Eylül 2020
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

 

Yargı Sopasının Pes Dedirten Son Örneği
Yargının; ülkemizde,  uzun zamandan beri iktidara muhalif olanlar üzerinde sopa gibi kullanıldığı,  bilinen bir gerçektir. 

Yargının; siyasal iktidar tarafından,  kendisine muhalif olan yazar ve gazetecilere karşı sopa olarak kullanılmasının artık  pes dedirten en son yeni örneği; muhalif kanal TELE-1'in Genel Yayın Yönetmeni Merdan YANARDAĞ hakkında, Ankara C. Başsavcısını hedef gösteren haber yaptığı iddiasıyla açılan soruşturma ve sonrasında Merdan YANARDAĞ'ın tutuklanmanın eşiğinden döndüğü, ancak tutuklama nedenlerinin varlığı halinde, tutuklamanın yerine uygulanabilen adli kontrol hükümlerinin,  Merdan YANARDAĞ hakkında uygulanarak, YANARDAĞ'ın yurt dışına çıkma yasağı ve haftada bir yerel karakola giderek imza verme mecburiyetinde bırakıldığı karar olmuştur. 

Merdan YANARDAĞ'ın suçlandığı,  Ankara C. Başsavcısını hedef gösterme iddiası,  gerçek dışıdır. 

Sayın Ankara C. Başsavcısı (bilerek ismini yazmıyoruz), Allah mutlu etsin evlenmiş ve nikah sonrasında, aralarında hiçbir akrabalık bağı olmayan, görevi gereği  (ülkemizde kalmasa da) kuvvetler ayrılığı ilkesi uyarınca,  aralarında bir amir ve memur görev  ilişkisi olmayan,  hem de iktidardaki siyasi partinin genel baaşkanı olan partili cumhurbaşkanına, abartarak ve eşini yanına almak suretiyle,  nikahtan hemen sonra, ayaklarının tozuyla,  nikah özel kıyafetleriyle, bir anlamda el öpme ve bağlılık bildirme anlamına gelen,  özel bir ziyarette bulunur ve hatıra fotoğrafı çektirirse, bu olay, kağıt üzerinde kalmış olsa da,  demokratik bir ülkede haber konusu olur. 

Sayın savcı, bu davranışıyla haber konusu olmuşsa, hatayı kendisinde aramalıdır. Bu magazin  haberi,  sayın savcıyı hedef göstermek olarak yorumlanamaz. 

Bize sorarsanız, sayın savcı;  aslında kalmayan yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını daha da tartışılır hale getiren bu eylemiyle,  bizzat kendisi, kendisini hedef haline getirmiştir. 

Ankara C. Başsavcılığı koltuğunda oturan bir savcı, ifa ettiği görevinin doğal sonucu olarak, sürekli terör örgütlerinin muhtemel hedefindedir zaten. Bu icra edilen görevin doğasında vardır. 

Biz de uzun yıllar,  İzmir Sıkıyönetim ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinde C. Savcısı olarak görev icra ettik, hem de bugün olduğu gibi,  bağımlı ve taraflı davranmadık, hukukun üstünlüğüne saygılı olarak görev icra ettik ama, yine de bazı terör örgütlerinin hedefi olmaktan kurtulamadık ve uzun süre koruma altında kaldık. 

Bu itibarla, terörün bir türlü önlenemediği ülkemizde, savcılarımız; özellikle Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyük illerde C. Savcılığı yaparak önemli soruşturmalara imza  atacaklarsa, oturdukları koltuğun itibarından ve onurundan yararlandıkları gibi, o görevin ve koltuğun  tabiatında ve doğasında bulunan,  bazı şer odaklarının hedefi olacağı ihtimalini de göz önüne almak ve mümkün olduğunca, siyasal iktidarın dümen suyuna girmeden, bir hukuk adamına yakışır şekilde bağımsız ve tarafsız, hukuka uygun  görev yapmak, kamuoyunun dikkatlerini üzerlerine çekecek aşırılıklardan ve zorlamalardan kaçınmak zorundadırlar.  

Savcıların; yaptıkları görevin doğası gereği,  her türden şer odaklarının ve terör örgütlerinin hedefi olma olasılığındandır ki; kendilerine devlet tarafından korumalar verilmektedir. 

Bu nedenle, TELE-1 Televizyonunun Genel Yayın Yönetmeni Merdan YANARDAĞ hakkında; sayın savcıyı hedef gösterdiği iddiasıyla açılan soruşturma ve hakkında verilen yurt dışına çıkış yasağı ve hafta da bir imza verme koşulu getiren adli kontrol kararı,  siyasi ve hukuk dışıdır, yargının muhaliflere sopa olarak kullanılması ve hukuk dışılığın,  yargı eliyle meşrulaştırılmasıdır. 

Güner Yiğitbaşı

29/09/2020

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Hdp'ye Yargı Eliyle Kobani Siyasi Operasyonu

Günün en önemli olayı; bugün,  eş zamanlı olarak yedi ilde HDP'nin eski ve yeni milletvekili, belediye başkanı ve HDP'de siyaset yapan kişilerin ağırlıklı olarak yer aldıkları 82 kişi hakkında,  altı yıl öncesine dayalı 8-10 Ekim 2014 tarihinde gerçekleşen Kobani olayları bahane edilerek,  dört günlük gözaltı kararı ile başlatılan soruşturma ve operasyon olmuş ve kamuoyunda büyük bir hayret ve yankı uyandırmıştır. 

Herkes bilmeli ki; savcı, hakim ve avukat olarak, yargının her üç ayağında da,  hukuktan asla ayrılmayarak görev yapan elli yıllık bir hukukçu olarak, yürürlükteki pozitif hukuk ve ceza kanunu kurallarına göre suç teşkil eden bir eylemi işlediği kesin ve inandırıcı kanıtlarıyla sabit olan kişi ve kişiler hakkında,  soruşturmalar ve davalar açılarak, suçluların  cezalandırılmalarının kaçınılmaz olduğunu kabul eden ve savunan bir kişiyiz.  

Ancak, Türk Milletinin egemenlik haklarından biri olan ve Türk Milleti adına bağımsız yargı organı  eliyle kullanılan yargı yetkisinin, anayasanın öngördüğü tarafsızlık içinde kullanılması,  yargı mensuplarının asli görevleridir. 

Yargı yetkisi, savcı ve hakimlere tanınan keyfi ve şahsi bir yetki değildir. Bu yetkilerini; koşullar ne olursa olsun,  korkmadan ve yılmadan, anayasa, yasa ve evrensel hukuk ilkelerine göre, bağımsız ve tarafsız olarak kullanmak zorundadırlar. 

Bugün, Ankara C. Başsavcılığı tarafından, altı yıl beklendikten sonra, altı yıl öncesine dayalı olarak,  bugün ağırlıklı olarak HDP mensupları hakkında başlatılan soruşturma ve operasyon,  sizlere yasal, hukuki ve olağan  bir operasyon ve soruşturma inancı aşılayabiliyor mu?

Kimse alınmasın ve gücenmesin ama, bu işleri iyi bilen elli yıllık bir hukukçu olarak,  biz bu soruşturmanın;  olaydan altı yıl geçtikten sonra,  seçim ve seçim ittifaklarının tartışıldığı bugünlerde,  aniden sümen altından çıkarılması, soruşturma ve operasyonu başlatan savcının; Allah mesut ve bahtiyar etsin,  yakın tarihte mutlu bir yuva kurduğu nikah merasiminden hemen sonra eşini de yanına alarak,  damatlık ve gelinlik giysileri içinde Saray'a giderek AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı ile bu mutluluklarını paylaşarak birlikte fotoğraf çektiren bir savcımız tarafından,  aniden ve göz altılarla başlatılması karşısında, soruşturmayı başlatan ile soruşturmanın altı yıl gecikme ile başlatılan zamanlaması itibariyle; bu soruşturmanın,  Saray kaynaklı, hukuk dışı ve siyasi yarar amaçlı bir soruşturma olduğu konusunda ciddi şüpheler doğurmuştur. 

Onlarca insanın ölümüyle sonuçlanan, ülkenin güvenliği ve bölünmez bütünlüğünü ilgilendiren,  bu nedenle acilen soruşturulması ve suçlularının derhal bulunarak adalete teslim edilmesi gereken önemdeki,  altı sene önce vuku bulan Kobani eylemleri; soruşturulması göz ardı edilebilecek, hele bir dursun diyerek, altı sene sonraya ötelenebilecek basit bir eylem değildir. 

Şimdi buradan soruyoruz, ülkenin bölünmez bütünlüğünü ilgilendiren çok önemli bir soruşturma,  niçin altı sene bekletilmiştir ve bugün birden akla gelmiş ve düğmeye basılmıştır?

Bu önemli soruşturmanın,  altı sene sonra bugün göz altılarla başlatılması,  ülkenin güvenliği ve bölünmez bütünlüğünü sağlamanın gereği ise, bu soruşturmayı altı sene bekleterek geciktiren, bu geciktirme nedeniyle soruşturmanın delillerinin kaybolmasına neden olan, suçlularının serbestçe altı sene dolaşmalarına ve başka eylemlerde bulunmalarına, siyaset yapmalarına neden olan ilgili savcılar hakkında da,  adli görevlerini ihmal veya görevlerini kötüye kullandıkları iddiasıyla soruşturma açılacak mıdır?

Neresinden bakarsanız bakınız, altı sene gecikme ile başlatılan bu soruşturmanın hukuki inandırıcılığı ve kamu yararı kalmamıştır. Geciken adalet adalet değildir. Altı yıl gecikme ile başlatılan bu soruşturma,  kamu vicdanını kanatacak ve dibe vuran yargıya olan güveni iyice yok edecektir. 

Mecliste grubu olan yasal ve meşru bir parti olmasına rağmen, PKK ile paralel faaliyet gösterdiği suçlaması yapılarak,  siyasetten ve meşruiyetten  dışlanan HDP, bu siyasi amaçlı soruşturma ve operasyon ile tamamen meşru siyasetin dışına itilecek, bu partiye oy veren altı milyon Kürt seçmen T. C.  Devletinden soğutulacak ve dışlanmış olacaktır. Bu, asla  ülke yararına değildir. 

Zaman, Kürdüyle Türküyle birlik ve beraberlik zamanıdır. 

Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de,  dış güçler tarafından oluşturulmaya çalışılan ve tamamlanması an meselesi olan PKK/PYD özerk yönetimi, başka bir tabirle, Kürt devletçiği de mi,  sizlerin gözünüzü korkutmuyor ve endişelendirmiyor? Gün; ülkemizdeki Kürt vatandaşlarımızı kazanmak ve onlarla birlik olma zamanıdır, onları dışlama lüksümüz yoktur, siyasi geleceğinizi, koltuğunuzu muhafaza etmek için,  HDP'yi ve ona oy veren milyonlarca Kürt Vatandaşımızı, bu tür zamansız soruşturmalarla dışlar ve siyasetin meşru zemininden kovarsanız, onlara kucak açacak Irak ve Suriye’deki oluşumları,  sizlere hatırlatmayı görev sayıyoruz. 

Evet, bu soruşturma;  kuvvetle muhtemeldir ki, Saray kaynaklı, Saray iktidarının sürdürülmesini amaçlayan,  siyasi bir soruşturma ve operasyondur. 

Amaç, HDP ve seçmen kitlesini itibarsızlaştırmak, suçlamak ve PKK ile özdeş kılarak, onları meşru siyasetin dışına itip, Millet İttifakını oluşturan muhalefet partilerini,  PKK ile işbirliği yapmakla suçlanmaktan korkutarak, HDP ile seçim ittifak ve  işbirliğinden kaçınmalarını sağlayarak,  muhalefet blokunu güçsüz kılıp, seçim kazanma gayretidir.  

İYİ Parti Genel Başkanına, HDP eski Eş Başkanı DEMİRTAŞ'ın;  "Ben dışarıda olsaydım bir sabah Başak ile birlikte Meral Hanım’ın kapısını çalar ve 'kahvaltıya geldik' derdim" şeklindeki işbirliği ve iyi niyet çağrısı üzerine,  İYİ Parti Genel Başkanı AKŞENER'in, HDP'ye karşı takındığı önceki sert tutumunu yumuşatması ve geçtiğimiz hafta yapılan İYİ Parti kongresinde yaptığı konuşmada; İYİ Partiyi kuranlar arasında, iki yumruk arasına sıkışan Kürtlerin de yer aldığını beyan ederek, HDP ile seçim işbirliğine karşı olumlu bir havaya girmiş olması, Saray’ı korkutmuş ve HDP'nin Millet İttifakı ile doğrudan veya dolaylı işbirliğini önlemek için, HDP yeni baştan PKK ile irtibatlandırılarak itibarsızlaştırılmak istenmiş ve bunu sağlamak için de,  altı yıl sonra Kobani soruşturması hortlatılmıştır. 

Hakkında gözaltı kararı verilen HDP Kars Belediye Başkanı Ayhan BİLGEN hakkında,  daha önce bu eylemler sebebiyle soruşturma açılmış ve bir yıla yakın tutuklu kalan BİLGEN,  hak ihlali iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurmuş ve hak ihlali talebi kabul edilerek manevi tazminata hak kazanmış olup, aynı Ayhan BİLGEN tekrar gözaltı kararıyla Kobani soruşturmasına dahil edilmiştir. 

Bugün operasyon başlatılan altı yıl öncesinde 8-10. Ekim. 2014 tarihinde vuku bulan Kobani eylemlerinden sonraki bir tarih olan  Ağustos 2015 tarihinde, 7. Haziran. 2015 seçimlerinin yenilenmesi için, Ahmet Davutoğlu başkanlığında kurulan seçim hükümetinde,  iki HDP'li milletvekiline bakanlık koltuğu verilmiş ve bu kabine, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı ERDOĞAN tarafından onanmıştır. Pu ne perhiz ne lahana turşusudur, PKK ile özdeş olduğunu iddia ettiğiniz HDP'li iki milletvekilini,  o zaman niçin bakan yaptınız? Anlamak mümkün değildir. 

Tüm bu gerçekler göstermektedir ki; HDP'ye yönelik operasyon, seçimler öncesinde muhalefet kanadının muhtemel seçim ittifakına konan bir bombadır. 

Yapılmak istenen, iktidardan düşmemek için, siyasi alan temizliği girişimidir. 

AKP Genel Başkanı;  İstanbul seçimlerinin kaybının, HDP gizli dayanışmasından kaynaklı olduğunu çok iyi bildiği için, HDP'yi ve seçmenini demokrasi kanadından uzak tutmak istemektedir. 

Ancak, bu işbirliğini fiilen ve sandıkta önlemek,  asla mümkün değildir. Bu girişim, ters etki yapacak olan,  bir akıl tutulmasıdır. 

Korkunun ecele faydası yoktur, çıkarılan zorluklar, başlatılan bu soruşturma, aklı başındaki muhalefetin seçim işbirliğini engellemeyeceği gibi, daha da körükleyecektir. 

Biz, CHP ve İYİ Partinin büyük bir sınav arifesinde olduklarını düşünüyoruz. 

Bugün başlatılan; muhalefetin seçim ittifakını dağıtma, CHP ve İYİ  Partiyi, HDP ile seçim ittifakı yapmamaları için korkutmaya yönelik, HDP'yi PKK ile özdeşleştirerek itibarsızlaştırma operasyonunu; CHP ve İYİ Partinin, çok iyi ve doğru okumalarını ve Saray’ın oyununa gelmemelerini diliyor ve bekliyoruz. 

CHP ve İYİ Parti;  kısa aralıklarla, peş peşe yaptıkları son kongrelerinde havaya girerek,  iktidara yürüdüklerini ifade etmişlerdir. Bu operasyonun amacını doğru tanımlamayarak,  PKK'lı damgası yemekten  korkarlar ve HDP'den kaçarlarsa, iktidar hayalleri için, 2028 yılında yapılacak seçimleri beklemek zorunda kalacaklarını, İstanbul seçimlerini kazanmayı,  HDP ve seçmenine borçlu olduklarını asla unutmamalıdırlar, tıpkı ERDOĞAN'ın unutamadığı gibi.  

Güner Yiğitbaşı

25/09/2020

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu  

 

Sevgili Dostlar…

Karşıdevrimcilerin, şeriat hevelilerinin, emperyalizmin işbirlikçilerinin  ATATAÜRK’E karşı oldularını biliyoruz.

Ancak, Atatürkçülerin, aydınların ve laik Cumhuriyeti içselleştirenlerin,  son günlerde olumsuzluklarla dolayı gündemi tartışmaları gerekirken, Mustafa Kemal İle Atatürk’ün birbirlerini tamamlayan bir devrimcinin, dirayetli bir komutanın, 20 ve 21. yüzyıla damgasını vuran bir liderin adı ve soyadı olduğunun bilincinde olmayarak, Mustafa Kemal mi? Atatürk mü? tartışmasını gündemin ilk sırasına taşımaları, Mustafa Kemal Atatürk karşıtlarının ekmeğine yağ sürdüklerini fark etmiyorlar mı? 

Evet, “NEDEN ATATÜRK DİYEMİYORLAR?” başlıklı ve 01.01.2013 tarihli yazımı gündem nedeni ile tekrar bilgilerinize sunmak istedim.

Sevgiyle 24.09.2020 G.A.


NEDEN ATATÜRK DİYEMİYORLAR?...

Yıl 1919, emperyalist ülkeler yurdumuzun bir bölümünü işgal etmiş, tümünü bölüşmek için planlar yapıyorlardı.

Padişah ve şürekâsı (yandaşları) kendi geleceklerini garantiye almak için emperyalistlerle anlaşmak isterken, yurtseverlerin ise içi kan ağlıyor ve mutlaka bir şeyler yapmak gerektiği ateşiyle yanıyorlardı. 

Bu ateşi yakacak bir lidere gerksinim vardı.

O lider, Trablusgarpta adı simge haline gelen Binbaşı, Çannakale geçilmez destanını yazdıran, Seddülbahirde, Anafartalar da, arıburnun da, coknbayırın da adeta devleşen Yarbay, Mustafa Kemal Bey’den başkası değildi.

Mustafa Kemal, savaşlarda gösterdiği başarılar nedeniyle 6 Mart 1917 tarihinde Tümgeneralliğe yükselmiş, bu rutbede iken 9.Ordu Müfettişliği göreviyle 19 Mayıs 1919 da Samsun’da bir güneş gibi doğarak Kurtuluş Savaşını başlatmıştır.

Padişah, emperyalist işgalcilerin etkisiyle hemen İstanbul’a dönmesini isteyince, tasarladığı kurtuluş rüyasını gerçekleştirmek için İstanbul’a dönmemiş, 8 Temmuz 1919 tarihinde çok sevdiği ordudan istifa ederek güvendiği Türk ulusu ile bütünleşerek yoluna devam etmiştir. (11.Mayıs 1920 tarihinde hakkında verilen idam kararı, 24.Mayıs 1920 tarihinde Padişah tarafından onaylanarak resmen askerliğine son verilmiştir.)

Kurtuluş savaşında, ülkesinin kurtuluşu için canını vermeye hazır Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Sünni, Alevi herkes Musatfa Kemal’in arkasında yer aldı.

Binbir zorluk ve binlerce şehit kanı pahasına devam eden kurtuluş savaşı, 9 Eylül 1922 tarihinde düşmanın İzmir’de denize dökülmesi utkusu (zafer) ile son buldu.

TBMM 19 Eylül 1921 tarihinde oybirliği ile Mustafa Kemal’e Mareşal ve Gazi unvanı verdi.

Kısaca özetlediğim bu başarılara imza atan Mustafa Kemal’i benimseyenler, ATATÜRK’ü neden içlerine sindiremiyorlar?

Neden ATATÜRK diyemiyorlar?

Yazının başlığını oluşturan bu soruyu, nedenlerini belirterek yanıtlamaya çalışacağım. 

Çünkü ATATÜRK, uzun soluklu bir çalışma sonunda, kurtuluş kadar önemli olan ve devrimlerin gerçekleştirildiği kuruluş aşamasının eseridir. 

Bu aşamada;

-Saltanat kaldırıldı.

-Ankara Başkent yapıldı.

-En önemli devrim olan Cumhuriyet ilan edildi.

-Halifelik sonlandırıldı.

-Eğitim Birliği Yasası kabul edildi.

-Şer’iye Mahkemeleri kaldırıldı.

-Tekke ve Türbeler kapatıldı, tarikatlar yasaklandı.

-Şapka devrimi gerçekleştirildi.

-Uluslararası Saat ve Takvim kabul edildi.

-Laiklik ilkesi Anayasaya girdi.

-Türk alfabesi ve latin rakamları kabul edildi.

-Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi.

-Türk Tarih ve Dil Kurumu kuruldu.

-Halk Evleri açıldı.

-Ezanın Türkçe okunması kararlaştırıldı ve okutuldu.

-“En Hakiki Mürşit İlimdir” denilerek, us (akıl) ve bilime önem verildi.

-21 Haziran 1934 tarihinde Soyadı Yasası çıkarıldı.

-24 Kasım 1934 günü TBMM oy birliği ile Mustafa Kemal’e anasının ak sütü gibi hak ettiği ATATÜRK soyadını verildi.

-Tüm bu devrimler, Ümmetten –Ulusa, Hilafetten – Demokratik ve Laik rejime, Tebaadan- Yurttaşa, Cemaatten- Topluma, Seçkin sınıftan – Bizzat halkın iradesine geçmemizi ve karanlıktan aydınlığa çıkmamızı sağladı.  

Sanırım, bu açıklamalardan sonra ATATÜRK’ü neden sindiremedikleri ve neden ATATÜRK demedikleri konusunda başka bir açıklama yapmama gerek kalmadı. 

Kurtuluş savaşı destanını azda olsa inceleyenler, İsmet İnönü, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele’nin, ATATAÜRK’ün silah arkadaşları ve Kurtuluş Savaşının birer kahramanları olduklarını göreceklerdir.

Devrimlerin gerçekleştirildiği kuruluş aşamasında ne yazık ki Kurtuluş Savaşının bu kahramanlarından İsmet İnönü hariç, diğerleri devrimlerde Büyük Önder ATATÜRK’e ayak uydurmadıkları gibi askerliğe dönmeyip TBMM de siyaset yapanlarda, devrimlerin gerçekleşmesinde daima karşı duruş sergileştirmişlerdir. 

Bu devrimlerin hangi koşullarda gerçekleşrildiğini, kimlerin karşı durduğunu ve bu gün ATATÜRK’ü telafuz etmeyenlerin, karşı duranların geleneğinden geldiğini tarih baba çok açık olarak altın sahifelerine kaydetmiştir.

Meraklılar gerçekleri oradan okuyabilirler.

Güzel yurdumuzu işgalden kurtaran ve kurtuluşu devrimlerle taçlandıran ATATÜRK ve silah arkadaşları ile aziz şehitlerimizin anıları önünde saygı ile eğiliyorum. 

Ne mutlu Atatürkçüyüm diyenlere ve ATATÜRK ile gurur duyanlara. 

Sevgili Dostlar, 

Yeni yıla ATATÜRK aydınlanması ile girmek istedim.

Savaşsız, mutlu, sağlıklı ve aydınlık dolu yeni yıl dileklerimle. 

Gündüz Akgül

01.01.2013

Gündüz AKGÜL

Emekli Cumhuriyet Savcısı

 

Anayasa Mahkemesi Başkanını İma Yoluyla Fetöcülükle Tehdit(Mi)?
İçişleri Bakanının,  Anayasa Mahkemesi Başkanına ve onun şahsında,  Anayasa Mahkemesi'ne yönelik akıl almaz polemikleri devam ediyor maalesef. 

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu,  katıldığı bir televizyon programında açıklamalar yaparak, "AYM Başkanımız Polis Akademisi Başkanıydı;  aldığı öğrencilerin yüzde 41'ini ben ihraç ettim, " diyerek,  Anayasa Mahkemesi Başkanını hedefine koymaya devam etmiştir. 

İçişleri Bakanının; mezun olup komiser olduktan sonra kendilerini  ihraç ettiğini beyan ettiği öğrenciler, FETÖCÜ oldukları iddiasıyla ihraç edildiklerine göre, İçişleri Bakanı bu beyanıyla, Anayasa Mahkemesi Başkanını; o dönemde başkanı olduğu Polis Akademisine aldığı ve sonradan FETÖCÜ oldukları  iddiasıyla ihraç edilen 41 öğrenci üzerinden,  FETÖCÜ olmakla suçlamaktadır. Elinde açık ve net bilgiler ve deliller olmadığı için de, ”Ben bilerek aldı şöyle yaptı,  böyle yaptı demiyorum” diye ekleme yapma gereği duymuş olup; sonuç olarak,  hedefine aldığı,  şimdinin Anayasa Mahkemesi Başkanını,  en azından üstü örtülü ve ima yollu olarak,  FETÖCÜ olmakla itham etmiştir. 

İçişleri Bakanı bu beyanı,  bilinçli ve planlı olarak yapmış ve Anayasa Mahkemesi Başkanını ve onun şahsında Anayasa Mahkemesinin diğer üyelerini ve yargısını baskı altına alarak, onların tarafsız ve bağımsız hukuka uygun karar vermelerini engellemek, yüce mahkemeye baskı uygulamak istemiştir. 

Bakan’ının,  hiç gereği yokken, Anayasa Mahkemesi Başkanının geçmişine,  Polis Akademisi Başkanı olduğu döneme ilişkin olarak ileri sürdüğü,  Anayasa Mahkemesi Başkanına yönelik,  "AYM Başkanımız Polis Akademisi Başkanıydı;  aldığı öğrencilerin yüzde 41'ini ben ihraç ettim, " şeklindeki bu beyanının,  başka bir anlamı yoktur. 

İyi güzel de; Polis Akademisi Başkanı iken 41 FETÖCÜ'yü Polis Akademisine öğrenci olarak kabul eden bu kişiyi, Polis Akademisine  Başkan yapan kimdir. 

Bu 41 FETÖCÜ öğrencilerin Polis Akademisine alınmaları için önayak ve aracı olanlar,  kim ya da kimlerdir?

Anayasa Mahkemesi Başkanı FETÖCÜ ise; FETÖCÜ olan  bu şahsı,  Anayasa Mahkemesine Üye seçen ve atayan kimdir?

Daha bitmedi. 

İçişleri Bakanının mantığıyla düşünürseniz, FETÖCÜLERİ;  yargıya, orduya, emniyete ve tüm devlet kadrolarına kabul edip atayanlar, bunların atama kararnamelerinin altına imza koyanlar,  kim ya da kimlerdir?

FETÖ'nün; 

15. Temmuzda darbe yapacak güce ulaşmasına, 

FETÖ'yü terörist olarak suçlayanlara karşı, Meclis genel kurulunda, onu ülkemizin gelmiş geçmiş en büyük din alimi, muhterem bir kişi olduğunu beyanla savunanlar, 

Ne istediler de vermedik diyenler, 

23. Nisan'a alternatif olarak FETÖ için Türkçe Olimpiyatları düzenleyerek,  burada konuşup FETÖ'yü övenler, FETÖ sevgisi ve hasretiyle,  salya sümük ağlayanlar, onu Amerikadaki malikanesinde ziyaret ederek ellerinden öpüp, sofrasında yemekler yiyenler, yanından ayrılırken de emirlerini soranlar, 

FETÖ'yü ve Cemaatini,  Kutup Yıldızı gibi parlatarak, cazibe merkezi haline getirenler, FETÖCÜ olmayı ayrıcalıklı kılanlar ve Devletin üst düzey makamlarına atanabilmek için,  FETÖCÜ olmayı zorunlu bir imtiyaz haline getirenler, 

FETÖ ile aynı menzile yürüdüklerini açıkça beyan edenler, 

FETÖY'e;  gel, ülkene dön,  artık bu hasret bitsin diyerek çağrılar yapıp,  meydanlarda nutuk atanlar, 

Yüksek Askeri Şura'nın;  gerçekten şura ve askerlerin ağırlıkta olduğu dönemlerde, FETÖCÜ oldukları için ordudan atılan subayların bu ihraç kararlarına katılmayarak muhalefet şerhleri koyanlar, 

Kim, ya da kimlerdir, Sayın SOYLU, bu sorulara da korkmadan cevap verebilecek misin?

Daha bitmedi. 

Bir zamanlar PKK ile çözüm süreçleri ilan edenler, müzakere masalarına oturanlar, Kandile iktidar adına görüşmeler yapmak için Mit personellerini ve milletvekillerini gönderenler, 

PKK lideri ÖCALAN ile görüşmeler yapmak, onun yazdığı mektupları, talimatları  alarak, gereğini yapmak,  Diyarbakır Meydanlarında okumak için,  İMRALI'ya özel gemilerle aracılar gönderenler, 

PKK'nın; yüzlerce şehidimize mal olan hendekler kazmalarına göz yumanlar, onlar için çadır mahkemeleri kurarak, onlar adına pişmanlık beyanlarını mahkeme zabıtlarına geçirerek salıverilmelerini sağlayanlar, 

Kim,  ya da kimlerdir Sayın SOYLU, bunlar için de söyleyeceğin bir çift sözün ve cesaretin var mı acaba?

Sayın SOYLU; 

Çuvaldızı  başkasına batırmadan önce,  iğneyi kendine batırmalısın. 

Anayasa Mahkemesi Başkanını hala, kendi emrindeki Polis Akademisi Başkanı olarak, sinek gibi görmekten vaz geçmelisin artık. 

Beyanlarınla;  sürekli batıyosun, partini de batırıyorsun, milletin sinirlerini bozuyorsun, sus artık, yasaların size verdiği asıl görevinizin sınırlarına dönünüz lütfen. 

İma yollu, Anayasa Mahkemesi Başkanını FETÖCÜLÜKLE suçlayarak,  hiç bir yere ve amaca ulaşamazsınız,  bunu böyle biliniz lütfen. 

Elli yıllık bir hukukçu olarak inanıyorum ve bekliyorum ki; mesleklerinin en üst mertebesine ulaşan Anayasa Mahkemesi Başkanını ve üyelerini baskı altına alarak, yargıyı etkilemek amacınızda başarılı olamayacaksınız,  istediğiniz hukuk dışı kararları çıkarma arzunuzu,  asla gerçekleştiremeyeceksiniz. 

Egemenliğin gerçek sahibi olan Türk Milleti; kendi adlarına anayasa yargısı yetkisini kullanan Anayasa Mahkemesinin ve başkanının yanındadır, herkes bunu böyle  bilmelidir. 

Güner Yiğitbaşı

24/09/2020

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu 

 

İyi Parti'nin  Ayağına Kurşun Sıkılmıştır

İYİ PARTİ; ağırlıklı olarak, MHP kökenli kişiler tarafından kurulan bir partidir. 

MHP yönetiminin, AKP'nin de yardımıyla sergilediği ayak oyunları olmasaydı, BAHÇELİ kongrede yenilecek ve MHP Genel Başkanlığı koltuğundan indirilecek,  büyük bir ihtimalle AKŞENER MHP Genel Başkanı olacak ve bugün İYİ PARTİ olmayacaktı. 

Aslında, Meral AKŞENER ve arkadaşlarının MHP'den ayrılmak zorunda bırakılmaları ve YENİ PARTİ'yi kurmaları,  isabetli olmuştur. 

Ki; İYİ PARTİ kısa sürede barajı aşarak meclise girmeyi başaracak bir güç elde etmiştir. 

Meral AKŞENER'in bayan olması, merkez sağ parti olan Doğruyol Partisindeki geçmişi, İçişleri Bakanlığı yapmış olması ve büyük gayretleri, partinin kuruluşunda ve içinde, örneğin Aytun ÇIRAY gibi, merkez sağdan gelen deneyimli isimlerin yer almaları ve seçmene güven aşılamaları, yeni bir parti olan İYİ PARTİ'nin bu kısmı başarısında etkin rol oynamıştır. 

İYİ PARTİ'nin,  CHP ile Millet İttifakı içinde yer alması, Cumhur İttifakından uzak durması, AKŞENER'in il il dolaşarak halka dokunması da, İYİ PARTİ'yi, özellikle merkez sağ muhafazakar seçmen için cazibe merkezi haline getirmiştir. 

Bu şekilde ve koşullarda  geçtiğimiz Pazar günü 2. Olağan Büyük Kongresini yapan İYİ PARTİ, kongreye de iyi ve büyük umutlarla başlamış, genel başkan AKŞENER etkili bir konuşma yapmış, ancak bu güzelliklerden sonra olanlar olmuştur. 

Kulis haberlerine göre, parti teşkilatı; delegelere müdahale ederek, genel idare kurulu seçiminde kendilerine oy verilmeyecek kişilerin isimlerini ihtiva eden bir liste vermişler ve partideki merkez sağı temsil eden güçlü isimler,  seçimde liste dışında bırakılmışlardır. Liste dışı bırakılanlardan en flaş isim de,  partinin genel başkan yardımcısı Aytun ÇIRAY'dır ve bu isim İYİ PARTİ'nin vitrin ismidir. 

İYİ PARTİ'de yapılan bu ayak oyunları, AKŞENER ve onun şahsında İYİ PARTİ'nin ayağına silah sıkmış ve partinin itibarını büyük oranda zedelemiş, Cumhur İttifakının yelkenine rüzgar olmuştur. 

Bize göre, yapılan  bu talihsiz ve çirkin ayak oyunu; partinin, milliyetçiler dışında  merkez sağı da temsil ederek tabanının genişlemesine zarar vermiştir.  

İYİ PARTİ,  merkez sağı da temsil etmeyecekse, tabanını genişletmeyecekse ve sadece MHP artığı ve karşıtı  milliyetçilere hitap edecekse,  niye kurulmuştur?Aslı MHP vardır zaten, kopyasına gerek yoktur. 

İYİ PARTİ'ye yazık edilmiştir. İYİ PARTİ'li değiliz ve CHP'yi bırakıp gittiği için kendisine içerlediğimiz, donanımlı ve dürüst politikacı Aytun ÇIRAY' sız bir İYİ PARTİ'yi, biz düşünemiyoruz. 

Bundan sonra, partiye bu komployu kuranlar partiden uzaklaştırılmazlarsa, hiçbir şey olmamış gibi davranılırsa,  İYİ PARTİ bize göre barajı dahi aşamayacktir. 

Bu arada, Millet İttifakı da büyük bir yara alacak ve ERDOĞAN'ın ekmeğine yağ sürülecektir. 

Komploculara,  gerekli ve hak ettikleri  dersin verilmesi ise, İYİ PARTİ'nin şansı olacaktır. 

AKŞENER'e,  büyük bir görev ve sorumluluk düşmektedir. 

Güner Yiğitbaşı

23/09/2020

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Berberoğlu Meclis'e Dönebilecek Mi?
CHP İstanbul Milletvekili Enis BERNEROĞLU'nun hak ihlali başvurusunun Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edilerek,  BERBEROĞLU'nun hak ihlaline uğradığına karar verilmesinden sonra, hak ihlaline neden olan mahkumiyet kararı mecliste okunarak milletvekilliği düşen Sayın BERBEROĞLU,  yeniden milletvekili sıfatını kazanarak meclise dönebilecek midir?

Bu sorunun bir hukukçu olarak, bize göre kesin cevabı; evet,  dönebilecektir. 

Burada, tartışılması gereken husus; BERBEROĞLU'nun meclise dönüp dönemeyeceği değil, kesin ve tartışmasız olan bu dönüşün,  hangi usul ve yol izlenerek sağlanacağıdır. 

Anayasa Mahkemesi; BERBEROĞLU'nun mahkumiyetiyle sonuçlanan ve mecliste okunarak milletvekilliğinin düşmesine neden olan yargı kararının, hukuka aykırı, hak ihlaline neden olan bir karar olduğunu, BERBEROĞLU'nun suçsuz olduğuna ve beraat etmesi gerektiğine karar vererek, hak ihlali kararının, BERBEROĞLU hakkında verilen hukuka aykırı mahkumiyet  kararının ortadan kaldırılarak hakkında yeni bir karar verilmek üzere,  yerel mahkemeye gönderilmesine karar verilmiştir. 

Anayasa Mahkemesinin kararlarının geriye yürümeyeceğine ilişkin kural, Anayasa Mahkemesinin; yasama organı tarafından yapılan yasa ve yasamaya dair sair işlemlerin iptaline ilişkin kararlarla sınırlıdır. 

Anayasa Mahkemesinin; yerel ve üst mahkemelerin kararlarında bir hak ihlali olduğunu tespit ettiği kararları,  geriye yürüyerek sonuç doğurur. Bu hak ihlali kararlarının doğal sonucudur. 

Aksini kimse savunamaz. Savunulması da,  abesle iştigaldir. 

Hak ihlali kararları geriye yürüyemeyecek ise; hakları ihlal edilen insanlar,  hak ihlaline uğradıklarını iddia ederek,  niçin Anayasa Mahkemesine gitsinler, hak ihlali talepleri kabul edilse bile,  bu kararın geriye yürümeyeceğini bile bile, hak ihlaline uğrayan kişiler niçin Anayasa Mahkemesine başvursunlar?

Yargı organlarına başvurabilmek için; bu başvurularında insanların hukuki yararlarının bulunması zorunludur. Hukuki yararı olmayan bir kişi,  yargıya başvuramaz. Örneğin;  beraat eden bir sanık, beraat kararı hakkında üst mahkemeye başvuramaz. Zaten aklı başında olan bir sanık; beraatin yasal gerekçesini beğenmeme dışında, ben mahkum olmalıydım gerekçesiyle, yararına olan beraat kararının bozulması için üst mahkemeye başvurmaz. 

Bu itibarla,  hak ihlalleri başvuruları sonunda verilen Anayasa Mahkemesi kararları, geriye yürür ve hak ihlaline neden olan karar, BERBEROĞLU örneğinde olduğu gibi; o kişinin,  örneğin milletvekilliğinin düşürülmesine neden olmuşsa, milletvekilliğinin düşürülmesine neden olan kararın,  hak ihlal edilerek verilen hukuk dışı bir karar olduğunu saptayan Anayasa Mahkemesi kararı, geriye yürüyerek,  düşen milletvekilliğinin tekrar geri gelmesi sonucunu doğurur. 

Hukukta nedensellik bağı, sebep ve sonuç ilişkisi ilkesi vardır. 

Nasıl ki; BERBEROĞLU'nun kesinleşen mahkumiyet kararının Mecliste okunması, milletvekilliğinin düşmesi sonucunu doğurmuşsa, BERBEROĞLU hakkında verilen ve milletvekilliğinin düşürülmesi sonucunu doğuran mahkumiyet kararının, bir hak ihlali sonucunda verildiğini,  Anayasa Mahkemesinin saptadığı, yargıyı, yasamayı,  yürütmeyi ve herkesi bağlayan  hak ihlali kararına dayalı olarak,  BERBEROĞLU hakkında verilmesi gereken,  mahkumiyet kararını ortadan kaldıracak olan  beraat kararı da, BERBEROĞLU'nun;  düşen milletvekilliğini yeniden kazanarak,  meclise dönüşü sonucunu doğuracaktır. 

Burada önemli olan ve tartışılması gereken husus;  bunun ne şekilde sağlanacağıdır. 

İdare hukukunda şekil muvaziliği denilen bir ilke vardır. 

Bir işlem;  nasıl ve hangi usulle alınmışsa, aynı usulle ortadan kaldırılacaktır. 

Bu nedenle yapılması ve izlenmesi gereken yol,  şu olmalıdır. 

Anayasa Mahkemesi;  hak ihlali kararını acilen gerekçelendirerek, gereğini yapması için Yargıtay'a gönderecek, Yargıtay da,  yerel mahkemeyi dahi devreye sokmadan ve  acilen,  Anayasa Mahkemesinin bağlayıcı olan hak ihlali kararına uyarak,  BERBEROĞLU'nun beraatine karar verecek ve bu kararını acilen Meclis Başkanlığına gönderecek ve Meclis Başkanı da bu beraat kararının Meclis genel Kurulunda okunmasını sağlayarak, okunan mahkumiyet kararı ile milletvekilliği düşen BERBEROĞLU, okunacak olan beraat kararı ile yeniden milletvekilliği sıfatını geçmişe dönük olarak kazanacak ve alamadığı özlük hakları BERBEROĞLU'na geçmişe dönük olarak ödenecektir. 

İzlenmesi gereken yol,  bize göre budur. 

Güner Yiğitbaşı

22/09/2020

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Ayı İle Dost Olan

Mevla’nın Mesnevi’sini(1)okuyordum. Orada ilgimi çeken manzum mesnevide, ayı ile dost olan bir adamın başına gelenleri ve Mevlana’nın yorumlarını da katarak sizinle paylaşmak istedim. Toplumda kişilerin olur olmazlarla dostluk kurmalarının yanlışlığını vurgulayarak örneklemesi ilgimi çekti.
“Bir ejderha, bir ayıya sarılmıştı. Yiğit bir kişi yürüdü, ayının bağırmasına yetişti. Dünyada düşkünlere yardım eden erler vardır. Onlar mazlum kişiler feryat edince yardımlarına yetişirler. Ayı ejderhanın elinden feryat edince, aslan er kişi koştu, ayıyı ejderhanın elinden kurtardı. Hile ile erlik birbirine arka oldu, ejderhayı bu güçle, bu kuvvetle alt edip öldürdü”.
“Ejderhanın gücü var, ama hilesi yoktur. Senin hilen var ama hilenden üstün hile var”.
“Hile ve tedbirini görünce yürü, o bile, o tedbir nerden geldi? O başlangıç tarafına dön”.
“Ayı o ejderhanın elinden kurtulunca, o erin bu yiğitliği v cömertliği karşısında,
“Ashab-ı Kehf’in köpeği gibi, onun peşine takıldı”.
“Ayıyı kurtaran er hastalandı, başını yastığa koyup yattı”.
“Ayı, ona bağlanıp gönül vermiş olduğundan, başında beklemeye başladı”.
“Birisi oradan geçerken “bu halin ne? Ey kardeşim, bu ayıyla ne işin var?”
Adam bunun üzerine ejderha hikâyesini anlattı. Öbürü, “ayıya güvenme behey ahmak. Ahmağın dostluğu düşmanlıktan beterdir. Onu ne yapıp edip yanından uzaklaştırman gerek”, dedi.
“Er dedi ki: Vallahi bunu çekemezliğinden söylüyorsun, Yoksa sen ne bakıyorsun, sevgisini gör”.
“Adam, “ahmakların sevgisi aldatıcı bir sevgidir, benim bu çekememezliğim onun sevgisinden daha iyidir.
“Be adam, gel benimle birlik ol da, o ayıyı sür, başından kov. Senin gibi insan olan birini bırakıp ayıya güvenme”, dediyse de.
Er: “Git oradan hasetçi herif, kendi işine bak,” dedi. Adam: “İşim buydu, ama sana nasip değil.”
“A yüce kişi, ben bir ayıdan daha aşağı değilim ya! Onu bırak da eşin, dostun ben olayım.
Başına bir şey gelecek diye yüreğim titriyor. Böyle bir ayı ile ormana gitme. Şu gönlüm hiç boş yere titremedi, bu sezgi Allah’ın nurundandır, saçma değil.
“Ben Müslümanım. Müslüman Allah nuruyla bakar. Sırrına ulaşmışım. Kendine gel, bu ateş tapınağından vazgeç” dedi.
“Bütün bunları söyledi ama erin kulağına girmedi. Kötü zan, insanı için çok büyük perdedir.
“O ayının elini tuttu. Adamın elini bıraktı. Adam da “senin aklın başında değil, gidiyorum, ”dedi.
“Er dedi ki: “Git benim için tasalanma. A boşboğaz adam, bu derece ukalalıktan dem vurma.”
Adam tekrar “ben senin düşmanın değilim, peşimden gelirsen, kendine iyilik etmiş oluşun”. Dedi.
“Adam “uyumak geldi”, dedi. “Beni bırak, işine git”. Adam, yahu ne olur bir de dosta uy da,
“Akıllı birisinin himayesinde, gönül sahibi bir dostun yakınında uyu”, dedi.
“Öbürü, onun bu konudaki ısrarından iyice huylanıp kızdı. Yüzünü döndürdü ondan.
“Bu, galiba bana kastetmeye gelmiş bir kanlı ya da benden bir şey uman bir dilenci.”
“Yahut beni bu ayıyla korkutma konusunda daha önce dostlarıyla bahse girmiş olmalı”, dedi.
“İçinin kötülüğünden dolayı, hatırına iyi bir şey gelmedi. Bütün iyi zamanı tamamıyla ayıdandı. Sanki ayıyla aynı cinstendi.
Bir köpek uğruna akıllıyı suçladı da, ayıyı muhabbet ve merhamet sahibi bir dost bildi.
Ayı ile sıkı dost olana öğüt veren, öğütlerini önemsemeyen bu kişiyi iyi niyetli Müslüman kızarak ve içinden “la havle”  diyerek o ahmağı bırakıp gitti. “Benim ona ciddi olarak öğüt vermemden, üstüne düşmemden gönlündeki hayaller arttı, büsbütün kuruntulandı.”
Bu konuşmalardan sonra, ayı ile dost olan adam uykuya daldı. Kendini ejderhanın elinden kurtaran adama karşı mihnet duyguları besleyen, onu çok seven ayı da onun üzerine konan sinekleri kovalamaktaydı. Adamın yüzüne konan sinekleri ayı kovalıyor, sinek kaçıyordu. Fakat sinek inadına geri geliyordu ve kalktığı yere tekrar konuyordu.
Ayı, adamın yüzünden birkaç kere sineği kovdu. Sinek kaçıyor, derken sinek yine gelip oraya konuyordu.
Ayının kini çok kötüdür; ayı sineğe iyice kızdı. Dağa gidip kocaman bir kaya aldı, getirdi. Baktı ki sinek, yine uyuyan adamın yüzüne konmuş. Ayı sineğe daha da kızmıştı.
Çok sinirlenen ayı, o değirmen taşı büyüklüğündeki kayayı kaldırdı ve sineği öldürmek için adamın yüzündeki sineğe fırlatıp atıverdi!
“Kaya, uyuyan adamın yüzünü yamyassı etti. Ahmağın sevgisi, tıpkı ayının sevgisidir. Onun kini sevgidir, sevgisi kin”. 
Demek ki kişi dostunu akıllı ve iyi kişilerden seçmelidir. Ahmak kişinin sevgisi de sana zarar verir. (sf 56)

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız
SONNOTLAR

(1)Mevlana Celaleddin Rumi Seçmeler Morpa Kültür Yayınları 2004 sf 43-47-56

 

Bu Toplum Daha Nereye Kadar Susacak?

Bu pandemi ortamında canları pahasına, Hipokrat yeminlerine bağlı kalarak,  gece ve  gündüz özveriyle hizmet eden,  insanlara sağlık dağıtan doktorlarımızın büyük çoğunluğunun üst meslek kuruluşu Türk Tabipler Birliğine yönelik,  yedek lastik konumundaki işlevsiz ve kifayetsiz bir siyasinin soruşturma açılsın, kapatılsın diyerek saldırıları yetmiyormuş gibi, Akit denilen paçavra da, ”TTB KANDİL ÜSSÜ GİBİ” diye manşet atmış. 

Allahtan korkunuz, Türk Tabipler Birliğini nasıl Kandil üssü ile bir tutabilirsiniz. 

Kandil üssünde; Türk güvenlik güçlerinin ve masum insanların öldürülmelerinin planları yapıldığı halde, Türk Tabipler Birliğinde ise; insanlarımızı,  Korona virüs salgınından nasıl koruruz ve sağlıklı kılarız diye kafa yorularak planlar yapıldığı ayrımını yapamayacak kadar gözleri kararmış,  gerçekleri göremeyecek kadar akıllarını yitirmiş bu nankörler. 

Ülkenin İçişleri Bakanı çıkmış, mahkemenin kararını eleştirme hudutlarını aşarak,  Anayasa Mahkemesine ve başkanına saldırıyor ve bu saldırılara karşı Anayasa Mahkemesine sahip çıkan aklıselim sahibi insanlara,  adeta çamur atıyor. 

Bu ülkenin İçişleri Bakanı sadece kendisini vatan sever zannediyor, iyi ki görevi gereği terörle mücadele ediyor, bunu dayanarak herkesle ağız dalaşına girebileceği konusunda hak sahibi haline geldiğini zannediyor. 

Bir de Anayasa Mahkemesi Başkanına meydan okuyarak; korumasız,  bisikletinle işe git de görelim seni diyor. Bununla da yetinmiyor, sen varsan, ben de korumasız işe gideceğim diyerek mangalda kül bırakmıyor, bizleri kahkaha ile güldürüyor. 

Sayın İçişler Bakanı; sizin bu meydan okumanızdan bu yana gördük ki; sayın Anayasa Mahkemesi Başkanı yüreksiz ve korkak çıktı ve korumasız iş yerine gidemedi!

Sıra sizde, Sayın İçişleri Bakanı. Anayasa Mahkemesi Başkanına inat,  sizin korumasız olarak işe gitmenizi bekliyoruz. Sizin yüreğinize ve cesaretinize güveniyoruz. Bizi mahcup etmeyiniz lütfen. 

Bir de toplumdan, sivil toplum kuruluşlarımızdan, Barolardan, Sendikalardan,  tüm meslek kuruluşlarından bir ricamız var. Sizler,  sağlıklı bir demokraside baskı gruplarısınız, demokrasinin çoğunlukçu değil çoğulcu bir sistem olması bundandır. Sizler de susmayınız artık, sesinizi çıkarınız, çığlık atınız artık, sonra çok geç kalmış olacaksınız. 

Güner Yiğitbaşı

21/09/2020

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Baykal’a Çok Önceden Çeşitli Tuzaklar Hazırlanmış

Halk TV de yayınlanan Ayşenur Aslan’ın sunduğu Medya Mahallesi programına konuk olan Onur Öymen(1), Baykal’a kurulan komplo ve tuzakların bazılarını ilk kez anlattı.
Öymen’e anlatılanlara göre, daha Baykal’ın başına “kaset tuzağı” olmadan aylar öncesinden, “CHP Genel Başkanı (Deniz Baykal) istifaya zorlanır, mecbur edilir”  denilerek,Türkiye’den, İsveç’ten Amerika’ya kadar, Deniz Baykal hakkında çeşit tuzak, komplo olayları tertip edilmeye başlandığını, onu böylece istifaya zorlanacağı planları anlatılıyor. Bütün bu tuzakların, şantajların, tertiplerin Ergenekon gibi, YÖK sınav hırsızlıklarından tutun da vb çeşitli kumpasların kurulduğu 18 yıllık AKP dönemine rastlamakta olduğu görülüyor.
Halk TV de Medya Mahallesi programında Onur Öymen’in Ayşenur Aslan’a anlatımlarından, Deniz Baykal, CHP hakkında yıkıcı, yıpratıcı “Deniz Baykal’a suikast yapılacağı”ndan tutun da, “Türkiye’de bütün kötülüklerin anası Deniz Baykal’dır” denilerek hazırlanacak tuzak ve komplolarını öğreniyoruz. Bütün bunları ilk kez Onur Öymen aynı yayında ilk kez şunları anlatıyor:
“-Wikliks belgelerinden önce şunu anlatayım size. İpek Yolu diye Sikrot diye bir enstitü var İsveç’te. Bu Türkiye ve Orta Asya ülkeleri hakkında raporlar yazıyor, değerlendirmelerde yapıyor. Amerika’daki Johns Hopkins Üniversitesi ile beraber çalışıyorlar. Bunun yöneticileri geldi beni ziyaret etti, 2009 yılının başlarında dediler ki, “Türkiye ile ilgili son raporumuzu size getirdik”.
Neymiş bu Türkiye raporu, işbu rapor?  “Efendim Türkiye ilgili muhtemel bir senaryo var, 60-70 sayfalık bir rapor. Neler olabilir Türkiye’de. Üç tane senaryo var başlıca. Bir tanesi, Türkiye Batı’dan kopar, tamamen bir İslam devleti olur. Bir Orta Doğu devleti, din devleti olur. Öyle olursa nasıl olur”, uzun uzun anlatıyor, olumsuz sonuçları da dile getirmiş.
İkinci senaryo, efendim 2011 yılında Türkiye’de bir askeri darbe olur. Onu anlatıyor, askeri darbe olur. Şu olur, bu olur.
Üçüncü senaryo, “iç politikada önemli değişiklikler olur”, neymiş o, anlatıyor bir şeyler, ondan sonra diyor ki, “CHP Genel Başkanı istifaya zorlanır, mecbur edilir. Deniz Baykal istifaya zorlanır, onu yerine Kemal Kılıçtaroğlu gelir. “Kılıçtaroğlu partinin politikalarını değiştirir ve Avrupalı bazı partiler de ona destek olur”. Bunları Kılıçtaroğlu’na da okuttum, Baykal’a da okuttum, sayın genel Başkanı Baykal’a da okuttum.
Kılıçtaroğlu’na anlattım, sizin için böyle böyle diyorlar; yani bu onlar için de sürpriz değil. Kılıçtaroğlu bir şey demedi, dinledi, yorum yapmadı.
Ben bir gün İstanbul’dayım, Baykal’ın istifasından iki üç ay önce, kaset olayı patlamadan önce bir telefon geldi, telefonda, “size üzüleceğiniz bir haber vereceğim, Sayın Baykal büyük bir trafik kazası geçirdi, kurtarmaya çalışıyoruz”, diyor telefonda. Telaşa kapıldım, partiyi arıyorum, Baykal’ın nerede olduğunu bilen yok, evini arıyorum evinde kimse yok, arkadaşları arıyorum kimsenin haberi yok. 20 dakika geçti bir telefon daha, “maalesef Baykal’ı kurtaramadık”, diyorlar. Biz gerçekten büyük bir telaşa kapıldık. Anlaşıldı ki, Baykal o sırada uçakta, Baykal uçakta olduğu için ona ulaşamayacağımızı biliyorlar ve böyle bir panik havası yaratmaya çalışıyorlar.
Şimdi bu bir şaka mıydı, acaba birisi bize kötü şaka mı yaptı, diye düşündük. Bir süre sonra telefon edecek “nasıl da kandırdım sizi” diyecek. Ama netice itibariyle bu son derece tatsız ve düşündürücü bir olaydır.
Derken bunun üzerinden bir ay geçti. Baykal’ın istifasından önce, Brüksel’e gittik. Brüksel’de AB de Genişlemeden Sorumlu Komisyonu ziyaret edeceğiz, arabadayız. Bu sefer İsviçre’den bir telefon, bir Türk dedi ki, “şimdi öğrendiğime göre” dedi. “Siz Brüksel’desiniz ve Baykal’la birlikte genişlemeden sorumlu komisyonu ziyarete gidiyorsunuz”.  Nerede olduğumuzu biliyor, nerede olduğumuzu biliyor; “aldığım bir bilgiye göre sizi uyarıyorum, Sayın Baykal’ı uyarıyorum, aldığım bilgiye göre, oraya giderken size bir Baykal’a bir suikast yapılacak” diyor.
Bunu Baykal’a söyledim, o pek ciddiye almadı, bir şey de olmadı.  Gittik döndük. Türkiye’ye bir haber, “efendim Avrupa’da Baykal’a bir suikast yapılacaktı, vaz geçtiler sonradan”, falan.
İçişleri Bakanlığına sordum, “öyle bir şey vardı ama tam bilmiyoruz, İstanbul bilir” dediler. İstanbul Emniyetine bir arkadaşı yolladık, dedikleri şu: “Evet böyle birisi vardı, adını da biliyoruz, vatandaşlık numarasını da biliyoruz, böyle bir suikasta yeltenmiş, fakat sonra vazgeçmiş. Dava mava açıldı, sonucu bilmiyoruz”.
Bu olayı öğrendikten sonra biz ertesi sabah, o zaman Genel Sekreter Önder Sav’dı. Önder Sav’la beraber ikimiz basın toplantısı yaptık ve bu olayı kınadık. Nasıl olur devlet bunu önleyemez, öğrenemez, bize haber vermez, filan diye tepki gösterdik.
O gece kaset olayı patlak verdi. Şimdi onu nasıl yorumlayacaksınız.
Ayşegül Aslan (AA): İçişleri Bakanlığının “ben bilmiyorum, İstanbul bilir” demesi bile başlı başına bir olay”.
Onur Öymen (OÖ): Yani biz yeterince bilmiyoruz, İstanbul daha ayrıntılı bilgi var dediler. Biz bilmiyoruz demediler ama ona rağmen bize bildirmeleri gerekirdi.
A.A: “Tekrar konunun başına dönelim, siz Brüksel’e gidiyorsunuz, dediğiniz gibi neredesiniz, siz kimsiniz, her şeyi adım adım biliyorlar.
O.Ö.-Biliyorlar, otomobille giderken “sizin şu sırada AB de genişlemeden sorumlu komiserini ziyarete gittiğinizi biliyoruz” diyorlar ama adam bizden yana, yani bizi uyarıyor ki “Baykal dikkat etsin”, daha önce de böyle telefon açmıştı.
Neticede bir yerden duymuş Türkiye’den uyarıyor Baykal’ı ki “aman tedbirli olun” falan diye. Baykal da fazla ciddiye almadı. Hakikaten böyle bir girişim varmış ve bu adam sonradan vaz geçmiş; şimdi bu birinci perde.
Wikileaks (2)Belgelerinde CHP
İkinci perdesi şu: Baykal’ın ayrılmasından sonra, partide görev değiştirmesinden iki üç ay sonra, Wikileaks Belgeleri sızdı. Wikileaks Belgelerinden önce şunu anlatayım size. Wikileaks belgeleri 248 bin sayfa, okumak için bir ömür lazım, ama bunların içinde aralar yapmak kabil isimlere göre, neyse, araştırdık ve şu çıktı ortaya. CHP ile ilgili birçok şey var, binlerce sayfa CHP den bahsediyor. Bir kısım basın açıklamaları, bir kısım yaptığımız konuşmalar var, Baykal’la benimle arkadaşlarımla, her neyse bunlar o kadar önemli değil.
Bir yerde, CHP den bahsederken çoğu zaman şunu söylüyor, CHP virgül Kemalist, (kötü bir sıfat), virgül milliyetçi, virgül laik; bunlar CHP nin kötü özellikleri, onların gözünde, her neyse.
Bir yerinde iç politika değerlendirmesi yapıyor. Türkiye’de iç politika böyledir, şöyledir, muhalefet böyledir derken bir yerde diyor ki: “Derler ki -Türkiye’de bütün kötülüklerin anası derin devlettir-“bunun aslı yoktur” diyor. Bunun aslı yoktur, “Türkiye’de bütün kötülüklerin anası Deniz Baykal’dır” diyor. Onun için tam tabiri ile söyleyeyim, belgedeki tabiriyle, “onun için Deniz Baykal’ı defedilmesi lazımdır”. Yerine bizim makul görebileceğimiz bir insanın gelmesi lazımdır. Bu belki de Türkiye’de iktidar değişikliğine yardımcı olur”. Öyle bir laf var, iktidarda çok fazla tuttuklarından değil, istedikleri değişiklikleri yaptırmak Türkiye’de, hem muhalefette hem iktidarda, bunun üzerinde fazla durmuyor geçiyor. Derken üzerinden altı ay geçiyor, altı ay geçtikten sonra Dış İşleri Bakanı Hillary Clinton Ankara’ya b ir telgraf çekiyor. O telgrafta diyor ki, “Baykal istifa etmiş gibi, istifasına daha yedi sekiz ay var, “Baykal’ın yerine Kemal Kılıçtaroğlu olur mu, olursa Baykal’ıun gücü onu engellemeye yeter mi? Filan, ondan sonra birtakım sorular soruyor alta alta filan. Ona büyükelçinin cevabını okuyamıyoruz, çünkü o yok, Wikileaks Belgelerinde, belki onu özel kurye ile mi gönderdiler ne yaptılar falan bilmiyoruz ama bizzat Dış İşleri Bakanı CHP de yönetim değişikliği üzerinde duruyor, değişiklik hiçbir söz konusu değilken, daha kurultaya yedi sekiz ay varken.
Şimdi bir parantez daha açalım, hepsini birbirine birleştirirseniz bir mana çıkıyor. Yoksa onu tek tek alırsanız, o öyledir bu böyledir hepsine bir mana bulunabilir. O da şu, bu sene 2018 yılının 18 Şubat tarihinde bir makale yayınlanıyor, bir yazı yayınlanıyor, uzun bir yazı. Eski istihbarat başkanları, CIA Başkanları istihbarat uzmanları bunları toplamışlar. Onlara soruyorlar, “Rusya’nın, Amerika’nın seçimlerine müdahale etmiş olduğuna ihtimal veriyor musunuz? Gerçekten bu konuda etkili olmuş olabilir mi Trump’ın seçilmesine”.
Cevap, “bizce muhtemeldir” diyorlar. “Bizce Amerikan seçimlerine Rusya’nın etkilemesi muhtemeldir”. Ama diyor size şunu söyleyelim, bizim tespitlerimize Rusya 36 ülkede iktidarların değişmesine etkili olmuştur, seçim yoluyla veya darbeler yoluyla. Ama biz diyor Amerikalılar 81 ülkede bunu yaptık” diyor ve neler yaptıklarını anlatıyorlar”.

Cevat Kulaksız 

Cevat Kulaksız
SONNOTLAR

(1) Onur Başaran Öymen (d. 18 Ekim 1940; Kadıköy, İstanbul), Türk diplomat ve siyasetçidir. Diplomat olarak uzun bir süre dış ülkelerde Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil eden Onur Öymen, daha sonra siyasete girmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi 22. dönem İstanbul ve 23. dönem Bursa milletvekili olan Öymen, aynı zamanda 5 Kasım 2003'ten 23 Mayıs 2010 tarihine kadar Cumhuriyet Halk Partisi genel başkan yardımcısıydı.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Milletvekili 2

(2) Wikileaks, anonim kaynaklara dayanarak hassas belgeler yayınlayan ve kâr amacı gütmeyen uluslararası bir sivil toplum kuruluşudur. 2006-2016 arasındaki 10 yıllık süreçte 10 milyon belge yayınladığı belirtilen organizasyonun kurucusu ve yöneticisi Avustralyalı internet aktivisti Jullian Assange’dır. Kristinn Hrafnsson, 2018 yılından beri sorumlu editörlüğünü yürütmektedir 
Organizasyon başlangıçta, Afganistan’daki savaş harcamaları, Kenya’da yolsuzluk soruşturmaları Guantanamo Körfezi’ndeki Amerikan hapishanelerinin operasyon bilgilerini yayınlamıştır. 2012’de “Suriye Dosyaları” ismiyle iki milyondan fazla e-postayı ifşa etmiştir[
https://tr.wikipedia.org/wiki/WikiLeaks2

Teşekkürler İçişleri Bakanı

 İçişleri Bakanı, 
Anayasa Mahkemesini hedef aldığı sözleriyle ilgili yeni bir açıklama yaparak, "Geçen gün Anayasa Mahkemesi ile ilgili bir söz söyledim.  Çok hoşuma gitti.  Kimlerin Anayasa Mahkemesi'ni savunduğunu gördüm.  Bu devlete 'katil' diyenler ve Anayasa Mahkemesi tarafından 'siz katil deme hürriyetine sahipsiniz' diyenler,  yıllardan beri bu ülkenin değerlerini yermek isteyenler hepsi bir cephe oldular,  hepsini Allah bir fotoğrafta göstermek nasip etti" demiş. 

İçişleri Bakanı SOYLU; Anayasa Mahkemesine yönelik sözlerinin işe yaradığını, hoşuna gittiğini, bu sayede,  Anayasa Mahkemesi ile ilgili söylediği hukuk dışı,  bir bakana asla yakışmayan,  mahkemenin aldığı kararı eleştiri hudutlarını aşarak,  Anayasa Mahkemesini ve başkanını itibarsızlaştırmayı ve işlevsizleştirmeyi hedefleyen,  etik dışı beyanlarına karşı çıkarak,  kendisinin bu sözlerini eleştiren ve Anayasa Mahkemesini ve başkanını savunan kişileri görüp tanıdığını, Anayasa Mahkemesi ile ilgili sözleri sayesinde,  ülkenin değerlerini yerenleri ve devlete katil diyenleri görüp tanıma fırsatını bulduğunu,  söylemiş. 

Yani, İçişleri Bakanı; Anayasa Mahkemesinin kararını eleştirmenin sınırlarını aşan kendi sözlerini haklı olarak eleştirenleri; devlete katil diyenlerle, ülkenin değerlerini yermek isteyenlerle özdeşleştirmiş ve onları da itibarsızlaştırmıştır,  aklı sıra. 

İçişleri Bakanının;  Anayasa Mahkemesi Başkanına ve Anayasa Mahkemesine yönelik,  anayasaya ve devlet adamlığı etik ve ciddiyetine aykırı, eleştiri hudutlarını aşan beyanlarını,  biz de ağır şekilde eleştirdik ve bu konuda bir makale yazıp yayımladık. 

İçişleri Bakanı; bu ek beyanlarıyla,  Anayasa Mahkemesini savunan bir kişi olarak,  bizi de,  devlete katil diyen ve ülkenin değerlerini yermek isteyenler kategorisine sokmuş. 

İçişleri Bakanından övgü değil yergi almak,  bizim ve bizim gibi düşünenler için büyük bir şeref ve onurdur, Allah kendisinden razı olsun. Aksi olsaydı,  gerçekten çok üzülür ve kahrolur, dostlarımızın yüzüne bakamazdık. 

Hani bir güzel söz vardır ya, ”bana arkadaşının kim olduğunu söyle,  senin kim olduğunu söyleyeyim” diye. 

Bu güzel sözü; ”seni öven ve beğenen kim bana söyle,  senin etik değerini söyleyeyim” şeklinde de,  ifade edebiliriz. 

Teşekkürler İçişleri Bakanı; sizin,  devlet ve devlet adamlığı anlayışınızı ve ciddiyetinizi, ülkenin ve demokrasinin değerlerinden ne anladığınızı çok iyi bilen bir kişi olarak, bu son açıklamanız,  bizim için bir yergi değil, övünç vesilesi olmuştur.  

Güner Yiğitbaşı

20/09/2020

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu  

Menderes Devrinde Demokrasi Dışı Olanlar, Bazı Tespitler

Türkiye’de İslamcı, gerici akım, ilk kez çok partili yaşama geçtiğimiz 1950 yılında Menderes dönemi ile başladı, “turbana özgürlük” söylemi ile devam etti, şimdiki zirveye ulaştı. (Buna neden olan kanıtları aşağıda tek tek sunuyoruz).  Bunu başlatan, Türk demokrasisine büyük zarar veren, ülkeyi bir çiftlik gibi, muhalifleri ezerek yöneten Adnan Menderes-Celal Bayar ikilisinin DP dönemidir.
Bayar ve Menderes, Atatürk devrini yaşamış, hatta Kurtuluş Savaşımıza katılmış, devrimleri yaşamışlar fakat bu devrimleri ikisi de özümsememiş olmalılar ki, Türkiye’de söylem ve eylemleri ile irticanın tırmanışına neden olmuşlardır. Hele örtülü ödenekten metreslerine paralar ödeyen Menderes (inanmayan Soner Yalçın’ın Efendi kitabında görebilir), ahlak dışı davranışlar gösterip emrindeki personele “karını boşa ben alacağım” diyen Menderes, ilk kez uygulamaya başlanılan demokrasimizi öylesine ayaklar altına almışlar ki, ülkeyi 27 Mayıs 1960 darbesine sürüklemişlerdir. Menderes yönetiminin irticai uygulamalarının ürünü ve devamı olan (bunu zaman zaman kendileri de söylüyorlar) ve Menderes yönetimine methiyeler dizen, laiklik, Atatürk, Atatürkçülük, Cumhuriyet karşıtı olan günümüzün iktidarı da artan oranda ülkeyi laik rotasından çıkarıp çağın gerisine sürüklemeye başlamıştır.
Biz bunları gördük, görüyoruz, yaşıyoruz; sözü uzatmadan, aşağıda tespit edilebilen Menderes döneminin Cumhuriyet ve demokrasimize zarar veren olguların sıralanışını sunuyoruz. Biz de Menderes’in ölümünün 59 ncu yıldönümü anısına ve demokrasimiz adına size sunmak istedik. Doğruluğunu siz değerlendirin, yorumlayın. 

Cevat Kulaksız

Demokrat Parti Dönemi  

“Bugün takkeli iktidarı görünce Adnan Menderes dönemi daha iyi anlaşılıyor”.

3 Aralık 1950- Arap harfleriyle eğitim yapan dershanelere izin verildi.
8 Ağustos 1951- Hükümet, Halk Evleri’ne el koydu.
9 Ekim 1951- Devlet iç borçları 2 milyar 565 milyon liraya yükseldi.
4 Kasım 1951 - İlkokulların ders programlarına din dersi konuldu.
5 Haziran 1952 - Lozan Antlaşmasına göre Fener Rum Patrikhanesi’nin başındaki kişinin Türk vatandaşı olması gerekir. Bu ilke ilk kez ABD’den uçakla gönderilen Athenagoras’ın Türkiye’ye sokulması ile ihlal edildi. Başbakan Menderes Athenagoras’ı ziyaret etti.
8 Ekim 1952 - Balıkesir’e giden CHP lideri İnönü’yü Vali kent dışında karşılayarak, kente girmemesini, girerse olaylar çıkabileceğini ve kendisinin sorumluluk almayacağını belirtti. İnönü gezisinden vazgeçti.
24 Aralık 1952 – Anayasada bulunan Türkçe kelimler yerine Osmanlıca kelimeler kullandı. Bakanlık yerine Vekâlet kullanılmaya başlandı. Genelkurmay Başkanlığı’nın adı “Erkan-ı Harbiye-yi Umumi Reisliği” şeklinde değiştirildi ).
21 Ocak 1953 - Petrollerimizin işletilmesiyle ilgili ilk anlaşma bir ABD şirketiyle yapıldı.
21 Temmuz 1953 - Profesörlerin politika ile uğraşmalarını yasaklayan kanun kabul edildi.
27 Ocak 1954 - Köy Enstitüleri kapatıldı.
7 Mart 1954 - Petrol işletmeciliğini yabancı sermayeye açan ve Max Ball adlı bir yabancının hazırladığı Petrol Yasası Meclis’te kabul edildi.
8 Mart 1954 - Basını sıkı kontrol altına alan ve basın suçlarına yönelik cezaları yükselten Basın Kanunu kabul edildi. Hakaret suçuyla yargılananlara iddialarını mahkemede ispat hakkı tanınması isteği reddedildi.
2 Mayıs 1954 -  Genel Seçimler Yapıldı.
Oyların %57,6’sını alan Demokrat Parti 503 sandalye kazanırken, %35,4 oy alan CHP sadece 31 milletvekili çıkarabildi.
++
30 Mayıs 1954 - Osman Bölükbaşı’nı seçen Kırşehir, ceza olarak il olmaktan çıkarılıp ilçe yapıldı.
14 Haziran 1954- Seçimlerde CHP’ye oy veren Malatya ceza amacıyla bölünerek Adıyaman ili kuruldu.
21 Haziran 1954- Demokrat Parti kendi kadrolarını kurmak için devlette tasfiyeye yöneldi.
7 Ağustos 1954- Millet gazetesi sahibi Fuat Arna, Adnan Menderes’e hakaret ettiği için tutuklandı.
18 Ağustos 1954- Millet gazetesi yazarı Nurettin Ardıçoğlu ile yazı işleri müdürü Hüsnü Söylemezoğlu gazetede çıkan bir yazıdan dolayı 7’şer ay hapis cezasına çarptırıldılar.
23 Eylül 1954 - Hüseyin Cahit Yalçın, Cemal Sağlam, İbrahim Cüceoğlu hapis cezası aldılar.
1 Aralık 1954 - Hüseyin Cahit Yalçın, Hükümetin hakaret ettiği gerekçesiyle. 26 ay hapse mahkûm edildi ve 79 yaşında hapse girdi.
8 Nisan 1955 – Döviz bulunamadığı için kahve ithalatı yapılamadı. İstanbul’da hane başına 100 gram kahve dağıtımına başlandı. Kahve alanlar, muhtarların hazırladığı listeleri imzaladı.
20 Mayıs 1955 - Akis dergisi yazı işleri müdürü Cüneyt Arcayürek tutuklandı.
23 Haziran 1955 - Hükümete muhalif Akis Dergisi’nin yazı işleri müdürü Cüneyt Arcayürek “Hükümetin nüfuzunu kıracak neşriyat yapması ve bu suçu işlemekte devam etmesi ihtimalinin bulunması” gerekçesiyle 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.
20 Temmuz 1955 - Polis CHP Isparta İl Kongresini dağıttı. Kasım Gülek kürsüden indirildi.
5 Ağustos 1955 - Karadeniz gezisine çıkmış olan CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, Sinop’ta tutuklanarak İstanbul’a getirildi ve bir gün hapiste kaldı.
5 Eylül 1955 - Ekspres Gazetesi’nde Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atıldığı haberi yayınlandı.
6 Eylül 1955 - Atatürk’ün evine bomba atıldığı haberi üzerine, çok önceden planlanan gösteriler, kısa zamanda Rum vatandaşların işyeri ve evlerine yönelik yağmaya dönüştü.
7 Eylül 1955 -  Hükümet bu olayları muhaliflerinin üzerine yıkmak, onlardan da kurtulmak amacıyla olayları komünistler tezgâhladı söylemiyle idam talebiyle yargılanması öngörülen bu kişiler arasında Aziz Nesin, Kemal Tahir, Dr. Can Boratav, Asım Besirci, Hasan İzzettin Dinamo da bulunuyordu.
16 Eylül 1955 - Sabah Postası gazetesi kapatıldı yazı işleri müdürü Orhan Rahmi Gökçe tutuklandı.
19 Eylül 1955 - Muhalif yayınlarından dolayı Ankara’da Ulus Gazetesi süresiz kapatıldı.
15 Ekim 1955 – ISPAT HAKKI KALDIRILDI. Siyasiler hakkında bir iddia ileri sürenler hakaret suçuyla yargılanıp mahkûm olmaktaydılar. Yargılanan kişinin ispat hakkı kaldırıldı.
8 Şubat 1956 - Ekonomik sıkıntılar nedeniyle gazetelerin sayfaları 6’ya indirildi.
2 Mart 1956 -Cumhurbaşkanına hakaretten gazeteci Şinasi Nahit Berker 1 yıl hapse mahkûm oldu
8 Nisan 1956 - Başbakan Adnan Menderes, muhalefeti, “SİYASİ SAPIKLIK, SAHTE İHTİLALCİLİK, İNKÂRCILIK, ADİ VE ALÇAK İFTİRACILIK, SAHTE HÜRRİYETÇİLİK VE TEDHİŞÇİLİK”LE SUÇLADI.
31 Mayıs 1956 - CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, “dım adım mutlakıyete gidiyoruz” dedi.
14 Haziran 1956 - CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, TBMM’nin manevi şahsına hakaret ettiği gerekçesiyle 1 yıl hapse ve 4 ay Bursa’da ikamete mahkûm oldu.
13 Ağustos 1956 - Bakanlar Kurulunca ortaokullarda din dersi okutulmasına karar verildi.
28 Eylül 1956 -  PARSIZLIKTAN MALİYE, İSTANBUL’DA HAZİNEYE AİT 10 BİN ARSA VE 500 BİNAYI SATIŞA ÇIKARDI.
11 Mayıs 1957 - Gazeteci Nusret Safa Coşkun ve Rıfat Ekinci birer yıl hapse mahkûm oldular.
19 Mayıs 1957 - Kayseri’de halka yaptığı açıklamada Menderes, DP’nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde 15.000 YENİ CAMİ İNŞA ETTİK dedi.
2 Temmuz 1957 - CMP Genel Başkanı ve Kırşehir Milletvekili Osman Bölükbaşı tutuklandı.
6 Temmuz 1957 - Hükümet, İstanbul Gazeteciler Sendikası’nı bir süre için kapattı.
20 Ekim 1957 – Adnan Menderes Adana’da yaptığı seçim konuşmasında “İSTANBUL’U İKİNCİ BİR MEKKE, EYÜP SULTAN CAMİİNİ DE İKİNCİ BİR KÂBE YAPACAĞIZ” dedi.

27 Ekim 1957 - GENEL SEÇİMLER YAPILDI.
Oyların % 47,9’unu alan DP 424,  % 41,1’ini alan CHP: 178. Toplam 610 milletvekili seçildi.
++
27 Ekim 1957 - Seçim sonuçları tartışmalara neden olmuş. En vahim olaylar Gaziantep’te yaşanmış, seçimi ilkönce CHP’nin kazandığı ilan edilmiş, sonra bu karar değiştirilmiştir. Bu olayın yarattığı tepkiler üzerine kentin üstünde askeri uçaklar uçuruldu.
29 Ekim 1957 - Seçim günü Mersin’de bir CHP’linin öldürülmesi olayına yayın yasağı konuldu.
1 Kasım 1957 - Yeni meclisin toplanacağı bugün halkın tepkisinden çekinen iktidar başta meclisin çevresini tanklarla çevirmek dâhil kentin tüm önemli noktalarına askerî birlikler yerleştirdi.
10 Mart 1958 - DEMOKRAT PARTİ ÖRGÜTLERİNİN RAMAZAN AYI BOYUNCA CAMİLERDE DÜZENLEDİĞİ MEVLİTLERİN PROPAGANDA AMACIYLA DEVLET RADYOSUNDAN NAKLEN YAYINI UYGULAMASI BAŞLATILDI. (Oysa Müslümanlıkta Mevlit yoktur, Müslümanlığa 700 yıl sonra Osmanlılar tarafından eklendi. C.K.)
30 Nisan 1958 - Et sıkıntısını gidermek için Yeni Zelanda’dan koyun eti dışalımı yapıldı.
19 Temmuz 1958 - Nükleer silah taşıyan ABD uçakları İncirlik üssüne indi.
2 Ağustos 1958- IMF önerisiyle, Cumhuriyet tarihinin en yüksek orandaki devalüasyonu yapıldı. 1 dolar 2,80 TL’den 9 TL’ye çıkarıldı. Devalüasyon oranı yüzde 221 oldu.
4 Ağustos 1958 - IMF’den ilk borç alındı. IMF Türkiye’ye 250 milyon dolar kredi verdi.
6 Eylül 1958 - Başbakan Adnan Menderes, “İdam sehpalarında can verenlerden ders alsalar ya…” diyerek muhalefeti tehdit etti.
7 Eylül 1958 - CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, “Sehpalar kurulursa nasıl işleyeceğini kimse bilemez” diyerek başbakana cevap verdi.
21 Eylül 1958 - Başbakan Menderes, CHP’nin parti olmadığını, İsmet İnönü’nün siyaseti bırakması gerektiğini, basının istediğini yazamayacağını söyledi
22 Eylül 1958 - İnönü, “Demokrasiye paydos demeye Demokrat Parti genel başkanının gücü yetmeyecektir” şeklinde cevap verdi.
12 Ekim 1958 - Başbakan Adnan Menderes yurttaşlara muhalefetin kin ve husumet cephesine karşı bir “ Vatan Cephesi “kurmaları çağrısında bulundu. Vatan Cephesine katılanların ismi saatlerce radyolarda okunurdu.
19 Ekim 1958 - Başbakan Menderes, Said-i Nursî’nin yaşadığı Emirdağ’da Nurcular tarafından hilafet ve saltanatı temsil eden iki tuğralı, yeşil bayrak açılarak karşılandı.  Menderes Risale-i Nurların ilk kez serbestçe basılması için talimat vermiş ve kâğıt tahsisi yaptı.
30 Kasım 1958 - DP hükümeti Adalet Bakanı Esat Budakoğlu açıkladı. İlk sekiz yıllık hükümet dönemi içerisinde 811 gazeteciye toplam 57 yıl hapis cezası verilmiş olduğunu açıkladı.
20 Şubat 1959 - Uçak kazasından kurtulmuş olması nedeniyle taraftarları arasında adeta EVLİYA MERTEBSİNDE kabul edilen Menderes Eyüp Sultan’a gitti, yanında büyük bir kalabalıkla türbede dua etti, dağıtılmak üzere resimler çektirdi.
2 Mart 1959 - Müsteşarı Ahmet Salih Korur, Eyüp Sultan Cami’sinin avlusunda büyük bir iftar yemeği verdi.
30 Nisan 1959 - İsmet İnönü’nün Uşak gezisinde olaylar çıktı. İnönü’nün Kurtuluş Savaşı’nda karargâh olarak kullandığı evi ziyaret etmesi, Uşak Valisi tarafından önlenmek istendi. Valinin bu yasadışı buyruğunu kabul etmeyen Emniyet Müdürü ve Jandarma Komutanı aynı gün görevden alındılar. Polis, halkı dağıtmak için göz yaşartıcı bomba kullandı.
7 Kasım 1959 - CMP lideri Osman Bölükbaşı 10 ay hapse mahkûm oldu.
23 Ekim 1960- DEMOKRAT PARTİ İKTİDARINDA OKUMA YAZMA BİLENLER YÜZDE 41’DEN YÜZDE 39’A DÜŞTÜ.
5 Ocak 1960 - Mersin’e gitmekte olan Menderes’in önüne Tarsus’ta elinde kasap bıçağı olan Ali Bayat adlı bir şahıs çıktı ve BACAKLARININ ARASINA SIKIŞTIRMIŞ OLDUĞU BEŞ YAŞINDAKİ ÇOCUĞU GÖSTEREREK “UÇAK KAZASINDAN KURTULDUĞUNUZ İÇİN OĞLUMU SİZE KURBAN EDECEĞİM” dedi, son anda engellendi.

Menderes Devrinde Demokrasi Dışı Olanlar, Bazı Tespitler

5 Ocak 1960- Said-i Nursî’nin doğu illeri valilerine yazdığı bir mektup yazdı. Şark bölgesinde komünistliği 60 bin Nursî sayesinde önlemekteyim. Nasıl ki Arapça ezan okutturduk ve bu sayede Müslümanları Demokrat Parti cephesinde topladığımız malumunuzdur. Şimdi de dağıttığımız bu Risale-i Nurlarla komünizmle ve masonlukla savaşacağız.
12 Nisan 1960- DP Grubu yayımladığı bildiri ile CHP’yi silahlı ve tertipli ayaklanmalar hazırlamakla, bir kısım basını da bunu yalan ve çarpıtılmış haberlerle desteklemekle suçladı.
18 Nisan 1960- CHP’nin orduyla birlikte hareket ettiği ve bir ihtilal peşinde olduğunu düşünen Demokrat Parti,  bu iddiaları araştırması için Tahkikat Komisyonu kurdu.
27 Nisan 1960 - Meclis bünyesinde kurulan 15 üyeli Tahkikat Komisyonuna ek yetkiler veren kanun, uzun ve çetin tartışmalardan sonra kabul edildi.
++
Benzerliği gördünüz ise paylaşın. Çok kişiye ulaşmalı. Bu belgeyi kütüphanenizin
kapısına asın. Günde bir defa mutlaka okuyun
Kaynak: Turan Akıncı

Cevat Kulaksız

DP Başbakanı Adnan Menderes’in idamının 59 yıldönümünde, Menderes’le ilgili bazı konulara yer vermek istedik.

Menderes de II. Abdülhamid, AKP gibi yazar-medya satın alıyordu

TBMM ne danışmadan izin almadan Kore’ye asker gönderdi
Menderes Hanedan mensuplarına maaş bağladı
Bizdeki yöneticiler yandaş yaratmak için ya adam satın alıyorlar, ya muhalifleri hapse atıyorlar, ya da gizli militanlarınca muhalifleri öldürüyorlardı.
Öğretmen Yazar Mahmut Makal’a, dönemin Başbakanı Adnan Menderes, yazılarından işkillenerek, Demokrat Partili iki milletvekili (Nuriye Pamir ve başka bir milletvekili) aracılığıyla iki anahtar önermiştir. Anahtarın biri bir dairenin, diğeri ise bir arabanındır. Mahmut Makal, ikisini de hiç düşünmeden, “ben gazete ve dergi yazıları ile kitaplarımı özgürce yazıyorum. Onun için bunları alırsam özgürlüğümün elimden alınacağını düşünüyorum” diyerek ret ettiğini söylüyordu.(1)
Menderes Yandaş Necip Fazıl Kısakürek’i Besliyordu
Menderes tıpkı Öğretmen Yazar Mahmut Makal’a iki anahtar sözü vermişse, yandaş kazanmak için başka yazarlara da örtülü ödenekten paralar vermiştir. Gazeteci Yazar Soner Yalçın Efendi kitabından aldığımıza göre, memurun maaşının 250-300 lira olduğu 1950 li yıllarda, şimdilerdeki AKP ve yandaşlarının methiyeler dizdikleri adamı kumarcı şair ve yazar Necip Fazıl Kısakürek’e Menderes, örtülü ödenekten binlerce lira para vermiştir. Necip Fazıl Kısakürek’e 5000 lira, yine başka zaman 50.000 bin lira (sf 534); başka bir zaman 18.500 lira, başka bir güm 10.000 lira, başka bir zaman Neslihan Kısakürek’e (Necip Fazl’ın eşi) 5000 lira, başka bir gün Necip Fazıl Kısakürek’e 5000 lira, başka bir gün Necip Fazıl Kısakürek’e  (bir kısmı Tevfik İleri eliyle) 10.000 lira ödenmiştir (sf 535). Aynı sayfalarda okuduğumuza göre, daha çeşitli gazete ve gazetecilere değişik miktarlarda paralar vermiştir.(2) Menderes yandaş basını gizli gizli kollarmış, şimdiki de muhalifi açık açık kolluyor, hapisle dışlıyor susturuyor.
İsterseniz aynı örtülü ödenek listesinden bir de Menderes’in para verdiği gazete ve dergilere de bir göz atalım.

Menderes de II. Abdülhamid, AKP gibi yazar-medya satın alıyordu

İrticanın palazlanmasına göz yuman destek veren Menderes, yandaş gazete ve dergileri para ile beslerken, Akis, Ulus gibi muhalif dergi ve gazeteleri sık kapatıyor, muhalif yazarları da hapse atıyordu.
AKP nin hayran kaldığı, oraya buraya adını verdikleri İstibdat devrinin Padişahı II. Abdülhamid’den günümüze kadar tüm yöneticiler, kendilerinin düşüncelerine göre yayın yapmak için yandaşlarına ya gazete satın aldırıyorlar, ya da gazetecileri,  Menderes’in yaptığı gibi para ile yandaş hale getirmek istiyorlar. II. Abdülhamid el altından Volkan gibi gazeteleri, Derviş Vahdeti gibi gerici gazetecileri, tıpkı menderes gibi para ile besliyordu. Bundan destek alan o gazete ve gazeteciler, demokratik düşünme ve yazma şöyle dursun, beslendikleri para babalarına yaranmak için gerçekleri saptıran söylem ve yazılar yazıyorlardı.
ll. Abdulhamid Osmanlı’daki gerici gazete ve gazetecilere para verirken, yabancı gazetelere de para veriyordu.(3)
Menderes, AKP ve ll. Abdülhamid gibi muhalif basını susturuyordu, muhalif gazetecileri hapse atıyordu.

Menderes de II. Abdülhamid, AKP gibi yazar-medya satın alıyordu
Okuyun Aziz Nesin’in yaşam öyküsünü, muhalif diye ya hapse atılıyor, ya da çalıştıkları gazeteleri kapatıyorlardı. Nerede ise Sivas Madımak toplu yakım kıyımında yanmaktan canını zor kurtarmıştı. Daha sayın binlerce aydının başına gelenleri, Muammer Aksoy’dan, Ahmet Taner Kışlalı’ya, Uğur Mumcu’ya, Necip Haplemitoğlu’na kadar evlerinin önünde katledilen can veren aydınları düşünün, hepsi muhalif görüşleri yüzünden yaşamlarını yitirdiler.
Okuyun Sabahattin Ali’nin yaşam öyküsünü, Sabahattin Ali yazıları, yazdıkları gazete ve dergilerin başına geldiği baskı ve yıldırmadan öylesine yılar bıkar ki çocuklarının geçimini sağlamak için kamyon satın alır, kamyonculuğa bile soyunur. Ama sonunda bu baskıdan kurtulmak için vatanını terk etmek üzere iken, Bulgaristan sınırında sözde ona kılavuzluk eden yönetimin bir militanı tarafından kafasına odunla vurularak katledildi.   
Günümüzün iktidarı da basın üzerinde öylesine bir baskı kurmaktadır ki, yandaş gazete yaratmak için Hürriyet ve Sabah gibi gazeteleri yandaş hale getirmek için devlet bankalarından verilen kredi ile yandaşlarına gazete satın aldırmışlar. Bu yetmiyormuş gibi, Sözcü, Cumhuriyet gibi gazeteler üzerinde peş peşe davalar açmakta, ya da muhalif gazetecileri hapislere atmaktalar.
THY gibi kamu araç ve yerlerinde devlet desteği ile alınan gazeteler içinde asla Cumhuriyet, Sözcü, Birgün gibi muhalif gazeteler asla alınmamaktadır. Giden yıla kadar, Kumrular Sokak’taki Adnan Ötüken Halk kütüphanesi süreli yayınlar bölümüne günlük gazeteler gelir biz emekliler oraya varıp gazeteleri okumaya çalışırdık. Öteki gazeteler sabahtan, Cumhuriyet gibi gazeteler akşamüstü gelirdi. Sonra baktık bir haftalık gazetelerin hepsi bir kez hafta sonunda tomarla gelirdi. Milli Kütüphane dışındakiler hepsi öyle idi; gazete geliyor mu geliyor, öylesine geliyor.
Beştepe’deki Saray’ın yanında, Türkiye’nin yeni yapılan en muhteşem kütüphanesine gidin bir tane muhalif gazete bulamazsınız. O kütüphaneyi yabancı öğrenciler de ziyaret ediyor, neden muhalif görünen gazeteler yoktur. Böyle mi çağdaş dünyanın karşısına çıkacağız, bu nasıl bir sığ ve dar bir zihniyet anlayışı. 


Menderes de II. Abdülhamid, AKP gibi yazar-medya satın alıyordu

Tek adamla yönetilen, tek yanlı, tek tip medyanın olduğu yerde demokrasi yoktur, demokrasi gelişemez, zaten tek adamlı yerlerde de demokrasinin gelişmesini istemezler. Onlar için “demokrasi bir tramvaydır”, istedikleri yere geldikleri zaman o tramvaydan (demokrasiden) inerler, şimdilerde hemen hemen aynı süreci yaşıyoruz.
Öylesi bir ülkede demokrasi de, adalet de, ekonomi de asla gelişemez. Zaten yatırım ve ekonomi, demokrasi ve adaleti düzgün olan ülkelere yönelir ve yatırım yapar.
Bu bakış açısından Müslüman ülkelere bir bakın, hangi Müslüman ülkede demokrasi ve ekonomi gelişmiştir ve hangisinde adalet düzgün? Dünyada 50 den fazla görülen Müslüman ülkelerin hepsi de tek adamla yönetiliyor, hiç birinde demokrasi yok, dolayısıyla ekonomi de gelişmemiştir. Hepsi de Batı’nın her türlü ürününe muhtaç, hepsinden de binlerce değil, milyonlarca yoksul insan canları pahasına yurdunu yuvasını terk ederek Batı ülkelerine gitmek için can atıyorlar. Sahillerimizde pek çok “mülteci” denilen insanlar uydur kaydır sandal-botlarla yola çıkıyor, çoluk çocuğu ile suda boğularak can veriyorlar. Bu Batı’ya göç öylesine artıp çoğalıyor ki, Batı ülkeleri için sıkıntı verir hale geldi, bizim RTE bile “mültecileri serbest bırakırım ha” diyerek onlara korku veriri hale gelmiş.

MENDERES’İN KORE’YE ASKER GÖNDERMESİ


Menderes de II. Abdülhamid, AKP gibi yazar-medya satın alıyordu
Yıl 1950. İkinci Dünya Savaşı sona ermiş, aradan beş yıl geçmiş başta ABD ve Rusya olmak üzere büyük ülkeler arasında atom bombası yarışı başlamıştı. Ama Türkiye’de Amerika’nın atom bombasına sahip olmasından adeta sevinç duyulan bir hava estiriliyor; bu bombaların Sovyetler Birliği üzerine de yağdırılması propagandası yürütülüyordu. Bu konuda en ateşli yazıları Ulus gazetesinden Hüseyin Cahit Yalçın yazıyordu.
Öte yandan Avrupa ülkelerinde atom savaşına karşı kitlesel barış hareketleri oluyor, barış için yüz binlerce imza toplanıyordu. Bu doğrultuda Türkiye’de de barı için “Türk Barışseverler Cemiyeti kurulmuştu.
Çin Destekli Kuzey Kore Güney Kore’ye saldırmış, ABD ve Birleşmiş Milletler Güney Kore’ye destek için asker göndermişti.
Türkiye’de çok partili hayata geçilmiş, 1950 seçimleri ile DP iktidara gelmişti. İşte tam o günlerde, 20-25 Temmuz 1950 de Mister Crain adında Amerika’lı bir senatör ansızın Türkiye’ye gelir. Bu senatör Menderes’e ne havuç veya başka ne vaad etti ise, yaz mevsimi olduğu için her biri bir tarafa dağılmış olan bakanlar, askeri uçaklarla acele Ankara’ya getirilir. Akşama doğru toplanabilen Bakanlar Kurul, gece saat 9-10 sularında Kore’ye asker gönderme kararı aldı ve karar radyodan duyuruldu. Oysa başka ülkeye büyük oranda böylesine asker gönderilmesi için anayasaya göre mutlaka TBMM den karar çıkarılması gerekiyordu.
Bunun üzerine devrin devrimci aydınları, bu karar tepki gösterirler, hemen ertesi günü Millet Meclisi Başkanlığına  “kararın savaş ilanı niteliğinde olması nedeniyle Meclis’ten geçirilmesi gerektiği; bu kararla anayasanın ihlal edildiği” içeriğinde bir protesto telgrafı gönderilir.
Telgraf, Ankara Radyosu’nun akşam haberler ajansında okunur.
Öte yandan kararın niteliğini açıklayan ve onun protesto eden bir bildiri kaleme alınarak bastırıldı ve 27 Temmuz günü İstanbul’da Türk Barışseverler Cemiyeti’nin içinde Behice Boran’ın da bulunduğu kurucu üyeleri tarafından dağıtıldı.
Hemen o günün gecesinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne Behice Boran ve öteki üyeler götürülerek ifadeleri alındı. Ertesi sabah sivil polisler Behice Boran ve arkadaşlarının evleri arandı ve karakola götürüldüler, mahkemeye çıkartılıp haklarında tevkif kararı alındı. Suçları barış bildirisi dağıtmaktı…Böylece Menderes yönetiminin aydınlar üzerinde baskıları devam edip gitti.
Devrin solcu aydınlarından Behice Boran, Uğur Mumcu ile yaptığı uzun röportajda, Menderes’in yönetimi konusunda aynen şunları söylüyordu:
- Türkiye’yi NATO ya sokan, yurt topraklarını Amerikan üslerine açan ikili anlaşmalarla Amerika’ya akıl almaz ayrıcalıklar tanıyan silahlı kuvvetlerin tümünü NATO stratejisine göre düzenleyen DP iktidarı, ulusal bağımsızlık diye bir kavrama sahip değildi…” (4)
Kore’ye asker gönderen Menderes için Nazım Hikmet, dizelerinde şöyle eleştiriyor:
Kore'de Ölen Bir Yedek Subayımızın
Menderes'e Söyledikleri

Diyet:
Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki gözünüzle bakarsınız,
iki kurnaz,
   iki hayın,
         ve zeytini yağlı iki gözünüzle
                 bakarsınız kürsüden Meclis'e kibirli kibirli
                          ve topraklarına çiftliklerinizin
                                     ve çek defterinize.
Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki elinizle okşarsınız,
iki tombul,
   iki ak,
        vıcık vıcık terli iki elinizle
            okşarsınız pomadalı saçlarınızı,
                    dövizlerinizi,
                           ve memelerini metreslerinizin.
İki bacağınızın ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı,
iki bacağınızla çıkarsınız huzuruna Eisenhower'in,
ve bütün kaygınız
      iki bacağınızın arkadan birleştiği yeri
              halkın tekmesinden korumaktır.
Benim gözlerimin ikisi de yok.
Benim ellerimin ikisi de yok.
Benim bacaklarımın ikisi de yok.
Ben yokum.
Beni, Üniversiteli yedek subayı,
                   Kore'de harcadınız, Adnan Bey.
Elleriniz itti beni ölüme,
            vıcık vıcık terli, tombul elleriniz.
Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan
ve ben al kan içinde ölürken
           çığlığımı duymamanız için
                   kaçırdı sizi bacaklarınız arabanıza bindirip.
Ama ben peşinizdeyim, Adnan Bey,
ölüler otomobilden hızlı gider,
kör gözlerim,
          kopuk ellerim,
                     kesik bacaklarımla peşinizdeyim.
Diyetimi istiyorum, Adnan Bey,
göze göz,
ele el,
bacağa bacak,
diyetimi istiyorum,
alacağım da.
                                            Nazım Hikmet 25 Haziran 1959

Menderes Osmanlı Hanedanının Türkiye’ye girişini serbest bırakıp onlara maaş bağladı
Devrin Başbakanı Menderes, 1952 yılında Osmanlı Hanedan üyelerinin Türkiye’ye serbest bırakılmasını istiyordu. Bu teklif, kanun teklifi olarak TBMM ne geldiğinde büyük tartışmalar yaşandı. Hatta Menderes Hilafeti geri getirmekle suçlandı. Ancak o kararlıydı, dediğini yaptı.
1952 de çıkarılan bir kanunla hanedanın hakları iade edildi. Osmanlı Hanedanı yüzyıllardır yaşadığı topraklara geriye dönüyordu. Hanedanın birçok kadın üyeleri geri döndü. Ancak dönen hanedan üyelerin ne evleri vardı, ne gelirleri vardı. Menderes Örtülü Ödenekten 200 lira maaş bağlanmasını sağladı.

Menderes de II. Abdülhamid, AKP gibi yazar-medya satın alıyordu

İki yıl sonra Menderes’e bir mektup geldi. 26 Ekim 1954 de, ülkemize dönen Sultan ll. Abdülhamid’in hanımı Müşfika Hanımdan geliyordu mektup. Müşfika Hanım mektubunda şöyle diyordu:
-Ben Osmanlı Hanedanının son hükümdarlarından ll. Abdülhamid’in dördüncü zevcesiyim. O devrin ebediyen kapandığına razı olmuş bulunmaktayım. Devir kapanırken mezkûr hanedana mensup olanlar durum gereği olarak memleketi terk etmek mecburiyetinde kaldılar. Ben o konudaki kanunun bahşettiği müsaadelerden istifade ederek şefik milletimin merhametli milletimin kucağına sığınarak sevgili milletimi tek etmeyip daimi surette onun himayesi altında kaldım.
Oğlum, Örtülü Ödenekten her ay 200 lira maaşım var. Ama artık geçinemiyorum, mümkünse bir miktar ilave yapın ve beni aciz şekilde yaşatmaktan kurtarın.  Müşfika Kadınefendi”.
Mektubun ilerleyen satırlarında şöyle diyordu “Müşfika Hanımefendi”
“-Ben merhametli milletime tarihin emaneti gibiyim. Devletten ve milletten başka dayanağım yoktur.  Aciz bir şekilde yaşamama rıza göstermeyin. Oğlum… Halimi arz ettim, sevgi ve dualarımla gözlerinden öperim, Müşfika Hanımefendi”.
Mektubun ardından Menderes hemen harekete geçti, “Müşfika Hanımefendi’nin aylığına 50 lira zam yapıldı. Menderes maaşa bağlamakla kalmamış, her İstanbul’a geldiğinde onu ziyaret etmeyi kendine bir vazife bilmişti. Onu sık sık ziyaret etmişti. Gizli gizli padişah eşini ziyaret eder onun duasını alır. Menderes’in bu ziyareti 27 Mayıs’tan sonra soruşturma konusu olacaktı.
Adnan Menderes Yassıada’da tutuklu iken kendisini ziyaret eden eşi Berrin Menderes’ten, başında türlü bela varken, karısına şunları söylerdi: “Padişah efendimizin eşi ve çocuklarına maaş bağlamıştım. Muhtemelen o maaşlar kesilmiştir. Kendileri ne yer ne içer meraktayım”.
Görüldüğü gibi, TC Hükümetleri, Duyunu Umumiye ’den kalan Osmanlı’nın milyonlarca lira borçlarını ödemiş, öderken hem de hanedanın eş ve çocuklarına 250 lira maaş bağlamıştı.(5)(Devlet memurlarının maaşları o zamanları 150-200 lira civarında idi) 

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız

SONNOTLAR

(1)İnsanlaşma ve Geleceğimiz Şeref Pınarbaşı Payda Yayınları 2019 sf 95

(2)Efendi Soner Yalçın Doğan Kitap 2004 sf 534-535

(3) Nitekim aynı yıl gerek İstanbul’da ve gerekse Londra ve Paris’te Salih Münir Paşa, bu şantajcı gazetecilere 6400 lira dağıtır. Ancak daha ilginci, bütün Avrupa’da dağıtılan paraya yakın bir meblağın sadece Paris’teki şantajcılara verildiğidir. Bu paradan Stafet, Orient gazeteleri pay alırken, en büyük payı ise Liberte, Voltaire, Republique Francaise, Jeill Pluss gazeteleri alır.
Bu durumdan İstanbul’da oturan pek çok Fransız gazeteci de istifade eder. Ancak bu yazıyı, sadece Paris’te “hürriyetçi ve hümanist” görüntü altında II. Abdülhamid’e müstebit damgası vuran şantajcı gazete ve gazetecilere dağıtılan aylık paralar ile bitirelim. Resmi belgelere göre; Liberte’ye 750 Frank, Voltaire’e 1000 Frank, Republique Française’e 1000 Frank; Paris Basın Müdürü Mösyo Chanel’e ve gazeteci Mösyö Alias’a 500’er Frank ödenmekteydi.
https://www.yenisafak.com/yazarlar/zekeriyakursun/santajci-bati-basini-ve-ii-abdulhamid-2045831

(4)Bir Uzun Yürüyüş Uğur Mumcu um:ag 1999 sf 34-35

(5) Osmanlı'dan devralınan borçların ödenmesi 1954 yılında bitirildi. İlk dış borçlanma 1854 yılında yapıldığına göre bu borçların tasfiyesi 100 yıl sürmüş oluyor. Osmanlı'dan devralınan borçlar 145 milyon Osmanlı altın lirası tutarındaydı. Bu da o dönemin milli gelirinin yaklaşık yüzde 65'i ediyor.
https://www.google.com/search?q=Osmanl%C4%B1+bor%C3%A7lar%C4%B1+ne+zaman+%C3%B6dendi+bitti&rlz=1C1ZKTG_trTR914TR914&oq=Osmanl%C4%B1+bor%C3%A7lar%C4%B1+ne+zaman+%C3%B6dendi+bitti&aqs=chrome..69i57j0l5.14049j0j4&sourceid=chrome&ie=UTF-8              

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget