Yüzüncü yılda Atatürk ve Cumhuriyet konferansı

10 Kasım Atatürk’ün 85. Ölüm yıldönümü ve Cumhuriyetin 100. Yılı etkinliklerinden “100. Yılda Yeniden Laik Cumhuriyet” söyleşisi yapıldı.

Yüzüncü yüz yılda yeniden Laik Cumhuriyet

Yüzüncü yılda Atatürk ve Cumhuriyet konferansı
10 Kasım Atatürk’ün 85. Ölüm yıldönümü ve Cumhuriyetin 100. Yılı etkinliklerinden “100. Yılda Yeniden Laik Cumhuriyet” söyleşisi yapıldı. 11 Kasım 2023 günü Cumhuriyet Gazetesi Kültür Merkezi’ndeki söyleşide konuşmacı olarak Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı M. Hüsnü Bozkurt, yaptığı konuşmada Atatürk ve devrimleri konusunda şu konuşmayı yaptı:
“-Bizim Cumhuriyetimiz dünyadaki pek çok cumhuriyetten farklı bir cumhuriyet, pek çok cumhuriyet var. Bizim Cumhuriyetimiz, daha M. Kemal Atatürk Samsun’da yola çıkarken laik bir devlet yapısı bina etmek üzere hazırlanmış, çok önceden tasarlanmış. O kadar çok önceden tasarlanmış ki Erzurum Kongresinde Mazhar Müfit Kansu’ya “bak bir sen bileceksin, bir Süreyya bilecek bir de ben kutsal bir sır olarak bunu saklayacaksınız, zaferden sonra devlet şeklimiz Cumhuriyet olacaktır. Her şey önceden düşünülmüş. Bir laik Cumhuriyet olarak kadınlar ve erkekler Cumhuriyeti olarak kurulmuş, o amaçla yola çıkılmış ve o amaçla üç yıl içerisinde 22 günlük bir mücadele antiemperyalist bir bağımsızlık savaşı verilmiş.
Bu nedenle Cumhuriyetin 100. Yılında laik Cumhuriyet” dememizin nedeni, geçen yüz yılda ama özellikle son 70 yıllarında, en çok da son 20 küsur yılında Cumhuriyetin laik özelliğini, demokratik özelliğini, sosyal devlet olma özelliğini ve nihayet çok önceden çok zarar gördü ama, Yargıtay eliyle yapılan darbeden sonra hukuk devletinin artık ortadan kaldırıldığı süreci yaşarken, laik devlet olmadıkça bunların hiçbirinin olamayacağını daha önce anlamamız gerekiyor. Yani siz laik devlet değilseniz ne demokratik devlet olabilirsiniz ne sosyal devlet olabilirsiniz ve ne de hukuk devleti olabilirsiniz, mümkün değil. Demokratik laiklik demokrasinin olmazsa olmazıdır. Ama bu devletin olmazsa olmazıdır. Hiçbir din devletinde laiklik yoktur, dolayısıyla hukuk devleti de yoktur. Bu nedenle bu laik cumhuriyet son derece kıymetlidir.
Mustafa Kemal 9 Mayıs 1935 de CHP dördüncü büyük kurultayında diyor ki: “Kurtuluş Savaşımıza başladığımız yılın 15. Yılındayız. Cumhuriyetimizin 12. Yılındayız. Lise çağlarımda bu konuşmayı okuduğum zaman, baktım M. Kemal 19 Mayıs 1919 da çıkmış niye 15 yıl diyor 14 demesi lazım, hayır M. Kemal Kurutuluş Savaşımıza başladığımızın, kendisinin beraberinde olan arkadaşlarının söylediği 15. Yılındayız diyor 1918’i işaret ediyor, Mondros Mütarekesi. Mondros’tan itibaren filen Osmanlı Devleti yok. Onun yerine bir cumhuriyet kurma fikriyle altı ay İstanbul’da sayısız görüşmeler yapıyor, üç defa Vahdettin’le görüşüyor. Şimdi “Vahdettin’in M. Kemal’i Anadolu’ya gönderdi diyenler, nasıl anlatıldığını tutanaklara nasıl anlatıldığını hatırattan baksınlar. Bu millet sürüdür, bu sürüye bir çoban lazım o çoban da benim paşa” diyor. Hani “paşa paşa git de milleti kurtar” diye öyle bir şey yok, kimsenin kafasında da böyle bir şey yok. M. Kemal’in Cumhuriyetten yıllar sonra Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay’ın değişik konuşmalarında, diyorlar ki, “M. Kemal biz olmasaydık da bunu mutlaka yapardı” diyor, “ama o olmasaydı hiçbirimiz bunu yapamazdık” diyor. Böyle bir Cumhuriyetin yurttaşlarıyız.

Osmanlı bilime ilgisiz kaldığı için battı.

Osmanlı 30 Ekim 1918 de fiilen ortadan kalktı diyoruz. Ama aslında en güçlü olduğu söylenmeye çalışıldığı hatta şu aziz milletin Osmanlı iktidarı olanların da Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa’yı boğdurduğunu öğrendiği, Muhteşem Yüzyıl falan dizi yapıldığı, aslında Kanuni’nin 46 yıllık saltanatının son 10 yıldan itibaren, yani 1550lerden itibaren Avrupa bambaşka bir çağa girerken Avrupa 1517 den itibaren dinde reformu konuşurken, Roma Katolik kilisesinin nüfusu kırılırken hemen akabinde Fransa’da Kalven mezhebinin kendi kiliselerini kurup Protestanlık ve Anglikanlık mezhebi yerleştirirken, Osmanlı’da bırakın böyle arayışları, bunların esamesi okunmuyor, tam tersine Kanuni Sultan Süleyman’ın o döneminde medresede hiçbir pozitif bilimle ilgili en ufak bir ders yok. Genellikle dini bilimler fıkıh, kelam, kıyas vs bunlar dini konular dini yönelimler toplumsal aydınlanmayla ne alakası var.
1517’den itibaren Avrupa bambaşka bir sürece giriyor, 1450 de Gutenberg matbaayı icat etmiş matbaa ile İncil her dile çevrilip basıldıkça o İncilin ne menem bir şey olduğunu herkes okumuş görmüş anlamış, onunla beraber bilimde sanatta özgürleşmeye geçilmiş. Dün Feisbug’da Ali Ercan Hoca dünyanın yüz bilim adamı diye bir paylaşım yapmış orada baktım dünyanın yüz bilim arasında Kindi var, El Bruni var, Cezmi var, el Cabiri var, İbni Sina var, kim bunlar İslam’ın mültezile bilimi, yani akla uymayan dine uymaz anlayışının yetiştirdiği genellikle Farisi, genellikle Arabi bilim insanları. İbni Sina dünyada tıp kurucusundan birisi, Galenos, Hipokrat ve İbni Sina diye bütün Avrupa fakültelerinde okutulur. Cbiri kuran adama Cebri olduğu söylenir, İbni Haldun sonra Gazli’den itibaren bin yıl İslam dünyasından pozitif bilimler adına dünyaya katkı sunmuş bilim literatürüne girmiş ilk adam 1937 de Hulusi Behçet’tir. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji yani cildiye bölümünün hocası Hulusi Behçet hastalığını geliştirmiştir.

Osmanlı ilk otomobili ilk otomobili “şeytan aracı” diye denize attı.
Yüzüncü yılda Atatürk ve Cumhuriyet konferansı

Dünyada Nobel alan ilk pozitif bilimlerdeki bilim insanı Aziz Sancar’dır. İkisini de yetiştiren laik Cumhuriyettir. Onun için yüzüncü yılda laiklik çok değerli. Avrupa böyle yürüyor, Osmanlı nerede? Osmanlı dünyanın ikinci rasathanesini, “meleklerin bacaklarını dikizliyorlar” diyor şeyhülislam. Donanmaya topa tutturuyor ve yıkıyor. Sanırım Kraliçe Viktorya olması lazım, İstanbul’da bir Anglikan kilise kurmak için Padişah Abdülmecid’e müracaat ediyor. Abdülmecid de İstanbul’da Taksim’le Galatasaray arasında bir araziyi tahsis ediyor, on yıl sürüyor kilisenin yapılması. O arada Abdülmecid ölüyor yerine Abdulaziz geliyor, 1868 de galiba kilise açılışı yapılacak, kraliçe sultana son model bir otomobil armağan ediyor. Saraydan bir adamı İngiltere’ye götürüyorlar, otomobil kullanmayı öğretiyorlar. Otomobil geldikten arabayı kullandıktan ilk cuma namazı selamlığına Abdülaziz giderken, sokakta giden arabayı kim görse, “şeytan aracı” diyerek kaçıyor. Arabaya “zatulhareke” adını, koyuyorlar, “insan olmadan hareket eden şeytan aleti”. Çekiyorlar sarayın bahçesine arabayı; çağırıyor şeyhülislamı, “şuna bir bakıver bir fetva ver, ne yapacağız bu işi”. Şeyhülislam günlerce eve kapanıyor, hatıratında yazıyor, “padişah bir şey istedi, baktım Kuranı Kerime 6236 diyen var, 6666 diyen var, bu ayetlere tek tek bakıyor, Kuran’da bunun için hiçbir ayet yok, anımsatan da yok, o ayetle, ilgili yorumlayan da yok. İnsansız hareket eden alet yok böyle bir şey. O zaman diyor, “Allah bunu yazmış olamaz” diyor, Allah yamadığına göre Allah’ın yarattığı bir şey değil. Şeyhülislam, bir de hadislere bakayım, diyor, orada da yok. Peygamber de “bu Allah’ın yarattığı bir şeydir” derdi. “Olsa olsa bunu şeytan yaratmıştır, “zatulhareke şeytan aletidir”. Arabayı Sarayburnu’ndan denize atıyorlar. Düşünün 19. Yüzyıl, Avrupa aydınlanma çağına girmiş, sokak aydınlatmaları başlamış, Ceyms Vatt bilmem neleri (elektrik ampul), makinalı tarım yapılmaya başlanmış, tekstilde dünya değişmiş. Zatulhareke yallah denize. Sonuç bu.

Böyle bir devleti yıktı, tabi ki Mustafa Kemal Kuvayi Maliyeciler değil, kendisi yıktı, niye, çağın buluşundan biliminden kopup hurafelere inanıp gömüldü. Doğmalarla hareket ettiğinden battı.
Abdülmecit Avusturya imparatoruna buna elçi gönderiyor, diyor ki, “ya imparator hazretleri haşmetmehap siz hangi savaşa girseniz kazanıyorsunuz, biz de her savaşta yenilip yenilip dönüyoruz, sizin müneccimler çok yetenekli bana bir müneccim gönder”
Bu çağın değişimini dünyanın değişimini, bilimin gelişimini göremeyen halbuki İslam ilk 500 yılında, yani Gazali’ye kadar yüz büyük bilim adamı arasında Ainştayn 10. Sırada, ilk 10 içinde bir tane, ondan sonra en az dört beş tane Müslüman diye bildiğimiz bilim insanları var. Nasıl oluyor, çünkü Gazali’den itibaren yani onuncu ve on birinci yüz yıldan itibaren akli din anlayışını bırakmışlar, nakli din anlayışına dönmüş. Bu da egemenlerin işine gelmiş. Çünkü akılla yorumlandığı zaman Kuran, yani inanalar için söylüyorum, o zaman akla uymayan “dine uygun değildir” diyor bir şekilde yorum yapılıyor. İnsan aklı buna yetmez, Kuran ne yazıyorsa o dur” diyorsan işte böyle oluyor. Kuranda yok, demek ki bu şeytan aleti at denize; bana bir müneccim gönder, falan.
Böyle bir devlet, işte 1918 de, bu nedenle çağın gerisine düştüğü için, son 200 yıl içinde yani 1800 lerden itibaren son 100-150 yılda, evet II Mahmut 1827 yılında okular açıyor, Abdülhamid harbokullarını açıyor, 1773 de deniz lisesi kuruluyor, harbokulları falan bunlar tamam doğru. Ama çağ o kadar gelişmiş ki, sizin kurduğunuz okullar kurulduğu an bile Avrupa’daki okulların çok gerisinde kalmış, hızla ilerliyor.
1968 de Tıbbiye ikinci sınıftan üçüncü sınıfa geçtik, askeri yurtta kalıyoruz, Kara Kuvvetleri hesabına okuyorum, ikinci sınıftan üçe, üçten de dörde geçince iki aylık kamplar var, Tuzla Piyade okulunda kamp yanaşık düzen falan temel askerlik eğitimi görüyoruz. Sonradan atışa götürdüler bizi, ama bayağı bir eğitim yaptırdılar. Kırıkkale piyade tüfeğinin atış alanı 1800 metre. Amerikalıların bize yardım diye gönderdikleri piyade tüfeklerinin menzili 1400 metre. Araştırdım o zaman sordum, bir albay var, dedim albayım bize verdiğiniz tüfekler M-1 Amerikan piyade tüfeği 1400 m menzili var diyorsunuz, halbuki bizim kendi piyade tüfeğimiz 1800 m bu diyor “Mustafa Kemal tüfeği”. Ne demek Mustafa Kemal tüfeği? Mustafa Kemal, 1937 de Kırıkkale Silah Fabrikası kurulduğunda çağırıyor, “bana dünyanın en uzun menzilli piyade tüfeğini yapacaksınız. 1937, 20 yüzyıl savaş konseptinde savaşları belirleyen meydan muharebeleridir. Bir an için hayal edin, o meydan muharebeleri iki ordu karşı karşıya geliyor, bir tarafta bir ordu öbür tarafta bir ordu. Bir taraftaki 1800 m’yi vuruyorsa elinde 1400 m silah olanın hiçbir şansı yok, sapır sapır dökersin sen. Adam bunu görüyor, o zaman bana dünyanın en uzun menzilli silahını yapın” diyor.
Şimdi bu kadar ileri görüşlü bu kadar, 1923 de Cumhuriyet kuruluyor, ekmeklik buğdayın yok, aşın yok, elinde şekerin olmadığı için iskorpitten her doğan çocuğu yüzde 60’ı bir yaşına gelmeden ölüyor, tel yok, çivi yok, bir şey yok.  1926 da gidiyorlar Kayseri’de uçak fabrikasını kuruyorlar. 1930larda dünyada uçak üretildiği, ihraç eden 500 yerden biri Türkiye, 240 uçak üretiliyor Kayseri’de. Bunların hepsi satılıyor, hala Danimarka Havacılık Uçak müzesinde TKH 5 ambülans uçakları var, dünyanın ilk havacılık ambülans uçakları üretiliyor, “Türk havacılığına teşekkürlerimizle” diye sergileniyor. Bu kadar ileri görüşlü bu kadar misyoner bir adam. “İstikbal göklerdedir” diye söylenen boşa söylenmiş bir söz değil.
Çok genç subayken Almanya’da bir tatbikata katılıyor, bakıyor ki, uçaklar var, çok önceki yıllar. Bizim ordunun o zaman uçaktan haberi yok. Şimdi Ulu Hakan Abdülhamid Han diyebilirsiniz, Abdülhamid diye bir adam var, donanmanın dehşetini görünce donanma bana darbe yapar korkusu ile tam 30 yıl donanmayı Haliç’te hapsediyor, bırakmıyor. Donanma dediğin donanma Hint Okyanusuna her çıktığında kıytırık Portekiz’den dayağı yiyip yiyip dönüyor. Niye, Fatih Sultan Mehmed 1453 de İstanbul’u fethetmiş, ipek ve baharat yollarının kontrolü Osmanlının eline geçince Batı’nın o zenginlik kaynağı kurumaya başlamış, bunun üzerine özel İspanya, o zamanın en emperyal devletlerinden biri, hemen yanındaki Portekiz büyük gemiler yapıp keşfe çıkmışlar Kristof Kolomb, Amerika Vespuçi, Magellen, Vasgo de Gama falan öyle. Mecellan Boğazı Ümit Burnunu dolaşıyorlar, adam Hindistana gidiyorum diye Amerika’ya gidiyor. Hikâye uzun ama o nedenle dünyada çağ değiştirip Doğu Roma İmparatorluğunu sonlandırıp ipek yolu ve baharat yolunu eline geçirip Osmanlı verimliliğinden yaralanamıyor, ama öbür tarafta İspanyol denizciler gidiyorlar Latin Amerika’yı işgal ediyorlar, İnka, Astek, Maya medeniyetinin birikmiş altınını toplayıp getiriyorlar, Avrupa’nın bu günkü kalkınmışlığının ve zenginliğinin temel nedenlerinden biri o talandır.
Bu akıldan ve bilimden kopmanın doğal sonucudur. Öyle olunca Mustafa Kemal ve arkadaşları tam 10 ve 0n yıldan fazla cepheden cepheye koşturarak bu nedenle yıkılmakta olduklarını gördüklerinde vatanlarını kurtarmak için Trablusgarp’ta, Şam’da, Galiçya’da, Kanal’da, Sarıkamış’ta, Balkanlarda savaşmışlar Osmanlı devletini kurtarmak için. Hayır böyle olmuyor, Mustafa Kemal diyor ki, o zaman “anası Türk olan tamamen milli bir devlet kurmaktan başka çare yoktur” diyor, orda şekil veriyor. Onun için bizim cumhuriyetimiz 29 Ekim 1923’te kurulmadı, 29 Ekim 1923’te ilan edildi. O Cumhuriyet Mustafa Kemal’in daha öğrenciliğinde var, Samsun’a çıktığında var, Amasya Tamiminde var “vatanı milletin azim ve kararı kurtaracaktır”, Erzurum Kongresi’nde var, Sivas Kongresi kararlarında var, Meclis açılışında var.
Böylece Cumhuriyeti kurduk, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti kurmadan önce 1 Kasım 1922 de yani bir yıl önce daha işgal devam ediyor Anadolu’da, İngilizler Yunanlılar Trakya’da hani biz 9 Eylül’de düşmanı denize döktük de azıcık tatil yapalım çok yorulduk Cumhuriyeti bir sene sonra yapalım diye yapmadık, edecek durum yok, işgal devam ediyor. 6 Ekim 1923’te son İngiliz askeri İstanbul’u terk ediyor.

Osmanlı büyük ilk dört devletten biriydi

Dolayısıyla o ortam o süreç içinde Mustafa Kemal ve arkadaşları kurtarmak istedikleri bu devletin yıkıldığını gördükleri için niye yıkıldığı için kafa yormuşlar. “Yav bu devlet niye yıkılıyor”, kafa yoruyorlar. Büyük güçlerin yükselişi ve çöküşü diye bir kitap var oraya bakın; mesela 15. Yüzyıldan 16. Yüzyılın ortalarına kadar dünyada dört büyük güçler var, biri Osmanlı Devleti. Bunların içinde en etkili olan en merkezlerinde olan da Osmanlı, biri Çin, biri Rus, biri Britanya. Britanya bir ada devleti, Çin bir kıta devleti ama uzak doğuda, Rus pensliği daha yeni, Osmanlı üç kıtada hakimiyeti olan ve o çağın en ileri teknolojilerini kullanan bir devlet. Hani hep söylenir “kardeşin katli vaciptir” kuralını çıkarmış adam, Fatih Sultan Mehmet dediğin adam da oturmuş, “yav benim bütün ecdadım bu İstanbul’u uğraştı uğraştı alamadı, bakalım niye alamadı” bakıyor bakıyor surları geçemiyorlar. Oturuyor Topkapı Sarayına orada çizimleri var, o surları kaç santim çapında bir topla delebiliriz” diye hesaplarını yapıyor. O topu döktürecek usta yok. İstanbul’un fethi bazılarının söylediği gibi “Çanakkale Savaşı’nı biz melekler geldi de tepelerine koca koca kayaları attı da Balkan Savaşı gibi tepelerine çıkan melekler Fatih Sultan’a dönmüşler”. Akılla fikirle o günkü bilimini doğrulayarak bir cihan İmparatorluğu kurmuş, işte ne kadar atalarımızsa Osmanlı, diye. Peki ne oldu sonra o imparatorluk 16. Yüzyılın ortasından itibaren akıldan ve bilimden koptuğu için 200 yıl içinde çökmüş.

Cumhuriyet ve Kemalizm

 Bu Cumhuriyet bir devrimdir, her devrim gibi bu devrimin de bir ideolojisi var. O ideolojinin adı Kemalizm. Şimdi Kemalizmi, “öyle bir ideoloji yok Mustafa Kemal öldükten sonra tek parti sürsün diye icat ettiler” falan filan diyerek bu millete unutturdular. Dünyadaki bütün -izmleri- okuduk, Enver Hoca’nın Enverizmini okuduk, size samimiyetle söylüyorum, 68 kuşağında o yıllarda Nutuk okuyan kimseyi görmedim. O zamanki jargon Mustafa Kemal Gardırop devrimcisi. Halbuki bana sorsanız, tartışmasız dünyanın en önemli devrimlerinden biridir Atatürk devrimi Anadolu Devrimi, adını ne koyarsanız koyun. Ben Kemalist Devrimi demeyi tercih ediyorum.

Osmanlı 1683 de Cumhuriyete kadar savaş ve toprak kaybetti

Yüzüncü yılda Atatürk ve Cumhuriyet konferansı
O Kemalizm’le kurulan bu Cumhuriyet şu Anadolu insanı var ya, bu Anadolu insanının tam 600 yıllık insanın alfabesizleştirerek cahilliğine tam 400 yıl “etraki bi idrak” denilerek aşağılaşmışlığına tam 300 yıl cepheden cepheye koşturulup koşturulmuşluğuna, tam 239 yıl 1683 Viyana’dan ta 1922 Dumlupınar’a kadar tam 239 yıl yenile çekile yenile çekile o yenilmişlik duygusuna o gönensizliğe o özgüvenliğini yitirmişliğine 18. Yüzyıldan itibaren canhıraş bir şekilde arayıp bir türlü yazamadığı o reçeteyi Mustafa Kemal diye bir evladıyla Samsun’dan çıkıp 3 yıl 3 ay 22 günde çocuğuyla kadınıyla erkeğiyle reçetesiyle yazdığı bizim Cumhuriyetimiz. En özgüvence böyle tarif edilebilir ve o Cumhuriyeti kuran yaratan bu millet. Yeter ki bu milletin önüne akılla bilimle yönetecek ve akla bilime yöneltecek önderlikler geçirilebilsin. Geçirildiği zaman bu başarılıyor.

Dolayısıyla böyle bir Cumhuriyetin yurttaşlarıyız, ha yüzüncü yılda ne durumda olduğumuzu her gün görüyorsunuz. Çare ne? Çare yine Kemalizm. Bizim Cumhuriyetimiz bir direniş hakkının Cumhuriyete dönüşmesidir. Halkın direniş hakkının, Saray teslim olmuş iken, “sen teslim ol ben teslim olmuyorum” diyen Anadolu insanının yarattığı eserdir bizim Cumhuriyet. Evet Mustafa Kemal’di tabi ki öyle, O olmasaydı bu olmazdı, tartışmasız, ama sonuçta Mustafa Kemal de bunu bu milletin azim ve kararını harekete geçirerek yaptı. 19 Mayıs 1919 da geçti Samsun’a. Meclis ne zaman açıldı 1920 de, düzenli ordu ne zaman kuruldu Ocak 1921, 1921 Ocağa kadar 19 ay Anadolu’yu karış karış gezdi Mustafa Kemal. Alevi dedeleri, köylülerle, marabalarla yani kısaca halkın tüm kesimleri ile görüştü. Milletin azim ve kararını harekete geçirmeye çalıştı. Samsun’dan Ankara’ya giderken Çorum’da tarlasını siren çiftçiyle görüştü. Görüşmelerle kongrelerle Türk insanını ayağa kaldırdı, sonunda 26 Ağustos 1922 de 204 bin kişilik bir taarruz ordusunu 239 yıl sonra harekete geçirdi zafere ulaştırdı. İngiliz Genel Kurmayının “altı ayda aşarsa Türkler bu tahkimatı altı günde sevinsinler” dedikleri tahkimatlar sadece altı saat içerisinde tarumar oldu, Yunan ordusu iki gün içinde darmadağın oldu ve Trokopis dahil ütün komutanlar esir alındı.

Kemalizm’e Cumhuriyete sahip olmalıyız

Bu akıl ve bilim meselesi. Dolayısıyla bu Cumhuriyetin değeri bilinmiyorsa, Mustafa Kemal diyor ya “beni görmek demek ille yüzümü görmek demek değildir, fikirlerimi beğeniyorsanız bu kafidir” falan. Hepimizin Mustafa Kemal olma zamanı, beklememeliyiz, her birimiz Mustafa Kemal olmalıyız, toplumun önüne düşmeliyiz. “Kanaat önderi” falan filan diyorlar, hayır ben bir toplu örgütün başındayım, Atatürkçü Düşünce Derneğinin Anadolu ve Rumeli Müdafaa Hukuk Cemiyeti olduğuna inanıyorum, bugün. Bunu yapmaya çalışmalıyız, herkes b ulunduğu mevziden bunu yapmaya çalışmalı, hemen ADD ne üye olmanızı istiyorum, bir yerde güç biriktirmeliyiz. Başka yerde olmaz. İnanın ki olmaz. Adam Anayasa Mahkemesinin durumunu manşete çekiyor, “gelin bunları öldürün diye katliam çağrısı yapıyor, niye köpeksiz köyde çomaksız geziyorlar. Hepimiz benim başında bulunduğum dernek toplumun önüne geçip siyasette yol gösterip yön vermeliyiz. Böyle salonlarda konuşarak olmuyor bu iş. Sokağa indirmemiz lazım siyaseti, başka yolu yok.” Mustafa Kemal de oturaydı o zaman İstanbul’da padişaha da gelin olaydı, damat olaydı sarayda Harbiye Nazırlığı yapaydı”. Adam kahveye koyacak şeker yok, Erzurum Kongresinde elbisesi yok, validen aldığı ceketle katılıyor. Fotoğrafları kemerinden üç delik daha açtırmış zayıflamış, kemer alacak parası yok ayakkabısının altı delikti. Şu devlet 294 kişilik ordunun nerede ise yüzde 30 unun ayağında çarık bile olmadan kazanıldı, dünyada örneği yok, 31 Ağustos günü “ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri”, 9 Eylül’de Belkahve’de, “bir rüya görmüş gibiydim İsmet” diyor. 3 yıl 3 ay 22 günde rüyada görsen inanamazsın, Kocatepe’den İzmir kaç km 400km 10 gün değil, önünde de Yunan gidiyor, şehirleri köyleri yakıyor mücadele de devam ediyor, son şehitler on şehit Kahramanlar semti, İstiklal Harbinin son şehitleri de Bandırma’da.
Şu memleketin ekmeğini yiyip suyunu içip Mustafa Kemal’e minnet duymayan yemin ediyorum adam sınıfına alınacak adam değildir. Bunu çıkıp sokaklarda haykırmamız gerekir, hepimiz bunu haykırmalıyız. Bunun başka yolu yok, benim derneğimin kurucusu bu gazetenin yazarı Türkiye’nin en ileri hukuk bilim adamı Anayasa Hukukçusu Muammer Aksoy, “Muammer Aksoy’u bu zindana sığdıramazsınız” denilen adam, bu derneği kurduktan sekiz ay sonra iki kurşunla katledildi. Benim Derneğimin kurucusu Bahriye Üçok paramparça edildi. Bu derneğin fikir babalarından bu gazetenin yazarı Uğur Mumcu paramparça edildi. Yine bu gazetenin yazarı (Cumhuriyet) Ahmet Taner Kışlalı paramparça edildi. Atatürkçü Düşünce Derneği de Cumhuriyet gazetesi de bedel ödeyip duruyoruz. Ne yapacaklar bize iki kurşun da bize sıkarlar, sıkmayanın Allah belasını versin, bu yolda bedel ödemeyi göze almıyorsak bizim bu memlekette Cumhuriyetçiyim, Atatürkçüyüm” diye gezmeye hiç hakkımız yok. Madem öyleyiz, madem bunun kıymetini biliyoruz bunu göstermeliyiz. Tabi size söylemiyorum genel olarak söylüyorum, bunun için ne lazımsa onu yapmalıyız. Çünkü karşımızdaki güç böyle Mustafa Kemal öyle diyor, 20 Temmuz 1920 yola daha yeni çıkmış Hakimiyeti Milliye gazetesine bir demeç veriyor diyor ki,” düşman falan ya da filan millet değildir, düşman bütün dünyayı zapturaptına almış her yerde de iktidara gelmiş olan kapitalizm belası ve onun çocuğu emperyalizmdir. Mecliste bizi boğmak isteyen kapitalizme bizi yutmak isteyen em emperyalizme karşı heyeti maliyece mücadele etmeyi meslek edinmiş insanlarız” diyor. Bizim karşımızdaki vallahi Tayip Erdoğan değil, billahi Yargıtay bilmem ne değil, bu bir emperyal plandır, şu Türkiye’ye doldurulan emperyal bu planın bir parçası, iktidarda tutulan da o emperyalin parçası, hatta kimse kusura bakmasın, yeri geldiğinde muhalefeti dizayn eden de bu adam. Buna isyan etmeliyiz nerdeyse ordan. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını onurla ve gururla kutlayalım. Laik Cumhuriyet laik olduğu zaman ancak yaşama şansı var. Bu coğrafyada üniter ulus devletimiz yoksa, Cumhuriyetimizin laik hukuk sitemi ortadan kaldırılmışsa ve ulusal birliğimiz bütünlüğümüz zedelenmişse bunun solculuk sağcılık bilmem necilik olursa olun arkası yok. İstediğiniz kadar solcu olun, istediğiniz kadar sağcı solcu olun bir vatanınız o vatanı üstünde dalgalanan özgürce bayrağınız ve o vatanın bütünlüğü yoksa hiçbir ideoloji kar etmez sana, onun için bunun üçünü kaybetmemeliyiz, bu üçüne sahip olmayan devletlerin hali meydanda bakın Suriye’ye, Irağa bak, Libya’ya bak, Mısıra bak. Afganistan’a bak kan revan içinde ve ülkemizin Laik Cumhuriyete katletmek isteyen emperyalizme ve onun yerli işbirlikçilerine yem etmemeliyiz. Atatürk öyle Atatürk oldu. Mustafa’ydı Mustafa Kemal oldu, sonra Gazi ve mareşal oldu, sonra Atatürk oldu. Atatürk olma nedeni nedir, sadece savaş kazana bir komutan olması değil, sadece devlet kuran bir devlet adamı değil, sadece o devlete kadını erkeğini insandan sayan bir o devleti devrimlerle aralıksız devrimlerle çağın devleti yapmasıdır, o nedenle Atatürk’tür. O zaman hepimiz Atatürk’e layık olmalıyız, Cumhuriyetimizin 100. Yılı kutlu olsun.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget