahkemesi; bu ikinci başvuruyu, belirttiğimiz gerekçelerle,  usulden reddetmeyerek, kendi varlığını da inkar etmiştir. 

Anayasa Mahkemesinin değerli üyelerine buradan soruyoruz, bu ikinci hak ihlali kararınız da kabul görülmez ve yerel mahkeme tarafından bu kararınıza da uyulmaz ve yok sayılırsa,  ne olacaktır, bize söyler misiniz? 

Güner Yiğitbaşı

21/01/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Özde Cumhurbaşkanı'nın Bu Saldırıya Sessiz Kalma Hakkı Yoktur
Eşkıya,  bizim bildiğimiz dağda yaşar ve yol keserek insanlara her türlü zararı verir. 

Eşkıyalığın da bir raconu vardır. 

Dağda bayırda dolaşmak ve bulunmak zorundaysanız, her an bir eşkıyanın karşınıza çıkabileceğini düşünürsünüz ve ona göre hazırlıklı olursunuz, gafil avlanmazsınız. 

Ama,  günümüzde, kışın aç kalan kurtların şehre indiği gibi, eşkıyalar da şehre indiler, hem de bu ülkenin en güvenli ve kontrol altında olması gereken başkentine. 

Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan bir siyasi partinin genel başkan yardımcısı,  Ankara'nın göbeğinde ve güpegündüz,  şehir eşkıyalarının silahlı ve sopalı saldırısına uğradı ve ağır yaralandı. 

Bu saldırıyı yapan piyonların arkasındaki, onları suça azmettirdiklerine dair elimizde kesin deliller yoksa da,  tutum ve beyanlarından, bu olayı soruşturan Cumhuriyet Savcısını dahi tehdit etmelerinden,  bu saldırıyı en azından teşvik edenlerin; iktidarın küçük ortağı bir partinin tepe yöneticileri olduğunu,  söyleyebiliriz. 

Ana muhalefet partisi liderine yönelik olarak  başlayarak,  birçok gazeteci ile devam eden bu sistematik saldırılar; Cumhur İttifakının,  ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı ve düşmanlaştırıcı söylemleriyle oluşan iklimde boy göstermiş ve bu saldırıları yapanlar; anında yakalanarak hak ettikleri en ağır şekilde cezalandırılamadıkları için,  eylemciler cesaret kazanarak, bu organize  eylemlerini sürdürmeye devam etmektedirler. 

Muhalif siyasilere ve gazetecilere yönelik bu eylemler; demokrasimize ve özgür düşünceye yapılan saldırılardır, muhalefeti yıldırmaya ve susturmaya yönelik silahlı ve şiddete dayalı bu eylemler, bize göre siyasi terör eylemleridir. 

Gelecek Partisi Genel Başkan yardımcısı Selçuk ÖZDAĞ'a yönelik silahlı saldırı eylemi, demokrasimiz adına çok üzücü ve düşündürücü bir eylemdir. 

Ancak, millet olarak hepimizi daha da üzen ve düşündüren,  acı veren şey;  demokrasiye, demokrasinin vazgeçilemez bir unsuru olan bir siyasi partinin genel başkan yardımcısına yönelik bu eylem karşısında; anayasaya göre, Türk Milletinin birliğini temsil eden, bu tür demokrasiye yönelik saldırı eylemleri karşısında, Türk Milletinin birliğini sağlamakla, bunun için halkın bu saldırı eylemi karşısında göstereceği tepkileri karşılamakla, yapacağı beyanlarla halkı sükunete davet ederek sakinleştirmekle, eylemi en ağır şekilde kınamakla görevli olması gereken partili cumhurbaşkanının; adeta,  bu saldırıyı zımnen tasvip eder gibi suskun kalarak bir kelime etmemesi, bu saldırıyı ağır bir şekilde kınamaması ve fail veya faillerin yakalanmaları için gayret sarf etmemesi,  çok düşündürücüdür. 

Türk Milletinin birliğini temsil etmekle görevli ve sorumlu cumhurbaşkanının bu menfur saldırı karşısında susma hakkı, yetkisi ve lüksü yoktur. 

Ceza hukukunda suça iştirak şekilleri vardır. 

Asli fail, fer'i fail, yani halkın anlayacağı anlamda tali fail. 

Maddi fail,  manevi fail gibi. 

Maddi fail; kısaca,  suç oluşturan eylemi maddeten ve fiilen gerçekleştiren, işleyen  kişi veya kişilerdir. Maddi failin de tali failleri olabilir. 

Manevi fail; asli manevi ve fer'i(tali) manevi fail olabilir. 

Asli manevi fail; suçu, eylemi gerçekleştiren kişi veya kişileri, bu suça azmettiren kişi veya kişilerdir. Azmettirme, azmettiren; fail de suçu işleme iradesini ve kastını yoktan oluşturan, faili doğrudan suça iten, ona suç işlemesi için talimat veren  kişi veya kişilerdir. 

Manevi failin, azmettireni yanında,  teşvik edeni de olabilir, teşvikciye de fer'imanevi fail denir. 

Azmettiren; failde suç işleme kastını ve iradesini yaratan ve onu doğrudan suça iten, suç işleme talimatını veren kişi olmasına karşın, teşvik eden; faili, yani eylemi gerçekleştireni,  doğrudan talimat verip yönlendirerek, onda olmayan suç kastını ve iradesini yaratan ve oluşturan,  onu doğrudan suç işlemeye iten kişi olmamakla birlikte, tutum ve davranışları, eylem ve söylemleriyle veya söylemek zorunda olduğu şeyleri söylemeyerek suskun kalmak suretiyle, zaten suç işlemeye karar vermiş olan kişi veya kişilerin,  bu suç işleme kararlarını güçlendiren, takviye eden, onları cesaretlendiren kişi veya kişilerdir. 

Her olayda sahne alarak saatlerce bağıra çağıra  konuşan, kendisini demokratik olarak  eleştiren muhalefet partilerini ve gazetecileri dahi,  terörist olmakla suçlayan partili Cumhurbaşkanı; anayasaya göre,  göreve başlarken yaptığı tarafsızlık ve anayasaya bağlılık yeminine, anayasaya göre Türk Milletinin birliğini temsil etmek gibi bir görev üstlenmesine rağmen, bu saldırı olayı karşısında hiç sesini çıkarmamış, olayı kınamamış ve sessiz kalmayı tercih ederek, hiç kusura bakmasın ama, bu tür saldırıları adeta teşvik eden bir tutum sergilemiştir. 

Partili cumhurbaşkanının; cumhurbaşkanlığı şapkasını giymesi gereken bu saldırı eylemi karşısında, cumhurbaşkanlığı sorumluluğunu hatırlamayarak sessiz kalması, eylemi kınamaması nedeniyle; kendisine, AKP Genel Başkanı sıfatıyla yapılan aır eleştiriler karşısında, derhal cumhurbaşkanı şapkasını giyip,  cumhurbaşkanı olarak hakarete uğradım demeye hakkı yoktur. 

Partili cumhurbaşkanı; son saldırı eyleminden sonra, eylemi kamuoyu önünde bizzat kınamayarak,  suskun kalması nedeniyle, şapkasını önüne koyarak, ana muhalefet partisi liderinin kendisine yönelik, sözde cumhurbaşkanı sözünü hak edip etmediğini yeniden düşünüp değerlendirmesi gerekir. 

Güner Yiğitbaşı

19/01/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Başınıza 65 Ton Taş Düşsün Sizlerin
Bu ülkede 65 yaş üstü insanlara yargısız infaz yapıyorlar, yargı kararı olmadan genelgelerle 65 yaş ve üzerini evlere kapatarak özgürlüklerini engelliyorlar. 

Bunlar arasında, geçinemeyip hala kayıt dışı çalışmak ek iş yapmak zorunda olan bir sürü insan var, iş yapıp para kazanacaklar ve evlerine ekmek getirecekler. 

Bunlara,  sokağa çıkamazsınız,  sadece saat 10. 00 ile 13. 00 arasında yaya olarak sokağa çıkıp hava alabilirsiniz, toplu taşıma araçlarına da binmeniz yasak diyorlar. 

Peki,  bu yasak ve kısıtlamalar  karşılığında siyasal iktidar onlara ne veriyor?

Kocaman bir hiç. 

Kendisi vermediği gibi, CHP'li belediyelerin onlara yapmak istedikleri yardımları da engelliyorlar,  insafsızca. 

CHP belediyeler üzerinden halk nezdinde itibar kazanmasın ve biz seçimleri kaybetmeyelim diye,  sadece kendi koltuklarını düşünüyorlar. Bunlar insanlıklarını kaybetmişler. 

Sen, 65 yaş ve üzerini gözden çıkardıysan açıkça ve erkekçe söyle. 

Devletin itibarı, saraylarla, uçaklarla sağlanmaz. 

Devletin itibarı, yaşlı insanlarına verilen değerle ölçülür batı toplumlarında. 

Siz; sarayınız,  uçaklarınız, zevk ve safahatınız, lüksünüz, yandaş müteahhitlerinizin ve oradan aldığınız ve yandaş vakıflara aktardığınız komisyonlarınız için hazinenin içini boşaltınız, ondan sonra da, sokağa çıkma yasağı getirdiğiniz insanlara, işyerlerini zorla kapattırdığınız esnafa bir kuruş devlet yardımı yapmayınız. 

Sanki, babanızın parasını vereceksiniz. Vereceğiniz para,  vatandaşın vergilerinden oluşan kendi parası, kendi parasıyla rezil olan insanların yaşadıkları bizden başka bir ülke,  yok sanırım. 

Bu ülkenin nüfusu yaklaşık 90 milyon olmuştur. 

Siyasal iktidar olarak,  böbürleniyorsunuz ve 18 seneye rağmen,  hala iş başında kalmaya devam etmek istiyorsunuz ama, etkinliği bile tartışmalı olan Çin aşısını bile,  insanlara, özellikle yasaklar koyduğunuz eve hapsettiğiniz 65 yaş üstü insanlara,  hala tedarik edip uygulayamadınız. 

Topu topu 3 milyon doz aşı alabildiniz büyük bir gecikmeyle. 

Her insana iki doz vurulacağına göre;  3 milyon aşı, ancak 1. 5 milyon insana yetecek bir aşı. 

90 milyon insana karşılık 1. 5 milyon insana yetecek bir aşı. 

Siz;  acz içindeki, insanlarına dandik Çin aşısı bile tedarik edemeyen bu ülkeye,  itibarlı ülke mi demektesiniz? Sevsinler sizin itibarınızı. 

Size bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Türkiye Cumhuriyetinin itibarı ile siyasal iktidar olarak kendi itibarınızı birbirine karıştırmayınız lütfen. 

Siz, içte ve dışta,   itibarını yitirmiş, ülkeyi yönetemeyen,  hiç kimseye güven veremeyen bir iktidar konumuna düşmüş bulunuyorsunuz. 

ATATÜRK'ün kurduğu,  sizin şu anda tanınmaz ve itibarsız hale getirmeye çalıştığınız T. C. Devletinin itibarı; ATATÜRK gibi,  Dünya'nın bir numaralı asker ve devlet adamının başarıları ve itibarından, sizden önceki dönemlerdeki devlet geleneklerinden gelmektedir. Size rağmen,  T. C. Devleti olarak,  itibarımız içeride ve dışarıda  hala çok güçlüdür. 

Devletin itibarı için,  sizin saraylarınızın ve uçaklarınızın katkısına hiç gerek yoktur. Bilakis,  sizin saray ve uçaklarınız, mevcut itibarımızı da alıp götürmektedir. 

Neymiş efendim, siyasal iktidarın ileri gelenleri, milletvekilleri, siyasi parti liderleri,  tanınmış politikacılar,  sıra harici ve öncelikle aşı olmalılarmış ki; aşı karşıtı insanlarımız da,  onları örnek alarak, çekinmeden ve  korkmadan aşı olmalılarmış. 

Hadi oradan sen de. 

Aşı olma sırasını torpillemenin mazeretidir bu aymazlığınız. 

Madem öyle, bu aşının 3. faz çalışmasında niçin denek olmadınız?

Yok öyle yağma, siz bu milleti enayi mi zannediyorsunuz?

Seçim olursa şayet, sandıkta göreceksiniz bu milletin, özellikle 65 yaş üzerindeki insanların uyanışını ve tokatını. 

Ben,  71 yaşındayım, bu ülkeye, üç beş evraktan ibaret dosyası olan  basit it, uğursuz, adi hırsız yargılayarak değil, klasörlerle ifade edilen önemli dosyaların savcı ve hakimi olarak 25 sene hizmet ettim, ama,  daha ne grip, ne zatürreye ve ne de korona aşısı olamadım. 

65 Yaş üzeri insanları anayasaya ve yasalara aykırı olarak evlerine hapseden ve suç işleyen,  toplu taşım araçlarını dahi yasaklayanlar, bu yasakların bir an önce kalkması için, bu insanlara acilen aşı bulup,  onların yargısız infazlarını sonlandırmak zorundadırlar. 

Tabi gerçekten itibarınız ve insanlığınız varsa. 

Güner Yiğitbaşı

17/01/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget