31 Ocak 2025 günkü etkinlikte “Devrim Şehitleri ışığında Atatürk Cumhuriyeti” başlıklı panel düzenlendi, panele konuşmacı olarak B. Safa Yenice (Atatürk Düşünce Derneği Genel Başkan Yardımcısı, kolaylaştırıcı; Nail Gürman Avukat, Türk Hukuk Kurumu Başkanı; Avukat Elçin Özge Şimşek Çağlayan, M. Hüsnü Bozkurt Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı katıldılar.
Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Bel. Çağdaş Sanatlar Merkez’inde düzenlenen panelde ilk konuşmayı kolaylaştırıcı B. Safa Yenice (özetle) açılış konuşması ile şunları söyledi:
“Batı uygarlığı bilimle, kültürle, teknoloji ile takdir ettiğimiz yerlere geldi; Batı böylece gelişirken diğer yandan emperyal uygulamaları ile sömürü zihniyetini yürütürken vekalet savaşlarını da yürüttü. Bizim ülkemiz hakkında da ta Osmanlıdan beri farklı görüşler hiç olmadı. İngiliz Başbakanı 1873 de “Türkleri Anadolu’dan Asya’ya kovmak lazım” diyordu. Bu tek bir olay değil, Loyd Corc (David Lloyd George) 1914 de “Türkleri Asya’ya sürmek lazım”.Osmanlı’dan bu yana bu bakış açısıyla geldiler. Batı’nın Osmanlıdan beri Türkiye’ye bakışları Osmanlıdan bu yana planlı hedefleri değişmedi. Lozan’da da O zamanda da “bağımsızlık bağımsızlık diye tutturuyorsunuz, Kapitülasyonları da kabul etmeyiz diye tutturuyorsunuz”. Sekiz ay Lozan’da Baş başa, can cana çalışıldı ama Mustafa Kemal ve arkadaşları kazandı. Aynı Loyd George, şunları da söylemişti: “Bunları evet size veriyoruz, ama paranız yok gücünüz yok sıkıntılarınız olacak, bize geleceksiniz biz de size bugün kazandıklarınızı söke söke alacağız”. Mustafa Kemal ve arkadaşları bu yüzünü görürken bu yüzünü de hiç ihmal etmediler. Ve Atatürk Cumhuriyetinin ilk yıllarında Lord Curzonu mahcup ettiler.
Biz İslam coğrafyasında tek demokratik laik ulus devleti olma özelliğini Ortadoğu’ya yayılabileceği kaygısıyla pek bir kaygı duydular, T.C. inde rahatsız oldular. Bu çıkarlarına gelmiyordu ve o nedenle rejimimiz ve ülkemiz hakkında emperyal planlarını hedeflerini hep sabit tuttular. İngiltere Başbakanlarını söylediği söz müydü acaba. Almanlara bakıyorsunuz sene 1992 Almanya dış işleri bakanı diyor ki “biz Yugoslavya’ca bir plan uyguladık size de uygulayalım, yani sizler Türkler ve Kürtler anlaşarak bu modeli hayata geçirin, evet bu modeli hayata geçirmiş oldular ama bunun sonucunda Yugoslavya yedi parçaya bölünmüştü. 1998 de Volkan Kork diyordu ki, “on yıl içinde Türklerin Kemalist modelleri kadar güçlü üç devlet yıkıldı, İran, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya; onlar da çok güçlü devletlerdi. Ancak onların Türklerle ortak bir özellikleri vardır yıkılan devletlerdeki etnik ayırımcılıklar ve mezhep aykırılıkları yıkımı yarattı. Bunlar Türkiye’de baş çelişkiler arasındadır. O bakımdan sene 1996 yani Cumhuriyetin 75. Yılında çok kritik yıla girdi diyorlardı. Bu özellikleriyle ve emperyal planlarıyla çok iyi konuları kavramış olan Kemalist aydınlarımız canı pahasına mücadele etti. Birtakım kandırılmış bir takım aldatılmış ahmaklar ki kendilerine kandırılmış ahmaklar dedim bu planları hiç anlayamadılar. Bu gün çok zorlu bir döneme geldik, eğer bütün sorunlarında ve yaşantıyı yaşantımızdaki çöküntümüze ekonomik, sosyal kültürel çöküntülerimize rağmen üniter yapımızı koruyabiliyorsak, yani bütünlüklü yapımızı koruyabiliyorsak ulus devleti yaşatabiliyorsak Kemalist aydınların canları pahasına verdiği mücadeleyi ve yitirdikleri bu ülkenin hala ayakta durulmasıdır. Bizde özellikle 1990 yıllarda bölgemizdeki suikastlardan çok başka bir suikastlar oluştu. Örneğin İran’da nükleer araştırmalar, Irak’ta ve Suriye’de daha birkaç evvel hem bir kadın hem bir erkek bilim insanını öldürdüler. Ama bizdeki farklıydı, bizdeki Kemalist Cumhuriyetin yaşamasını gerektiğine inanan aydınlanmacı bilim insanlarını katlettiler, çok özgün bir şeydi bu ama bütün bunlara rağmen Atatürk’ün laik Cumhuriyetini yaşatma mücadelesi devam etti. Kemalist aydınlara aydınlanmacı bilim insanlarına yönelik saldırıların hedefi gene Kemalist. Türkiye’nin etnik mezhepsel bölünmelerine karşı tek ilaç Kemalizm’di” diyordu Ahmet Tane Kışlalı. Kapitalizm yıkılmadıkça içten ve dıştan emperyallerin taşeronları veya vekalet savaşçılarıdır veya işbirlikçileri bu saldırılara devam edecek. Biz bundan yılmayacağız, dün olduğu gibi bugün de mücadele kaldığımız yerden devam edeceğiz”.
“5000 senelik kıssa yarım hisse mi verdi, tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar, hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi. İşte bugün tekerrür eden tarih ibret alınmayan bir tarihtir, ne yazık ki.
Bu tespiti yaptıktan sonra birkaç şeyi belirtmek istiyorum, her ülke demokrasisinin sorunları vardır, dolayısıyla bizim demokrasimizin sorunları var, demokrasinin temeli hukuktur, hukuk herkesi yönetecektir çerçevedir. Biz cumhuriyeti ve demokrasiyi kurarken çok başka temeller üzerinde gittik. Mesela Levis demokrasinin Türkiye Serüveni adlı kitabında aynen şöyle diyor: “Türkiye’de demokratik kurumlar ne yenik düşmüş ülkelerde olduğu gibi galip devletler tarafından ne benimsetilmiştir ne de eski Fransız sömürgelerinde olduğu gibi, terk edilen sömürgeciler tarafından miras bırakılmıştır. Türklerin özgür seçimi ve kararıyla uygulamaya sokulmuştur. Hiç kuşkusuz bu kurumlara çok daha fazla hayatta kalma şansı verilmiştir”. Bir yabancı gözüyle demokrasimizin objektif bir özet tanımıdır bu.
Avrupa’da bütün ülkelerinde bugün hala uygar ve ileri bildiğimiz ülkelerde demokrasimizin sorunlarını görüyoruz. Avrupa aşırı sağa savruluyor. ABD’nin ne olacağı belli değil, dolaysıyla her demokrasiyi sundular. Biz Serbest Fıkra, Cumhuriyetçi Demokrasi Terakki partisinden sonra da 1946 da demokrasiye geçtik.
Kısa bir anı söyleyeceğim, 10 Kasım 1968 de İnönü Ankara Hukuk Fakültesini Atatürk’ü anma programı için geldiğinde konuşmasından sonra Rahmetli dekanımız Uğur Alacakaptan’ın odasında kendisi misafir edildi. Orada sordular, “acaba demokrasiye geçişimiz erken mi oldu”. Aynen şu yanıtı verdi: “Hayır sağlığımda ne kadar ilerlerse o kadar daha mutlu olurum o kadar” diye düşünüyorum” dedi. Biz demokrasiye geçtiğimiz zaman, çoğumuz o zaman yoktu, 1946 seçimleri hangi usulle yapıldı, açık oy gizli tasnif, yani vatandaşlar geldiler oy kullandılar ama sandık perdenin arkasına götürüldü orada gizli olarak tasnif edildi, sonra ilan edildi. Demokrasiye böyle başlandı. O tarihten itibaren çok maceralardan geçtik, ihtilaller, darbeler vs vs 1950 de iktidara gelen parti de “yeter söz milletindir” sloganıyla başlamıştı. Ama maalesef söz millete kalmadı.
Kasım 1958 Demokrat Parti son günleri, muhalefetin yayın organı Ulus Gazetesi bir süreyle kapatıldı. Menderes basını ağır şekilde suçladı 31 Mart olayına Atatürk’ün demokrasiye geçememesine basının sebep olduğunu söyledi ve Aralık 1958 de Demokrat Partinin Kemal Özçoban’ın verdiği af teklifinde sekiz yılda gazeteler için 811 mahkûmiyet kararı verildi. 2324 kovuşturma açıldı. Bu o kadar çok uzayıp gidiyor ki, en son 56 da bir örnek olarak sunacağım, Turan Feyzioğlu, Siyasalın dekanı idi o zaman gözaltına bakanlık emrine alınıyor, arkasından siyaset yapan öğretim üyeleri tasfiye kararı uyarınca Munci Kapani, Aydın Yalçın, Muammer Aksoy, Şerif Mardin istifa ettiler ve üniversiteden ayrıldılar, diyor. Bütün bu örnekler on yıl boyunca süregelmiştir. Bunları niçin anımsamak istedim. Bugün de biliyorsunuz bir büyük ve uzun geçmişin sıkıntıların ı yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz durumu tespit ve ileriye doğru anlatmak istiyorum.
Bu Cumhuriyet bizim, bu demokrasi bizim, biz de buradayız. Bugün gazetecilerin tutuklanması, basının başka türlü gözaltına alınması, TBMM inin son halk oyu oylamasından işlerinin tamamen sıfırlanmış olması, açıkçası Türkiye’de bütün kurumlarıyla ve kuruluşları ile işleyen demokrasi maalesef yok. Bunun ne yazık ki bizlerden kaynaklanan nedenleri var. 1987 de Turgut Özal’ın liderliğindeki Türkiye’de anımsayacaksınız, parlamentoyu oluşturacak olan Millet Meclisinin tamamına gidecek olan yani milleti temsil edecek olan yani ulusal egemenliğin simgeleri olacak olan onu Mecliste millet adına temsil edecek olan milletvekillerin bir kişiyle yasa haline getirdi, yani her partinin genel başkanı diyecek ki, sen sen sen milletvekili oldun gel bakalım gidin TBMM ini kurun. TBMM inin temelinde bu yok, hakimiyeti milliye var, ulusal egemenlik var. Bir demokraside eğer bu ağacın köklerini budarsanız bir sonuç alamazsınız. Bugün Meclisimiz çalışmıyor, demokrasimiz çalışmıyor, hukukumuz çalışmıyor.
Biraz geçmişimize bakmak durumundayız, hatırlatmak zorundayım ki Ecevit le Erbakan’ın yaptığı koalisyon hükümetlerinde bir karar alınmıştı, şu: O güne kadar imam hatip okullarından mezun olanlar sadece üst okulların ilahiyat fakültesine gidebiliyorlardı. Ne yazık ki her ikisini de rahmetle anıyorum. Sonra ne karar verildi, imam hatip okullarından mezun olmakla İlahiyat fakültelerine gitmek konusuna değinirken sonunda bütün imam hatiplerden mezun olanların Üniversitelerin İlahiyat yanında, işletme gibi birçok üniversite faküllerine giriş sınavı tanında şimdi bugün şikâyet ettiğimiz yargıçlar şimdi bugün şikâyet ettiğimiz yöneticiler kaymakamlar oralardan yetişmedir. Dolayısıyla geldiğimiz durum budur.
Şimdi görevimiz nedir? Görevimiz herkes için hukuka inanmak hukuka dayanmaktır. Peki bir yurttaş olarak görevimiz nedir? Görevimiz var, umutsuz değilim, moralsiz değilim, inançsız değilim olmamak zorundayım. Bir söz vardır asla vazgeçmeyeceğiz çünkü vazgeçenler sadece kaybedenlerdir. Bugünkü durum budur.
Bugün çok açık bir gerçek ki, ülkede inançsızlığın kardeş güvensizliğinin olmaması yürütmenin denetime tabi olmaması çok önemli can damarlarımızdır. Ama her şeye rağmen demokrasi içinde yönetiliyoruz, eksiğiyle, yanlışıyla kararlarıyla, baskısıyla her şeye rağmen demokrasi içinde yönetiliyoruz. O halde ne yapacağız? Yeni bir yönetim kuramayız, her şey belli, anayasaya uyanlar olur uymayanlar olur, biz anayasaya uyanlardanız, biz hukuka uyanlardanız bu arada da hukuka uymaya devam edeceğiz. O halde bir söz vardır sanıyorum Mevlana’nındır, “kapalı kapı yoktur yanlış anahtar vardır”. Anahtarımızı iyi saptamak zorundayız, burası bu anahtarın kötü şurası eskimiş, burası bir defa kullanıyorum hiçbir işe yaramıyor, anahtar bu kapıyı açmak zorundadır, anahtar bizim elimizdedir o anahtarı bütün eksiğine rağmen biz kullanmak zorundayız. Dolayısıyla inancımızı mücadele gücümüzü heyecanımızı, birden hatırladım İstanbul Belediye Başkanı bir tarihte genciz heyecanımız var inanıyoruz kazanacağız demişti, başarmak sadece kazanmaktan geçer.
Biz Hukuk kurumu olarak anayasa çerçevesinde beraber bulunduğumuz ADD’nin sayın başkanı üyeleri bu yolda hep beraber yürümek zorundayız. Dolayısıyla sakin ama sabırlı düşünerek ama cesaretli inançla bıkmadan usanmadan, yürümek durumundayız ve yürüyeceğiz. Var mısınız hep beraber yürümeye, tabi ki varız” Alkışlar
Not: Okuyucuyu sıkmamak için öbür iki panelistin konuşmalarını yazımızın ikinci bölümde sunacağız.
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com
Yorum Gönder