Mütercim Mehmed Rüştü Paşa zamanındaki gariplikler ve günümüz

Osmanlının 186. Sadrazamı Mütercim Mehmed Rüştü Paşa (1881-1882), Gerileme Devrinde dört padişah devrinde yedi kez sadrazam olmuş, defalarca serasker

Mütercim Mehmed Rüştü Paşa zamanındaki gariplikler ve günümüz
Osmanlı Devleti’nin birbirinden ilginç sadrazamları (başbakan) vardı. Bunlardan Osmanlının 186. Sadrazamı Mütercim Mehmed Rüştü Paşa (1881-1882), Gerileme Devrinde dört padişah devrinde yedi kez sadrazam olmuş, defalarca serasker (Genel Kurmay Başkanı) olmuş Cumhuriyetin yedi kez Başbakanı olmuş Süleyman Demirel gibi yedi kez gelip gitmiş, asker ocağına er olarak girmiş, muntazam tahsil görmediği halde özel gayreti ile kendi kendini yetiştirmiş Fransızca, Arapça, Farsça öğrenmiş, yabancı dil bildiği için şahsi gayreti ile en yüksek makamlara yükselmiş.
Mehmed Rüştü Paşa (1881-1882) Sinop İlimizin Ayancık eski adıyla Ayandon kazasının Çanak Köyünün Geriş mahallesinden 1811 de doğmuş, Göbel oğullarından Hasan Ağa’nın oğludur. Babası kayıkçılık yapan fakir bir kişidir. 1825 yılında ll. Mahmud’un Yeniçerileri kaldırıp yerine kurduğu Asakair-i Muntazam’ya girer. Zamanla Kolağalık (Ön yüzbaşı) rütbesine yükselir, zamanla binbaşı olur. Mehmed Rüştü daha sonra Fransızca bildiği ve çeşitli çeviriler yaptığı için beğenilir Tarabya Karakoluna binbaşı rütbesi ile tayin edilir. Okullarda okumadığı halde Fransızca merakı ve bazı çeviriler yaptığı için adı “mütercim” olarak anılır ve devlet katında takdir görür. (O zamanları yabancı dil bilen çok az kişi olduğu ve bulunamadığı için devletin elçileri yabancı dili iyi bilen Rum, Ermeni, Musevi vatandaşlardan seçilirdi. Ve Osmanlı Avrupa ile yaptığı bazı antlaşmalarda yabancı dil bilen temsilci çıkaramamıştı).
Bir gün Mütercim Mehmed Rüştü’nün babası Kayıkçı Hasan, oğlunu Tarabya Karakolunda ziyarete gelmiş. Mehmed Rüştü’nün babasının kılık kıyafeti ve konuşması hal ve hareketi ortama pek uymadığı görülünce, oğlu Mehmed Rüştü babasının bu tavrından rahatsızlık duymuştur. Kendisinin Tarabya gibi asri bir ortamda “modern görüntüsünü” güya babası gölgelediğini düşünen Binbaşı Mehmed Rüştü Bey babası Kayıkçı Hasan’a şöyle der:
“Baba bir daha geleceğin zaman eve gel, karakola gelme” demiş. Kayıkçı Hasan, Oğlu Binbaşı Mehmed Rüştü’ye bu sözünden oldukça incinmiş ve hatta çok kızmış ki ona şöyle beddua etmiş:
“Allah sana ekmek versin de ekmeğine tuz vermesin” (ağız tadı vermesin) demiş. Mütercim Mehmed Rüştü Paşa, yıllar sonra başına gelen sıkıntıları görünce “babamın bedduası tuttu” diye söylenirmiş. Yazımıza konu olan ayrıntılar okuduğum o devirle ilgili kitaptan yararlandım(1)
Avrupa, Rönesansın aydınlanma itici gücü ile sanayi devrimi, bilgi ve kültür devrimleri yapıp her sahada hızla ilerlerken, Osmanlı ise en alt tabakadan en yüksek katına kadar eğitimsizliğin cehaletin içinde hızla geriliyordu. Aynı kitapta, Mütercim Mehmed Rüştü Paşa’nın ikinci Seraskerliği (Genel Kurmay Başkanı) zamanında devlet içindeki çarpıklıktan cehaletten şöyle bir örnek alıntılanır.

Osmanlı devlet dairelerini aylarca dolaşan tek bir evrak

“Tophanece ihtiyacı olan top arabası ağaçlarına dair, Babıali’ye yazılan bir istem yazısı, birkaç ay sonra Serasker Mütercim Mehmet Rüştü Paşa’nın eline geçer, bu ağaç istem yazısı Babıali’den Maliyeye, Maliyeden Babıali’ye, oradan Bahriye’ye, Bahriye’den Maliye’ye, Maliye’den Defterdarlığa ve Efkaf’a, oralardan Maliye’ye, Maliye’den tekrar Babıali’ye gönderilerek uzun uzadı yazışmalar olur yazılar toplandığında ağaç kalınlığında bir tomar şekline girdiğini görünce hayret eder.
Aynı yazı-işin yine bir daireye havalesine lüzum görüldüğünden havale olunur. Evrak yine dönüp dolaşıp tekrar Seraskeriye’ye gelir. Aynı yazı ile tomarın iki kat kalınlaştığı görülür.
Mütercim Mehmed Rüştü Paşa üçüncü defa serasker olduğunda bahsi geçen tomar yine karşısına çıkar. Göz gezdirince “top arabası ağaçlarının” bölümü unutulup, meselenin “Ormanlar Nizamnamesi” ne intikal ettirildiğini görür. Tomarı yanan sobaya atar ve daireleri boşuna meşgul etmekten kurtarır.  Mehmed Rüştü Paşa Ziya Paşa’ya bir sohbetinde bu durumu örnek vererek şunları anlatır:
Bizim devletin nizami durumunda dairelerin vazifeleri o kadar bozuk ve karmaşıktır ki bu dairelerin çarkı içine düşen bir evrak, başı kıçına uygun olarak çıkıp kurtulursa bahtiyar sayılmalıdır.  Ben ki serasker olduğum halde bu yazı konusunu araştırdığım halde bu duruma gelmişse artık öteki işler bundan kıyas edilmelidir”. (Sf. 325)
Görüldüğü gibi Osmanlı devlet çarkında küçücük bir istem yazısı ne hallerde dolaşıp hayli israfa neden oluyor. Bu çok küçük bir örnek ve devlet çarkı böylesine kötü imiş ki Osmanlı bilimden uzaklaştıkça gerilemiş, ülke ülke kaybetmiş, sonunda cehaletle batmış. 

        “Nihayet biz de söz anlamayacak hale geldik”

Bu başlığı yararlandığım kitaptan aynen aldım. Normal zamanlarda bir gün, Mütercim Mehmed Rüştü Paşa zamanın kötü idaresinden uzun uzadıya bahsedip, şikâyet ettiği sırada zamanın hukukçusu Seyfeddin Efendi:
-Efendim devletin yüksek makamlarında hizmetlerde bulunduğunuz. Niçin ıslah buyurmadınız” diye sorar. Mehmed Rüştü Paşa bu soruya karşılık şu cevabı veriri:
-Hakkın var. Fakat ben sana hakikati söyleyeyim de dinle: Biz elimize dürbün alıyoruz. Uzaktan denizin ortasında bir gemi görüyoruz. Dümeni, yelkeni bozulmuş, batacak bir halde çalkalanıyor. “Canım bu geminin içinde adam yok mu? Halin vahametini görmüyorlar mı? Diyerek gemiyi kurtarmaya koşuyoruz. İçine giriyoruz. Bir de ne görelim geminin içindekiler, ellerine defler, davullar, zurnalar almışlar çalıp çağırıyorlar.
“-Yahu bu ne hal? Batıyorsunuz, kurtarmaya niçin uğraşmıyorsunuz? Diyoruz, onlar:
“-Ey, çok söyleme. Keyfine bak” diyorlar. Göbek atarak, rakı vererek bizi de kendileri gibi sarhoş etmeye çalışıyorlar. İçlerinden bir kimseye meram anlatmanın imkânı olmadığını anlayınca biz de onlarla hemhal oluyoruz. Vur patlasın, çal oynasın alemlerine dalıyoruz. İşte iktidar mevkiine geldiğimiz vakit bir iş göremeyişimiz, söz anlatacak adam bulamayarak nihayet biz de söz anlamayacak bir hale gelmekte oluşumuzdandır”.
Kendi söz ve eylemlerinin sonucu olarak senelerce mazul (ayrılmak azledilmek) kalmasından dolayı kabahati kendinde bulmaz, padişaha kusur isnat ederdi”. (Saf 318)
Osmanlıda devlet katında cehalet ve gerileme, devlet çarkında böylesine bozuk iken bir alt tabakadan halkın arasından örnek vererek eğitim ve cehaletin etkisini bir kez anımsayalım.

       Osmanlıda Nane nasıl yetişiyormuş ve dolu nasıl önleniyormuş

Yine Gerileme Devrinin yenilikçi Tanzimatçı Padişahı ll. Mahmud’un hekimbaşısı Behçet Efendi’nin 1862 yılında yazdığı “Hezar Esrar” adlı bir tıp kitabında nane yaprağının başka biçimde nasıl yetiştirileceğine ilişkin çok garip bir görüşü var. Batı’da bilim kitapları basılıp, bilimsel buluşlar yapılırken Osmanlıda böylesine garip hurafe kitapları yayınlanıyor, toplumun cehaletine cehalet katılıyordu. Bunu o devrin aydını görülen Behçet Efendi kitabında yazıyor:
- Sinek tersinden nane yaprağı nasıl yapılır?
“-El cevap: Sinek tersine (pisliğine) bulanmış bir ip nane yaprakları verir” !
Yenilikçi Tanzimat Padişahı ll. Mahmud’un hekimbaşısı Behçet Efendi aynı kitabında dolu yağmasını nasıl önlendiğini şöyle açıklıyor:
-Timsah ya da maymun derisi alınır, bir köyün bir yerine asılırsa, bu köye dolu düşmez.(2)

Mütercim Mehmed Rüştü Paşa zamanındaki gariplikler ve günümüz
Düşünün Batı matbaayı 390 yıl önce bulmuş, harıl harıl şehir şehir matbaa yayılıyor, bilim kitapları basılıyor, matbaa bile 270 yıl Osmanlıya gecikmeyle getirilmiş. Ama Osmanlıda çok geç gelen matbaada yayınlanan kitaplarda da böylesine cehalet fışkırıyordu. Ne yazık ki günümüzde bile bilime öncelik verileceği yerde, böylesine garip nice hurafeye inanan pek çok insanımız vardır. Türbeleri, yatırları ziyaret eden, şeyhleri, şıhları, tarikatları önder kabul eden binlerce insanı düşünelim. Ölülerden medet ummanın çağ dışılığını öğütleyen Atatürk, “yaşamda en iyi yol gösterici bilimdir” diye öğütlemişti... 
Mütercim Mehmed Rüştü Paşa zamanındaki gariplikler ve günümüz


Ne ki günümüzde bilimi es geçen AKP-RTE iktidarının bir akademisyeni- profesörü “biz cahillerin ferasetine güveniyoruz” demişti.   İnanamayacaksınız belki, Osmanlıdan da beter hurafecimiz çıktı, daha yakın zamanda IŞİD terörünün tırmandığı günlerde dinci teröristlerle yatmanın (zina) sevap olduğuna inanan söyleyen hurafeden de öte sapkın kadınlarımız var(3). Tüm bu olumsuzluklar güya dine sarılıp bilimi es geçmekten kaynaklanmaktadır; gerileme yönetimin son 20 yılındaki süreçte yaşanmakta, bu nedenle de ekonomimiz, yaşantımız bozulmakta, geriye gitmektedir. Sonuç olarak bilimi demokrasiyi es geçen dışlayan süreç böyle devam ederse, Osmanlı gibi çağın gerisinde kalırız, tarihin derinliklerine savruluruz.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com
Son notlar

(1) Mütercim Mehmed Rüştü Paşa İbrahim Yıldırım Yüzleşme kitap 2021)

(2)Bu hurafe örnekleri, kitaptan nakleden Cumhuriyet’te yazan Sayın Özdemir İnce’nin 7 Kasım 2023 günlü köşesindeki yazıdan alınmıştır)

(3) Esra Elönü 1982 yılında İstanbul Beşiktaş'ta doğdu. Gaziaosmanpaşa İmam Hatip Lisesi'nden mezun olup Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini kazanan Esra Elönü, lise öğreniminin ardından üniversite eğitimine devam etmedi. Gazeteci Yazar Esra Elönü birçok televizyon programında da sunuculuk yaptı.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget