Trabzon Sümela Manastırı’ndayız
Karadeniz Gezisinde Trabzon’a uğrayıp, dünyaca meşhur olan Sümela Manastırı’na uğramamak olmazdı. Rehberimiz eşliğinde manastırın bulunduğu Maçka ilçesine doğru yöneldik.
Altındere Vadisinin dibinden dik dağın yamacına kayaların üzerine ve yan yana yapılmış olan binalara, dibinden minareye bakar gibi bakıyorsunuz. Bakarken insanın başı dönüyor. 2000 yıl önce, şimdiki motorlu alet ve sistemlerin olmadığı zamanlarda, bu taştan yapılar nasıl yapılmış, diye insan şaşırıyor.
Sümela Manastırı (Meryem Ana) Manastırı Nerededir?
Trabzon’un Maçka İlçesinin Altındere Köyü sınırları içinde, Altındere vadisine hâkim Karadağ’ın eteklerinde sarp bir kayalık üzerine kurulmuş olan Sümela Manastırı, halk arasında "Meryem Ana" adı ile anılır. Vadiden yaklaşık 300 metre yükseklikte bulunan yapı, bu konumuyla manastırların şehir dışında, ormanlarda, mağara ve su kenarlarında kurulma geleneğini sürdürmüştür. Meryem Ana adına kurulan manastırın "Sümela" adını "siyah" anlamına gelen "melas" sözcüğünden aldığı söylenmektedir. Bu ismin manastırın kurulduğu koyu renkli Karadağlar’dan geldiği düşünülmekte ise de, Sümela kelimesi buradaki Meryem tasvirinin siyah rengine bağlanabilmektedir.
Gerçekten de arazideki büyüklü küçüklü serpilmiş kayalara baktığımız zaman, yörede sanki demir veya kömür madenin var olduğunu anımsatan siyah bir ortam görürüz. Yörede ormanlar öylesine sık ve gür ki, yolları ve binalar görülmeyecek şekilde ağaçlarla kaplanmış. Hava o kadar rutubetli ve yağmurlu; bir bakıyorsunuz güneş çok kısa bir an için görülüyor, az sonra her yanı kaplayan bir sis bulutu kaplıyor, ormanlar görülmez oluyor ve yağmur başlıyor.
O zirveler öylesine yağmurlu ve rutubetli ki, minibüslerin durduğu aşağı vadide genel tuvaletlerin yağmur oluklarına baktığımda, rüzgârla oluğa dökülen tohumlar çok kısa zamanda hemen çimleniyormuş. Görevliye, yağmur oluklarını neden temizlemiyorsunuz dediğimde, görevli, “temizliyoruz, rüzgârın getirdiği çeşitli tohumlar sık sık çimleniyor” dedi.
Sümela’yı ziyarete gelen otobüsler dolusu yerli yabancı turistler, otobüslerini ve özel otolarını Altındere Vadisi’nin dibine bırakıyorlar, orayı çok iyi bilen yerli minibüsçülerle ormanların arasından daracık yoldan dolanı dolanı manastırın çok yakınına bırakıyorlar. Oraya otobüslerin çıkması mümkün olmuyor, çünkü o ormanlar içindeki dar yollardan geriye manevra yapması mümkün olmuyor. Teke arabanın gidebileceği yolun bir yanı yer yer 80-90 dereceye varan dik uçurumlar, bir yanı yine aynı diklikte semaya doğru uzanan doruklar bulunuyor. Sonunda manastırın çok yakınına varıldığı zaman, o dik kayaların üzerine o muhteşem yapıları nasıl yapmışlar, elektriğin, asansörün, öteki teknik olanakların olmadığı zamanlarda bu yapılar nasıl yapılmış diye hayret etmekten geri kalmıyorsunuz.
Vadini bütün derelerinde gümüş gibi pırıl pırıl içilecekmiş gibi tertemiz sular akıyor, derelerden toplanan sular vadiden çağlayarak akıp gidiyor. 2000 yıl önce bu harika yapıları, kartal yuvası gibi yere yapan bu insanlar içme suyunu nereden alıyorlar dersiniz. Şimdilerde kaybolan, yıkılan karşı yamaçtan manastır tarafına yapılan dev su kemerleri ile su getiriyorlarmış. Müthiş bir mimari çalışma.
Ancak, her gün binlerce kişinin ziyaret ettiği bu tarihi ama sarp yapıya çıkmak için yaşlı ve engellilerin zorlandığını, ne ki sağlığı yerinde olan insanların bile çıkmakta zorlandığı bu sarp tepelere mutlaka teleferik yapılması gerektiğini ziyaretçiler yakınarak anlatmaktalar.
Bizim ziyaret ettiğimizde ana binaların çevresine demir iskeleler kuruluyordu. Kayaların oyularak yapıldığı bu yapıların üzerinde de kayalar olduğu için, ileride ısı ve hava değişikliği ile kayaların oynayıp seyircilerin üzerine düşmemesi için koruyucu bariyer yapılacağını söylediler. Yer yer restorasyon çalışmaları sürdürülüyordu.
Sümela’nın sırrı
Demek ki burası o zamanları, keşişleri, papazları, yöreden gelen Hıristiyan çocuklarının eğitildiği bir kültür yeri imiş.
Bilindiği gibi, İsa’nın, Hıristiyanlığın doğduğu yıllarda, uzun bir süre Hıristiyanlık yasaktı. Roma’lılar tarafından yasaklanmıştı, (İsa’nın çarmıha gerilerek katledilişini anımsayınız) bu yasak nedeni ile bu dine iman edenler, Sümela misali yüksek dağların tepelerine ve sarp yerlerine, Nevşehir Derinkuyu yer altı mağara ve yeraltı şehirlerindeki gibi, yerin 3-5-7 kat yerin altına ibadet yapabilecekleri yerler imal etmek zorunda kalmışlardı. Yani saldırı ve düşmanlardan korunmak için.
Sümela Manastırı Tarihi:
Rivayete göre; Bizans İmparatoru I. Theodosius zamanında (375-395) Atina’dan gelen Barnabas ve Sophranios isimli iki rahip tarafından kurulmuş olan manastır, 6.yüzyılda İmparator Justinianus’un manastırın onarılarak genişletilmesini istemesi üzerine Generallerinden Belisarios tarafından tamir edilmiştir.
Sümela Manastırı’nın şimdiki durumuyla varlığını 13.yüzyıldan itibaren sürdürdüğü bilinmektedir. 1204 tarihinde kurulan Trabzon Komnenosları Prensliği’nden III. Alexios (1349-1390) zamanında manastırın önemi artmış ve fermanlarla gelir sağlanmıştır. III. Alexios’un oğlu III. Manuel ve sonraki prensler döneminde de Sümela yeni fermanlarla zenginleştirilmiştir.
Doğu Karadeniz kıyılarının Türk egemenliğine girmesini takiben Osmanlı Padişahları pek çok manastırda olduğu gibi Sumela’nın da haklarını korumuşlar, bazı imtiyazlar vermişlerdir. Onların ibadet ve inançlarına karışmamışlar, özgürce inançlarını yaşamışlar.
Sümela Manastırı’nın 18. yüzyılda birçok bölümü yenilenmiş, bazı duvarlar fresklerle süslenmiştir. 19. yüzyılda büyük binaların ilave edilmesiyle manastır muhteşem bir görünüm kazanmış, en zengin ve parlak dönemini yaşamıştır. Bu dönemde son şeklini alan manastır pek çok yabancı seyyahın ziyaret ettiği, yazılarına konu edilen bir yer haline gelmiştir. Trabzon’un 1916-1918 yılları arasındaki Rus işgali sırasında manastıra el konulmuş, 1923'den sonra tamamıyla boşaltılmıştır.
Sümela Manastırı’nın başlıca bölümleri; Ana kaya kilisesi, birkaç şapel, mutfak, öğrenci odaları, misafirhane, kütüphane ile kutsal ayazma’dır. Bu yapılar topluluğu oldukça geniş bir alan üzerine inşa edilmiştir. Manastırın girişinde su getirdiği anlaşılan büyük su kemeri yamaca yaslanmış durumdadır. Çok gözlü olan bu kemerin bugün büyük bölümü yıkılmıştır.
Dar uzun bir merdivenle manastırın ana girişine ulaşılmaktadır. Giriş kapısının yanında muhafız odaları bulunmaktadır. Buradan bir merdivenle iç avluya inilmektedir. Solda, manastırın esasını teşkil eden ve kilise haline getirilen mağaranın önünde çeşitli manastır binaları bulunmaktadır. Sağ tarafta kütüphane yer almaktadır. Yine sağda yamacın ön yüzünü kaplayan büyük balkonlu bölüm keşiş odaları ve misafir odaları olarak kullanılmıştır ve 1860 yılına tarihlenmektedir. Avlunun etrafındaki binalarda odalardaki dolapları, hücreleri, ocakları ile Türk sanatının etkileri de görülmektedir.
Manastırın ana ünitesini meydana getiren kaya kilisesinin ve ona bitişik şapelin iç ve dış duvarları fresklerle donatılmıştır. Kaya kilisesinin içinde avluya bakan duvarda III. Alexios dönemine ait fresklerin varlığı tespit edilmiştir. Şapeldeki freskler ise 18. yüzyılın başlarına tarihlenmektedir ve üç ayrı devirde yapılan üç tabaka görülmektedir. En alt tabakanın freskleri daha üstün niteliktedir. Bu mabetler kompleksinin çeşitli yerleri tavanlarında ve duvarlarında bulunan freskler yer yer kurşun yaraları olduğunu tahmin ettiğimiz çukurlarla tahrip edilmiş, yer yer sökülerek alınmış olan ve oldukça harap bir görünüm taşıyordu. Bu fresklerde işlenen başlıca konular İncil’den alınmış sahneler, Hz. İsa ve Meryem Ana’nın hayatı ile ilgili tasvirlerdi.
https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/trabzon/gezilecekyer/meryem-ana-sumela-manastiri
Cevat Kulaksız
Yorum Gönder