Devrim şehitlerimizin ışığında Atatürk Cumhuriyeti paneli (2)

“Devrim Şehitleri ışığında Atatürk Cumhuriyeti” başlıklı panel düzenlendi, panele konuşmacı olarak B. Safa Yenice (Atatürk Düşünce Derneği Genel Başk

Devrim şehitlerimizin ışığında Atatürk Cumhuriyeti paneli (2)
Muammer Aksoy, Uğur Mumcu gibi aydınların katledilmesi anısına düzenlenen 32. Adalet ve Demokrasi etkinlikleri konferanslar, panelle, sergiler ve dinleti etkinlikleri Ankara’nın çeşitli salon ve kültür merkezlerinde yapıldı. Rahatsızlığım nedeni ile başlangıçtaki etkinliklere katılamadım.
31 Ocak 2025 günkü etkinlikte “Devrim Şehitleri ışığında Atatürk Cumhuriyeti” başlıklı panel düzenlendi, panele konuşmacı olarak B. Safa Yenice (Atatürk Düşünce Derneği Genel Başkan Yardımcısı, kolaylaştırıcı; Nail Gürman Avukat, Türk Hukuk Kurumu Başkanı; M. Hüsnü Bozkurt Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı katıldılar.
Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Bel. Çağdaş Sanatlar Merkez’inde düzenlenen panelde ikinci konuşmayı Avukat Elçin Özge Şimşek Çağlayan açılış konuşması ile şunları söyledi:
“Cumhuriyeti konuşurken Cumhuriyet değerlerini Atatürk ilkelerini konuşurken en başta konuşulması gereken şeylerden biri de Atatürk’ün temelde dayandırdığı kadının toplumda varoluşuna açtığı öncü değerler. Bugün hayatını kaybetmiş devrim şehitlerimizin de her yerin bu alanda verdiği değeri de çok değerli buluyorum. Çünkü Cumhuriyet tarihimize baktığımızda Mustafa Kemal Atatürk’ün getirdiği devrimlerimizi en başında dünyanın hiçbir yerinde olmayan ama Türkiye’de kadınların seçme seçilme hakkıyla başlayan 1934 yılında ilk kez seçme ve seçilme hakkının tanınmasıyla birlikte, bugün gelişmiş ülkelere bakıyoruz İsviçre’de 1970 li yıllarda gelmiş bu hak kadınlara. Ama T.C.nin aydınlık ve en refah düzeyini yaşadığı dönemlere dönüp baktığımızda Osmanlı tarihi sonrasında Atatürk’ün inanılmaz bir devrimle geldiğini görüyoruz. Cumhuriyet tarihinde kadınların Atatürk’le birlikte varlık mücadelesinde çok önemli olduğunu anlatabiliriz.
Bunu 1920 li yıllarda meslektaşım olduğuna gurur duyduğum yine Süreyya Ağaoğlu’ndan biraz bahsedebiliriz. Süreyya Ağaoğlu aslında üniversitelere kabul edilmiyor. Babası avukat ve avukat olmak istiyor. Hukuk mesleğine hukukla ilgili herhangi bir şey icra etmek istiyor ama maalesef Türkiye’de ve dünyada kadınların varoluşu önemli ölçüde yıpranmış durumda, özellikle o yıllarda. Mustafa Kemal Atatürk bir yerde bir tepki ile karşılaşıyor Süreyya Ağaoğlu ile ve onun azmini gördükten sonra hayattaki o mücadelesine destek oluyor. 1922 yıllarında AÜ Fakültesine giren kadın olarak yer alıyor ve daha sonra da ilk kez avukat unvanını taşıyan meslektaşımız olarak da tarihte yerini alıyor. Bunlar aslında o kadar kıymetli ki o mücadele içerisinde bir sürü şeyden bahsedebiliriz.
Nezihe Muhittin’den bahsedebiliriz. Kadın mücadelesinden öncelikli olarak seçme seçilme hakkı diyoruz ama kadınlar zaten maalesef ataerkil toplumuzdan gelen verdiği bir kısıtla birlikte bir varlık mücadelesi içindeydi. Diğer haklarımız bir yana dursun kendi yaşam hakkını elde etmekte de çok ciddi bir zorluk yaşıyorlardı. Ama gelişen zamanla Batının belki de en çok alınması yönünden biriydi bu, kadının var oluşu. Ama tekrar tekrar kendisini bu yüzyılda takdirle anma isteriz ki Mustafa Kemal Atatürk Batının da önüne geçerek kadınlara inanılmaz haklar tanıyor. Bu sadece sosyal alanda değil, kadınların çalışma alanındaki eğitim alanındaki birçok alanda da varlığına sebebiyet veriyor. Mesela kadınların var olması kadınların seçme ve seçilme hakkı da ilkti. Bugün baktığımızda şu an sayıyı bilemiyorum ama kadınların eşitliği konusunda daha kısıtlı görüyoruz maalesef. Mecliste fırsat eşitliği komisyonu başkanlığını dahi bir erkek yönetiyor. Bunlar aslında erkeklerin de değiştirebileceği, dönüştürebileceği ki bunları Mustafa Kemal Atatürk’te görüyoruz, değiştirebileceği ne kadarının da değiştirebileceği bir yerde. M. Kemal Atatürk’ün araştırmalar yaparken, bir toplum cinslerden yalnız birini tercih etmekle yetinirse o toplumun yarıdan fazlası zaaf içinde kalacağı kesin.
Biz şu an en büyük kadınlarımız en büyük l bu anlamda değerli bulmalıyız. Ülkemizi bu duruma getiren evrim şehitlerimizin de hayatta verdikleri eşitlik mücadelesine baktığımızda hem kadınların hem de kadınların ötekilerinin toplumda tüm dışlanmışlık, eşitliği için bir mücadele veriyor. Cumhuriyet tarihi kendi içinde verdiği savaşında büyük kazanımlarla çıkmış olsa da biz hala şu anki yaşamada görüyoruz ki her gün yeni bir yara alıyoruz. Her gün demokrasi tarihimiz günden güne geriye gider hale geldi. Bu her gün kürsüde de konuşurken bin kez kuracağımız cümleyi tartma durumunda kalıyoruz. Ne acıdır ki ifade hürriyetinin Anayasa madde 26 gereği her bir yurttaşımıza her vatandaşımıza her insana konuşulan ifade hürriyeti ciddi anlamda kısıtlanıyor. BU elbette ki yine parlamenter rejime karşı olan bir saldırı sonrasında olduğu gibi görmemek elde değil. Başkanlık sistemi ile birlikte gelen başkanlık sistemi sonrasında tek adam rejiminde ikisiyle birlikte demokratik düzenin yok oluşu ifade özgürlüğüne de maalesef ciddi bir ket vurmakta. Basından arkadaşlarımızın en temel haber verme ve vatandaşın haber alma özgürlüğü yargı ile de kısıtlanır hale geldi.
Demokratik düzenlerde aksine bir kabul görmemesi gerekir, aslına bakarsanız. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) çok geniş yorumlamış ifade özgürlüğünü. İfade özgürlüğü yine demokratik toplumlarda ifade hakları var, demokratik toplumlarda ifade özgürlüğü çok geniş yorumlanması gerektiğini meslektaşlarımızın da yargı içtihatlarında geniş bir biçimde yorumlanır. Enteresan olan T.C. Anayasası basın özgürlüğü ile ifade özgürlüğünü ayrı bir madde ile (madde 28) ile daha koruyucu hale gelmiş. Demiş ki “basın hürdür”. Fakat bu günkü geldiği noktada görüyoruz ki maalesef basın karşı yapılan o büyük darbeler 90 lı yıllarda yaşadığımız belki yaşadığımız faili meçhul Cumhuriyet şehitlerimizin yaşı sebebiyet verdiği aha bugün burada olduğu gibi sebebiyet veren bu tartışmalarında hala başka biçimlerde değiştirerek devam ettiğini de gösteriyor maalesef.
90 lı yıllarda belki bugün de güncelliğini koruyan kıymetli Uğur Mumcu’nun sözlerinde ifadelerinde halen kitaplarında güncelliğini koruyan. Dün ve bugün arasındaki o gelişme düzeyini maalesef geriye doğru götüren dediğimiz nokta parlamenter sistemin de demokratik teamüllerini git gide ortadan yok edilmesidir.
Cumhuriyetin en önemli ilkeleri en temel ilkeleri maalesef tartışmaya açılır hale geldi. Bunların herhangi bir hukuk sisteminde ya da herhangi bir inanç sisteminde bu mümkün değilken Türkiye’de laikliği tartışır hale gelmiş durumdayız. Laikliğin eğitim kurumlarında tartışılıyor oluşu ya da Milli Eğitimde Diyanetle yapılan herhangi bir protokolün laikliğin ciddi bir tehdit oluşturmakta. Bugün Cumhuriyetin temel ilkellerinden sahip çıkmayışı da her gün bizi de geriye götürüyor. Bugün aslında Cumhuriyetin temel değerlerine bir başkası için sahip çıkmayışımız yarın her birimizi o tertibin bir parçası haline getiriyor. Bu anlamda tüm hukukçuların tüm sağduyulu insanların bugün burada oluşumuz dahi zaten hepimizin sağduyu sahibi olduğunu da gösteriyor. Her sağduyulu vatandaşın aslına bakarsanız Cumhuriyetin temel ilkelerine sıkı sıkıya sarılması gerekiyor. Bugün bu salonda bir araya geldiysek biz bizeyiz diz dizeyiz diyerek hiç umudumuzu kaybetmememiz nedeniyle belki bir alışkanlık haline dönüştürmememiz gerekiyor.
90 lı yıllarda yine bir cenazede o gün söylenen söz bugün hala güncelliğini koruyor. Öğrendiğim her yıl tekrar etmekten onur duyuyorum. Türkiye laikti laik kalacak, bu ilkenin farkındalığıyla yetişmiş bu ilkenin farkındalığıyla belki büyümüş bir nesil olarak aldığımız güçle Cumhuriyet ilklerinin temel değerlerinin sahip çıkılması her şeyden kıymetli diyebiliyoruz. Bundan sonraki süreçte hukuki düzlemde bakıldığında hukuk sitemi nereye gidiyor, hukuk ne kadar aslında cumhuriyetin değerleri ile örtüşen hukuk teamülleri ile örtüşen hukuk nerede, her birimizin aslında sabah uyandığımda bir gazete sayfasını açtığımda ya da hepimizin izlediği kanallarda aynı hale geldi. Çünkü medya da tekelleşti maalesef. Kanalları değiştirirken hepimizin hepimiz için de toplum için de tekrar ettiği şey hukuk nerede, aslında umudunu kaybetmeyen, Cumhuriyetin ilkelerine sahip çıkan hukukçular olarak temel değerleri demokratik teemmülleri savunmaya devam ediyoruz.
Bugün gelinen noktada ısrarla söylediğimiz şey yargının herhangi bir biçimde iktidar eliyle bir tehdit aracına dönüşmesi en büyük tehlikedir, ülkeler için en büyük tehlike de budur. Anayasaların bertaraf edildiği anayasaların yok sayıldığı yasal hükümlerin hiçbir biçimde bir norma uydurulamadığı dönemlerde tekli iktidarlar maalesef görünen tablolarda da budur ki hukuku bir aracı hale dönüştürür. Buna karşı yapılacak önlemler de doğru, tarafsız erklerin varoluşudur. Geriye dönüp öğrendiğimiz anayasalara dönüp baktığımızda üç temel erki birbirinden ayırır. Engelleme faaliyeti yapan farklar ayrıdır, bütün geldiğimiz notada yasama yürütme eksik geçmiş durumda, partili bir cumhurbaşkanın oluşu kim olduğundan kimliklerinden ayrı bunları konuşuyoruz. Biz kurum temsilcileri olarak kendi siyasi düşüncelerimizden politik tutumlarımız, politik duruşlarımız var, ancak kimin geldiğinden bağımsız olarak iktidara gelenin karşısında kurulu muhalefetin çok kıymetli değer olduğunu da ifade etmek durumundayız. Burada en çok denetlemesi gerekenin yine hukuk ve bağımsız hukuk kurulları, bağımsız yargı kimlikleri, aidiyetleri ne oldukları hiç bilinmeyen yargı mensupları tarafından denetlenmesi gerekir. Çünkü cübbelerimizi giydiğimizde kim olduğumuzu duruşma salonların dışında bırakmak zorundayız. Böyle olmalı en azından. Böyle öğretildi böyle de öğretilmeli. Fakat dün gördüğümüz bir yayında yanlı taraflı bir milletvekilinin yakının hâkim olarak seçilişine dair bir görüntü izledik.
Bu utancı biz kendi benliğimizde hissediyoruz, ama umuyorum ki bu utancı herkese hissettirilecek günlere erişebiliriz. Eğitimle değerlerle T.C.nin temel değerlerine sahip çıkarak yine devrim şehitlerimizi bir gün olsun anlayarak Ahmet Taner Kışlalı’yı, Muammer Aksoy’u, Uğur Mumcu’yu, Kubilay’ı her birini ayrı ayrı anarak her birini unutmayarak ve eşit temsiliyeti, eşit varoluşu hep benimseyerek ileri gitme yolunda adım atarız diye düşünüyorum”. Alkışlar.

Panelin üçüncü konuşmacısı olarak Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Genel Başkanı M. Hüsnü Bozkurt yaptığı konuşmada şunları söyledi:
M. Hüsnü Bozkurt Konuşmasının başında katledilen aydınların adlarını sayarak konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Siyasi cinayetler bugün de söz edildi, adi cinayetlerin faili meçhul olabilir, Narin Güran cinayeti meçhul kaldı, bilmiyoruz har ne kadar ağırlaştırılmış müebbet verildi ama şu kişi sekiz yaşında bir çocuğu katletti” denilemiyor. Ama siyasi cinayetlerin faili meçhul değil tam tersine faili pek meşhurdur, hele bu coğrafyada. Muammer Aksoy’u aramızdan alan o iki kurşunu sıkan kahpe elin hangi şerefsize ait olduğunu bilmemize gerek yok. O tetiği çektiren Batı emperyalizmi ve alçak işbirlikçisi dinci faşist çetelerdir, bu hiç değişmez. Uğur Mumcu’nun arabasına koyan da aynıdır. Ahmet Taner Kışlalı’nın kundaktaki bebeğini babasız bırakan bombayı koyan da aynıdır. Bahriye Üçok’un evine o bombalı paketi gönderen de aynıdır, Şükrü Demiryürek kardeşimizi dernek binasında bıçak darbeleri katleden de aynıdır, fark etmez.

Devrim şehitlerimizin ışığında Atatürk Cumhuriyeti paneli (2)

Dolayısıyla bu faili meçhul cinayetler bir dönem çok önce Cumhuriyetin ilk yıllarında Kubilay’la Türkiye’nin 20 ye yakın yerinde Mili Mücadele döneminde çıkarılan dinci isyanlarla hepsinin arkasında o gün İngiliz emperyalizmi bugün AB emperyalizmi veya Batı emperyalizmi var tamamı. Ve tamamı gerek bu cinayetlerin gerek isyanların, en son Cumhuriyet dönemine gelirsek Şeyh Sait İsyanı 1935- 1937 Dersim isyanı arada Bolu Gerede isyanları, Konya’da Delibaş isyanı, Bozkır İsyanı, Yozgat Bozok İsyanı sayın istediğiniz kadar tamamının arkasında Tunceli’deki Seyit Rıza denilen hainin arkasındaki de aynı İngiliz emperyalizmidir. Şeyh Said’i altınları ile besleyip isyan ettiren de aynıdır ve nihayet 15 Temmuz’da o Fethullah denilen sümüklü vaizin peşine takılan profesör kılıklı general kılıklı amiral kılıklı adamların kalkıştığı darbenin de arkasındaki tetik çeken güç aynı.
Dolayısıyla bu coğrafyada Atatürk Cumhuriyeti, Devrim şehitlerimizin ışığında aynı Atatürk Cumhuriyeti, ya da biz üç buçuk yıldır Anadolu’nun her yerini dolaşıyoruz. Kemalizm’in namus sesini yurdumuz semalarına asacağız, yeniden Atatürk Cumhuriyetine mutlaka asacağız, Devrim şehitlerimizin dışında Atatürk Cumhuriyeti. Nedir Atatürk Cumhuriyeti, niye bunu söylüyoruz neden. Yani Muammer Aksoy 1989 yılının Martında o zamanki parti SHP rüzgar gibi esmiş, 67 ilin kırkını kazanmış yüzde 30 a yakın birinci parti olmuşken ne arıyor ne istiyoruz da Atatürkçü Düşünce Derneğini kurdu, aynen bizim ADD kuruluş bildirgesinde olduğu gibi Türkiye’nin laik cumhuriyetin çocuklarımızın geleceğinin tehlikede olduğunu gördüğü için aynı şekilde katledilmeden altı gün önce yapılan ADD Genel Yönetim Kurulu toplantısında on bir sayfalık bir gözetimle bir siyaset kurumu gerek kamu oyu, gerek üniversiteler, gerek medya basın uyarıldı, kim uyardı, ADD Genel yönetim kurulu yaptı. 11 sayfalık bir metin, özetini söyleyeyim, “laik Cumhuriyet hiç olmadığı kadar tehlikededir, bütün yetkililer ve yöneyiciler ve halk laik cumhuriyete sahip çıkmalıdır” temel felsefesi bu. Arzu edenler genel merkezimizde o günkü karar defterinde 11 sayfalık metni görebilirler.
Şimdi 1989 yılında laik Cumhuriyet Atatürk Cumhuriyeti tehlikedeydi de ne oldu altı gün sonra Muammer Aksoy katledildi. Aynı şekilde o yılın altı Ekim’inde Bahriye Üçok katledildi. Aradan iki buçuk yıl geçti Uğur Mumcu katledildi. Aradan altı yıl daha geçti Genel Başkan Yardımcımız Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı katledildi. Aradan geçti yedi yıl 2007 de Genel Başkanımız Şener Eruygur ADD Genel Başkanımız Ergenekon kumpasında ceza evine atıldı, cezaevinde her nasılsa ayağı kaydı felç geçirdi ve ömrünü felçli olarak yatakta geçirmek zorunda kaldı, iki yıl önce kaybettik.
BU ülkede yüz yıldır bu Batı emperyalizmi dediğimiz haydut devletler organizasyonu petrol coğrafyasında ya da İslam coğrafyasında ya da mazlumlar coğrafyasında kötü örnek olan Mustafa Kemal Atatürk’le Kemalist Devrimcilerin kurduğu laik üniter ulus devlet olan bir Türk Cumhuriyetine tahammül edemiyorlar onların aşağılık işbirlikçileri dinci faşist bozuntuları da aynı şekilde bir din devletinde paraya ve imkana kavuşacakları düşüncesiyle onlarla işbirliği yapıyorlar ve onların tetikçiliğine soyunuyorlar. Suriye’de onların tetikçisi Colani oluyor, Libya’da bilmem ne oluyor, Irak’ta şu oluyor. Bilmem nerede bu oluyor ve bu ülkenin solcuları bir zamanların pek ünlü solcuları “aman efendim 1 Eylül’ün hesabı sorulacak” diye “yetmez ama evet” diyen meydan meydan dolaşan o sazan solcular şimdi utanma duygularını da yitirmiş olmalılar ki, hala ortalıkta dolaşabiliyorlar. Onların da 17 Eylül referandumunda teslim ettikleri Türk yargısını teslim ettikleri adamlar bugün Ekrem İmamoğlu’nu içeri atmaya çalışıyorlar.
Uğur Mumcu’nun güzel bir lafı var, “korkak bin defa ölür, cesur bir defa ölür” Cumhuriyetin savcıları (Mustafa Kemal Mahmut Esat’a soruyor, Esat Bey, niye Cumhuriyet öğretmeni, Cumhuriyet subayı değil de Cumhuriyet Savcısı bir tek savcının önüne koymuşsun bunu”, “evet paşam, siz Cumhuriyete ve devrime karşı yanlış yaparsanız sizi de sorgulayacak olan savcılardır, onun için onun adı Cumhuriyet savcısıdır) onun için bu toplantımıza kulak vermiş olurlarsa sayın Cumhuriyet savcılarına da söyleyelim, eğer Muammer Aksoy katletmekle Muammer Aksoy’un düşüncelerini yok etmek mümkün olsa idi, eğer Uğur Mumcu’yu katletmekle Uğur Mumcu’nun söylediklerini yani “ben Atatürkçüyüm, ben laikim, ben cumhuriyetçiyim, ben devletten yanayım, ben halkçıyım, ben milliyetçiyim, Türk milletinin emperyalistler tarafından sömürülmesine karşıyım, be tam bağımsızlıktan yanayım, ben antiemperyalistim, ben yalancıların talancıların, ahlaksızların, soyguncuların düşmanıyım” diyen Uğur Mumcu’yu katletmekle eğer bir hedefe ulaşmak mümkün olsaydı bugün T. C. Hala laik, üniter ulus devlet olarak ayakta duramazdı, birilerinin çok istediği din devletine dönüşmüş olurdu. Olmayacak çünkü nehirleri tersine akıtmak mümkün değildir. Buradan herkese söyleyelim, sizden korkan sizden beter olsun, bizi öldürmekle bilmem neyle tehdit etmekle bizi korkutamazsınız. Hala anlamadınız, çünkü biz o yirmili yaşlarındaki Ebru Eroğlu’na Harbokulu Mezuniyet töreninde kılıcını çekip “Mustafa Kemal’in askeriyiz” dedirten cesaretin sahibi olan insanlarız. Bizi korkutamazsınız, daha kaç kişiyi öldüreceksiniz ulan”. Hadi Muammer Aksoy’u öldürdünüz, Uğur Mumcu’yu öldürdünüz, bizi de öldürseniz ne olacak. Ne yapacaksınız Türk Milletini öldüremezsiniz, o Amasya’dan yükselen ses vardı ya, o Erzurum’dan yükselen ses vardı ya, o Sivas’tan yükselen ses vardı ya “milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” sesi, bu millet 600 yıllık Osmanlı hanedanının o emperyalizme uşaklık edip önünde diz çökmüş sarayın anahtarını teslim etmiş Vahdettin’in yani 600 yıllık Osmanlı Hanedanının Halife padişahının peşinden değil, işte o milletin azim ve kararı bitirecek ve bu ülkeyi kurtaracağız, bu vatanı kurtaracağız, bu vatanı işgalden, bu milleti esaretten kurtaracağız diyen Mustafa Kemal’in peşinde giden gitti. Onun bu milletle dalga geçmeyin. Yani şu kadar oy aldık bu kadar oy aldık, ne oyu alırsanız alın bu milletin Mustafa Kemal Atatürk sevgisini, bağımsızlık aşkını ve antiemperyalist ruhunu yok etmeniz mümkün değildir. Göreceğiz yaşayacağız, bak yaşayacağız göreceğiz, unutmayın bu topraklarda haklı olan biziz. Biz haklıyız çünkü biz doğrudan yanayız, biz kadından yanayız, biz emekten yanayız, biz çocukların tecavüze uğramasına karşıyız, siz bir tane sarıklı televizyon ekranında yurtlarda, Kuran kurslarında “çocuklara tecavüz etmeyin” dediğini duydunuz mu? Bunların böyle bir deri var mı? Tüyü bitmedik yetimin hakkını, sömürmeyin yolsuzluk yapmayın, “yapmayın bir gemide dokuz ton eroinle yakalanıp şu milleti dünyaya rezil etmeyin” diyen bir tane sarıklı gördünüz mü? Eline kılıcı alıp “Ayasofya’da kürsüye çıkıp Atatürk kafirdi” diyen adamlarla dolu bu memleket. İstediklerini yapsınlar, trilyonlar harcadılar bak ne oldu kardeşim 15 Temmuz’dan sonra din yapısını güya değiştirdikleri ve kapatıp Milli Savunma Üniversitesi Harbokulu diye doğru bağladıkları her zihinde tek tek yedi göbek bağlandıkları o çocuklar mezun teğmenler aslanlar gibi çıktılar “Mustafa Kemal’in askeriyiz” dediler o 20 yaşındaki çocuk sonra da baskıya uğradılar. Uğurunda ifadelerinde dediler ki eğer arkadaşlarım zarar görecekse onlardan ayrı kalmak istemem”, bu ruhu işte 1989 un 19 Mayıs’ında Atatürkçü Düşünce Derneğini bu nedenle kurdu Muammer Aksoy, bu dernek onun için, hukuk kurumu onun için, Ankara Barosu onun için, Türkiye Barolar Birliği onun için, Çağdaş yaşama derneği onun için, daha binlerce dernek onun için. Örgütlü toplum mücadelesi verdi Muammer Aksoy, öğretmen öncülüğünün önüne düştü, Türkiye’nin petrol davasının üzerine düştü, Türkiye’nin yeraltı kaynaklarını madenlerinin korunmasının peşine düştü. Bir hayat dolu mücadele 1917 de doğdu 1990 yılının başında aramızdan aldılar.
Ne oldu, denilebilir ki baksan kaç senedir bunlar iktidarda 22 senedir de AKP iktidar. Bundan önce de 50 senedir Demokrat Partisi, Adalet Partisi, Anavatan Partisi alayı öyle ne oldu, nereye getirdiniz Türkiye’yi. Nerede bu Türkiye siz Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanı olduğu bir Türkiye’nin Cumhurbaşkanını bir kıytırık Amerikan başkanını elinde beyzbol sopasıyla ya da bir mektup yazıp “otur oturduğun yerde” deyip ayar edebilir musunuz? Buraya getirdiniz Türkiye’yi ne konuşuyorsunuz. Suriye’de zafer kazandık diye dolanıyordunuz hani Suriye’de gördük ne zaferi kazanıldığı.
Bu ülkeyi bölme için terör örgütleri için kurmuş bir asamı yani 1999 da Türkiye’ye getirildiğinde emrindeyiz” diye salya sümük ağlayan bir adamı “cezaevinden çık gel de Mecliste konuş, şu terör belasından kurtar” diyecek duru7ma düşürdünüz. Kimsiniz, kimsiniz. Ne oldu o da elinizde patladı, niye bu millete kabul ettiremezsiniz, yüzde şu kadarı aldık bu kadarı aldık Meclis’te şu kadar sandalyemiz var bilmem ne var. Hadi getir bakalım APO’yu da konuşturun da görelim, hadi, yok, olmuyor. Onun için fani vücutları aramızda olmasa tıpkı Mustafa Kemal gibi Muammer Aksoy aramızda yaşıyor, Uğur Mumcu da yaşıyor sizler varsınız diye yaşıyor. Daha oldukça da yaşayacak ve bu Türkiye, az önce sevgili Özbey söyledi, Türkiye laiktir laik kalacak ve Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği gibi elbette hepimizin fani vücudu bir gün toprak olacak, doğanın kanunu ne fark eder ha 50 yaşında ölmüşüz ha 60 yaşında ya yüz yaşında. Elbette bir gün bizim de fani vücudumuz elbette toprak olacak ama T. C. i ilelebet payidar kalacaktır, bunu herkes kafasına sokarsa iyi olur bunu dostça söylüyorum, laik Cumhuriyet hepimizin altında 103 yıldır güvenle yaşadı 102 yıldığı bir güvenlik şemsiyesidir. O kilit taşı o Mustafa Kemalin laik Cumhuriyettir. Oynamayın o kilit taşıyla, o kilit taşıyla oynarsanız en önce oynayan adam kalır altında. Biz söyleyelim de siz dinlemezseniz dinlemeyin, gidin İmamoğlu’yla uğraşın gidin Çiğdem Bayraktar ile uğraşın, idin sokakta röportajda Ayşen Kadını tutuklayın, gidin bilmem neyi tutuklayın. Gidin 13 sene önceki 12 sene önceki gezi parkında, bizim millet akşam ne yediğini bilmiyor bizim ülkemizde öyle siyasiler var ki, dün söylediklerini bugün tamamen aksini söylüyorlar. Vay efendim 12 sene şunun ne konuştun diye onları sorun, bunlarla uğraşın gündemi değiştirmek için sürekli uğraşın.
12500 lirayla geçinmek zorunda bıraktığınız emekliye topu topu iki bin lira bile, iki bin lira bir artışla 14 bin bilmem kaç lira yaptığınız maaşıyla geçinemediğini unutturtamayacaksınız.
Suriye’de Türkiye’yi rezil olduğunu unutturamayacaksınız, on milyon mülteci ile milleti baş başa bırakıp ev fiyatlarını da kiraların da çarşı pazar enflasyonun da nelere sebep olduğunu unutturamayacaksınız, Gabar’da Petrol bulduk ne güzel kokuyor içmem mi ne etsem diyen zibidilerin peşine takılıp benlik atmayın. Duyanlar girsin söylesin”.
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget