Öyle istiyorum ki Türk dili bilim yöntemleriyle kurallarını ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel ahenkli dilimizi kullansınlar.Kemal ATATÜRK
Osmanlıcayı “-Türk’e okutsan anlamaz, Arap’a okutsan anlamaz, Acem’e okutsan anlamaz. Öyleyse bu dil ne dildir”. Şemsettin Sami
Osmanlı nasıl bir devlet ki, dini  telkinle hem kendi özünü teşkil eden Türk halkını dışlıyor, kendi Türkçe dilini  yadsıyor; hem de bilime ilgisiz kalıyor.
  Osmanlı  devrinde “Türk” sözcüğü, yoksul ve köylü kesiminin adıdır; Osmanlı Burjuvasında  ve kentlerde bu sözcük anlamındadır.  “Türk” sözcüğü Osmanlı İmparatorluğu’nda, aşağılama, küçümseme anlamlarında  kullanılmıştır. Meşrutiyet’le başlayan Türklük bilinci ve Türklük hareketi,  Türk ırkını bu tanımlardan yoksulluktan ve cehaletten kurtarma savaşımının  sonucudur.
  Ne  garip ki,  Osmanlının devlet katındaki  dili başka idi (Osmanlıca); devletin temelini oluşturan Türk halkının dili (Türkçe)  başka idi. Torosların zirvelerinde Orta Asya’dan getirdikleri Türkçeleri ile  türküler söylüyorlar, Dadaloğlu, Kozanoğlu vb  gibi kendi ozanları ile Öztürkçe destanlar  diziyorlardı. Onlara hiçbir hizmet götürmeyen Osmanlı da, ya gaddarca vergiler  alıyor, ya da cephelerde ölmek için asker alıyordu. İşte Osmanlı devleti ve  aydınlarının “kaba Türk” “kobat Türkçe” diye dışladığı Tahtacılar-Türkmenler  Osmanlıya Toros zirvelerinde 300 yıl direnmişler.   O  nedenle Türkçe konuşan Türk halkı (Türkmenler, Aleviler) Osmanlı devletine  adeta yabancı idi. Onun için halk ozanları Osmanlıyı eleştiren destanlar  dizerlerdi:
  Hatayi
  “Şalvarı şaltak Osmanlı
  Eğeri kaltak Osmanlı
  Ekende yok biçende yok
  Yiyende ortak Osmanlı
  Alemi yaratan yetiş imdada
  Kati çok bunda kaldı fukara
  Günden güne oldu zulüm ziyade
  Bir acayip halde kaldı fukara
  Haneye dokuz yüz düştü salyana
  Şüphe yok eriştik ahir zamana
  Niceler muhtaç oldu aziz nana
  Elleri koynunda kaldı fukara
  \
  Bütün malım aldın ey kanlı zalim
  Şikâyet ederim Hüda’ya seni
  Garip mecnun gibi perişan halim
  Şu fani dünyada ağlattın beni
  Demirden kuşluk öşürcüler geldiler
  Zahirem samanım bütün aldılar
  Bir tek yaba ile beni saldılar
  Ki beyler başladı zulme
  Ve rağbet kalmadı ilme
  Gözün ağla hiç gülme
  Zaman ahir zaman oldu
  Alırlar kadılar rüşvet
  Edip müminlere himmet
  Fakire yoktur şefkat
  Zaman ahir zaman oldu. (1)
  Tanzimat’tan sonraları Türkçülük  hareketi devrin aydınlarınca ön plana çıkarılırken özünde halkçılık, halkın ilk  sıradaki düşmanları cehalet, taassup ve gericilikle savaş vardır. Türkçülük  aynı zamanda cehalet ve taassubun merkezi durumundaki medreseyle savaştır;  hilafete ve saltanata karşı durmaktır. Cehalet ve taassup toplumu geri bırakmanın  en büyük nedenlerinden olduğunu gören emperyalizmin uzantıları olan, Osmanlı  içinde açtıkları azınlık okullarındaki öğretmenleri, “Türk dili bilim ve hekimlik  bilimlerini okutmaya yetmez” diyerek, Türkçe’yi dışlıyorlardı.İşte  kâhOsmanlı yönetiminin Osmanlıca eğilimi, kâh emperyalistlerin dildeki  dışlayıcı tavırları yüzünden, Türk dilinin ve Türk ulusal bilincinin gelişmesi  engelleniyordu.  
  Tanzimat’tan sonra Türk aydınları  sayesinde çağdaşlaşma girişimi, Türkçülük ideali başlayınca, Türk aydınları hem  cehalet ve taassupla, hem de emperyalizme karşı direnme ve mücadeleye  başladılar. Osmanlı medreseleri hem cehalet ve taassubun, hem de emperyalizmin  savunucu ve maşası olduğu için Mustafa Kemal, medreselere, “cehalet fabrikası” demiştir.(2) 
  Medreseler yüzyıllar boyunca ne  bilime, ne kültüre hiçbir katkısı olmamış; orada okuyanlar ne doğru düzgün  Arapça öğrenmişler, ne de daha başka yabancı dil öğrenmemişler. Medreseliler  askerlik yapmazlar, millet devlet kesesinden yiyip içerler, güya -ilim  öğreniyor- adı altında bedava yaşayıp giderlerdi. İçlerinden bir tane bilim  adamı çıkmamıştır. Üstelik onlar da Türk’ü, Türkçeyi dışlardı ve Arapça’yı çok  üstün tutarlardı. Ayrıca medreseler asker kaçaklarının barınağı idi. 
  Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesini  okurken, bu seyahatname üç yüz yıl önce yazılmıştır, bir yerde hatırladığım  kadarı ile Evliya Çelebi Toros Dağlarının zirvelerinde yaşayan Tahtacı  Türkmenlerinin köylerinden geçerken, “oralarda kaba, yabani Türk köylerine  rastladım” şekline bir notu  vardı. Yani kısaca Osmanlı, yönetimi ile güya bazı aydınları ile Türk’ü ve Türkçeyi  hakir görüyordu. Onun için Osmanlıca denilen karma, anlaşılmaz bir dil  kullanıyorlardı.
  Osmanlı Tarihçisi Hoca Saadeddin  Efendi (1536-1599) tarih kitabında şunları yazıyor:
  “-…Türklerin varlıkları doğuştan  yaramaz olup yaradılışlarından dik başlı olduklarından başka, ikinci bir  huysuzlukda onların aşağılık yapılarında ikinci bir huy gibiydi. Ol insanların  eksik kişilerin nifakla dolu yüreklerinde bin bir türlü fesat gömülü olup, her  biri insan biçiminde laf anlamaz hayvanlara benzer kişilerdi…”(3)
  Tarihinde Türkleri akılsız gösteren 16. Yüzyıl’ın sonunda  ilk kullanan kişi, tarihçi Hoca Sadettin Efendi’dir... Şu beyt onundur:
  “Başına tac aldı çıkdı ol pelid
  İtdi bî-idrak Etrak’i mürid.”
  (O pis adam başına taç takarak ortaya çıktı ve  kendisine de akılsız Türkleri mürit yaptı.) “Gönül nedir bilene gönül veresim gelir.
  Gönül nedir bilmeze hissiz diyesim gelir”.
  Selçuklu ve Osmanlı döneminde  bazı yazar ve şairler Türk Dili’ni küçümsemiş aşağılamışlardır. Bunlardan  Mevlana, Sultan Veled, Hoca Mes’ut, Sinan Paşa, Sarıcalı Kemal vb.
  Mustafa Şeyhoğlu yazdığı 8000  beyitlik Hurşidname adlı eserinde Türkçeyi “gobat” kötü fena ve yavan bir dil  olarak şu beyitlerde nitelendirmiş:
  “Gobüt dildür bu dili irdedim çok
  “Sovukdur tadı yokdur tuzu yokdur,
  “Yavandur lezzeti vü özi yokdur.
  “Belarmez,aslıfaslı yöni yaşi,
  “Bilinmez kankıdur naahaşi haşi”.(4)
  Türk Dili konusunda Atatürk şöyle  diyor: 
  “Öyle istiyorum ki, Türk Dili, bilim yöntemleriyle  kurallarını ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar, bütün terimleriyle  çoğunluğun, anlayabileceği güzel, ahenkli dilimizi kullansınlar”. 
  Osmanlı bürokrasisini devşirme ve dönmeler teşkil ediyordu.  İşte bu yabancı kökenli bürokrasi takımı, devletin temelini teşkil eden  Türklere  “Biidrak-ı etrak yani “idraksiz  Türkler Akılsız Türkler” diyorlar, Türkleri aşağılıyorlardı. Türk düşmanlığının dik alasını  yapan 2 Beyazıt döneminde Osmanlı Divan-ı Humayun yazmanlarından Hafız Hamdi  Çelebi 1499 yılında yazdığı şiirinde “Baban da olsa Türk’ü öldür” nakaratını kullanmakta, üstelik bu sözün Hz Muhammed’e ait olduğunu  vurgulamaktadır: 
“Devr-i  ezelden beri şahım eflak 
    (Padişahım kâinatın yaratılışından bu  yana) 
    
  Zemmolur  âlem içinde Etrak 
  (Türkler bu dünyada hep kötülenmiştir) 
  
  Vermemiş  Türk’e Hüda hiç idrak 
  (Allah Türk’e hiç anlayış/akıl  vermemiştir) 
  
  Akl-ı  evvel de olursa bibâk 
  (Türk çok akıllı olsa bile pervasızdır) 
  
  Uktul-üt  Türk’e velevkâne ebâk 
  (Baban bile olsa Türkü öldür) 
Dedi  ol kân-ı kerem, Şah-ı celâl 
    (O iyilik kaynağı yüce Peygamber dedi  ki:) 
    
  Türk’ü  katleyleyiniz kanı helal 
  (Türk’ü öldürünüz, kanı helaldir) 
  
  Daim  oldu bunların işi dalâl 
  (Bunların işi sürekli sapıklık olmuştur) 
  
  Cümlesinden  bunu ahzeyle misal 
  (Cümlesinden bunu örnek olarak al) 
  
  Uktul-üt  Türk’e velevkâne ebâk 
  (Öldür Türk’ü baban bile olsa da) 
Türk  eğer ilimde olursa derya 
    (Türk derin bilgi sahibi de olsa) 
    
  Müfti  olup verir ise fetva 
    (Müftü olup fetva bile verse) 
  
  Hemnişin  olma bunlarla katâ 
  (Asla onlara yaklaşma) 
  Bu kelam içre muhassal cana 
  (Ey değerli dost, bu sözde özetlendiği  üzere) 
  
  Uktul-üt  Türk’e velevkâne ebâk 
  (Türk’ü öldür, baban olsa bile) 
Türk’ü  zannetmeki ola âdem 
    (Türk’ün adam olacağını zannetme) 
    
  Türk  ile durma oturma bir dem 
  (Türk ile bir an olsun oturma) 
  
  Şeker  alsa eline, ola sem 
  (Türk eline şeker alsa onu zehir  say) 
  
  Ser-i  Etrak’i kesip hiç yeme gam 
  (Türklerin başını hiç üzüntü duymadan  kes) 
  
  Uktul-üt  Türk’e velevkâne ebâk 
  (Öldür Türk’ü , baban olsa bile) 
Ey  Kadimî Türk’e hiç olma yakın 
    (Ey Kadimî Türk’e hiç yakın olma) 
    
  Sözleri  olur ise dürr ü semin 
  (Sözleri çok değerli inci bile  olsa) 
  
  Zinhar  olma Türk’e yakın 
  (Sakın Türklere yaklaşma) 
  
  Kes  başın, kanın dök, çekme gam 
  (Başını kes, kanını dök hiç  üzülme) 
  
  Uktul-üt  Türk’e velevkâne ebâk 
  (Türk’ü öldür, baban olsa da) 
  Türkü kötüleyen daha nice Osmanlı  ozanları bulunmakta, biz sadece bir tanesini alabildik.
  Sultan 2. Abdulhamid, göreve getirdiği sadrazamlar hakkında  şöyle demektedir: “ Birini göreve getirdim Rus ofil çıktı, biri İngiliz ofil  çıktı, biri Fransız ofil çıktı, hiç Türk ofil bulamadım.” Sultan, bir gün  Yıldız Sarayının balkonunda otururken, bir Türk bahçevan çiçeklere bastığı için  Arnavut bahçevan tarafından azarlanır ve “ Eşek Türk” diye hitap edilince   Sultan Hamid Arnavut bahçevana müdahale ederek: “ Ben de Türk’üm, defol git  buradan”  diye bağırır.(5)
  Sonraki yıllarda Batı karşısında  Osmanlının geri kalmışlığını gören ve ümitsizliğe kapılan Türk aydınlarından  Abdullah Cevdet, “Türkler ecnebi damızlığa muhtaç olacak kadar pörsümüştür” demiştir”.
  “Müslüman oluşumuzu, Hazer’in  güneyinden geçip bu yerleri vatan yapmamızı felaketlerin kaynağı sayanlarımız vardır.  Türkçe konuşmamızı bir eksik dil bilen, başka bir ecnebi dili, anadilin yerine  yerleştirilmeyi teklif edenlerimiz de vardır. Bizim birçok işleri  yapamayacağımıza yabancı kudretinin bir Allah vergisi olduğuna itikat, henüz  silinmemiştir.
  Ecnebi gözüyle Türklerin  muhakemesi de budur:  Bizi bir zaman “Allah’ın  belası” diye mektep  kitaplarına geçirenler, bütün Avrupalılar, Amerikalılardır. Biz; “Ön  Asya 
  Cennetini altüst edip külünü  savuranlar” diye gösterildik. Bir Arap  tarihçisi, Ahmet Zeki (Paşa) için “İslam âlemindeki düşüklükten Türkler  mesuldür”. 1914-1918 Umumi  Harbinden sonra, kendi milletlerinden umut kesip şarka yönelen Avrupalı  müttefikler bizim üstümüzde durmazlar. Onlara göre, “Türkler, vereceğini vermiş olan,  eskimiş bir kütledir; dünyaya yeniliği, kurtuluşu Islavlar getirecektir”. (sf 27)
  “Selçuklularda ve Osmanlılarda,  din birliğinden olsa gerek, -öğretim dilinin Arapça olması, ulusları ve  toplumları birleştirecek, buluşturacak dil- olarak görülmüştür. Nitekim  Cumhuriyet’ten önceki ilkokul programlarında “Arapça Konuşmanın Kuralları” kitabı, “Arapça, tüm dillerin üstünde bir  dil. Bunu toplum içinde kaynaşmasının bir gereği olarak bütün çocuklarımıza  öğreteceğiz” önsözüyle başlamaktadır.
  Oysa Osmanlı’nın resmi dili Osmanlıca’nın  temelini oluşturan Arapça, hiçbir zaman Türk’ün dili olmamış ve gerçekte yapay  dil olmaktan öteye gidememiş ve kaynaşma da sağlamamıştır. Osmanlı  İmparatorluğu’nun dağılışıyla yok olmuştur. (sf 37)
  İslam Tarihinde bazı İslam  aydınları, din bağı nedeni ile Arapça’yı, bazen de Farça’
  yı öylesine üstün tutuyorlardı  ki, özellikle Arapça’nın ana dilleri olmasını isteyenler yanında, kendi dilleri  dışında Arapça, Farsça kitaplar yazıyorlardı. Bazıları da bu dilleri bilim dili  sanıyorlardı. Örneğin Mevlana, kendisi Türk olduğu halde tüm şiirlerini Farsça  yazıyordu. 
  Osmanlı aydınlarından Şair Nabi  (1642-1712), Arapça’yı şu dizeleri ile övmekte:
  “Arabiyle bilinur cümle ulum
  “İlm olur bi-Arabi na-mefhum”.
  (Bütün ilimler Arapçayla bilinir.  Arapçasız ilim bilinmez).(6)
  (Oysa Nabi bu görüşünde yanılmakta, çünkü  değil Arapça’yla bilim öğrenilmesi, “500 yıldır bütün İslam âleminin bilime  hiçbir katkısı yoktur”) İşte devrin aydını Nabi 300 yıl önce Türkçeye karşı  Arapçayı övmekte. Bu tür çabalar Türklerde Türklük bilincinin zayıflamasına,  Arapça destekli “ümmet” düşüncesinin yayılmasına neden olmuşlardır. Günümüzde  bile, Laik TC nin Başbakanı ve Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan, güya İslam birliğine  vurgu yapmak için, “Ümmet” sözcüğünü kullanmakta. Oysa ne tarihte ne de günümüz “Ümmet”li  İslam birlikteliği sağlanamamıştır. (Ümmet (Arapça, İslam toplumunun tamamını ifade eden bir  kavram). 
  Osmanlıyı, Osmanlıcayı öven, birçok resmi kurumlardan “Türk” sözcüğünü çıkaran, Türk halkına “Ümmet” diyen günümüzün yönetimi,  tıpkı Osmanlı bürokrasisi gibi Türk düşmanlığını devam ettiriyor demektir. 
  Tarih boyunca görülmüştür ki, din  (Müslümanlık ve Hıristiyanlıkta) insanları birleştiren bir unsur olarak  görülmemiş, aynı dinin insanları birbirlerini boğazlamışlardır (Kerbela olayı  ve günümüzde İslam ülkeleri arasındaki kavgalar, Avrupa’daki savaşlar). Öyleyse  Kuran dili Arapça diye, Arapça’yı beynelmilel ve üstün bir dil, bilim dili  olarak sayamayız. Türkler Müslüman olduktan sonra yüzyıllar içinde, din adına  Arapçayı çok üstün görmüşler, bu nedenle de kendi dillerini ve Türklük  benliklerini yadsımaya başlamışlar. Gerek Osmanlı zamanında gerekse TC  tarihinde “Türklükten ayrılıyorum” diyenler çıkmıştır.(7)
Türklükten 1927'de "İstifa" Etti
Damad Ferid Paşa (1869 Tokat- 1954 Mısır) hükümetlerinde dört defa şeyhülislâmlığa getirilen "sadrazam" yani "başbakan" vekilliği de yapan ve milletvekili de olan Mustafa Sabri Efendi, "Türklükten istifa ettiğini" açıkça yazan ilk kişidir, Millî Mücadele'ye karşı olan düşmanlıktan da ötede bu muhalefeti idi...
"Türklük'ten istifasını", sürgününün ilk senelerinde, Yunanistan'da bulunduğu sırada çıkarttığı "Yarın" gazetesinde 1927'nin 29 Temmuz'unda yayınladığı "İstifa Ediyorum" başlıklı şiiri ile duyurdu. Şiir,
"Ben de aynıyla reddedip Türk'ü,
Attım üstümden en elîm yükü..
Tevbe yarabbi tevbe Türklüğüme!..
Beni Türk milletinden addetme!.." mısralarıyla son buluyordu!(8)
Türk dilini kötüleyenler arasında yıllar öncesinden olanlar da vardı. Bunlardan Anadolu Beylikleri döneminde yaşamış Mustafa Şeyhoğlu (1340-1410) aşağıdaki mısralarında yazdığı gibi, dilin gelişmesini engelleyenlerden biri olmuştur:
“Gobut dildür bu dili irdeledum çok,
Sovuktur tadı yoktur tuzı yokdur
Yavandur lezzeti ve özi yokdur”
Cumhurbaşkanı R.T. 2014 de 5. Din Şurasında yaptığı konuşmada, “bunlar istese de istemese de bu ülkede Osmanlıca öğrenilecek ve öğretilecektir”, diyordu. Bunu diyen R.T. , dini toplantılarda dinsel birlikteliği ön plana çıkarmak için sık sık “” sözcüğünü kullanıyordu. Buna bağlı olarak Osmanlı Devleti Türklük bilinci doğrultusunda ulusal bir devlet değil, bir İslami toplumu idi. (9)
Oysa Osmanlıca Arapça, Farsça, Türkçe karışımı bir dil olduğu için Türkler anlamadığı gibi, Araplar da, Fars dili konuşanlar da anlamadıkları gibi, dünyanın hiçbir ülkesinde Osmanlıca dil kullanılmıyordu. Osmanlı’da padişah ve öteki devlet bürokrasisinde, yazışmalar Osmanlıca idi ve Osmanlıca yazışmanın bir bilim dili olduğuna inanıyorlardı.
Ünlü düşünür ve şair M. Ziya Gökalp’in (1876-1924), Veteriner Okulu öğrencisi iken (1895-1899), “Medrese, içine aldığı Türkleri gayri Türk yaparken, Enderun ithal ettiği gayri Türkleri Türkleştiriyor”diyordu. Gökalp, Veteriner Okulu öğrencisi iken, tıbbiyeliler gibi “hürriyetçi-Türkçü” olduğu için II. Abdülhamit yönetimi tarafından tutuklanmıştır.(10)
Eskilerde dinciler, “Türkçe din dili olmaz” derken, bazı Batı kafalılar da, “Türkçe bilim dili olmaz” diyorlardı. İlkini söyleyenler, Türkleri Arapça’ya ve Araplaştırmaya, ikinciler de Türkleri İngilizce’ye ve Amerikanlaşmaya yöneltmek amacındaydılar.
Başkent Üniversitesi, öğretim dilini Türkçe olarak belirlerken, aynı üniversitenin Rektörü Prof. Dr. Ali Mehmet Haberal, “Türkçe, dil bayrağımızdır”isimli üniversite tanıtım broşüründe (2001 de) ders alınacak şu sözleri yazmıştı:
“…Kendi dilini geliştirmek yerine, başka dillerde düşünmeye, eğitime, konuşmaya, kavram üretmeye yönelmek, giderek bunu “çağın gereği, zorunlu koşulu” gibi sözlerle savunmak, mandacılığın dil alanında yeniden canlanmasıdır. Türkiye, bir sömürge ülke değildir, asla olmayacaktır”.
Bugün bu bilincin somut savaşım alanlarından biri de Türkçemizdir…”
Osmanlının resmi dili Arapça ağırlıklı Osmanlıca, ulusal bilincin gelişmesini engellemiştir. Osmanlıca, Türkçe, Arapça, Farsça karışımı karma bir dildi. Halk bu dili anlamakta güçlük çekiyordu. Osmanlıcanın güç anlaşıldığı konusunda, Kamus-i Türki’nin yazarı Şemsettin Sami (1850-1904) şöyle açıklıyor:
“-Türk’e okutsan anlamaz, Arap’a okutsan anlamaz, Acem’e okutsan anlamaz. Öyleyse bu dil ne dildir”.
Gaspıralı İsmail (1851-1914), bu tarihlerde, Kırım’da yayınlanan Tercemen (Tercüman) gazetesinde Osmanlıca’ya karşı Türkçeyi şöyle savunmaktadır:
“-Türkçesi bulunan bir kelime yerine diğer bir lisanın kelimesini istismal etmek (kullanmak) ebedi bir cinayettir… Türk dili Türkçe olmalıdır”. (sf 42)
İkinci Meşrutiyet’le birlikte Türkçe öğretim de tartışılmıştır. Meclis-i Mebusan’ın Aydın Mebusu Abidullah Efendi, ilkin, “…Medreselerde işlevi gereği uygun olarak öğretim dili Arapça olmalıdır”demişse de, sonradan bunun yanlışlığının farkına vararak şöyle demiştir: “…Osmanlılar, Arapçayı öğretim dili yapmakla halka eğitim yolunu kapamışlardır. Yapılacak iş, Türkçeyi ilim ve öğretim dili olarak kabul etmektir”.
Türk olarak Türk dilini savunanlar da olmuştur, bunlardan Karamanoğlu Mehmet Bey’dir (1240-1277).(11)
Kırşehir’de yaşamış Aşık Paşa (1272-1333) Garipname adlı eserinde 1329-1330 da yazdığı dizelerinde, Karamanoğlu Mehmet Bey gibi, Türkçeyi savunurken şunları demekte:
“Türk diline kimesne bakmaz idi
Türklere hergiz gönül akmaz idi
Türk dahi bilmez-ıdı ol dilleri,
Nced yoli ol ulu menzilleri…”
(Türkçe vardı ama gönüller o tarafa akmadığı için kimse onu kullanmazdı).
Atatürk’ün Türkçe Üzerine Bazı Özlü Sözleri.
Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir.
*
Türk dili zengin, geniş bir dildir. Her mefhumu ifadeye kabiliyeti vardır. Yalnız, onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde işlemek lazımdır.
*
Türk milletini ve Türk dilini medeniyet tarihinin ve kültür dillerinin dışında görmenin ne yaman bir yanlış olduğunu bütün dünyaya göstereceğiz.
Mihri Rasim (Müşfik), Mareşal Atatürk
*
En iyi müdafaa usulu taarruzdur. Şu halde dil alanında türemiş yabancılıklara saldıralım; ağacı bir defa silkeleyelim: görelim hangi çürükler düşecek; kalan sağlamlar bakalım ne kadardır…
Prof. Arthur Kampf, Atatürk, Çankaya Köşkü, 1927
*
Milli şuurun ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalışmaya mecburuz.
Türk’ü de Türkçemizi de sevelim, geliştirelim.
  Cevat  Kulaksız  
Cevat Kulaksız
  Sonnotlar
(1) https://www.facebook.com/380311808131/posts/10156317293758132/
(2) Tıbbiyeli Tahir Hatiboğlu Otopsi Yay. 2002 sf 172
(3)Tacut Taverih Hoca Sadeddin Efendi cilt 4 sf 37-42-44
(4) Türk Dili sayı 600 Anadil sf 692-693
(5) http://www.manisadagundem.com/turk-cocugu-bu-siiri-unutma-makale,451.html
(6)Hayri-Name’ye Göre XVII. Yüzyılda Osmanlı Düşünce Hayati Nabi sf 101
(7) Örneğin AKP Çorum Milletvekili  Ahmet Aydoğmuş, “Türklüğün hiç faydasını görmedim” demiştir. 
      Osmanlı’da sadrazam olmuş,  milletvekili olmuş, Şeyhulislamlık yapmış Vahdettin’in Şeyhulislamı Mustafa  Sabri Efendi şöyle ant içerek Türklükten istifa etmiştir: “Yalnız Müslüman ve  insan olarak kalmak üzere, Türklükten şeref ve izzetimle istifa ediyorum  Allah’ın huzurunda!...Tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme. Beni Türk milletinden  addetme!.”. Ne yazık ki, 2017 yılında yapımı biten İmam hatip okuluna, Tokat Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından, Kurtuluş Savaşı yıllarında  ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'e ölüm fetvası çıkartan Tokat doğumlu Mustafa  Sabri'nin adı verildi”. 
      
(8)https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/821052-ertugrul-ozkok-turklukten-istifa-eden-ikinci-kisidir
(9)https://www.yeniakit.com.tr/haber/erdogan-isteseler-de-istemeseler-de-osmanlica-ogretilecek-39173.html
(10) Jontürklerden Sontürklere Tıbbiyeli Tahir Hatiboğlu Otopsi Yay.2002 sf 37
(11) 13.  yüzyıl ortalarında Selçuklular, devlet işlerinde Farsçayı kullanırlardı.  Halk ise öz dilleri olan Türkçeyi kullanıyordu.  Mehmet Bey millet olarak birlikte yaşamanın ilk şartı olan dil birliğinin  sağlanmasının gerekliliğine inanıyordu. Bu birliği gerçekleştirmek için Toroslar üzerinde  yaşayan bütün Türkmen boylarını  çevresinde toplayarak şu bildiriyi duyurdu:
  “Şimden  gerü hiç gimesne divanda, dergahda, bergahda, mecliste, meydanda ve dahi her  yerde Türk dilinden özge söz söylemeye”. (13 Mayıs 1277)
  



Yorum Gönder
Ne garip ki, Osmanlılar Ermenilere Millet-i Sadıka (sadık millet), Araplara da üstün ırk anlamında Kavm-i Necip derlerken, onlar da Osmanlı ile birlikte Türklere "etrak-i biidrak" idraksiz (akılsız Türkler) derlerdi. Üstelik bunlar günümüze kadar Türklere düşmanlık beslerken, Türkler onları övmüşler. Öylesine düşüncesizce bir empatiyi nasıl yapabilmişiz. Ayrıca II. Abdulhamid'in özel doktorları, nazırlarının (bakanlarının) çoğu, nice bürokratları Ermeni idi. Şaşmamak elde değil.
Türk eşekti ve dini, soyu sopu, yurdu belirsiz cahiller sürüsüydü
Osmanlı aşığı ve ümmetci Türk vatandaşlarına: Türk; Yavuz Sultan Selim’e göre, eşekti ve Vahdettin’e göre, dini, soyu sopu, yurdu belirsiz, cahiller sürüsüydü
Türk; Yavuz Sultan Selim’e göre, eşekti
Türk; Koçi Beye göre, mezhepsiz ecnebiydi… Türk; Hoca Saadettin Efendi’ye göre, leşti, hilebazdı, aşağılıktı… Türk; Naima’ya göre, azgındı, çirkindi, kabaydı, cahildi… Türk; Nef-i’ye göre, Allah’ın irfan pınarını yasakladığıydı… Türk; Baki’ye göre, kabaydı… Türk; Hafız Çelebi’ye göre, baban bile olsa öldürülmesi gerekendi… Türk; Sadrazam Kuyucu Murat’a göre, başı vurulması gerekendi… Türk; Aksaraylı Kerimettin Mahmut’a göre, hunhar köpekti. Me’lundu… Türk; Merzifonlu Seyyit Abdurrahman Eşref’e göre, eşsiz bir gaddardı… Türk; Gelibolulu Mustafa Ali’ye göre, pasaklıydı, çirkindi… Türk; Taşlıcalı Yahya’ya göre, soyu kuruyasıca idi… Türk; Büyükelçi Moralı Çuhadır Ahmet’e göre, hayvandan farkı olmayandı… Türk; Tokatlı Nuri’ye göre, şehir dili bilmez hayvandı… Türk; Şeyhülislam Mustafa Sabri’ye göre, tiksinti duyulandı… Türk; Vahdettin’e göre, dini, soyu sopu, yurdu belirsiz, cahiller sürüsüydü… Siniriniz bozulmasın devam etmeyeyim!
Osmanlı yine Osmanlıya göre:
– Ermenilere, “Millet-i Sadıka”…
– Araplara, “Kavm-i Necip”..
– Rumlara, “Romalı” anlamına gelen “Romeos” derken Türkler’i böyle aşağıladı.
https://www.turkishnews.com/tr/content/2020/05/15/osmanli-asigi-ve-ummetci-turk-vatandaslarina-turk-yavuz-sult-an-selime-gore-esekti-ve-vahdettine-gore-dini-soyu-sopu-yu-rdu-belirsiz-cahiller-surusuydu/ Ayla Çokbudak