AKP iktidarının özellikle TBMM Başkanı İsmail Kahraman Abdulhamid’in doğumunun 174. Yılını kutlaması gibi Abdulhamid merakını görünce, madem gündem böyle diyerek biz de bu padişah hakkında bazı ilginç ayrıntıları vermek istedik.
GATA'nın İstanbul Haydarpaşa hastanesi, ülkemizin en büyüklerinden biri. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında askeriyenin elinden alınıp Sağlık Bakanlığı'na bağlandı, başına örtülü bir kadın getirildi. İsmi de “Sultan Abdülhamit Hastanesi oldu?”
Sultan Abdülhamit Osmanlı'nın 34. padişahı. 1876 yılında tahta çıktı, 1909'da 31 Mart irtica ayaklanması sonrasında indirilip Selanik'e sürgün edildi. Korkak, vesveseli bir adamdı. Padişah olur olmaz Meclis'i kapadığını, kullandığı hafiyelerin para karşılığında verdiği düzmece jurnallerle on binlerce yurtsever insanı sürgün ettiğini, Mithat Paşa'yı zindanda boğdurduğunu tarihin sayfalarında yazılı.
Tıpkı şimdiki AKP-RTE iktidarının yandaş basını gizli açık ödeneklerle beslediği, muhalif gazetecileri kumpaslarla hapse attırdığı, RTÜK le kırbaçladığı gibi, Abdulhamid’de kendi kafasında olan Volkan ve Mizan gibi gerici gazeteleri para vererek kollarken, muhalif gazete ve gazetecileri cezalandırıyor, Namık Kemal, Şinasi gibi Nice yurtseveri, gazetecileri çok uzak yerlere (Taif, Fizan, Yemen'e ) sürgün ediyordu. Ama şimdikileri hafiyelerden bin beter muhaliflerin telefonlarını dinliyor kumpaslar kuruyordu. Bu aydınların bazılarını zindanlarda boğdurmuş, hafiyeleriyle jurnallerle 33 sene kan kusturmuştur. Mısır'ı Tunus'u Kıbrıs'ı Sırbistan'ı Karadağ'ı Romanya'yı, toplam 1.5 milyon kilometrekare toprağı kaybetmişiz.
Amcası padişah Abdülaziz'in darbeye niyetlenen askerler tarafından öldürüldüğüne, donanma mensuplarının bu işte büyük rolü olduğuna inanırdı.
Tahta çıkınca ilk işi, o günlerin en güçlü deniz kuvvetlerinden biri olan Osmanlı Donanması'nı Haliç'e hapsetmek oldu. Donanmanın günün birinde Yıldız Sarayı'nı bombalayıp kendisini tahttan indireceğinden korkuyordu. Osmanlı Donanması orada yıllar boyu çürüyüp elden çıktı. (Nedense, Abdulhamid’ci görülen günümüz AKP-RTE iktidarı da, orduya kurulan Ergenekon kumpasında denizcileri Silivri Zindanlarına göndermişti
Abdulhamid’in denizcilerden kıcık kaptığını bilen gerici askerler, Asâr-ı Şevket Zırhlısı Kaptanı Deniz Binbaşı Ali Kabuli Bey, gerici askerlerce sokaklarda sürüklenerek Yıldız Sarayı'na kadar götürüldü ve Abdülhamit'in gözleri önünde öldürüldü. Ali Kabuli’nin kesilen başı bir sopanın ucuna takılarak sokaklarda dolaştırıldı! (https://interaktif.sol.org.tr/31-Mart/)
İŞGALCİ RUSLAR İSTANBUL’A ONUR ANITI DİKTİLER
Tarihin acı gerçeklerini görmezden veya bilmezden gelen bazı Abdülhamitçi tutucular ““Ulu Hakan Abdülhamit Han devrinde hiç toprak kaybedilmedi” derler. Oysa Osmanlı en çok topraklarını ll. Abdülhamit zamanında kaybetti. Ruslar Yeşilköy’e kadar geldi, nerede ise İstanbul bile elden gidiyordu. Kıbrıs Adasını İngilizlere rehin mi rüşvet mi vererek İngiltere sayesinde Rusları durdu.
Dedelerimizin 93 harbi diye andıkları 1877-1878 savaşı sonrasında Rus Ordusu Doğu'dan ve Batı'dan Osmanlı topraklarına girdi. Doğu'da Erzurum işgal edildi, Batı'da şanlı Plevne savunması sonrasında başkent İstanbul'un kapısına dayandı.
Vatan elden giderken Cuma namazı dışında Abdülhamit sarayında oturuyor, hiç dışarı çıkmıyordu.
Düşman ordusu o günlerde Rumca adı Ayastefanos olan bugünkü Yeşilköy'e kadar girdi ve orada yıllarca kaldı. Ruslar oraya Abdülhamit'in izniyle 1895 de sekiz katlı apartman yüksekliğindeki kocaman süslü bir zafer anıtı yaptılar. 19 yıl durduktan sonra Osmanlı Teşkilatı Muhsusa tarafından 1914 de havaya uçurulmuştur.
O dönemin tarihini özetledikten sonra şimdi gelelim Abdulhamid dönemindeki başka garipliklere.
II Abdülhamit (1876–1909–76 yıl yaşadı En büyük tutkusu marangozluk idi. Sarayın bir köşesine marangoz atölyesi yaptırmıştı. Atölyenin altına da gizli kasa gibi bir bölme yaptırmış, bütün altınları paraları oraya saklıyormuş. Tahttan indirilince mücevherler paralar oradan çıkartıldı, hazineye verildi.
Bu padişah da seks düşkünü idi; bir yandan seks gücünü artırması için kuvvet macunları yiyor, Ermeni doktorunun önerisi ile horoz beyni yiyordu. Bunun için sarayda her gün 30 horoz kesiliyordu. Kitaptan, bilimden, uygarlığın her çeşidinden nefret ediyordu. O kadar bilim ve medeniyet karşıtı olaylar oluyordu ki, şu örnek buna bir kanıttır:” Abdülhamid’e şöyle bir jurnal verilir:”….Gerek elektriğin keşfi hakkında gerekse telsiz telgraf hakkında mekteplerde ders verilmemesi, gazetelerde söz edilmemesi, bunlara ilişkin alet edevatın memlekete girmesine izin verilmemesi”. Ülke böyle cahil adamların elinde geriliğe götürülüyordu.
II.Abdülhamid’in kuşkularının elektrik, tramvay, telefon gibi otomobilin ülkemize girmesini zorlaştırmıştır. Saraya suikast için sessizce yaklaşmalarına bir neden olarak gösterdiği at arabalarının tekerleklerindeki lastikleri sökecek denli evhamlı olan padişah, Sadrazam Avlonyalı Ferit Paşa’nın araba alma isteğini kesin şekilde men ederek şiddetle azarlamış, aldığı arabanın tekerleklerini söktürmüştür.
Bu evhamlı padişah, donanmanın dehşetli toplarının atışını ve tahribatını görünce, sarayı topa tutarlar korkusuyla, donanmanın manevra yapmasını bile yasaklamış, savaş gemileri limanlarda adeta paslanmıştır.
Abdülhamit kendi ülkesindeki basın ve aydınlar üzerinde insafsızca ajanlı hafiyeli korkunç bir sansür uygularken, Avrupa basınında padişah için çok ilginç ve özgürce karikatürler yayınlanıyordu. Evhamlılığı o kadar ileri idi ki, insanların, suçluların fotoğraflarına bakarak hüküm verir. Mahpustaki katillerin tüm resimlerini çektirip parmaklarını inceler; tüm katillerin orta ve başparmaklarının büyük olduğunu gözlemleyince, bu parmakların kesilmesinin caiz olacağını düşünürdü.
2. Abdülhamit, Yıldız Albümleri Mekke-Medine’ adlı kitapta da padişahın fotoğraf merakıyla ilgili bilgilere yer veriliyor ve kendisinin büyük bir insan sarrafı (fizyonomist) kabul edildiğine işaret ediliyor: “İddialara göre tahta çıkışının 25. yılında hapishanelerdeki mahkûmların fotoğraflarını çektirmiş, altına mahkûmiyet sebeplerini yazdırmış, fotoğraftan seçtiği mahkûmlara af çıkarmıştır. Askeri okula kaydolacak çocukları da fotoğraflardan seçmiştir” deniliyor. Yazıda Hüseyin Atıf Bey’in sözlerine de yer veriliyor:
“Sözü canilere getirdi: ‘Bir İngilizce kitabın tercümesini okumuş idim. Çünkü vaka-yı cinaiyeye (cinayet vakalarına) merakım vardır. O kitapta, canilerin ekserisinin başparmağının ucu şahadet parmağının ortadaki boğumunu geçiyor, çok uzun oluyor, elleri yabani bir hayvan pençesi şeklini alıyor diye görmüş idim. Merak bu ya, o zaman emrettim. Hapishanelerde ne kadar kanlı katil varsa hepsinin fotoğraflarını aldırdım. Filhakika başparmak hemen hepsinde uzun idi. Hem de her şeyi benziyor. Lakin eller her şahısta başta şekilde oluyor. Avrupa’da bundan bi’l-istifade canilerin resimlerinden bi’t-tatbik erbab-i ceraimi (suçluları) yakalıyorlar’ gibi hikâyelerde bulundu.”
İlk iş olarak ülkede hafiyecilik teşkilatı kurdu. Ülkede bilimi, aydınlığı, hürriyeti, Cumhuriyeti savunan bilim ve sanat adamları üzerinde öylesine bir baskı kurmuştu ki, Türk aydınları Namık Kemal ve öteki nice aydınlar ülkelerini terk et zorunda kalmışlardı. Türk Yazar, Gazetecileri, Gazeteleri üzerinde korkunç bir baskı ve istibdat estirmişti 33 yıl. Bu dayanılmaz baskı ve istibdada dayanamaya aydınlar II. Abdülhamid için “Kızıl Sultan” diye nefretlerini dile getiriyorlardı. Padişah öylesine vehim içinde idi ki, donanmanın top atışlarından korkuyor, donanmanın tatbikat yapmasından, savaş gemilerinin denize açılmasından korktuğu için, gemilerin denize açılmasını yasaklamış, donanma limanlarda çürümüştü adeta.
Avrupalı bir dergi, bir karikatüründe Abdülhamid’i ıstakoz gibi gösterince, Osmanlı’da ıstakoz kelimesi yasaklanmış! (İkinci Meşrutiyet Basınında İmge ve Emperyalizm kitabından).
Fatih’le başlayan bütün padişahlar, Türk’lerden çok Arnavut, Rum, Ermeni, Yahudi kökenli kimseleri devletin üst kademelerine getiriyorlardı. Bu nasıl bir Türk Devleti ki, asıl devletin temelini teşkil eden Türk’ler dışlanıyor, yabancılar tercih ediliyordu. Padişahların hemen hepsinin anaları da, karıları da yabanı kökenli; Evlenmek için Türk kızlarını tercih etmedikleri bir yana, Devlet kademelerine Hıristiyan Rum, Ermeni gibi yabancıları getiriyorlardı. Yeniçerilerin, Sadrazamların, öteki vezirlerin çok büyük çoğunluğu Arnavut, Rum, Ermeni, Yahudi, Arap vb yabacılardan oluşmuştu. 622 yıl süren Osmanlı saltanatında 214 sadrazamdan Öztürk soyundan ancak 25–30 sadrazam vardı.
Ayrıca, saraylar, konaklar, yalılar, camiler, medreseler, kervansaraylar Ermenilere yaptırılıyordu.
Oysa Batı’da bilim, sanat, basın ve özgür düşünüce alabildiğine ilerlemekte idi. Osmanlı ise baskı ve geriliğin batağında yıkılışa doğru hızla ilerliyordu. Arnavut ve Ermenilere (yerli halka göre) ilgisi çok fazla idi. Bunun için Rum ve Ermeniler büyükelçilikten nazırlığa kadar çeşitli hizmetler veriliyordu.
Berlin’de toplanan barış kongresine gönderilen Osmanlı heyetini temsil eden kurulun başkanı, Aleksandr Karatodori Paşa idi (1879–1881) Maliye Nazırı Agop Kazaysan Paşa adında Ermeni idi. 3.12.1908 de Sadrazamlığa (başbakanlığa) getirdiği Tunuslu Hayrettin Paşa tek kelime Türkçe bilmeyen Arap-Zenci karması cahil bir adamdı.
2.Meşrutiyet Meclisinde 60 Türk, 60 Arap, 25 Arnavut, 20 Acem, 12 Kürt, 11 Laz, 23 Rum, 12 Ermeni,15 Yahudi, 4 Bulgar,3 Sırp,1 Romen, 15 Çerkez, 8 Gürcü, 7 Tatar milletvekilleri vardı. Bu karmakarışık mecliste Türkçe Bilmeyen milletvekilleri bile vardı.
II. Abdülhamid’in II. Meşrutiyette tahttan indirilmesinden sonra, Sultan Hamit’e yakın ve de jurnalciler tutuklandılar. Bunlardan tevkif edilen Sultan Hamit devri ileri gelenlerinden serasker (Harbiye Nazırı) Rıza Paşa orduya iki yüz bin altın, Bahriye Nazırı Hasan Rami Paşa yüz sin altın vererek özgürlüğüne kavuştular; bunu diğerleri takip etti.
Ayrıca II. Abdülhamid’in Alman Doyçe Bank ve Doyçe Orient Bank bankalarında saklanan 1.080.000 altını orduya bağışlamak zorunda kaldı. Halil Menteşe’nin naklettiğine göre, 1909–1918 arası Devlet Şûrası ve Mebusan Meclisleri Reislerinden Hariciye Nazırı, Cumhuriyet devrinde müstakil Muğla Milletvekili Halil Menteşe, Sultan Hamit gerek nakit, gerek mücevher ve diğer koleksiyonların satış geliri olarak ordu ve donanmaya armağanının iki milyon altını çok geçtiğini öğrenmiştir.
Bu muazzam servetin günümüzdeki karşılığı yüz milyarlar altından fazladır. Vay… Vay… Halk, devlet, ordu, ilimde, ekonomide her yönden geri, yoksul kalmışken ve halktan çalınıp, saklanan altınlara bak! Padişahın ve paşaların bankalardaki altınları dünyalar kadar, devlet perişan, halk perişan, ordu perişan; öteden beri devlet böyle yönetilmiş demek ki!
Sarayındaki cahil Arnavut baçivanlara “mareşallık veren ll. Abdülhamit, 33 yıllık saltanatından sonra, 27.4.1909 günü tahttan indirilip Selanik’e sürülürken, yanına Hiristiyan kökenli karılarıyla 8 oğlu ve 9 kızını da yanına katmışlardı.
ll. Abdülhamit’in gerçek adları birer Hiristiyan olan karıları, Lucien, Sylvia, İliana, Helga, Etiene, Mariça, Zarah, Sevilla, Lester, Rosanna, Ruth, Meri, Elisa, idi. Bu isimlerin başına birer Sultan eklenip Arapça isimler verilmişti. (Bedrifelek, Behice, Bihdar, Dilpeseni, Emsalinur, Mezide, Müşfika, Nazikeda, Peyeste vb. isimler takılmıştı.) II. Abdülhamid öldüğü zaman, padişahın cenaze alayı geçerken pencereden başlarını uzatarak, kadınlar şöyle inlemişlerdir:
“-Kırk paraya ekmek yediren, yirmi paraya kömür yaktıran padişahım, bizi kime bırakıp da gidiyorsun?”.
Cevat Kulaksız
KAYNAKLAR
1- Yazılmamış Tarihimiz Seçmeler Cemal Kutay Sf:230–244)
2- Çankaya Falih Rıfkı Atay Sf:136
3-İstanbul Ansiklopedisi Cilt: 5 Sf: 182)
4-Radikal Gazetesi 30.5.2006,
5-Resimler internetten alındı.
6-Padişah Anaları. Ali Kemal Meram. Sf: 619–631-635-637
https://interaktif.sol.org.tr/31-Mart/
Yorum Gönder