Menderes de II. Abdülhamid, AKP gibi yazar-medya satın alıyordu

Menderes de II. Abdülhamid, AKP gibi yazar-medya satın alıyordu DP Başbakanı Adnan Menderes’in idamının 59 yıldönümünde, Menderes’le ilgili bazı konul

DP Başbakanı Adnan Menderes’in idamının 59 yıldönümünde, Menderes’le ilgili bazı konulara yer vermek istedik.

Menderes de II. Abdülhamid, AKP gibi yazar-medya satın alıyordu

TBMM ne danışmadan izin almadan Kore’ye asker gönderdi
Menderes Hanedan mensuplarına maaş bağladı
Bizdeki yöneticiler yandaş yaratmak için ya adam satın alıyorlar, ya muhalifleri hapse atıyorlar, ya da gizli militanlarınca muhalifleri öldürüyorlardı.
Öğretmen Yazar Mahmut Makal’a, dönemin Başbakanı Adnan Menderes, yazılarından işkillenerek, Demokrat Partili iki milletvekili (Nuriye Pamir ve başka bir milletvekili) aracılığıyla iki anahtar önermiştir. Anahtarın biri bir dairenin, diğeri ise bir arabanındır. Mahmut Makal, ikisini de hiç düşünmeden, “ben gazete ve dergi yazıları ile kitaplarımı özgürce yazıyorum. Onun için bunları alırsam özgürlüğümün elimden alınacağını düşünüyorum” diyerek ret ettiğini söylüyordu.(1)
Menderes Yandaş Necip Fazıl Kısakürek’i Besliyordu
Menderes tıpkı Öğretmen Yazar Mahmut Makal’a iki anahtar sözü vermişse, yandaş kazanmak için başka yazarlara da örtülü ödenekten paralar vermiştir. Gazeteci Yazar Soner Yalçın Efendi kitabından aldığımıza göre, memurun maaşının 250-300 lira olduğu 1950 li yıllarda, şimdilerdeki AKP ve yandaşlarının methiyeler dizdikleri adamı kumarcı şair ve yazar Necip Fazıl Kısakürek’e Menderes, örtülü ödenekten binlerce lira para vermiştir. Necip Fazıl Kısakürek’e 5000 lira, yine başka zaman 50.000 bin lira (sf 534); başka bir zaman 18.500 lira, başka bir güm 10.000 lira, başka bir zaman Neslihan Kısakürek’e (Necip Fazl’ın eşi) 5000 lira, başka bir gün Necip Fazıl Kısakürek’e 5000 lira, başka bir gün Necip Fazıl Kısakürek’e  (bir kısmı Tevfik İleri eliyle) 10.000 lira ödenmiştir (sf 535). Aynı sayfalarda okuduğumuza göre, daha çeşitli gazete ve gazetecilere değişik miktarlarda paralar vermiştir.(2) Menderes yandaş basını gizli gizli kollarmış, şimdiki de muhalifi açık açık kolluyor, hapisle dışlıyor susturuyor.
İsterseniz aynı örtülü ödenek listesinden bir de Menderes’in para verdiği gazete ve dergilere de bir göz atalım.

Menderes de II. Abdülhamid, AKP gibi yazar-medya satın alıyordu

İrticanın palazlanmasına göz yuman destek veren Menderes, yandaş gazete ve dergileri para ile beslerken, Akis, Ulus gibi muhalif dergi ve gazeteleri sık kapatıyor, muhalif yazarları da hapse atıyordu.
AKP nin hayran kaldığı, oraya buraya adını verdikleri İstibdat devrinin Padişahı II. Abdülhamid’den günümüze kadar tüm yöneticiler, kendilerinin düşüncelerine göre yayın yapmak için yandaşlarına ya gazete satın aldırıyorlar, ya da gazetecileri,  Menderes’in yaptığı gibi para ile yandaş hale getirmek istiyorlar. II. Abdülhamid el altından Volkan gibi gazeteleri, Derviş Vahdeti gibi gerici gazetecileri, tıpkı menderes gibi para ile besliyordu. Bundan destek alan o gazete ve gazeteciler, demokratik düşünme ve yazma şöyle dursun, beslendikleri para babalarına yaranmak için gerçekleri saptıran söylem ve yazılar yazıyorlardı.
ll. Abdulhamid Osmanlı’daki gerici gazete ve gazetecilere para verirken, yabancı gazetelere de para veriyordu.(3)
Menderes, AKP ve ll. Abdülhamid gibi muhalif basını susturuyordu, muhalif gazetecileri hapse atıyordu.

Menderes de II. Abdülhamid, AKP gibi yazar-medya satın alıyordu
Okuyun Aziz Nesin’in yaşam öyküsünü, muhalif diye ya hapse atılıyor, ya da çalıştıkları gazeteleri kapatıyorlardı. Nerede ise Sivas Madımak toplu yakım kıyımında yanmaktan canını zor kurtarmıştı. Daha sayın binlerce aydının başına gelenleri, Muammer Aksoy’dan, Ahmet Taner Kışlalı’ya, Uğur Mumcu’ya, Necip Haplemitoğlu’na kadar evlerinin önünde katledilen can veren aydınları düşünün, hepsi muhalif görüşleri yüzünden yaşamlarını yitirdiler.
Okuyun Sabahattin Ali’nin yaşam öyküsünü, Sabahattin Ali yazıları, yazdıkları gazete ve dergilerin başına geldiği baskı ve yıldırmadan öylesine yılar bıkar ki çocuklarının geçimini sağlamak için kamyon satın alır, kamyonculuğa bile soyunur. Ama sonunda bu baskıdan kurtulmak için vatanını terk etmek üzere iken, Bulgaristan sınırında sözde ona kılavuzluk eden yönetimin bir militanı tarafından kafasına odunla vurularak katledildi.   
Günümüzün iktidarı da basın üzerinde öylesine bir baskı kurmaktadır ki, yandaş gazete yaratmak için Hürriyet ve Sabah gibi gazeteleri yandaş hale getirmek için devlet bankalarından verilen kredi ile yandaşlarına gazete satın aldırmışlar. Bu yetmiyormuş gibi, Sözcü, Cumhuriyet gibi gazeteler üzerinde peş peşe davalar açmakta, ya da muhalif gazetecileri hapislere atmaktalar.
THY gibi kamu araç ve yerlerinde devlet desteği ile alınan gazeteler içinde asla Cumhuriyet, Sözcü, Birgün gibi muhalif gazeteler asla alınmamaktadır. Giden yıla kadar, Kumrular Sokak’taki Adnan Ötüken Halk kütüphanesi süreli yayınlar bölümüne günlük gazeteler gelir biz emekliler oraya varıp gazeteleri okumaya çalışırdık. Öteki gazeteler sabahtan, Cumhuriyet gibi gazeteler akşamüstü gelirdi. Sonra baktık bir haftalık gazetelerin hepsi bir kez hafta sonunda tomarla gelirdi. Milli Kütüphane dışındakiler hepsi öyle idi; gazete geliyor mu geliyor, öylesine geliyor.
Beştepe’deki Saray’ın yanında, Türkiye’nin yeni yapılan en muhteşem kütüphanesine gidin bir tane muhalif gazete bulamazsınız. O kütüphaneyi yabancı öğrenciler de ziyaret ediyor, neden muhalif görünen gazeteler yoktur. Böyle mi çağdaş dünyanın karşısına çıkacağız, bu nasıl bir sığ ve dar bir zihniyet anlayışı. 


Menderes de II. Abdülhamid, AKP gibi yazar-medya satın alıyordu

Tek adamla yönetilen, tek yanlı, tek tip medyanın olduğu yerde demokrasi yoktur, demokrasi gelişemez, zaten tek adamlı yerlerde de demokrasinin gelişmesini istemezler. Onlar için “demokrasi bir tramvaydır”, istedikleri yere geldikleri zaman o tramvaydan (demokrasiden) inerler, şimdilerde hemen hemen aynı süreci yaşıyoruz.
Öylesi bir ülkede demokrasi de, adalet de, ekonomi de asla gelişemez. Zaten yatırım ve ekonomi, demokrasi ve adaleti düzgün olan ülkelere yönelir ve yatırım yapar.
Bu bakış açısından Müslüman ülkelere bir bakın, hangi Müslüman ülkede demokrasi ve ekonomi gelişmiştir ve hangisinde adalet düzgün? Dünyada 50 den fazla görülen Müslüman ülkelerin hepsi de tek adamla yönetiliyor, hiç birinde demokrasi yok, dolayısıyla ekonomi de gelişmemiştir. Hepsi de Batı’nın her türlü ürününe muhtaç, hepsinden de binlerce değil, milyonlarca yoksul insan canları pahasına yurdunu yuvasını terk ederek Batı ülkelerine gitmek için can atıyorlar. Sahillerimizde pek çok “mülteci” denilen insanlar uydur kaydır sandal-botlarla yola çıkıyor, çoluk çocuğu ile suda boğularak can veriyorlar. Bu Batı’ya göç öylesine artıp çoğalıyor ki, Batı ülkeleri için sıkıntı verir hale geldi, bizim RTE bile “mültecileri serbest bırakırım ha” diyerek onlara korku veriri hale gelmiş.

MENDERES’İN KORE’YE ASKER GÖNDERMESİ


Menderes de II. Abdülhamid, AKP gibi yazar-medya satın alıyordu
Yıl 1950. İkinci Dünya Savaşı sona ermiş, aradan beş yıl geçmiş başta ABD ve Rusya olmak üzere büyük ülkeler arasında atom bombası yarışı başlamıştı. Ama Türkiye’de Amerika’nın atom bombasına sahip olmasından adeta sevinç duyulan bir hava estiriliyor; bu bombaların Sovyetler Birliği üzerine de yağdırılması propagandası yürütülüyordu. Bu konuda en ateşli yazıları Ulus gazetesinden Hüseyin Cahit Yalçın yazıyordu.
Öte yandan Avrupa ülkelerinde atom savaşına karşı kitlesel barış hareketleri oluyor, barış için yüz binlerce imza toplanıyordu. Bu doğrultuda Türkiye’de de barı için “Türk Barışseverler Cemiyeti kurulmuştu.
Çin Destekli Kuzey Kore Güney Kore’ye saldırmış, ABD ve Birleşmiş Milletler Güney Kore’ye destek için asker göndermişti.
Türkiye’de çok partili hayata geçilmiş, 1950 seçimleri ile DP iktidara gelmişti. İşte tam o günlerde, 20-25 Temmuz 1950 de Mister Crain adında Amerika’lı bir senatör ansızın Türkiye’ye gelir. Bu senatör Menderes’e ne havuç veya başka ne vaad etti ise, yaz mevsimi olduğu için her biri bir tarafa dağılmış olan bakanlar, askeri uçaklarla acele Ankara’ya getirilir. Akşama doğru toplanabilen Bakanlar Kurul, gece saat 9-10 sularında Kore’ye asker gönderme kararı aldı ve karar radyodan duyuruldu. Oysa başka ülkeye büyük oranda böylesine asker gönderilmesi için anayasaya göre mutlaka TBMM den karar çıkarılması gerekiyordu.
Bunun üzerine devrin devrimci aydınları, bu karar tepki gösterirler, hemen ertesi günü Millet Meclisi Başkanlığına  “kararın savaş ilanı niteliğinde olması nedeniyle Meclis’ten geçirilmesi gerektiği; bu kararla anayasanın ihlal edildiği” içeriğinde bir protesto telgrafı gönderilir.
Telgraf, Ankara Radyosu’nun akşam haberler ajansında okunur.
Öte yandan kararın niteliğini açıklayan ve onun protesto eden bir bildiri kaleme alınarak bastırıldı ve 27 Temmuz günü İstanbul’da Türk Barışseverler Cemiyeti’nin içinde Behice Boran’ın da bulunduğu kurucu üyeleri tarafından dağıtıldı.
Hemen o günün gecesinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne Behice Boran ve öteki üyeler götürülerek ifadeleri alındı. Ertesi sabah sivil polisler Behice Boran ve arkadaşlarının evleri arandı ve karakola götürüldüler, mahkemeye çıkartılıp haklarında tevkif kararı alındı. Suçları barış bildirisi dağıtmaktı…Böylece Menderes yönetiminin aydınlar üzerinde baskıları devam edip gitti.
Devrin solcu aydınlarından Behice Boran, Uğur Mumcu ile yaptığı uzun röportajda, Menderes’in yönetimi konusunda aynen şunları söylüyordu:
- Türkiye’yi NATO ya sokan, yurt topraklarını Amerikan üslerine açan ikili anlaşmalarla Amerika’ya akıl almaz ayrıcalıklar tanıyan silahlı kuvvetlerin tümünü NATO stratejisine göre düzenleyen DP iktidarı, ulusal bağımsızlık diye bir kavrama sahip değildi…” (4)
Kore’ye asker gönderen Menderes için Nazım Hikmet, dizelerinde şöyle eleştiriyor:
Kore'de Ölen Bir Yedek Subayımızın
Menderes'e Söyledikleri

Diyet:
Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki gözünüzle bakarsınız,
iki kurnaz,
   iki hayın,
         ve zeytini yağlı iki gözünüzle
                 bakarsınız kürsüden Meclis'e kibirli kibirli
                          ve topraklarına çiftliklerinizin
                                     ve çek defterinize.
Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki elinizle okşarsınız,
iki tombul,
   iki ak,
        vıcık vıcık terli iki elinizle
            okşarsınız pomadalı saçlarınızı,
                    dövizlerinizi,
                           ve memelerini metreslerinizin.
İki bacağınızın ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı,
iki bacağınızla çıkarsınız huzuruna Eisenhower'in,
ve bütün kaygınız
      iki bacağınızın arkadan birleştiği yeri
              halkın tekmesinden korumaktır.
Benim gözlerimin ikisi de yok.
Benim ellerimin ikisi de yok.
Benim bacaklarımın ikisi de yok.
Ben yokum.
Beni, Üniversiteli yedek subayı,
                   Kore'de harcadınız, Adnan Bey.
Elleriniz itti beni ölüme,
            vıcık vıcık terli, tombul elleriniz.
Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan
ve ben al kan içinde ölürken
           çığlığımı duymamanız için
                   kaçırdı sizi bacaklarınız arabanıza bindirip.
Ama ben peşinizdeyim, Adnan Bey,
ölüler otomobilden hızlı gider,
kör gözlerim,
          kopuk ellerim,
                     kesik bacaklarımla peşinizdeyim.
Diyetimi istiyorum, Adnan Bey,
göze göz,
ele el,
bacağa bacak,
diyetimi istiyorum,
alacağım da.
                                            Nazım Hikmet 25 Haziran 1959

Menderes Osmanlı Hanedanının Türkiye’ye girişini serbest bırakıp onlara maaş bağladı
Devrin Başbakanı Menderes, 1952 yılında Osmanlı Hanedan üyelerinin Türkiye’ye serbest bırakılmasını istiyordu. Bu teklif, kanun teklifi olarak TBMM ne geldiğinde büyük tartışmalar yaşandı. Hatta Menderes Hilafeti geri getirmekle suçlandı. Ancak o kararlıydı, dediğini yaptı.
1952 de çıkarılan bir kanunla hanedanın hakları iade edildi. Osmanlı Hanedanı yüzyıllardır yaşadığı topraklara geriye dönüyordu. Hanedanın birçok kadın üyeleri geri döndü. Ancak dönen hanedan üyelerin ne evleri vardı, ne gelirleri vardı. Menderes Örtülü Ödenekten 200 lira maaş bağlanmasını sağladı.

Menderes de II. Abdülhamid, AKP gibi yazar-medya satın alıyordu

İki yıl sonra Menderes’e bir mektup geldi. 26 Ekim 1954 de, ülkemize dönen Sultan ll. Abdülhamid’in hanımı Müşfika Hanımdan geliyordu mektup. Müşfika Hanım mektubunda şöyle diyordu:
-Ben Osmanlı Hanedanının son hükümdarlarından ll. Abdülhamid’in dördüncü zevcesiyim. O devrin ebediyen kapandığına razı olmuş bulunmaktayım. Devir kapanırken mezkûr hanedana mensup olanlar durum gereği olarak memleketi terk etmek mecburiyetinde kaldılar. Ben o konudaki kanunun bahşettiği müsaadelerden istifade ederek şefik milletimin merhametli milletimin kucağına sığınarak sevgili milletimi tek etmeyip daimi surette onun himayesi altında kaldım.
Oğlum, Örtülü Ödenekten her ay 200 lira maaşım var. Ama artık geçinemiyorum, mümkünse bir miktar ilave yapın ve beni aciz şekilde yaşatmaktan kurtarın.  Müşfika Kadınefendi”.
Mektubun ilerleyen satırlarında şöyle diyordu “Müşfika Hanımefendi”
“-Ben merhametli milletime tarihin emaneti gibiyim. Devletten ve milletten başka dayanağım yoktur.  Aciz bir şekilde yaşamama rıza göstermeyin. Oğlum… Halimi arz ettim, sevgi ve dualarımla gözlerinden öperim, Müşfika Hanımefendi”.
Mektubun ardından Menderes hemen harekete geçti, “Müşfika Hanımefendi’nin aylığına 50 lira zam yapıldı. Menderes maaşa bağlamakla kalmamış, her İstanbul’a geldiğinde onu ziyaret etmeyi kendine bir vazife bilmişti. Onu sık sık ziyaret etmişti. Gizli gizli padişah eşini ziyaret eder onun duasını alır. Menderes’in bu ziyareti 27 Mayıs’tan sonra soruşturma konusu olacaktı.
Adnan Menderes Yassıada’da tutuklu iken kendisini ziyaret eden eşi Berrin Menderes’ten, başında türlü bela varken, karısına şunları söylerdi: “Padişah efendimizin eşi ve çocuklarına maaş bağlamıştım. Muhtemelen o maaşlar kesilmiştir. Kendileri ne yer ne içer meraktayım”.
Görüldüğü gibi, TC Hükümetleri, Duyunu Umumiye ’den kalan Osmanlı’nın milyonlarca lira borçlarını ödemiş, öderken hem de hanedanın eş ve çocuklarına 250 lira maaş bağlamıştı.(5)(Devlet memurlarının maaşları o zamanları 150-200 lira civarında idi) 

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız

SONNOTLAR

(1)İnsanlaşma ve Geleceğimiz Şeref Pınarbaşı Payda Yayınları 2019 sf 95

(2)Efendi Soner Yalçın Doğan Kitap 2004 sf 534-535

(3) Nitekim aynı yıl gerek İstanbul’da ve gerekse Londra ve Paris’te Salih Münir Paşa, bu şantajcı gazetecilere 6400 lira dağıtır. Ancak daha ilginci, bütün Avrupa’da dağıtılan paraya yakın bir meblağın sadece Paris’teki şantajcılara verildiğidir. Bu paradan Stafet, Orient gazeteleri pay alırken, en büyük payı ise Liberte, Voltaire, Republique Francaise, Jeill Pluss gazeteleri alır.
Bu durumdan İstanbul’da oturan pek çok Fransız gazeteci de istifade eder. Ancak bu yazıyı, sadece Paris’te “hürriyetçi ve hümanist” görüntü altında II. Abdülhamid’e müstebit damgası vuran şantajcı gazete ve gazetecilere dağıtılan aylık paralar ile bitirelim. Resmi belgelere göre; Liberte’ye 750 Frank, Voltaire’e 1000 Frank, Republique Française’e 1000 Frank; Paris Basın Müdürü Mösyo Chanel’e ve gazeteci Mösyö Alias’a 500’er Frank ödenmekteydi.
https://www.yenisafak.com/yazarlar/zekeriyakursun/santajci-bati-basini-ve-ii-abdulhamid-2045831

(4)Bir Uzun Yürüyüş Uğur Mumcu um:ag 1999 sf 34-35

(5) Osmanlı'dan devralınan borçların ödenmesi 1954 yılında bitirildi. İlk dış borçlanma 1854 yılında yapıldığına göre bu borçların tasfiyesi 100 yıl sürmüş oluyor. Osmanlı'dan devralınan borçlar 145 milyon Osmanlı altın lirası tutarındaydı. Bu da o dönemin milli gelirinin yaklaşık yüzde 65'i ediyor.
https://www.google.com/search?q=Osmanl%C4%B1+bor%C3%A7lar%C4%B1+ne+zaman+%C3%B6dendi+bitti&rlz=1C1ZKTG_trTR914TR914&oq=Osmanl%C4%B1+bor%C3%A7lar%C4%B1+ne+zaman+%C3%B6dendi+bitti&aqs=chrome..69i57j0l5.14049j0j4&sourceid=chrome&ie=UTF-8              

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget