Şubat 2024
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

“Bu eziyet gavura yapılmaz. İmamoğlu gerçekten iyi davranmış.  İmamoğlu Belediye Başkanı olduktan sonra yapılanlar”.

İktidarın İmamoğlu’nu dışlayıcı tavrı ve yaptığı eziyet
Yukarıda tırnak içinde gösterdiğim alt başlık, cep telefonuma bir dost göndermiş, “bunu yayın” diye de altına eklemiş. AKP-RTE iktidar, muhalif belediyeleri hizmet etmelerini engellemek için akla hayale gelmeyen, devlet yönetmeyle bağdaşmayan akıl almaz yöntemleri uygulamakta. Öteki muhalefet belediyelerine yapılanları irdelerken, hemen aklımıza İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in önceden basına yaptığı şu olay aklımıza takıldı. İktidar belediyelere gönderilen ödenekleri oldukça kısıtlamayla gönderirken, Yatırımları için Türk bankalarından bile daha ucuza aldıkları krediyi almalarını ve hizmetini engellemek için kredileri onaylamıyor veya sadece imzalamayı iki yıl geçtiği halde bekletiliyormuş. Oysa, devlet halkın yararına olan her türlü yatırırım ve çabaya isteme destek vermesi gerekirken, şaşılacak şekilde engellemelerde bulunuluyormuş.

İktidarın İmamoğlu’nu dışlayıcı tavrı ve yaptığı eziyet
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul’da Sirkeci-Kazlıçeşme raylı siteminin açılış töreninde Ekrem İmamoğlu’nu dışlayıcı konuşmasında şunları söylüyordu: “…Bu ülkeyi biz yönetiyoruz, Şu anda İstanbul’da bulunan zat veya zevat bu imkana sahip değil….Bu şahıs nasıl olduysa bir yanlışlık oldu bu görevi aldı”. “Nasıl olduysa” derken, İmamoğlu’un yerel seçimlerde iki kez haksız yere seçim yapıldığını, ikisinde de Ekrem İmamoğlu’nun artan oranda seçimi kazandığını anımsamak gerekir.
İşte İstanbul Belediyesine yapılan haksız uygulamalardan oluşan bir listeyi aşağıya alıyoruz. Onun için bana gelen bildirinin başlığına “bu eziyet gavura yapılamaz” başlığını koymuşlar. İşte engelleme listesi:
Bu çok olumsuz uygulamalar yanında, İmamoğlu’nu güç durumda bırakmak, çalışmasını engellemek için iktidarca insafsızca şunlar yapılmış:

  1. “Galata Kulesi İBB’den alındı.
  2. 2-Haydarpaşa ve Sirkeci Gar ihaleleri İBB haksızca elendi.
  3. İçişleri Bakanlığı, İstanbul Vakfı’nın kurban bağışı toplamasına izin vermedi.
  4. Halk Ekmek büfe sayısının artırılmasını AKP li meclis üyeleri önce reddetti, sonradan toplumsal tepkiyle kabul edildi. Daha sonra da ilçe belediyeler büfelerin konulmasına engel çıkardı.
  5. Metro için alınan krediler bakanlıkta aylardır onay bekliyor.
  6. Taksim Gezi Parkı, İBB’den alındı.
  7. Cumhurbaşkanı aylardır sadece bir imza atmadığı için, 300 otobüs alım kredisi halen kullanılmadı.
  8. UKOME’nin yapısındaki değişiklikle belediye azınlığa düşürüldü ve taksi düzenlemesi defalarca reddedildi.
  9. İBB’nin pandemide topladığı bağış hesaplarına bloke kondu.
  10. Normalde temmuz ayında kullanılacak olan maliye katkı payı İBB’ye ülke tarihinde ilk defa 15 gün önce, yani İmamoğlu yönetime gelmeden önce ödendi ve yaklaşık 1 milyar liranın tamamı İmamoğlu göreve gelene kadar harcandı.
  11. KİPTAŞ’ın AKP döneminde; değerinin çok üstünde aldığı arsalar, İmamoğlu seçildikten sonra, meclisteki AKP çoğunluğuyla yeşil alan ilan edildi.
  12. Danıştay’ın kararıyla, 25 yıldır belediye başkanında olan belediyeye bağlı iştiraklere yönetici atama yetkisi meclise devredildi.
  13. Ekrem İmamoğlu seçimi kazandıktan hemen sonra, İBB’nin iştirak şirketlerinden Hamidiye Su’ya kamu kurumları ambargo uygulamaya başladı.
  14. İBB Şirketi BELTUR’un işlettiği 48 hastane kantini, Sağlık Bakanlığı’nın sözleşmeleri yenilememesi nedeniyle kapatıldı.
  15. Taksim Meydanı için 209 bin 728 İstanbullunun oy kullandığı projenin uygulanabilmesi için beklenen onay, Koruma Kurulu’nda tam bir yıldır bekletiliyor. Cevap yok, açıklama yok!
  16. Kanal İstanbul projesinin güzergahındaki mülkiyet tartışmaları sürerken Tapu ve Kadostro Genel Müdürlüğü, belediyenin tapu bilgilerine ulaşımına kısıtlama getirdi. Böylece Kanak İstanbul güzergahındaki mülkiyet değişiklikleri, bakanlık imkân verirse öğrenilebilecek.
  17. İSKİ’nin yönetim kuruluna atanması için İmamoğlu’nun önerdiği 2 isme, bakanlık halen onay hatta cevap dahi vermedi.
  18. Ekrem İmamoğlu’nun inceleme talimatı verdiği AKP dönemine ait 40 yolsuzluk ve usulsüzlük soruşturma dosyasına İçişleri Bakanlığı el koydu.
  19. Cemevlerine ibadethane statüsü verilmesi teklifi, İBB Meclisi’ne; AKP ve MHP oylarıyla reddedildi.
  20. İBB’nin geçmiş döneminde; Cumhurbaşkanlığı’na 480, AKP Genel Merkezi’ne 8, AKP İl Başkanlığına 62, Irak Devlet Başkanı’na 6, TBMM Başkanlığı’na 54, Okçular Vakfı’na 4,TÜĞVA’ya 5 araç tahsis etmesine valilik soruşturma izni vermedi.
  21. İBB Başkanı İmamoğlu hakkında, “Ya Kanal Ya İstanbul” afişleri nedeniyle soruşturma açıldı.
  22. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında, Fatih Türbesi’nin dışında (ki orası Fatih Türbesi de değilmiş)ellerini arkadan bağladığı için inceleme başlattı.
  23. AK Parti döneminden kalma borç nedeniyle, İBB’nin metro inşaatı için yurt dışından kredi olarak aldığı 565 milyon lirası haczedildi.
  24. Şu ana kadar hiçbir kamu bankası İBB’ye 1 lira kredi vermedi, bu konuda geri dönüş bile yapılmadı.
  25. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Şube Müdürlüğü kurulması teklisi; AK Partili İBB Meclis üyeleri tarafından, “İstanbul Sözleşmesi” başımıza dert oldu. Bu işin içinde LGBT var” gerekçesiyle reddedildi.
  26. Birinci derece deprem bölgesi olan Bahçelievler için, deprem komisyonu kurulması önergesi, İBB Meclisinde AK Partili Meclis üyelerinin oylarıyla reddedildi.
  27. İBB’nin önceki AK Parti yönetimi, Olimpiyat Oyunları Hazırlık ve Düzenleme Kurulu’na aktarması gereken 269 milyon lirayı ödemedi. AK Parti yönetiminin 2016- 2019 arasında ödemediği borç, İmamoğlu yönetimine kaldı.
  28. İBB’nin Kasımpaşa’da bulunan tarihi Divanhane Eski Karakol Binası’ndaki yıkımın durdurulması için Kültür Bakanlığı 2’nolu Koruma Kurulu’na yaptığı başvuru reddedildi.
  29. İBB’nin tüm girişimlerine rağmen, Osmanlı mirası Kasımpaşa Divanhane Karakolu yıkıldı.
  30. Esenler Belediye’si, İBB’ye ait arsaların imar planını değiştirdi. Belediye hizmet alanı veya sosyal tesis alanı statüsünden çıkarılan arsalar, açık otopark alanına dönüştürüldü. Yapılan bu plan değişikler ile, İBB’nin Esenler İlçesine hizmet götürmesi engellenmiş oldu.
  31. İstanbul’da daha nitelikli bir itfaiye hizmeti sunmak için verilen itfaiye Müdürlüğü” kurulması teklifi, İBB Meclisinde AK Parti grubu tarafından reddedildi.
  32. İstanbul ve Paris arasında iş birliği protokolü raporu, devlet politikası olmamasına rağmen; “Fransa’nın Türkiye aleyhindeki tutumu” gerekçe gösterilerek AK Parti ve MHP grubu tarafından reddedildi.
  33. Adalar Kaymakamlığı, İBB’nin Adalar için özel ürettiği çevre dostu 60 elektrikli aracın kullanımına uzun süre izin vermedi.
  34. Bağcılar’da 11 yıldır İBB tarafından kurs merkezi olarak kullanılan İSMEK binası, AKP’li Bağcılar Belediyesi tarafından Diyanet İşleri Başkanlığına tahsis edildi.
  35. TÜRGEV’in sözleşmeleri feshedilen İBB’ye açtığı davada mahkeme kararı iptal edilmişti. Bunun üzerine İBB istinaf yoluna başvurmuştu. Mahkeme İBB’nin istinaf talebinin reddine karar verdi, istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerini de davalı İBB’ye bıraktı.
  36. TÜGVA; Büyükada Vapur İskelesi’ni mahkeme kararına rağmen boşaltmadı, tahliye ise engellendi.
  37. AKP’li Ümraniye Belediyesi, İBB’nin yetkisinde olmasına rağmen kavşaklara elektronik denetleme sistemleri (EDS) kurarak trafik cezası kesecek.
  38. İBB’nin metro için gündeme getirip mücadele verdiği internet; bakanlığa bağlı Marmaray ve U harfi olan metrolara gelirken; İBB metroları için hala izin bekleniyor.
  39. Cumhurbaşkanı kararıyla; Marmara Denizi ve Adalar “Özel Çevre Koruma Alanı” ilan edildi. Bu kararla; Adalar’da imar planı yapma ve onaylama yetkisi, İBB elinden alınarak başkanlığa geçmiş oldu.
  40. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun açtığı Bağcılar meydanında AKP’li Bağcılar Belediyesi, İBB bayraklarını söküp kendi bayraklarını astırıp meydana gelen İBB araçlarının önünü kesti.
  41. İstanbul’daki Halk Ekmek büfesi işletmecisi 59 yaşındaki Gazi Rıfat Aslan, nisan ayında bu yana işlettiği büfeye AKP’li Üsküdar Belediyesi’nin elektrik bağlamadığını söyledi.
  42. Sayıştay, İBB tarafından ihtiyaç sahibi ailelerin 3-6 yaşa arasındaki çocuklarına ücretsiz Halk Süt desteği verilmesini ve 0-4 yaşında çocuğu olan annelere tanıdığı ücretsiz ulaşım hakkını mevzuata aykırı buldu.
  43. İBB’nin 750 minibüs ve 250 dolmuşu taksiye dönüştürüşü, mahkeme kararıyla durduruldu.
  44. Haydar Ali başkanlığındaki Beyoğlu Belediyesi ekiplerinin ara arterlerdeki çöpleri İBB’ye bağlı İstiklal Caddesi’ne süpürüp kaçtıkları ortaya çıktı.
  45. İstanbul’da Cumhur İttifakı’nın yönettiği 25 ilçede İBB’ye ait toplam 393 Halk Ekmek büfesi var. AKP’li ilçe Belediyeleri bu büfelerin 149’na elektrik bağlanmasını engelliyor.
  46. AKP’li Bayrampaşa Belediyesi, Recep Tayyip Erdoğan’ın 2003 yılında attan düştüğü parkı İBB’ye devretmiyor. Parkın mülkiyetinin kendisine ait olduğunu belirten İBB, parka kreş ve mahalle evi gibi alanlar yapmak istiyor.
  47. İçişleri Bakanlığı; koridorlarda konuşulan İBB’de bazı çalışanların terör örgütleriyle iltisaklı olduğu yönündeki iddialarla ilgili teftiş başlattı.
  48. İBB’nin “insani su hakkı” olarak ücretsiz verdiği sudan, Maliye Bakanlığı KDV almaya başladı.
  49. Ekrem İmamoğlu’nun “Yuvamız İstanbul” projesi kapsamında; Arnavutköy’e yapmak istediği kreşe, mahkeme kararına rağmen AK Grubu yine engel çıkardı. Daha önce park alanına aldığı parseli AKP Grubu bu kez de “Meydan Alanı’na alarak kreş yapımını engellemiş oldu.
  50. NTV Kanalında İBB ne ait olan rakamlara izin verilmedi. İBB NTV ye reklam vermek için Doğuş Grubu ile iletişime geçti. Doğuş Grubu reklamların içeriğini gördükten sonra reklamları yayınlamaktan vazgeçti.
  51. İBB’nin belediye bünyesine çalışacak 5 bin yeni taksi teklifi UKOME’deki bakanlık temsilcilerinin oylarıyla 13. Kez reddedildi.
  52. Ekrem İmamoğlu’nun duyurduğu İstanbul Vakfı’nın kız çocuklarına temassız işlemle yardım toplaması, İstanbul Valiliği tarafından engellendi; yasal işlem başlatıldı.
  53. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun MOBESE kameraları ile izlenmesi skandalının araştırılması için meclise verilen önerge, AKP ve MHP oylarıyla reddedildi.
  54. İBB’nin yeşil alana yapıldığı için yıkım kararı aldığı Zeytinburnu’ndaki Suudi şirkete ait kaçak satış ofisi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından imar planı değiştirilerek ysal hale getirildi.
  55. Vatandaşlar tarafından ihtiyaç sahiplerine dağıtılması için İBB’ye bağışlanan ve yaklaşık 2 yıldır bloke bulunan 6,2 milyon TL’lik bağış parası, kaymakamlığın kararıyla el konularak kamuya aktarıldı.
  56. İBB’nin milyonlarca ziyaretçiyi alabilecek hipodromu restore edilip turizme kazandırmak için mülk sahibi Maliye Hazinesi’ne yaptığı başvuru, 2 yıldır cevapsız bekliyor.
  57. Çekmeköy’deki bir dere yatağı, İSKİ’nin itirazına rağmen, İBB Meclisindeki AKP ve MHP grubunun oylarıyla imara açıldı.
  58. İBB Meclisi AKP Grubu, TÜGVA Genel Merkezi tarafından 2019 yılından beri işgal edildiği için İBB’nin hukuki süreç başlattığı yaklaşık 1000 metrekare İBB arazisinin, AKP’li Eyüpsultan Belediyesi’ne 10 yıllığına bedelsiz tahsis için teklif sundu.
  59. Galata Kulesi ve Taksim Gezi Parkı’nın ardından, Yerebatan Sarnıcı üzerindeki tarihi Talat Paşa Konağı’nın mülkiyet hakkı İBB’nin elinden alınarak Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredildi.
  60. Sancaktepe Belediyesi İBB’nin yaptığı çalışmaları halktan gizlemek için, bildiri panolarının önüne saksı içindeki çam ağaçları dizildi.
  61. İstanbul Valiliği, İBB’nin Sultanahmet Meydanı’nda her yıl gerçekleştirdiği ramazan ayı etkinliklerine bu yıl izin vermedi.

       Bana gelen, bunların anlatıldığı bildirinin altında, “lütfen bu bildiriyi yayın! Bu yapılanlar İmamoğlu’na değil, İstanbul halkına yapılmış bir ihanettir” denilmekte. O nedenle bu dışlayıcı listeyi buraya aldık.  

İktidarın İmamoğlu’nu dışlayıcı tavrı ve yaptığı eziyetİktidarın İmamoğlu’nu dışlayıcı tavrı ve yaptığı eziyet


Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Hasan Ali Yücel’in 26 Şubat 61. ölüm yıldönümü anısına saygıyla.
Batıya yönelmek, fikirden korkuyu kaldırmakla başlar”. Hasan Ali Yücel

Hasan Ali Yücel’den anılar

Hasan Âli Yücel (17 Aralık 1897, İstanbul- 26 Şubat 1961, İstanbul), Türk felsefe öğretmeni, eski Millî Eğitim bakanı, Köy Enstitüleri'nin kurucusudur. Hasan Âli Yücel, 17 Aralık 1897'de İstanbul'da doğdu. Baba tarafından Posta Nazırı Göreleli Hasan Ali Efendi'nin, anne tarafından ise Japon sularında batan Ertuğrul Fırkateyni süvarisi deniz Albay Ali Bey'in torunudur. Babası Ali Rıza Bey, annesi Neyyire Hanım'dır.[1] Eğitim yaşamını sırasıyla Mekteb-i Osmânî, Vefâ İdâdîsi, Cağaloğlu Darülmuallimîn-i Aliyye (yüksek öğretmen okulu) okullarında sürdürdü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdi ve 19 Aralık 1922'de öğretmenliğe başladı. 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin kurulmasıyla Hasan Âli Yücel etimoloji kolu başkanlığına getirildi. 1935 yılında Cumhuriyet Halk Partisi'nden İzmir milletvekili olarak meclise girdi ve art arda dört dönem milletvekilliği yaptı.

Oğlu Şair Can Yücel, babası için "Hayatta ben en çok babamı sevdim" başlıklı bir şiir yazmıştır.
Hasan Ali Yücel, (17 Aralık 1897-26 Şubat 1961) Türk Devrimlerinin, yaptığı 8 yıllık Millî Eğitim Bakanlığı ile en seçkin devrimci bir Türk aydını idi. 28 Aralık 1938 de Millî Eğitim Bakanlığına getirilen Hasan Ali Yücel 5 Ağustos 1946’da istifa edinceye değin Türk Milli Eğitim Tarihine çok önemli katkıları olmuştur. İsmail Hakkı Tonguç’la birlikte Köy Enstitülerini açmakla eşsiz hizmette bulunmuş.
Ankara’da “fen ve tıp fakültesi’nin kurulması, Yüksek Mühendis Mektebi’nin İstanbul Teknik Üniversitesi’ne, Musiki Muallim Mektebi’nin Devlet Konservatuarı’na dönüştürülmesi, Tercüme Bürosu’nun açılmasıyla dünya klasiklerinin Türkçeye çevrilmesi, İnönü Ansiklopedisi’nin hazırlanması, Türkiye’nin UNESCO’nun 20 kurucusu üyesinden biri oluşu gibi birçok önemli çalışmanın altında onun imzası vardır.

Yücel’in ölümünden birkaç gün önce

Hasan Ali Yücel’den anılar

21 Temmuz 1946’da yapılan seçimlerden sonra C. Halk Partisi’nde değişimler olmaya başlar. Hasan Ali Yücel’e yönelen eleştiriler artar. H. A. Yücel 5 Ağustos 1946’da Millî Eğitim Bakanlığı görevinden istifa eder. Gericilerin “komünist yuvası” olarak nitelendirdikleri Köy Enstitülerinin ders içeriği değişir. H. A. Yücel Halk Partisi’nin yayın organı olan Ulus gazetesinde yazılar yazmaya başlasa da varlığından rahatsız olanların eleştirileri yükselir. Bir süre sonra yazılar yayınlanamaz, yazılarının neden yayınlanmadığını sorunca, “İnönü’nün talimatı olduğu” söylenir. Bunun üzerine H. A. Yücel 21 Kasım 1950 de partisinden (CHP) istifa eder. 1952’de Cumhuriyet’te, sonra da Dünya gazetesinde yazmaya başlar. Yücel, UNESCO toplantısına katılmak için Ankara’dan İstanbul’a gittiğinde, Tevfik Sağlam’ın evinde kalp krizi sonucu 26 Şubat 1961 sabahı yaşama veda eder. Devrimlerin aşınmasından, Halkevlerini depo, karakol, devlet dairesi olarak kullanılmasından rahatsız olduğunu söyler ve üzülür. O sıralardayazıp cebine koyduğu bir kâğıdı çıkarır bir satır okur:  “Garbe (Batıya) yönelmek nedir? Garbe (Batıya) yönelme, fikirden korkuyu kaldırmakla başlar.”
Hasan Ali Yücel’den anılar

Bu sözüyle, düşünce fikir ve ifade hürriyetinin önemini vurgular.(1)

Yaşamı Hasan Âli Yücel, 17 Aralık 1897'de İstanbul'da doğdu. Baba tarafından Posta Nazırı Göreleli Hasan Ali Efendi'nin, anne tarafından ise Japon sularında batan Ertuğrul Fırkateyni süvarisi deniz albay Ali Bey'in torunudur. Babası Ali Rıza Bey, annesi Neyyire Hanım'dır.[1] Eğitim yaşamını sırasıyla Mekteb-i Osmânî, Vefâ İdâdîsi, Cağaloğlu Darülmuallimîn-i Aliyye (yüksek öğretmen okulu) okullarında sürdürdü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdi ve 19 Aralık 1922'de öğretmenliğe başladı. 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin kurulmasıyla Hasan Âli Yücel etimoloji kolu başkanlığına getirildi. 1935 yılında Cumhuriyet Halk Partisi'nden İzmir milletvekili olarak meclise girdi ve art arda dört dönem milletvekilliği yaptı.
Oğlu Şair Can Yücel, babası için "Hayatta ben en çok babamı sevdim" başlıklı bir şiir yazmıştır.

Hasan Ali Yücel’den anılar

Bakanlık dönemi: 28 Aralık 1938'de Hasan Âli Yücel, 2'nci Celal Bayar hükûmetinde Millî Eğitim Bakanlığı'na getirildi. Üniversite reformu (Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi'nin kurulması, Yüksek Mühendis Okulu'nun İTÜ'ye dönüştürülmesi ve Ankara Tıp Fakültesi'nin kurulması), Köy Enstitüleri'nin kurulması,[4] dünya klasiklerinin Türkçeye çevrilmesi ve ilk resmî ve telifli Türkçe ansiklopedi olan İnönü Ansiklopedisi'nin ön çalışmaları, hep onun bakanlığı döneminde gerçekleşmiştir. 1942 yılında kendisine bir suikast girişimi düzenlenmiştir.

20 Mayıs 1940'ta Devlet Konservatuarı’nın kurulması, Türkiye'nin UNESCO'ya girişi onun çabaları sonucunda olmuştur. Dört yıllık çabaları sonucunda 25 Haziran 1946'da Üniversiteler Yasası çıkartılmıştır. "Bu yasayla, yükseköğretim kurumlarının bakanlıkla olan "sıkı bağı" önemli ölçüde gevşetilip mevcut kuruluşlar yapısal bir bütünlüğe kavuşturularak üniversiteye organik bir karakter kazandırılmıştır. Bu yasanın getirdiği bir başka sonuç ise "dışarıdan gerilim" yerine "içeriden denetim “in getirilmiş olmasıdır. Ankara Üniversitesi de bu yasanın sonucu olarak kurulmuştur."

Son yılları:

5 Ağustos 1946'da 7 yıl 5 ay sürdürdüğü bakanlık görevinden istifa ettikten sonra gazetecilik görevine geri döner; Ulus'ta yazılar yayınlar, 21 Kasım 1950'de, söz konusu gazeteyle ilişkisi bozulunca, Cumhuriyet Halk Partisi’nden de ayrılır, politik hayatını noktalar.
1950-1960 arası yıllarda Cumhuriyet gazetesinde "Köşemden" başlığı altında yazılar yazar, yurtdışı gezilere çıkar; Kıbrıs ve İngiltere gezilerinden sonra izlenimlerini, düşüncelerini Kıbrıs Mektupları ve İngiltere Mektupları adıyla yayınlar. Bir süre İş Bankası Yayın İşlerini yönetir, 1960'ta bu görevini bırakır.

Ölümü:

Hasan Ali Yücel’den anılar

Hasan Ali Yücel; 26 Şubat 1961 sabahı, İstanbul'da misafir olarak kaldığı Prof. Dr. Tevfik Sağlam'ın evinde kalp krizinden yaşamının en verimli yaşında iken 63 yaşında vefat eder. Cenazesi, 3 Temmuz 1943'te açılışını yaptığı İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Kliniği'nden alınarak Ankara'ya getirilir. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde katafalka konulur ve 2 Mart'ta büyük bir törenle Cebeci Asri Mezarlığı'nda toprağa verilir. Türk aydınlanmasının en seçkin Bakanı Hasan Ali Yücel’e saygıyla rahmet olsun.

Vatanın dağlarında, bayırlarında, kırlarında hatta en ücra yerlerde kendi başına açıp solan çiçek bırakmayacağız”. Hasan Ali Yücel. Yani -bütün çocuklarımızı okutup yetiştirip aydınlatacağız- anlamında.

 

Bazı eserleri:

1929: Sûrî ve Tatbikî Mantık
1932: Goethe: Bir Dehanın Romanı
1936: Fransa'da Kültür İşleri
1938: Türkiye'de Ortaöğretim
1947: Davam
1950: Hasan Âli Yücel'in Açtığı Davalar ve Neticeleri
1952: Mantık Dersleri
1956: İyi Vatandaş İyi İnsan
1957: Edebiyat Tarihimizden
1958: İngiltere Mektupları
1960: Hürriyet Gene Hürriyet cilt 1
1961: Allah Bir
1964: Hürriyet Gene Hürriyet cilt 2
1970: Atatürk (Salih Omurtak ile)
1974: Kültür Üzerine Düşünceler
1990: Geçtiğim Günlerden
1998: Hürriyet Gene Hürriyet cilt 3
1998: Pazartesi Konuşmaları
1998: Dinle Benden
Hakkında yazılan kitap (2)

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com
Son notlar

(1) Bir Aydınlanma Devrimcisi Hasan Ali Yücel’in ardından Cumhuriyet 26.2.2024 sf. 2

(2) https://tr.wikipedia.org/wiki/Hasan_%C3%82li_Y%C3%BCcel#Baz%C4%B1_eserleri

AB ülkelerinin bazıları gibi siyanürle maden arama yasaklanmalıdır.

Madende rüşvet ve yolsuzluk mu kokuyor

Yurdumuzun üstüne işgalden sonra, emperyalistler şimdi de maden için vatanımızın altını işgal ediyorlar

Erzincan'ın İliç ilçesinde Anagold Madencilik'in 2010 yılı aralık ayından itibaren altın üretimi yaptığı Çöpler Madeni'nde 13 Şubat’ta toprak kayması meydana geldi, meydana gelen toprak kaymasında 9 işçi toprak altında kaldığını hatırlayalım. Bu kayan toprak doğal bir toprak değil, maden topraktan ayrıştırıldıktan sonra, artan siyanürle yıkanmış toprak bir atık madde olarak yakın bir yere üstü süte yığılmış; bu yığılma en çok maden teknolojinde 150 metre olması gerekirken, 257 m yüksekliğe varan kural dışı bir yığılma olmuş.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, olayın ardından yaptığı ilk açıklama, maden sahasında bir sayım yapıldığını ve 667 işçiden 9'undan haber alınamadığını söyledi. Kazanın büyük miktardaki istiflenmiş olan toprak kütlesinin kayması sonucu meydana geldiğini belirterek, "8-10 dönümlük toprak kütlesi 100 dönümlük alana yayıldığı öğrenildi. Siyanür ile ayrıştırma yapılan yığın liç alanında meydana gelen göçük sebebiyle 9 madencimizin göçük altında kaldığı belirtilen bu felakette, siyanür ve sülfirik asit içeriğine sahip, toksik ağır metal barındıran ve insan sağlığı için son derece tehlikeli olan atık yığının Fırat nehrine uzanan vadi boyunca yaklaşık 700-800 m hareket ettiği belirtilmiştir.
Altın madeni faciasının ardından toprak altında kalan ve ulaşılamayan işçilerin isimleri,
Şaban Yılmaz, Kenan Öz, İbrahim Keklik, Adnan Keklik, Hüseyin Kaya, Ramazan Çimen ve Uğur Yıldız,

Yurdumuzun üstüne işgalden sonra, emperyalistler şimdi de maden için vatanımızın altını işgal ediyorlar

 Anagold Madencilik'in büyük ortağı ABD'li SSR Mining. Denver merkezli şirket, Türkiye'deki Çöpler madeni dışında ABD, Kanada ve Arjantin'de de maden sahaları işletiyor.
Şirketin raporlarına göre, Çöpler Madeninden 2019'da 391 bin ons, 2023'te 221 bin ons altın üretildi. 2023'ün ortalama altın fiyatlarıyla bu üretim, 428,7 milyon dolarlık değere denk geliyor.
Şirket, 2023'te toplam 707 bin onsluk altın üretiminin yüzde 31,3'ünü Erzincan'daki Çöpler madeninden elde etti.
İlk etapta bu kapsamda altın madeni ocağını işleten şirkette yönetici ve idareci pozisyonunda çalıştığı öğrenilen 8 şüpheli gözaltında.

 Şirket kusurlu tazminat hakkı doğdu

Yurdumuzun üstüne işgalden sonra, emperyalistler şimdi de maden için vatanımızın altını işgal ediyorlar

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Heyelan Uygulama ve Araştırma Merkezi'nden (UYGAR) bilim insanlarının yer aldığı bir heyet bölgeye gelerek yaptıkları incelemenin sonuçlarına göre:

UYGAR Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Hakan Ersoy, dünyadaki bilimsel çalışmalarda liç yığınlarının en fazla 150 metre yüksekliğe ulaştığını, Çöpler madeninde yapılan incelemede ise 257 metre yükseklik tespit ettiklerini söyledi. Yani altın alındıktan sonra atılan siyanürlü toprak bir yerlere yığılıyor, işte bu toprak yüksekliği 150 m’yi geçmemesi gerektiğini bilim insanları söylüyor. “Maden şirketi bu kurala uymamış. Bu yığılı toprağın su gibi dereye doğru aktığını gördük”.
Şirket kusurlu olduğuna göre, toprak altında günlerdir çıkarılmayan ve siyanürlü devasa toprak altında artık çıkarılması da mümkün olmayan işçilerin, arazileri zehirlenen çevre köylülerin ve devletimizin bu şirket hakkında büyük davalar açmaları hakkı doğmuştur. Kusurları yüzünden 9 insanımızın toprak altında yitirilmesine neden olan bu kusurlu şirketin maden arama ruhsatı iptal edilmelidir. Bilim adamlarının söylediğine göre, kural dışı bilinerek yapılan ihmal değil bir katliamdır.
Bu maden alanı Fırat Irmağının ilk birikme toplanma havzalarında ve çok yakın olduğu için bu siyanürlü topraklar mutlaka Fırat Irmağına karışacaktır. Umarız Basra Körfezine ulaşana kadar geçtiği Suriye, Irak gibi ülkelere kadar uzanan, bitki ve öteki canlılara zarar veren çevresel bir felakete dönüşmez. Aksi halde bu ülkelerin Türkiye’nin ihmalinden dolayı yargısal tazminatlı bir sonuç oluşmaz.  

TBB uyarıyor

Konu ile ilgili olarak TBB tarafından; “Çöpler Kompleks Madeni 2. Kapasite Artışı ve Flotasyon Tesisi Projesi Sahasının felaket riski taşımakta olduğu, deprem riski, su kaynakları ve nehirlerin korunması bakımından bilimsel gerçeklere aykırı olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nca ÇED Olumlu kararı verildiği, Proje sahasının Türkiye’nin en büyük su toplama havzasına sahip Fırat Nehri'ne sadece birkaç yüz metre uzaklıkta, Munzur dağları ekosistemi içerisinde bulunduğu, kirliliğin tüm ekosisteme ağır hasarlar vereceği; hava, su, toprağın ağır metaller ve kimyasallarca yavaş yavaş zehirleneceği” uyarısında bulunulmuş, tüm yetkililere ve kamuoyuna çağrıda bulunularak, gerekli tedbirlerin ivedilikle alınması istenmiştir. 1
Yine 21 Haziran 2022 tarihinde meydana gelen siyanür borusunun patlaması sonucu tonlarca siyanürlü çözeltinin toprağa, suya ve havaya karışmasıyla Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na başvuruda bulunulmuş ve sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur. TBB tarafından ÇED olumlu raporunun iptali için yürütülen hukuki süreç takip edilmiştir.
Altın madeni toprak altından topraktan ayrıştırılıp çıkarılırken siyanür gibi çok zehirli tehlikeli maddeler yanında çeşitli asitler ve cıva da kullanılıyor.
Cıvanın beyin hasarına, ağır hastalıklara ve doğumda komplikasyonlara yol açtığı gerekçesiyle 2013 yılında Türkiye'nin de aralarında bulunduğu 140'tan fazla ülke, cıva kullanımını küresel çapta ortadan kaldırmayı taahhüt etmişti.
Büyük ölçekli madenlerde cıva kullanımı sona erse de dünyanın birçok yerinde küçük ölçekli madencilikte kullanımının devam ettiği bildiriliyor.
Romanya’da 2000 yılında yaşanan maden kazası, Çernobil’den sonra Doğu Avrupa’daki en yıkıcı endüstriyel kazalardan biri olarak kayıtlara geçti.
Baia Mare siyanür sızıntısı olarak anılan olayda nehre karışan zehirli madde büyük bir çevre felaketi yarattı. Macaristan ve Sırbistan’a da ulaşan sızıntı nedeniyle Tuna Nehri’nde toplu balık ölümleri yaşandı. Bu nedenle Romanya’daki bu maden kazasından sonra Siyanür, öteki asitler, cıvanın insanlara ve özellikle doğadaki canlılara zarar verdiğinde AB ülkelerinin bazı ülkelerinde bu tür siyanürle ve öteki zehirli kimyasallarla altın madeni aramaları yasaklandı. Avrupa Çevre Birimi, kazayı “bölge nehirlerinin başına gelebilecek en kötü senaryo” olarak tanımladı. Siyanürün doğaya, insan yaşamına verdiği zarar, olayın Çernobil'den sonra Avrupa'nın en büyük felaketi oldu. 2

Yurdumuzun üstüne işgalden sonra, emperyalistler şimdi de maden için vatanımızın altını işgal ediyorlar

Bunun üzerine ABD, Kanada yerleşik büyük maden şirketleri, siyanürle altın maden arama işi için geri kalmış Orta Doğu, Afrika ülkelerine yöneldiler. Hele Türkiye gibi ekonomisi pek gelişmemiş ülkeler, bu şirketlere olağanüstü kolaylıklar, vergi kolaylıkları, teşvikler vererek ülkelerinde maden aramalarına olanak sağladılar.

Yüz küsur yıl önce yurdumuzun üstünü işgal eden emperyalist sömürücü ülkeleri, şimdi de birleşik dev maden şirketleri ile yurdumuz topraklarının altını işgal ederek, bir köstebek gibi siyanür gibi zehirli tehlikeli kimyasallarla yurdumuzun her yanını kazım kazım kazıyorlar. Çok zehirli kimyasal maddelerle altın arayacağız diye topraklarımızı, bitkilerimizi, hayvanlarımızı zehirliyorlar. Anımsayınız yıllardır, Türkiye’de de bazı yıllarda göl ve ırmaklarımızda, ne ki iç denizimiz Marmara da bile kitle halinde balıkların öldüğüne rastlıyorduk. Bu maden aramada kullanılan siyanür gibi kimyasalların yapmadığını yadsıyabilir miyiz? 

Çelişkiler gariplikler, “rüşvetin suçu soruşturmasının üstü örtüldü”

Yurdumuzun üstüne işgalden sonra, emperyalistler şimdi de maden için vatanımızın altını işgal ediyorlar

İliç’teki bu maden faciası devam ederken, eski CHP Milletvekili İlhan Cihaner Erzincan Cumhuriyet başsavcısı iken bu olaya ilişkin açıklamalarda bulundu. “İliç madenine yönelik soruşturmanın 2008 de kendi emriyle başlatıldığını” söyleyen İlhan Cihaner şunları söylüyor:

Maden test aşamasında en az 60 kg siyanür kullanılmıştı. İliç savcısı tarafından soruşturmanın savsatılması ve rüşvet iddiaları üzerine ilgili savcı hakkında soruşturmayı ben yürütmekte iken anlaşılmaz bir şekilde dosya Adalet Bakanlığı tarafından müfettişlere verilmişti. Benim tutuklanma sürecimde hem çevre suçu hem de rüşvet suçu soruşturmasının adeta üstü örtülmüştü”. 3

 

İliç’te ABD’li şirket ailelere “sus payı” vermiş

Erzincan’da 9 işçinin toprak altında kaldığı madeni işleten Anagold Madencilik şirketinin 2016 yılında bölgede yaşayan ailelere “sus payı” verip “adli ve idari başvuru yapmayacağına dair” taahhüd aldığı ortaya çıktı. İleride bu tür çevre ve canlılara verilecek zararı felaketi bilen şirket ilgilileri, yöre insanını ikramlarla, imzalattıkları taahhütnamelerle susturup tam kıskaca almışlar.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, Erzincan’ın İliç ilçesinde, siyanürle altın çıkaran Anagold Madencilik şirketinin, 2016’da bölgede yaşayan ailelere 130’ar bin lira ödeyerek “Adli ve idari başvuru yapmayacağım” taahhüdü aldığını belirtti. Yavuzyılmaz taahhütnameye de ulaştı.

Köylülere adeta para dağıtmışlar

Yurdumuzun üstüne işgalden sonra, emperyalistler şimdi de maden için vatanımızın altını işgal ediyorlar
Konuyla ilgili Sözcü’ye açıklamalarda bulunan Yavuzyılmaz, “Maden, yüzde 80’i ABD merkezli Anagold, yüzde 20’si ise Çalık Grubu’na ait olan Lidya Madencilik tarafından işletiliyor. Maden alanı 2010 yılından itibaren sürekli olarak genişletildi ve defalarca ÇED sürecinden geçti. Şirket, bölgedeki köylülere para dağıtıp dava açma ve yargıya itiraz etme haklarını da ellerinden almış. 2016’da hazırladığı bir protokolle buradaki vatandaşlara 130 bin lira verip, geçmişte ve gelecekte yapılmış ya da yapılacak her tür madencilik faaliyeti için şikâyet ve itirazda bulunmama, adli ve idari dava açmama konusunda taahhütname alıyor” dedi. Köylüler korkularından gazetecilere bile bilgi vermekten çekiniyolar.

Öte yandan demek ki bakanlık organları liyakatli ellerde olmadığından olacak, siyanürle altın aramanın ileride büyük çevresel zararlara, can kayıplarına neden olunacağı kestirilememiş. Öte yandan ilgili şirket Türkiye’den teşvik kredileri alırken, vergi borcu da silinmiş. Üstelik adeta maden şirketlerine kolaylık sağlamak için 12 kez maden yasasında değişiklik yapılmıştı. 

İmzalamak istemeyenlere baskı yapılmış

Yurdumuzun üstüne işgalden sonra, emperyalistler şimdi de maden için vatanımızın altını işgal ediyorlar

Şirketin para gücünü kullanarak usulsüzlükleri örtbas etmeye çalıştığını belirten Yavuzyılmaz, “Parayı kullanarak usulsüzlükleri örtbas etmeye çalışmışlar. O gün dolar 3 lira, bugün ise 31 lira. Ödeme bugünün parası ile 1,3 milyon liraya geliyor. Bu taahhütnameyi imzalamak istemeyenlere de baskı yapılmış” şeklinde konuştu.

Yine basına açıklanan bilgiye göre maden şirketi o yöredeki muhtarları Amerika ve Kanada’ya geziye götürmüşler. Tüm bunlara baktığımız zaman, ister istemez kendi kendimize, yüz yıl önce ülkemizi toprak üstünden işgal edenler şimdi de vatanımızın toprak altına işgal etmekteler, çıkardıkları madenin çoğunu alıp götürürken Türkiye’ye “devede kulak” misali pay vermekteler. Devlete topluma şirin görünmek için yerli işbirlikçi maden şirketlerini de kanatları altına alıyorlar. Ayrıca yitirdiğimiz insanlarımız canlar, bıraktıkları siyanür gibi öteki kimyasalların kirlettiği topraklar, zehirlenen hava ve sular, yok edilen bitki ve ormanlar böylece yıkıntı acılı zarar verip gitmekteler, gidecekler. 4

Türkiye'deki Altın Madenleri listesi

Maden                                 Şehir                       Şirket     Kuruluş Tarihi Üretim Miktarı
Kışladağ altın madeni        Uşak      Tüprag                             2006     13 Ton Altın[2]
Çöpler altın madeni           Erzincan               Anagold               2010      6.5 Ton[3]
Ovacık altın madeni           İzmir                 Koza Altın                2001             ?[4]
Sart altın madeni                Manisa Pomza                                             2002          ?[5]
Mastra altın madeni          Gümüşhane      Koza Altın           2009      ?[6]
Çukuralan altın madeni    İzmir                 Koza Altın                2009      ?[7]
Efemçukuru altın madeni               İzmir           Tüprag                           2011        4 ton[8]
Kaymaz altın madeni        Eskişehir              Koza Altın           2011      ?[9]
Bolkardağ altın madeni    Niğde    Gümüştaş Madencilik   2012      ?
Midi altın madeni               Gümüşhane      Yıldızbakır            2012      ?
Himmetdede altın madeni             Kayseri Koza Altın           2013      2 ton[10]
Çoraklık altın madeni        Balıkesir               Koza Altın           2021+    ?[11]
Kubaşlar altın madeni       Balıkesir               Koza Altın           2021+    ?[10]
Altıntepe madencilik        Ordu     Stratex                      2015 4.8  ton [12]
Bakırtepe altın işletmesi  Sivas      Demirexport            2015               0.8 Ton[13]
Kaş altın madeni Kayseri Demirexport                          2016 ?[14]
İnlice altın madeni             Konya   Esan                           2016 ?[15]
Kızıltepe altın madeni       Balıkesir               Zenit Altın   2017              0.8  Ton[16]
Lapseki altın madeni         Çanakkale           Tümad Madencilik          2018      1.3 Ton[17]
İvrindi altın madeni           Balıkesir               Tümad Madencilik          2019      2.8 Ton[18]
Öksüt altın madeni            Kayseri Öksüt Madencilik Centerra         2020      ?[19]
Küçükdere altın madeni  Çanakkale           Pasif                      ?[20]
Madendağ altın madeni  Çanakkale           Pasif                      ?[20]
Hot altın madeni Artvin   Hot Maden        ?             ?[20]
Gicik altın madeni              Ankara Pasif                      ?[20]
Kisecikköy / Akıllıçay madenleri   Hatay    Pasif                      ?[20]
Söğüt maden sahası          Bilecik   Gübretaş Maden AŞ                      ?[21]
Türkiye'deki altın madenleri; Ege, Doğu Karadeniz, İç Ege ile Doğu Anadolu'da yoğunluktadır. Aktif madenlerde çıkarılan Altın için ortalama 0,6-12,65 gram/ton cevher tenörü bulunmaktadır. Ülke topraklarında işletilebilir altın rezervinin 1000 ton, jeolojik yapı ve altın oluşum modellerine bağlı potansiyelin 6.000-7000 ton olduğu tahmin edilmektedir. 5
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Son otlar
1 https://www.barobirlik.org.tr/Haberler/tbb-yonetimi-ilic-te-84540
2 https://t24.com.tr/haber/kaz-daglari-nda-altin-madeni-tartismasi-surerken-akillara-romanya-da-siyanur-sizintisi-geldi-avrupa-da-cernobil-den-sonra-en-buyuk-cevre-felaketi,833771
3 Cumhuriyet 25.02.2024 sf. 3
4 https://habernida.com/ilicte-abdli-sirket-ailelere-sus-payi-vermis/
5 https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye%27deki_alt%C4%B1n_madenleri_listesi

Din siyasi bir araç olarak kullanılıyor

Bizde iktidara gelen siyasal parti “devlet benim” gibi davranıyor

Bizde bir şekilde iktidara gelen ve devlet yönetimine seçilen siyasal iktidarlar, kendilerini adeta “devlet benim” havası içinde, muhalif siyasal partilerin söylemi ile ülkeyi “babalarının çiftliği gibi” yönetmeye çalışıyorlar, yani demokrasiyi iyice özümsemedikleri için demokrasiyi çıkarları için kullanıyorlar. Çok partili yaşama geçtiğimiz 1950’den bu yana çağdaş bir demokrasiye ulaşamadık benimseyemedik.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve İsmet Paşa’nın demokrasi istemi ile T.C. Devleti çok partili yaşama geçince 1950 de “yeter artık söz milletin” diyerek iktidara gelen Demokrat Parti (DP), demokrasinin nimetlerinden faydalanarak, oy hırsı ile pusuda bekleyen irticaya ödün veren faaliyetler yanında, muhalif partilere baskı yapmaya başladı. DP iktidar olmanın hırsıyla, CHP 27 yıldır iktidarda iken muhalefete düşmenin hayal kırgınlığı ile gerginlikler başladı.
Kurtuluş Savaşımızı görmüş yaşamış ve Atatürk’ün yanında Başbakan olmuş tüm devrimleri Atatürk’le yaşamış DP’nin Cumhurbaşkanı olmuş Celal Bayar’a gazeteciler sorarlar:
“-Cumhuriyet Devrimleriyle ilgili ne düşünüyorsunuz? Tüm devrimleri Atatürk’le yaşamış T. C’nin Cumhurbaşkanı Atatürk devrimlerini savunacağı yerde Celal Bayar şunu söylüyor:
“- Halka mal olmuşlara dokunmayacağız”. Celal Bayar verdiği bu yanıtla ağzından yavaşça çıkardığı bakla ile devrim karşıtlarının rüzgarında olduğunun sinyalini vermiş olmaktadır. Bu söze(1)paralel olarak Cumhuriyet boyunca devrim karşıtları zaman zaman saklandıkları yerden Kubilay olayı, Şeyh Said İsyanı ile başlarını gösterirler. Kuvayi Maliye’nin başarısını, devrimleri gören Bayar ve Menderes, bu devrimleri iyi özümsememişler ki zaman içinde devrimleri yıpratmaya, devrim karşıtlarına göz yummaya başlarlar. 
1950 seçimlerinde ihtiyar Said-i Nursi'yi köy köy dolaştırıp oy isteyen, gericilere yeşil ışık yakan sahte demokrasi kahramanı Menderes, Türkiye’de söylem ve uygulamalarıyla Atatürk Devrim ve ilkelerine karşı irticaya, bağnazlığa geçişi sağlayan Devrin Başbakanı Adnan Menderes, hükümetinin güven oyu almasına böbürlenerek şöyle teşekkür ediyordu: “Aslanlar gibi insanlarsınız, siz isterseniz hilafeti bile geri getirirsiniz!” diyerek bu dehşetli tehlikeli sözle devrim düşmanlarına karşı işaret veriyordu.
İktidara gelirken özgürlüklerin bayraktarı olan Menderes, özellikle iktidarının son yıllarında gittikçe artan bir oranda baskı rejimi kurmuştur. “DP’nin otoriter zihin haritasını yansıtan en son eylemi CHP ve bir kısım basın hakkında araştırma yapmak amacıyla TBMM’de mahkemenin yargı görevini yapacak cürette bir Tahkikat Komisyonu kurmak olmuştur. DP, 18 Nisan 1960’ta söz konusu komisyonu kurduktan sonra, 27 Nisan 1960’ta çıkardığı 7468 sayılı yasayla Komisyona geniş yetkiler vermiştir. İktidar partisinin muhalefeti susturmak amacıyla yaptığı bu son girişime tepkiler gecikmemiştir”. 2
Bu din bezirganları, Osmanlıyı yıkıma götüren hilafet özlemlerini sürekli dile getire getire Cumhuriyetin yüzüncü yılında bile adliye koridorlarında “hilafet isteriz, yaşasın hilafet” gibi nara atmaya başlayacak kadar azıttılar. İşin acısı, bu “şeriat” naralarını duyan ne savcılar hareket ediyor ne de Cumhurbaşkanı RTE den bir tepki gelmiyordu. Devletin en üst kademesine kadar Laik Cumhuriyet anayasal kurallarını koruyacaklarına dair yemin eden bu yetkililer bu irtica istemlerine karşı hiçbir şey söylemiyorlar. Devletin Cumhurbaşkanı da yargıçları da anayasa kurallarınca ülkeyi yönetmek zorlunda oldukları halde, Anayasa ve Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı tepki gösteriyorlar. Göreve başlarken Cumhurbaşkanının Mecliste ettiği yemine bir bakın hele, “…anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkelerine bağlı kalacağıma…” Milletin huzurunda namus ve şeref üzerine” edilen bu yeminle 21 yıldaki uygulamalara, hukuksuzluklara, adil olmayan yönetime bir bakın, gerçekten bu yemine göre davranılmış mı ve vicdanınızda sorgulayın, lütfen.
Muhalefetteki Millet Partisi, 8 Temmuz 1953 tarihinde Millet Partisi, irticai faaliyetlerde bulunduğu gerekçesiyle, bir gecede kapatıldı.
Gericilerin “komünist yuvası” diye suçlamaları ile Partizanlığı artmaya devam eden DP, 5830 sayılı kanun ile birlikte, yurt içindeki sayıları 4.819 olan halkevleri ve halkodaları kapatılmıştı. 1953 de Seçime bir yıl kala 6195 sayılı kanunla Cumhuriyet Halk Partisinin mallarına el konuldu.
Muhalif Parti lideri Kırşehirli Osman Bölükbaşı “Kırşehir’de DP ye oy gelmiyor, Kırşehirli Osman Bölükbaşı hep oradan seçiliyor” diye partizan bir uygulama ile 20 Temmuz 1954 tarih ve 6429 sayılı kanunla, Nevşehir'i il, Kırşehir'i de ona bağlı bir ilçe haline getirmiş, Osman Bölükbaşı’yı da hapse atmıştır. Böylece hiç görülmemiş bir şekilde 1924 de Cumhuriyet Devrinde il olan Kırşehir, Partizan Menderes DP zamanında ilçe olmuştu. 3

Har vurup harman savurulan örtülü ödenek ve hukuksuzlukları

Bizde iktidara gelen siyasal parti “devlet benim” gibi davranıyor

Yassıada Mahkemesi yargılamalarında, mahkeme on yıllık (1950-1960) Başbakanlık örtülü ödenek harcama listesini ister. Mahkemeye gönderilen örtülü ödenek kayıtlarında görüldü ki muhalif gazetecileri hapse atan Menderes, yandaş gazete ve gazetecilere örtülü ödenekten epey yüklü paralar verdiği öğrenildi. Örneğin, Türkiye’de gericilerin bayraktarlığını yapan, Başbakan RTE’nin daha nice tutucuların rehber saydığı, birkaç kez hapse girip çıkan Necip Fazıl Kısakürek’in, değişik tarihlerde Menderes’in örtülü ödeneğinden altı kez 98 500 lira para aldığı görülüyordu. Ne ki Necip Fazıl öylesine korunuyor ki, aşağıda görüldüğü üzere, eşi Neslihan Kısakürek’e 5000 lira para yanında dört adet kurban bedeli 375 lira verildiği paranın dökümünden anlaşılmakta. Böylece Necip Fazıl Kısakürek ailesine toplam 103 875 lira örtülü ödenekten para verildiğini; Laik T.C.nin gerici Başbakanı Menderes’in de gerici yazar olarak bilinen Necip Fazıl’a böylesine paralar verdiğini mahkeme kayıtlarından açıklanıyordu. O zamanları memur maaşı 300-400 lira iken Necip Fazıl, Menderes’in örtülü ödeneğinden aldığı on binlerce lirayı kumarda savurduğunu da öğreniyoruz. Menderes’çe korunan, örtülü ödenekle beslenen Necip Fazıl’ın açıklanan mektuplarında Menderes’ten yalvarırcasına paralar istediği açıklandı. Demek ki böyle şair, gazeteci ve yazarlar iktidarın görüş ve siyasal çizgisinde beslendikleri oranda uygun davranıp, “yandaşlığını” sürdürmüşler, halen de sürdürenler var. Günümüzde de iktidarın beslediği “yandaş medya” yok mu? Devletin Bankalarından (Zir. Bank) çekilen milyonlarca dolarla yandaşa (Demirören) medya organları satın alınmadı mı?

Bizde iktidara gelen siyasal parti “devlet benim” gibi davranıyor

Menderes, Necip Fazıl’a binlerce lira verirken, Nazım Hikmet için de onun avukatına sadece 300 lira vermiş. Her iki şair, düşün, fikir adamımız Nazım Hikmet ve Necip Fazıl, Ankara Ulucanlar Cezaevinde yatmışlardı. Müze haline getirilen Ulucanlar Cezaevine yolunuz düşerse, her ikisinin yattıkları koğuşları, hücreleri, duvarlarda hapis yatan gazetecilerle çekilmiş resimlerini görebilirsiniz. Duvarın birine Nazım Hikmet’in bir şiirini, hemen yanındaki başka duvara da Necip Fazıl Kısakürek’in bir şiirini kocaman yazılarla yazmışlar; duvarda şiirler ve iki ozan biri bir tarafta, biri öbür uçta yolları çelişse de bir fanı olarak orada durmaktalar.

Böylece “metreslerine bile örtülü ödenekten para veren” (Ayhan Aydan ve Suzan Sözen'e) emniyet müdürünün karsını isteyecek kadar uçkuruna düşkün Menderes, bir yandan Cumhuriyet Devrimlerine karşı ödün üstüne ödün veriyordu. Şimdi Soner Yalçın’ın “Efendi” kitabından alıntıladığımız, mahkeme kararıyla istenilen örtülü ödenek harcamalarını, Başbakan Adnan Menderes’in on yıllık iktidarı döneminde yapılan binlerce harcama kaleminden en ilginç olanlardan örnekleri aşağıya alıyoruz. İlginç ödemelerin içinde, Başbakan Menderes’in, örtülü ödenekten, sevilisi Ayhan Aydan’a, berberlerine, otellere bile bahşiş, çocuklarına alınan evler ve tahsil masrafları, karısına İsviçre’den alınan ayakkabı parası, evine alınan kömür, başka partiden DP partiye geçme ücreti gibi daha çok çeşitli eşe, dosta verilen paralar örtülü ödenekten verilmiş.
Demek ki devleti temsil eden bazı yöneticiler, nasıl olsa kimse görmüyor diye milletin parası olan örtülü ödeneği babasının parası gibi savuruyor, devleti de “babasının çiftliği gibi” “ben devletim havası” içinde yönetiyorlar.

Bizde iktidara gelen siyasal parti “devlet benim” gibi davranıyor

Yandaş gazetecileri besleyen paraya boğan Partizan DP-Menderes, gazete ve gazetecilere öylesine bir baskı uyguluyordu ki, D.P.’yi eleştiren gazeteciler Metin Toker, Ülkü Arman, Nihat Subaşı, Fethi Giray, Beyhan Cenkçi, Bedii Faik, Ali İhsan Göğüş, Kurtul Altuğ Cüneyt Arcayürek hele 79 yaşına gelmiş Hüseyin Cahit Yalçın gibi nice gazeteciler peş peşe hapse konuluyordu 4
Ya günümüzde tutuklanan, geceleyin sabahın köründe sanki bir hırsızı bir katili gözaltına alıyormuşçasına polislerin kolları arasında göz altına alınan gazetecileri düşünün. Sonunda mutlaka aklanacağı belli olan, kaçması mümkün olmayan gazeteci ve aydınlar aylarca gözaltında tutulurken, yani önyargıları ile önceden haksız cezalandırılan masum gazetecileri düşünün. Çağdaş bir hukuk devletinde bunlar asla görülemez, gazeteciler tutuklanamaz.
Menderes zamanında tüm bu hukuksuzlukları eleştiren, hukukun üstünlüğünü savunan Yargıtay Başkanı Bedri Köker, Cumhuriyet Başsavcısı Rıfat Albay, Yargıtay İkinci Başkanlarından Haydar Yücekök, üye Kâmil Coşkunoğlu, üye Melahat Ruacan, üye Faik Uras, üye İlhan Dizdaroğlu, DP-Menderes tarafından “görülen lüzum üzerine” hemen emekli ediliyorlardı. Günümüzde de Menderes’i kendine rehber gören R.T. Erdoğan da hukukçulara baskı kurarak, Anayasa Mahkemesi gibi yüksek yargı organlarına karşı durarak, Anayasa hükümlerini tanımadığına, yargı üyelerine baskı uygulamalarını sürdürmekte olduğuna tanık olmuyor muyuz?

Peygambere benzetilen başbakanlar

Bizde iktidara gelen siyasal parti “devlet benim” gibi davranıyor

Günümüzün Başbakanı R.T. Erdoğan’ı yandaşları nasıl “peygamber” benzetmesi yaparak onu güya yüceltiyorlarsa, zamanın Başbakanı Adnan Menderes de yandaşları tarafından aynı benzetmelerle ilahlaştırılıyordu. 6 Bu nitelemeyi, yüceltmeyi, “Allah’ın yer yeryüzündeki gölgesi” diyerek Osmanlı padişahları için yapıldığı gibi, Menderes için de öylesine ilahlaştırılıyordu. Menderes’in 17 Şubat 1959 da uğradığı Londra’daki uçak kazasından döndüğünde, Eyüp Sultan’da develer kesiliyor, büyük iftar yemekleri verilirken DP Konya Milletvekili Himmet Ölçmen, “bu milletin başında Peygamber’in, Allah’ın tayin ettiği bir lider var, bu da Menderes’tir” diyordu. Oysa iki yılı geçmeyen bir zaman içinde peygambere benzetilen Menderes, daracında yaşama veda edecekti. Ne hikmetse toplumun içinden Hasan Mezarcı gibiler de “ben mesihim” “peygamberim” demeye başlamıştı.

Menderes’ten 50 yıl sonra günümüzün Başbakan R.T. Erdoğan’ı partisindeki bazı bakanlar, vekiller, "onun doğduğu yer kutsaldır, yediği içtiği kutsaldır, o bizim için ikinci peygamberdir," diyorlar; sonra da Cemaatle arası bozulunca, paraleli Fetullah Gülen’i kastederek, Başbakan RTE çıkıp, "bu ülke sahte peygamberlere izin vermeyecektir," filan diyor, bu nasıl çelişki?  (Yorumu siz yapın). Başbakan R.T. Erdoğan için “peygamber” benzetmesini duyduk da Fetullah Gülen için duymamıştım.

Atatürk’ün özlemi anadilde (Türkçe) ibadetti

1946 yılında Demokrat Partinin kurulması ile 1932’den beri Türkçe ezan ve sala okunması sürerken, Anadolu’yu gezen Adnan Menderes ve Celal Bayar’a tutucular sık sık “ezanın tekrardan Arapça okunup okunmayacağını” soruyorlardı. Oy peşinde olan bu ikili Celal Bayar “seçilirsek bakarız” cevabı verirken, Adnan Menderes de “tekrardan Arapça okunması” vaadini veriyordu.
Oysa Atatürk Cumhuriyet devrimlerini yaparken, Türk toplumunun aydınlanması için anadilde ibadeti (Türkçe ibadet) arzuluyordu. Bu nedenle 1932 yılında çıkarılan bir kanunla ezanın Türkçe ’den başka bir dille okunması yasaklandı ve 1950 yılına kadar 18 yıl ezan ve sala Türkçe okundu.
Atatürk bu sırada ezanla birlikte gamet, hutbe de Türkçe okunmasını sağlamak için Behçet Kemal Çağlar gibi şairlere gamet ve hutbenin, hatta bazı sürelerin Türkçe tercümelerini istedi. Gerçekten de toplumun aydınlanması için Türkçe ibadetin çok büyük etkisi katkısı olacaktı. Fakat 4 Haziran 1950 de Arapça Ezana ceza öngören TCK maddesi Meclisteki üç parti DP, CHP, MP oylarıyla kaldırıldı.
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com
Sonnotlar

1(Soner Yalçın’ın “Efendi Beyaz Türklerin Büyük Sırrı sf 482)
2 Kay: mülkiye 2010 cilt xxxıv sayı 267
3https://www.google.com/search?q=K%C4%B1r%C5%9Fehirin+il%C3%A7e+olmas%C4%B1&oq=K%C4%B1r%C5%9Fehirin+il%C3%A7e+olmas%C4%B1&gs_lcrp=EgZjaHJvbWUyBggAEEUYOTIJCAEQABgKGIAE0gEKMTk2ODhqMGoxNagCALACAA&sourceid=chrome&ie=UTF-8
4 (Soner Yalçın’ın “Efendi Beyaz Türklerin Büyük Sırrı sf sf 499).
5 Soner Yalçın’ın “Efendi Beyaz Türklerin Büyük Sırrı sf 499)
6 Yakın bir zamanda bu yılın şubat ayı içinde bir TV sokak röportaj videosunda bir kadın şöyle bağırıyordu: “benim peygamberim Recep Tayyip Erdoğandır”) diyordu. 

Aynada Gördüğü Soysuzu Atatürk İle Karıştıran Soysuz
Büyük ATATÜRK'ün kurduğu ve bizlere emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti; demokratik ve laik sosyal bir hukuk devletidir.


Devletimiz laik bir devlettir.


Bu nedenle; T.C. Devleti, hiçbir dinin hamisi, muhafız ordusu ve sempatizanı değildir. Her dine eşit mesafede olmalıdır.


1924 anayasasının 2.maddesinde yer alan; ”Türkiye Devleti'nin dini İslam'dır” hükmü, 10 Nisan 1928 tarihinde anayasada yapılan değişiklikle anayasadan çıkarılmış ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti; vatandaşlarının büyük çoğunluğu İslam dinini benimsemiş olsa da, laik bir devlet olduğunu, tüm dinlere eşit mesafede bulunduğunu açık ve net bir şekilde ilan etmiştir.


Laik Türkiye Cumhuriyeti devleti; tabiri caizse,  dinsiz olup, bir dine mensup olanlar sadece devletimizin vatandaşlarıdır, bunların da büyük çoğunluğu İslam, azınlıkta kalan  diğer kesimi de,  sair dinlere mensuptur.


Anayasamıza göre; Türk vatandaşlarının,  din ve vicdan özgürlüğü vardır.


Din ve vicdan özgürlüğünü kabul eden ve tüm dinlere eşit mesafede olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin görevleri arasında; İslam dinini övmek, diğer dinlerden üstün bir din olduğu propagandasını yapmak, İslam dinini vatandaşlarına dayatmak, medeni ve laik yasalarla ve kurallarla çelişen İslam dininin; hukuk, ekonomi ve sosyal yaşamı düzenleyen hükümlerini, şeriat tabir edilen anti laik kurallarını,  vatandaşlarına dayatma ve devletin uyulması zorunlu kuralları haline getirmek, devletin yönetiminde bu kuralları esas ve rehber almak yoktur.


Din, Allah ile kulları olan vatandaşlar arasındaki manevi ve kişisel bir bağdır.


Laik Devlet'in görevi, din ayrımı yapmaksızın,  vatandaşlarının benimsediği dinlerin ibadetini özgürce yapmalarına, inançlarını özgürce yaşamalarına imkan sağlamak olmalıdır.


Büyük ATATÜRK; o nedenle, Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ancak, itiraf etmek gerekirse, geldiğimiz aşamada,  Diyanet İşleri Başkanlığı; ATATÜRK'ün hedeflediği ve amaçladığı misyonunu kötüye kullanmış, laik bir devletin,  laik bir din kuruluşu olduğunu göz ardı etmiş, vatandaşlarının dinini öğrenmesi ve ibadetini yerine getirmesi amaç ve görevini kötüye kullanarak, ihtiyaçtan fazla her mahallenin nerdeyse her sokak başında camiler açarak buralara din adamı görevliler atamış, dini geçim kaynağı haline getirmiş, ülkemiz hudutları dışındaki İslam ülkelerinde dahi,  dini yatırımlar yapmış, laik eğitime ve öğretim birliği yasasına aykırı olarak, laik eğitim kurumlarına dahi nüfuz ederek, İslam dininin misyonerliğine soyunmuş, fakir halkımızın vergilerinden oluşan bütçeden,  birçok bakanlıktan fazla pay alan, israf derecesinde,  görev hudutları dışında paralar harcayarak,  adeta para yutan dünyevi bir kuruluşa dönüşmüştür.


Yasalarımıza göre; sadece dinlere hakaret suçtur. Herhangi Bir dinin,  toplumun; sosyal, hukuk ve ekonomik yaşam alanlarını düzenleyen ve çağın gerisinde kalan kurallarını eleştirmek, çağımıza uygun olmadığını beyan etmek, uygulamamak, laikliği savunmak,  asla suç değildir. Bunlar, şayet dinen günahsa,  bunun günahı da bu günaha işleyen kişiye aittir.


Büyük ATATÜRK'ün;  unvanlarının başına Cumhuriyet sıfatını koyduğu, bir dönem benim de yapmaktan onur duyduğum laik Türkiye Cumhuriyetinin Cumhuriyet Savcıları da,  İslamiyet dahil,  hiçbir dinin ve din kurallarının koruyucusu,  dayatmacısı ve hamisi değildir. Onların görevleri; Cumhuriyetin temel kurallarını, kuruluş değerlerini, ATATÜRK devrimlerini ve ATATÜRK'ün manevi şahsiyetini,  her türlü hakaret ve  saldırılardan korumak, bu değerlere aykırı davranan soysuzlar hakkında, hiçbir makam ve kişinin talimatını beklemeden ve korkmadan resen soruşturma açarak gereğini yapmaktır.


Şeriata dil uzattığı gerekçesiyle bir bayan avukat hakkında trollerin suç duyurularıyla soruşturma açarak, yasal nedenleri olmadığı halde,  tutuklatmak için azami derecede gayret sarf eden savcılarımız; maalesef,  ATATÜRK Cumhuriyetinin laik savcıları olduklarını unutmuşlar ve aynaya bakarak kendisini gören ve aynada gördüğü soysuzu ATATÜRK ile karıştırarak ATATÜRK'e soysuz demek suretiyle hakaret eden gerçek soysuzların bu suçlarını görmezlikten gelmişler ve kıllarını dahi kıpırdatmamışlar, görevlerini kötüye kullanmışlardır, çok yazık.


21/02/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

31 mart seçimleri köprüden önceki son çıkış mıdır?
Her seçimden önce,  ülkeyi felakete sürükleyen, ülkenin ekonomisini, hukukunu ve özgürlüklerini kısacası laik demokrasisini yok eden ERDOĞAN saray iktidarından kurtulmak için,  seçimleri çare kabul ediyor ve yaklaşan her seçimi,  köprüden önceki son çıkış olarak nitelendiriyoruz, bunu bir alışkanlık haline getirdik adeta. 


31 Mart 2024 yerel seçimlerini de, muhalefet olarak,  köprüden önceki son çıkış olarak nitelendiriyoruz yine. 


Acaba, gerçekten öyle mi?


Bize göre; 31 Mart seçimleri,  köprüden önceki son çıkış değildir. Muhalefet,  köprüden önceki son çıkış hakkını, 14 ve 28 Mayıs seçimlerinde kullanamamış ve artık olan olmuştur. 31 Mart seçimleri, köprüden önceki son çıkış olma niteliğini yitirmiş ve bizler için kaçmış olan bir trendir. 


31 Mart seçimlerinin sonuçlarını,  inanın hiç merak etmiyorum. Bundan önceki seçimlerin sonuçlarını,  büyük bir iyimserlik ve umutla,  sandıklar açılıp oylar sayılmaya başlayınca,  televizyonumun karşısında heyecan ve merakla izlerdim, 31 Mart seçimlerinin sonuçlarını; muhalefet bir varlık gösterse de,  gösteremese de,  ülkenin demokratik geleceği için olumlu bir katkı sunmayacağını, trenin kaçtığını, önceki seçimlerde köprüden önceki son çıkış hakkımızı kullanamadığımızı değerlendirdiğim için, çok rahat bir şekilde, hiç merak ve heyecan duymadan,  umutlanmadan izleyeceğim. Sonuçlar,  muhalefet için başarılı çıksa sevinemeyeceğim,  kötü çıksa da,  asla hiç üzülmeyeceğim. 


Zira, ERDOĞAN;  atı alıp Üsküdar çoktan geçmiş ve ülkemizde yargıyı, anayasayı,  yasaları ve muhalefeti yok sayan,  kafasının içindeki anti laik ve antidemokratik rejimi,  maalesef fiilen tesis etmiştir. 


ERDOĞAN; laik ve demokratik hukuk devletini, anayasal düzeni yok etmiş ve anayasasız, yargısız, anti laik ve antidemokratik keyfi kendi düzenini, muhalefetin ve yargının büyük katkılarıyla tesis etmiş, halkımız da bu fiili rejimi oylarıyla ve sessiz kalışıyla onaylamış ve benimsemiştir. 


Türk Milletinin hak etmediği, ATATÜRK'ün kemiklerini sızlatan, ona ihanet içeren bu anti laik ve antidemokratik fiili rejimin tesisinde,  bize göre baş suçlular;  devletin temeli olan yargı ve muhalefet olup, yargının ve muhalefetin zaafından yararlanarak,  halkın tavrını ve tepkilerini sınayarak,  göz göre göre ve adım adım bu fiili rejimi tesis eden ERDOĞAN; ülkenin düşürüldüğü bu durumdan, muhalefet ve yargıdan sonra,  üçüncü sırada gelen,  suçu ve günahı en az olan kişidir. 


Yerel mahkemeleriyle, Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemeleriyle yüksek yargı organları, Hakimler Savcılar Kurulu ve Yüksek Seçim Kurulu gibi, önemli ve hayati yetkiler kullanan yargısal kurumlarımız, cesur ve dik duramamışlar, saraya karşı hukuken direnememişler ve sarayın gücü karşında ezilmişler,  el birliğiyle yanlış ve taraflı hukuk dışı kararlarıyla ERDOĞAN'ın değirmenine su taşımışlar, ERDOĞAN'a cesaret ve güç vermişler,  ERDOĞAN da;  bu güç ve cesaretle,  hukuk ve anayasa dışı tavırlarını giderek artırmıştır. 


Saraya direnemeyen anayasal ve yasal yetki ve görevlerini korkusuzca ve tarafsız bir şekilde kullanamayan sinen, hukuk ve anayasa dışı kararlara imzalar atan yargı da, son günlerde hukuk dışı onca kararlarıyla kendisine katkı sundukları saray ve ERDOĞAN yönetiminin hedefi olmaya başlamıştır. 


Saray ve ERDOĞAN yönetimi, Anayasa Mahkemesine ve Danıştay'a yönelik ağır eleştirilerine hız vermiş ve Anayasa Mahkemesinin ve Danıştay'ın kararlarını hazmedemediğini açıkça dillendirmeye başlamış, saray yönetimi yüksek yargıdaki kendisine sahip çıkan evlatlarını yemeye başlamıştır. Yargı açısından iş işten geçmiştir. 


Yerel mahkemeler; Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı şapkalarını giyen,  aynı anda iki şapka taşıyan ERDOĞAN'ın;  siyasetçi olarak,  AKP Genel Başkanı şapkası altında yaptığı söylem ve eylemlerini eleştiren, beyanları eleştiri hudutlarını aşarak hakaret seviyesine dahi ulaşmamış muhalif kişileri, haksız ve hukuksuz bir şekilde cumhurbaşkanına hakaret ettikleri savıyla tutuklamış ve cezalandırmış ve ERDOĞAN'ın Cumhurbaşkanı statüsüyle ilgili olmayan sözlerine yönelik eleştirileri dahi, cumhurbaşkanına hakaret sayan kararlarıyla içtihat oluşturmak suretiyle, ERDOĞAN'ı muhalefete karşı zırhla donatmış ve muhalefetim sesini kısmıştır. ERDOĞAN'ın siyasi kişiliğini,  AKP Genel Başkanı sıfatıyla yaptığı eylem ve söylemlerini ayrık tutamayan, korkan yargı;  ERDOĞAN'a güç ve cesaret sunmuş, onun sopası olmuş, muhalefetin sesinin kısılmasına büyük katkı sunmuştur. Üst mahkeme olan Yargıtay da,  bu hukuk dışı kararlara onay vermiştir. 


Yargıtay; bir ilke imza atmış ve Hatay Milletvekili Can ATALAY'ın hak ihlaline uğradığına yönelik Anayasa Mahkemesinin her makamı bağlayan kararına uyulmamasına tramplen olmuş,  anayasayı ihlal etmiş ve ERDOĞAN'a katkı sunmuştur. 


Danıştay; meclisin bir yasa ile kabul ederek yürürlüğe soktuğu, anayasadan da üstün olan Uluslar arası bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesini tek imzalı bir kararnameyle yürürlükten kaldıran ERDOĞAN'ın bu hukuk ve anayasa dışı  kararını onaylamış ve ERDOĞAN'a anayasa ve yasaların tanımadığı yetkiyi ve gücü hediye etmiş ve ona sonraki anayasa ve hukuk dışı icraatları için cesaret vermiştir. 


Kesin ve uyulması zorunlu  olan kararlarına,  Yargıtay'ın, yerel mahkemelerin ve ERDOĞAN'ın uymadığı Anayasa Mahkemesinin de,  bugünlere gelmemizde büyük günahları ve katkıları vardır. 


Anayasa Mahkemesinin;  arada bir iktidar aleyhinde  verdiği ve  muhalefet olarak, çölde bir vaha gibi hoşumuza giden bazı hukuka uygun kararlarına bakmayınız. Anayasa Mahkemesi de saray ve ERDOĞAN karşısında ezilmiş, korkmuş ve anayasal denetim görevini yapamamış ve ERDOĞAN'a güç ve cesaret vermiş, tüm bu katkılarına rağmen,  yine de ERDOĞAN'a yaranamamış ve ERDOĞAN'ın hışmından nasibini fazlasıyla almıştır. 


ERDOĞAN; 15 Temmuz hain FETÖ darbe girişiminden sonra ilan ettiği olağanüstü hal döneminde çıkardığı olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleriyle,  ülkenin altını üstüne getirmiş,  ülkenin kurumlarını yeniden istediği gibi dizayn etmiş, örneğin; bugün terör bölgelerinde şehit sayısının artmasına neden olan askeri hastaneleri dahi kapatmış olup, anayasaya göre sadece olağanüstü halin ilanına neden olan konularla  sınırlı olarak kararname çıkarmaya yetkili olmasına rağmen,  bu yetkiyi aşarak, yetki gaspında bulunmuş ve olağanüstü halin ilanına neden olan konuların dışında kalan konularda da kararnameler çıkarmış ve bu kararnameler,  adı olağanüstü hal kanun hükmünde kararname olsa da, içerikleri itibariyle olağan kararnameler olmasına rağmen, Anayasa Mahkemesi eski içtihatlarından dönerek, anayasaya aykırı bir şekilde bu kararnameleri anayasa yargısının görev ve yetkisi dışında kabul ederek,  bu kararnameleri incelemeye yetkili olmadığına hükmederek, ERDOĞAN'ın anayasa dışı icraatlarına destek çıkmıştır. 


Hakimler Savcılar Kurulu; iktidarın baskılarına rağmen yargı görevlerini tasalara ve anayasaya uygun ve tarafsız bir şekilde yerine getiren yargıç ve savcıları cezalandırarak başka yerlere atamak suretiyle ERDOĞAN rejimine güç ve katkı sunmuşlardır. 


Seçimlerin güvencesi olan ve adil bir seçim yapılmasından sorumlu olan Yüksek Seçim kurulu; iktidar yararına kararlar almış, ERDOĞAN'ın;  anayasanın açık hükmüne rağmen ve bu hükme aykırı olarak üçüncü kez cumhurbaşkanlığı adaylığına yeşil ışık yakmıştır. 


Muhalefet ‘in belli başlı  partilerine gelince. 


İYİ Partiden başlayalım. İYİ Partinin genel başkanı malum hanımefendinin;  bugün içinde bulunduğu çelişkiler yumağına baktığımızda; altılı masa dönemindeki olumlu tüm hal ve davranışlarının,  kamuoyunu yanıltıcı sahte davranışlar olduğu, Saraçhane mitinglerinde İMAMOĞLU'na sunduğu atkılı sevgi kur ve destek şovlarının gayri samimi göstermelik davranışlar olduğu, İMAMOĞLU ve Mansur YAVAŞ'a yönelik sevgi ve güveninin KILIÇDAROĞLU'nu kazandırmamaya yönelik bir kurgu olduğu, bugünkü aşamada muhalefeti bölen ve kendisi kazanamayacağı gibi,  ana muhalefet partisinin bir zamanlar güya  tutku derecesinde sevdiği,  cumhurbaşkanlığına aday gösterdiği,  İstanbul ve Ankara adaylarına da  kazandırmama gayreti içinde olduğu,  anlaşılmıştır. 


Değişim savıyla iş başına gelen CHP'nin yeni yönetimine gelince; kurultay öncesindeki;  adayları önseçimle belirleyecekleri, iktidara karşı etkili ve sonuç alıcı bir muhalefet yapacakları, şucu bucu ayrımı yapmayacaklarına yönelik vaatlerini unutmuş, eski yönetimi tasfiye eden bir tutum içine girmiş, değişimi;  partinin ideolojisinde,  strateji, taktik ve yönetim biçiminde yapma yerine, sadece bir kadro değişimine indirgemiş, Can ATALAY kararı örneğinde olduğu gibi, Anayasa Mahkemesinin bağlayıcı kararlarını uygulamayan ERDOĞAN iktidarına karşı yapmaya karar verdiği Anayasa Mahkemesinin kararlarına saygı mitingini yapma cesaretini gösterememiş, şehitleri bahane ederek bu mitingi iptal etmiş, tüm mesaisini 31 Mart seçimlerinde gösterilecek olan adayların belirlenmesi için harcamış ve bunda da çok zaman kaybetmiş, en tipik örneği Çankaya adayında olduğu gibi, Çankaya'nın başarısı kanıtlanmış mevcut belediye başkanı aday yapılmayarak, adaylık başvurusu dahi yapmamış ve bir başvuru ücreti yatırmamış,  tek özelliği genç bir hukukçu olması, hakim yapılmayarak mülakatta elenerek mağdur edilmiş olmak olan ve başarılı olup olamayacağı şüpheli olan, kendisine belki partinin hukuk bürosunda görev verilebilecek bir kişi, Çankaya belediye başkanı adayı yapılmış, Çankaya için başvuru yapan onlarca kişiden alınan başvuru ücretleri,  karşılıksız bırakılmıştır. 


Yine, Hatay Büyükşehir için aday gösterilen mevcut başkan Lütfü SAVAŞ'ın, yöre halkı tarafından  protesto edilmesi üzerine,  Lütfü SAVAŞ'ın adaylığına son verilip verilmeyeceğine ilişkin bir karar almakta zorluk çekilmiş, dün (18/02/2024) Ankara’da yapılan tüm adayların tanıtım töreninde,  Hatay adayı henüz kesinleşmediği için yer alamamış, bu adayın 19/0272024 pazartesi günü, yani bugün kesin olarak belirlenmesine karar verilmiştir. Adama sormazlar mı? Kardeşim,  madem 18/02/2024 de aday tanıtım töreni vardı, sen niçin Hatay adayını bir gün sonraya erteliyorsun, bir gün önceden belirlemek ve tanıtım törenine yetiştirmek,  Hatay ilini törende adaysız ve mahzun bırakmamak o kadar zor mudur?


Evet bu bölünmüş ve beceriksiz muhalefet ve devletin temeli olan adaletin ve yargının korkusuzca görev ve sorumluluklarını yerine getirememesinin güç ve cesaretiyle ERDOĞAN; anayasayı rafa kaldırma ve tek başına 84 milyon insana hükmetme başarısını göstermiştir maalesef. 


Bu nedenle, 31 Mart seçimlerinin hiçbir önemi kalmamış olup, bu seçim sonuçları ne olursa olsun,  köprüden önceki son çıkış değildir. 


ERDOĞAN; son noktayı koymuştur. Bana,  yani benim adaylarıma oy verip seçmezseniz,  asla hizmet alamazsınız demiştir. Bu sözler;  sadece oy almak için yapılmış bir tehdit olmayıp, seçim sonuçları ne olursa olsun, ister benim adaylarım kazansın, isterse muhalefetin adayları kazansın,  ben onay verirsem hizmet alacaksınız, son söz benimdir, benim dediğim olur anlamı taşımaktadır. 


Bilmem anlatabildim mi?


Bu yazı;  pişmiş aşa su katmak, muhalefete seçim yenilgisi yaşatmak amacıyla yazılmamış olup, bu yazının yazarı olan ben;  Güner YİĞİTBAŞI,  hiçbir partiye kayıtlı üye olmayan, her zaman fikri ve irfanı hür, ATATÜRK'çü, laik ve demokrat, bugüne kadar CHP'ye oy veren ve 31 Mart'da da CHP'ye oy vererek vatandaşlık görevini yerine getirecek olan  bir ERDOĞAN muhalifiyim, sadece bir aydın ve hukukçu sorumluluğu ile kaleme almak zorunluluğunu duyduğum, kral çıplak deme cesaretini gösteren olduğunca objektif kalmaya çalıştığım bir yazı olup, kimse öküzün altında buzağı aramaya kalkışmasın lütfen. 


Biraz uzun bir yazı oldu, buna rağmen okuyacak olanlara teşekkürler, uzun yazıları okuma özürlüler de,  beni affetsinler lütfen.


19/02/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Atatürk’ü yadsıyan gafiller ve devlet israflarımız
Özellikle AKP-RTE İktidar döneminde ne yazık ki Atatürk’ü yadsıyanlara ne ki saldıranlara, sevmediğini dışa vuranlara rastlıyoruz. 1950 ye kadar Atatürk ve Cumhuriyet Devrimlerine karşı olanlar devrimci ruhlu iktidar döneminde sinmişler adeta pusuya yatmışlardı. 1950’den sonra demokrasinin nimetlerinden faydalanıp palazlanan tüm gericilere ödün vermeye başlayan, Meclise karşı “siz isteseniz hilafeti bile geri getirisiniz” diyen Bayar-Menderes döneminin DP si, adım adım gericiliğe yeşil ışık yakmaya başladı. “Demokratik haklar, türbana özgürlük” diyerek her iktidar döneminde adım adım tırmanan gericilik, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları son olarak AKP-RTE iktidarında adliye ve Meclis koridorlarında “Hilafet şeriat isteriz” diyen karanlık zirveye tırmandılar.
Yıllar önce R. Tayyip Erdoğan’ın sanırım başbakan iken Kuvayi Milliyenin iki kahramanı Atatürk ve İsmet İnönü için “iki ayyaş” dediğini hepimiz anımsarız.
Bunu köy kahvehanesindeki bir cahil söylese, “cahildir” diye belki es geçilir, ama devletin başındaki Laik T.C ni temsil eden, onu koruyacağına yemin eden başbakanın Kuvayi Maliye’nin iki kahramanı Atatürk ve İnönü için bunu söylemesi vatandaşları gerçekten üzmüş ve Atatürk, Cumhuriyet Devrimleri düşmanlarına adeta yol vermiştir.
Bizim köyde bir özdeyiş vardı, amiyane anlatımla “imam camide gaz yaparsa cemaat daha beterini yapar” derlerdi. İşte bu nedenle özellikle AKP-RTE iktidarında, “iki ayyaş” söylemine paralel olarak yıllardır Atatürk adını taşıyan yapıların, hava alanı gibi tesislerin “Atatürk” adını taşıdıkları için iktidarca bir bahane ile yıktırıldığına tanık oluyorduk. Bütün bu söylem ve eylemler bu iktidarın Atatürk ve Cumhuriyet Devrimleri karşıtlığının bir kanıtıdır. Bu söylem ve davranıştan esin alan Atatürk düşmanları da hortlamaya başladığı yer yer görülüyor.

Atatürk adını taşıyan hava alanı yıkılıp statların adı değiştirildi

Ülkemizde bu iktidar döneminde görülmemiş Atatürk karşıtlığı, devlet israfı ve plansızlık yönetim süreci yaşanmaktadır. Aklımıza ilk gelen bazı israflı olumsuzlukları anımsamaya çalışalım.
Türkiye’nin en güvenli hava trafiğinin en yoğun olduğu havaalanı İstanbul Atatürk Hava Limanı olduğu halde, salt Atatürk adını taşıdığı için iktidar tarafından kapatılıp milyarlar lira harcayarak başka bir yere İstanbul Hava Alanı yaptırılmıştı. Hazırı varken Atatürk takıntısı nedeni ile yenisini yapmak ülke ekonomisine çok büyük kayıp ve israfa neden olmuştur; oysa aynı hava alanı pistler ve öteki kullanım alanları büyütülebilirdi. Üstelik Atatürk Hava Limanı ihalesiz kamudan habersiz aniden milyarlara mal olan uçuş pistleri tahrip edilip on kuruşluk getirisi olmayan millet bahçesi yapılıyor. Bunun ülke ekonomisine verdiği milyarlarca liralık zararı düşünürsek, şimdilerde en acı bir şekilde sıkıntısını çektiğimiz pahalılık ve enflasyonun nedenlerinden biri olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek.
Sadece hava alanı mı, işte Atatürk adıyla başlayan stadyumları da değiştirdiler, aşağıda Atatürk adı değiştirilen havaalanları şunlar:
Atatürk karşıtlığı mısır patlağı gibi her yandan meydana çıkıyor.
Eski adı Antalya Atatürk stadının adını Antalya Arena yapıldı
Eski adı Afyon Atatürk Stadının adını Afyon Arena yapıldı
Eski adı Hatay Atatürk Stadının adını Antakya Arena yapıldı
Eski adı Bursa Atatürk Stadının adını Timsah Arena yapıldı
Eski adı Eskişehir Atatürk Stadının adını Es-Es Arena yapıldı
Eski adı Sakarya Atatürk Stadının adını Sakarya Arena yapıldı
Eski adı Rize Atatürk Stadının adını Rize Şehir Stadı yapıldı
Eski adı Samsun Atatürk Stadının adını Samsun Arena yapıldı
Eski adı Kocaeli İsmet Pasa Stadının adını Kocaeli Arena yapıldı.
Neden aynı adıyla açmadınız? Ayrıca Konya, Giresun, Kayseri Statları Atatürk adını taşırken değiştirildiği gibi, Beşiktaş İnönü ve Kocaeli İsmet Paşa Statlarından da “İnönü” isminin çıkarıldığını, Kuvayi Milliye’nin iki kahramanı Atatürk ve İsmet İnönü için “iki ayyaş” denildiğini de anımsayalım).(1)

Osmanlıyı saray zihniyeti israfı batırdı

Atatürk’ü yadsıyan gafiller ve devlet israflarımız

Ayrıca Atatürk’ün üç köyün arazisini satın alarak Türk Milletine armağan ettiği Atatürk Orman Çiftliğine yapılan milyarlarca liraya mal olan “Saray”ı bir düşünün. Çankaya’daki Atatürk Köşkü Ankara şehrine en hâkim en mutena yerinde çok güzel ve geniş bir bahçe içinde bulunurken, üstelik Kurtuluş Savaşımızın anılarının saklı olduğu Atatürk Köşkü’nü salt Atatürk takıntısı yüzünden terk edip, Avrupa’nın değil, dünyanın hiçbir ülkesinde bulunmayan 1150 odalı saray yapmak ne vicdanla ne akılla bağdaşır. Yine acısını sıkıntısını her vatandaşça çektiğimiz Cumhuriyet Tarihinin en büyük enflasyon ve pahalılığının nedenlerini yukarıda iki örnekte verdiğimiz olaylarla kıyaslayıp bir düşünün. Böylece Cumhuriyet Tarihinin en israfçı bir yönetimle karşı karşıya olduğumuzun bilincine varırız.     

Biz kalkınamamış Batı ülkeleri gibi ekonomisi çağdaşlaşamamış bir ülke olarak çifte çifte saray yapmak kadar israflı bir yaşantı içinde olamayız. Erdoğan, Osmanlı'dan kalan sarayların yanı sıra kendisi için de her yıl yeni yazlık ve kışlık saraylar yaptırarak saltanatını sürdürdü.(2)
Bütçeden, saraylar için günlük milyonlarca lira aktarılıyor.
Osmanlı saray zihniyetinden battı. Avrupa Rönesansın itici sanat bilim ivmesi itici gücü ile Avrupa hızla ilerlerken, Osmanlı Gerileme Devrinde yıkılışa doğru giderken bile emperyalist Avrupa’dan borç alarak saray yaptırıyordu. (Sarayların çoğunu da Ermeni Balyan kardeşler yapmıştı).
Aradan iki yüz yıl sonra, T.C.nin yönetimine bir bakar mısınız, borç parayla olmasa da yüz yıllık T. Cumhuriyetinin nice eserlerini satıp satıp yazlık kışlık saraylar (Beştepe, Marmaris ve Ahlat’ta) yaptırılıyor. Oysa Türkiye Cumhuriyeti hem Osmanlının borcunu öderken hem de haramzade evlat gibi satılan nice ulusal değerleri yurda kazandırıyordu. Satılan Cumhuriyetin nice eserlerinin paraları saraylara, on kuruş getirisi olmayan millet bahçelerine yatırılmasa da tarıma, sanayiye, bilime yatırılsa idi, ülkemizde her sahada üretim artar, çekmekte olduğumuz görülmemiş derecedeki pahalılığı ve enflasyonu çekmezdik. Sayıştay raporlarına göre Türkiye’deki yazlık kışlık sarayların bir günlük masrafı 15 milyon lira, bazı kaynakların açıkladığına göre de 30 veya 40 milyon lira olduğu açıklanıyor.
CHP Adıyaman Milletvekili Abdurrahman Tutdere, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın günlük masraflarının 35 milyon lira olduğunu ve bu rakamın 3 bin 500 emeklinin en düşük maaşına eşdeğer olduğunu belirtti. En düşük emekli aylığının 10 bin TL olduğu bir dönemde, sarayın günlük harcamalarının bu kadar yüksek olması dikkatleri çekiyor.(3)
Dünyanın en büyük ekonomisinin olduğu ABD’nin Beyaz sarayında böylesine bir masraf olmadığı gibi ABD başkanlarının birçok masrafı kendileri tarafından ödenmektedir.

FETO darbesi Laik T. Cumhuriyetine saplanan bir gerici dinci hançerdi

Atatürk’ü yadsıyan gafiller ve devlet israflarımız

Devlet organlarında her yerde dini dinciliği ön plana çıkaran R. Tayip Erdoğan başbakanlığında 2012 yılında kendisi için “dindar değil, din tüccarı” diyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na, “Dindar nesil yetiştireceğiz” dediğini, bir ara da “dindar kindar nesil yetiştireceğiz” söylediğini hepimiz anımsarız.(4)

Laik Anayasa ile yönetilen, anayasayı koruyacağı üzerine yemin eden Laik T. Cumhuriyetinin bir yönetici Başbakanı “dindar nesil yetiştireceğiz” diyemez. Laik demokrasileri ile şimdiki çağdaşlığa zenginliğe ulaşan herhangi bir Batı ülkesinin yöneticisi bu sözü söylediği zaman asla iktidarda kalamaz. Hele “kinci nesil yetiştireceğiz” ne demek? Kime karşı kincilik, 21 yıllık yönetim tecrübemizden anlamalıyız ki hiç şüpheniz olmasın laik T.C. ne karşı kinci yetiştirme istemidir.
Ayrıca Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir biçimde, FETO’cü-dinci dinci generallere, sarıklı cübbeli generallere de tanık olduk. Atatürk’ün üzerinde titrediği laik kültürle yetiştirilen Türk ordusu için çok hazin bir durum, bu durum askerin ordunun siyasete dincilikle girmesi demektir.
FETO dediğimiz dinci terörist Fettullah Gülen’in bu 21 yıllık iktidarın koruması altında palazlandığını ne ki birlikte devleti yönetme gayreti içinde olduklarını hepimiz gördük, RTE nin FETO çetesini koruduğunu yaşayarak gördük. 15 Darbesinden sonra “milletim beni affetsin” diyerek FETO koruyuculuğunu itiraf etmişti. Böylece dinci gerici FETO’cü gruplar Cumhuriyetimizin her kurumuna girerek bir virüs gibi devletin her organlarında onulmaz yaralar açmış nerede ise 15 Temmuz 2026 darbesi ile devleti çökertiyordu. Bu dinci darbe teşebbüsü ile Cumhuriyet tarihinin en çok can kayıpları verildi. Böylece FETO Darbesi Cumhuriyet Tarihimizin böğrüne saplanan en gerici, en kinci, en kanlı darbesi idi. Peki bu kanlı kinli FETO’yü kim bağrında devlet organlarında besledi korudu?

15 Temmuz 2026 tarihindeki darbe girişimi ve bastırılması sonucunda 104’ü darbe yanlısı asker olmak üzere 300’den fazla kişi hayatını kaybetti, 1.491 kişi yaralandı, farklı rütbelerden 8.036 asker gözaltına alındı. Yargı ve sivil siyaset mensupları dâhil olmak üzere, toplam gözaltı sayısı 22 Temmuz tarihi ile birlikte 10 bini buldu. Bunun yanı sıra askerî, idari ve adli kurumlarda birçok kişi görevden alındı.2016-2020 arası toplam 125.678 kişi; kamudan ve TSK’den, çıkarılan KHK’ler ile ihraç edildi.2016-2022 arası Fethullahçı bağlantılı toplam 332.884 kişi gözaltına alındı, 101.000 kişi tutuklandı.4.130 kişi doğrudan darbe suçundan ağırlaştırılmış müebbet ve müebbet hapse mahkûm edildi.(5)Tüm bu kayıplar acılar, laik devlet anlayışından es geçerek dinci laiklik düşmanı bir Feto’cuyu devlet organlarına sokan AKP-RTE iktidarının hazin bir sonucu değil midir? Bu Feto’cu darbe sonunda “Milletim beni affetsin” diye Recep Tayyip Erdoğan değil mi idi. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Milletvekilleri göreve başlarken laik T.C.ni laik anayasayı koruyacağına yemin etmiyor muydu? Bu yeminler varken, bu laik anayasa varken, Feto gitti şimdi de dinci tarikatlar devri başladı.

 

Çifte çifte yazlık ve kışlık saraylar.

İlk Başbakan olduğu dönemde Üsküdar’da bir apartman dairesinde oturan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, şimdilerde tam 12 saray kullanıyor. Bir videoda, RTE elindeki yüzüğü göstererek “şu yüzükten başka servetim yok, ileride-RTE zengin olmuş- derlerse, biliniz çalmıştır” deyin” diyordu. Şimdilerde ise aynı RTE sarayları, şatafatı, düzine uçakları ile örneği bulunmaz bir israfla, dünyada örneği olmayan tek adam yönetimine hâkim olmakta.
Eskiden anımsar mısınız, çeşitli en seçkin uzmanların oluşturduğu Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)vardı. Bir yere bir yatırım mı yapılacak önce DPT’nden rapor istenirdi, artısı eksisi tartışılır, artısı çoksa o yatırım yapılırdı, eksisi çoksa olumsuz rapor verilirdi. RTE zamanında 2011 yılında kaldırıldı; böylece “İstanbul Kanalı” gibi, keyfi afaki israflı işler yapılmaya başlandı, “adeta “haydin Kaf Dağına köprü yapalım” gibi uygulamalara başlandı. “Hesapsız kitapsız” israflı yatırım ülkeyi görülmemiş sıkıntılara sokar, enflasyonlu görülmemiş pahalılıkla bu sürecine sürükler.
Hele dünyanın hiçbir ülkesindeki başbakan ve cumhurbaşkanlarının bizim Cumhurbaşkanımızın uçak sayısı kadar uçakları yoktur, (13 uçağı olduğu söyleniyor). Sanayisi zenginliği bizden ileri olan Batı ülkelerinin bazılarının yöneticileri halk gibi özel toplu taşım araçlarını (uçak, tren vb) kullanıyorlar. 
Avrupa ülkelerinin hiçbir başbakan ve cumhurbaşkanlarının Amerika gezilerinde zırhlı aracı kargo uçağı ile götürüldüğü görülmediği halde, 2016 Şubat ayında gerçekleştirilen Güney Amerika gezisinde, üç ülkeyi kapsayan Güney Amerika gezisinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zırhlı makam aracı, kargo uçağıyla Şili, Peru ve Ekvador’a götürülmüştü.(6)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “nas” “ümmet”, “imam hatip” diyerek sürekli dini konuları ön plana çıkarırken, israfı yasaklayan ayet varken, nasıl olur da “itibardan tasarruf yapılmaz” diyerek Kuranın hükmü gereği israfı engelleyen tasarrufu öneren hükmüne uymuyor.   “Kuran Ayeti: Ey Ademoğulları! …yiyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.”(7)

Tüm bu israflara yanında Atatürk düşmanlığı da artıyor.

Atatürk’ü yadsıyan gafiller ve devlet israflarımız

Kuvayi Milliyenin en değerli iki kahramanı Atatürk ve İnönü’ye “iki ayyaş” diyen Recep Tayyip Erdoğan böylece Atatürk karşıtlığını Atatürk takıntısını dışa vurduğunu gördük. Ülkeyi bütün israflı harcama ve uygulamaları ile, içte ve dışta yanlış politikaları görülen RTE, bunlar bir yana Atatürk karşıtlığını göstermekte. Dünyanın hayran kaldığı, 40 civarında ülkelerde İsrail’den Japonya’ya, Şili’den Küba’ya kadar meydanlarda anıtları bulunan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vatanı Türkiye’nin Cumhurbaşkanı tarafından yadsınması gerçekten hazin bir durum.   Öylesine göze batan Atatürk karşıtlığını dışa vuruyorlar ki, Diyanet bile hutbelerinde Atatürk adını anmamakta, Çanakkale Savaşının yıldönümlerinde, Kurtuluş Savaşının adı geçtiği gün ve yerlerde Mustafa Kemal’in adını anmamaya çalışmaktalar. Çağdaş dünyada vatanını kurtaran, laik çağdaş bir devlet kuran Atatürk, Araplar hariç, dünyanın her ülkesinde saygı anılırken, Çin, G. Kore gibi ülkelerde Atatürkçülük Kemalizm okullarda okutulurken kendi ülkemizde anılmaması ne acı bir şey.

Son zamanlarda gördük ki, Atatürk karşıtı bir teğmenin 10 Kasım Atatürk’ün ölüm yıldönümü töreninde bütün teğmenler yakalarına Atatürk resmi taktıkları halde, bir teğmenin Atatürk’ü sevmediğinden olacak yakasına Atatürk fotoğrafını takmamakta direndiğini, niçin takmadığı konusunda Atatürkçü teğmenlerin uyarmaları ile aralarında tartışma ve kavga çıktığını ve fotoğrafı takmayan teğmenle öteki uyaran teğmenlerin atıldığını basına yansıyan bilgilerden üzüntü ile öğrendik. 

Dinci bir öğretmen, başımdan geçen bir olay

Atatürk’ü yadsıyan gafiller ve devlet israflarımız

Ben Kırşehir İli Kaman İlçesi Yelek Köyündenim. Bizim köyün Ankara’da bir yerel derneği ve bu derneğin internette bir paylaşım sitesi var. Atatürkçü bir öğretmen olarak Atatürk’ün dincileri eleştiren, laikliği öven güzel sözlerini bu sitede paylaşıyordum. Birkaç gün önce bu siteye Atatürk’ün aşağıdaki tam da şimdiki dinci yönetimi uyaran şu sözlerini aktarıp paylaşımda bulunmuştum:

Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir. Adeta halkı bir kapana kıstırırlar. Benim halkım demokrasi ilkelerini, gerçeğin emirlerini, bilimin öğretilerini öğrenecektir. Batıl inançlardan vazgeçilmelidir. İsteyen istediği gibi ibadet edebilir. Herkes kendi vicdanının sesini dinler. Ama bu davranış ne sağ duyulu mantıkla çelişmeli ne de başkalarının özgürlüğüne karşı çıkmasına yol açmalıdır”.(8)
Atatürk’ün bu söylemini bu köy sitemize ekleyip paylaştıktan sonra, babasından da yaşça büyük olduğum ve aynı köyümüzden pek de tanışmadığım sonradan öğretmen olduğunu öğrendiğim, herkesi kendinden daha Müslüman gören Atatürk karşıtı, Atatürk’le takıntısı olan Hanifi Yağmur adındaki köylümüz, güya Atatürk’ün bu sözüne karşı eleştiri olarak şunları eklemiş, üzüldüğüm bu yazıyı aynen alıyorum:
Sizin Peygamberiniz M. Kemal Atatürk..Kutsal kitabınız NUTUK… Bizim ise Peygamberimiz Hz. Muhammed. Kitabımız ise KURAN-KERİM..İsteyen istediğine inanır.İstediği gibi ibadet eder. İsteyen Kabe yi Kıble eder İsteyen Başka bir Mekanı Kıble eder”.
Bunu arkadaşlara gösterdim, onlar da şöyle dediler: Milli Eğitimi tarikatlara, cemaatlere teslim eden Milli Eğim Bakanının böyle öğretmeni olur” dediler. Yorum sizin.
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com
Son notlar.

(1)https://www.yenicaggazetesi.com.tr/statlardan-ataturkun-ismi-neden-siliniyor-206269h.htm

(2) https://www.facebook.com/watch/?v=200973661779394

(3)(https://utkanhaber.com/sarayin-gunluk-masrafi-35-milyon-lira/16123/

(4)https://www.diken.com.tr/erdogan-sozunden-vazgecmedi-hedefimiz-dindar-nesil-yetistirmek/

(5) https://tr.wikipedia.org/wiki/15_Temmuz_Darbe_Giri%C5%9Fimi

(6)https://www.haber7.com/siyaset/haber/2333225-kargo-ucagiyla-goturuldu-erdogan-vazgecmedi

(7)> (A’râf sûresi, 7/31.) ayet emriyle israfı kesin olarak yasaklıyor).

(8) (Kaynak: Bütün Dünya Sayı 2021/11 sf 89)

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget