Bilimin kapısı felsefe ile aralanır

Felsefe ile bilimin kapısı aralanır, felsefesiz bilim olmaz, felsefe ile sorgulanır, sorulur, neden, niçin, nasıl gibi sorular sorularak sonuca ulaşıl

Felsefeyi dışlayan İslam ülkeleri bilimde geri kalmıştır.

Bilimin kapısı felsefe ile aralanır
“Felsefe, düşüncenin mikroskobudur. Her şey onun gözünden kaçmak ister ama onun gözünden hiçbir şey kaçmaz. Paçavradan saray giysisini, giysiden kadını yaratır. Şişe kırıklarından billur sürahiyi tekrar yaratır”. Victor Hugo
“Felsefe, neleri bilmediğini bilmektir”. Socrates

Felsefe ile bilimin kapısı aralanır, felsefesiz bilim olmaz, felsefe ile sorgulanır, sorulur, neden, niçin, nasıl gibi sorular sorularak sonuca ulaşılmaya çalışılır. Ne yazık ki İslam ülkeleri, yüzyıllardan beri günümüze kadar felsefeye ilgisiz kalmıştır. Gerçekten de dünyanın en geri ülkeleri İslam ülkeleri değil midir? Biz okullardan felsefe derslerini azaltırken veya kaldırırken, bu yazıyı yazdığım gün bir gazetede “Uluslararası Felsefe Olimpiyatı Atina’da yapılıyor” diye bir haber okumuştum.
Eski antik dönemlerde başlayan felsefe, Rönesans dönemindeki ile devamlılığını sürdüren felsefi konular her zaman farklı görüş ayrılıklarına sebep olmuştur. Her dönem farklı felsefi yaklaşımlar ele alınmıştır. Felsefe hayatımıza yenilikler katar ve yaşamımıza yön verir, bilimsel buluşlarda felsefenin katkısı yadsınamaz bir gerçektir.
Felsefe eski Yunan dilinden gelmektedir. Felsefe bir yaşam tarzı olmuştur eski Yunan topluluğunda. Felsefe bilgelik arayışıdır veya düşünme sanatı olmaktadır. Eski çağlarda filozof diyerek adlandırdığımız insanlar birtakım konular hakkında düşünceler türetirler. Farklı çağlar ve aynı dönemler içinde bir konu için birden fazla düşünce ortaya çıkabilir. Düşünürler ve filozoflara göre, felsefenin esas amacı soruyu yöneltmek ve sorgulamaktır. Birçok filozof felsefenin gelişmesinde büyük adımlar atmıştır.

Bilimin kapısı felsefe ile aralanır

Rönesansla Avrupa’nın aydınlanma dönemi, felsefecilerin, sanatçıların sorgulayan, eleştiren görüşleri ile itici bir ivme kazanarak Batı’nın aydınlanmasını sağlamıştır. Endülüs (İspanya) İslam’ında İbni Rüşd gibi felsefeyi savunan bilim adamları çıkmışsa da İmam Gazali’nin İslam’da felsefeyi dışlayan yasaklayan görüşleri yüzünden tüm İslam ülkeleri tarih boyunca felsefeye ilgisiz kalmış, hele Gazali’nin felsefe ve felsefecileri “kafirlikle” nitelendirmesi, hemen hemen Tüm İslam ülkelerini etkilemiştir. Bazı dinci çevrelerce “büyük İslam Bilgini” diye vasıflandırılan Gazali’nin felsefeyi kötüleyip din kurallarını ön plana çıkarması “İçtihat Kapısı kapanmıştır” sonucunu doğurmuş, böylece yaratıcı felsefi düşünce ve bilime götüren sorgulama ile bilimsel çaba ve buluşlar da İslam dünyasında yok edilmiş, günümüze kadar devam eden İslam Orta Çağının oluşmasına ve tüm İslam ülkelerinin geri kalmasına neden olmuştur.    Felsefeye önem vermeyen toplumlar tarihte görülmüş ki, bilimde de geri kalmışlardır. O nedenle tüm İslam ülkelerinin çağımızda bile çağdaş dünyadan geri kalmalarını bir düşünelim. Felsefeyi dışlayan hatta medreselerde yasaklanma düşüncesi Osmanlılarda da süregelmişti. Osmanlı aydınları çocuklarına, yakınlarına, topluma felsefeden uzak durmalarını öğütlemişlerdi.
Dikkat edilirse, Avrupa’da, bilimin, Rönesansın yayılmasında, çok büyük etkisi ve katkısı olan matbaa 1450 yılında yani İstanbul’un alınasından önce bulunuyor, matbaa Avrupa’nın tüm beldelerine, şehirlerine dalga dalga hızla yayılırken, Osmanlı’da matbaa için, “gavur icadı Kuran basılmaz” deniliyordu. Sözde bazı Osmanlı aydınları da yazdıkları şiirler, yazılarla bilime felsefeye karşı duruyorlardı.
Şair Nabi (1642-1712) yazdığı(1) kitabında oğluna şiirleri ile öğüt verirken dizelerinde oğlu Ebulhayr Mehmet Çelebi’ye yazdığı şiirlerinde “felsefeden uzak durmayı” öğütlüyor.
Matlabu eyle ma’ani-i umur
Vadi-i felsefeden eyle ubur”
(İşlerin anlamlı Olmasını talep et. Felsefe vadisinden uzak dur)
Hikmet ü felsefeden eyle hazer
Evliya nüshasına eyle nazar”.
(Hikmet ve felsefeden sakın, Evliyanın eserlerine nazar kıl)
Nabi’nin yukarıda aldığımız kitabından şunları alıyoruz: “Felsefeden uzak dur” uyarısı, yüzyılın ilim zihniyeti ve ilme bakışıyla yakından ilgilidir. Bu yüzyılda (XVI-XVII) medreselerin ders programlarından müsbet ilimlerin bilhassa matematik ve felsefenin çıkarılması, saray üzerinde büyük tesirleri olan Kadızadelerin önemli olumsuz icraatları arasındadır. (Osmanlı’da nasıl devleti geri bırakan Kadızadeler denilen dinci gerici bir grup vardıysa, Atatürk Cumhuriyet Devrinde de Fetullah Gülen (Fetocu’lar) denilen gerici bir grup iktidarın da destekleyip kollamasıyla T.C. Devletini geri bırakmak için her türlü eylemi yapıyordu).
Osmanlıda Kadızadelerin ele aldığı ilk mesele müsbet ilim ve matematik okumasının caiz olup olmaması idi. Sonra işi azıtarak çeşitli istekler öne sürmek suretiyle hasımlarını öldürmeye kadar vardırmışlardır. Osmanlıda böylece artık felsefi ilimlerle uğraşmayı kim başına bir bela olarak alabilirdi.
Her ne kadar Kadızadeler Kıbrıs’a sürgüne gönderilmişlerse de artık ilme hız verme felsefi ilimlere yönelmeye kimsede şevk ve azim kalmamıştı. Felsefenin kaldırılmasın ilişkin bir padişah fermanı olmamakla birlikte, havanın olumsuzluğu ve okutulacak felsefe hocasının bulunmaması ile felsefe programlarından kaldırılmış, dinsel ağırlıklı eğitim verilmişti.
Osmanlı İmparatorluğunun gerilemeye başladığı XVI-XVII. Yüzyılın bazı sözde aydınları da yazdıkları şiirler yazılarla felsefeye karşı duruyorlardı. İslam’daki biat tartışmasız iman-inanç düşüncesi nedeni ile, felsefenin bilimin sorgulayıcı, şüpheci araştırıcı düşüncesi dışlanmış, bu düşüncede olanlar “kadirlikle suçlanarak sonuçta bilim ve kültürden yoksun kalınmış, böylece Osmanlı ve İslam diyarlarının günümüze kadar geri kalmasına neden olunmuştur.
Kâtip Çelebi, XVI. Asır sonlarına kadar felsefenin Osmanlı medreselerinde okutulduğunu belirtmiş daha sonra “bazı şeyhülislamların dini akitlere muhalif olduğundan bahisle felsefe tedrisatını men ettiklerini ve bunun yerine zaten medreselerde okutulan hidayet ve ekmel-i kaydırarak bununsa Osmanlı Medreselerinin fikri inkırazına sebep olduğunu” yazmakta.  (sf. 57)
Yine Osmanlı aydınlarından Sümbülzade Vehbi (1718-1809) bir uzun manzumesinde (Buraya Osmanlıca yazılan şiirin Türkçe metnini veriyoruz). “Yüce Allah’ın hikmeti-zatında-gizlidir, filozofların sözleri vehim ve hayalden ibarettir. Gerçi ilk anda akla uygun görünürse de çoğu nakliyete, hadise- aykırıdır. …Felsefeyle uğraşma, gece gündüz onu düşünme. Gökbilimi, tabi bilimleri, bunların iyi kötü özelliklerini ben de okuyup zevk almış, felsefe mesleğine yönelmiştim. Onların bütün delilleri vesikasızdır (sahtedir).; Allah’ın hikmetini kul bilemez. Onu ne “Kanun” adlı eserin sahibi İbn-i Sina ne Aristo ne de Eflatun anlar. O, aklın on mertebesi” yalanı ki Aristo bunu söylemiştir. İnsan aklının kabul edeceği bir şey değildir. Araz ve cevheri bulsan da alma, görünüşe bakıp değersiz bir şey olarak kalmaz”.
Osmanlı aydınlarından Şair Nabi (1642-1712) Aynı kitabının 56’ncı sayfasındaki Osmanlıca yazdığı mısralarında oğluna öğüt verirken şunları söylüyor: “İlim öğren, işlerin anlamlı olanını talep et, felsefe vadisinden uzak dur. Hikmet ve felsefeden sakın, Evliyanın eserlerine nazar kıl”
Görüldüğü gibi güya devrin aydını görülen Osmanlı uleması felsefeyi öteki müsbet ilimleri, dünyanın kabul ettiği felsefeci ve bilim adamlarını yadsıyor, “felsefeden uzak dur” diyor.
Sümbülzade Vehbi Osmanlıca yazdığı dizelerde oğluna din bilgilerini överken, oğlunun “geometri (hendese) ve musikiye meyl etmemesi”ni de tavsiye etmektedir.
Osmanlıda bu felsefe ve bilim dışı süreç devam ederken, o yıllardan yaklaşık 500 yıl geriye İspanya’da parlayan Endülüslü Müslümanlardan doğan İslam Dünyasının en seçkin bilim, tıp, felsefe bilim aydını İbn-i Rüşd dönemine gidelim.

Bilimin kapısı felsefe ile aralanır

İbn Rüşd (1126-1198), tam adı ile, Ebu'l-Velid Muhammed ibn Ahmed ibn Muhammed ibn Rüşd, 14 Nisan 1126 yılında Kurtuba'da doğmuştur. Endülüslü Arap felsefeci, hekim, fıkıhcı, matematikçi ve tıpçı olan İbn Rüşd'e göre tek filozof Aristotales'tir.
En çok Aristo'nun eserlerinden yaptığı, bugün batıda pek çoğu unutulmuş Arapça tercümeleri ve şerhleriyle ünlüdür. 1150 yılından önce Avrupa'da Aristo'nun eserlerinin birkaç tercümesinden başkası yoktu ve bunlar da din adamlarınca rağbet görmeyip incelenmiyordu.
İbn Rüşd'ün eserlerinin 12. yüzyıl başlarında Latinceye tercümesi ile Batı'da Aristo'nun mirası yeniden keşfedilmiştir. İbn Rüşd'n Aristo üzerinde çalışmaları otuz yıllık bir dönemi kapsamaktadır. Bu dönem içinde erişemediği "Politika" dışında bütün eserlerine şerhler yazılmıştır.
Orta Çağın Avrupalı skolastiklerinin kendisine gösterdikleri saygıdan ötürü Dante, İbn Rüşd'ü İlahi Komedya da diğer büyük pagan filozoflarla birlikte "intifatın üne borçlu olduğu" Limbo'da göstermiştir.
İbn Rüşd'ün siyaset, din, hukuk, tıp ve felsefenin pek çok alanında 150'den fazla eser kaleme aldığı bilinmektedir. Özellikle Aristotales'in Organon külliyatı üzerine yazdığı birçok şerh bulunmaktadır.
Bu şerhlerin boyutları küçük, orta ve büyük olmak üzere üç çeşittir. Küçük ve orta şerhler, ekseriya eserin tamamının şerhi olmakla birlikte bazı kapalı ifadelerin sayfalar boyu analiz edildiği çalışmalardır.
İbn Rüşd, İsaguci adı ile Organon'un altı kitaplık külliyatına giriş mahiyetinde bir eser kaleme almıştır. Benzer bir örneği İbn Sina'nın Şifa Külliyatına yazdığı el-Medhal isimli çalışmasında görülmektedir.
Felsefe üzerine sayısız eseri bulunan İbn Rüşd, 1198 yılında Marakeş, Fas'ta vefat etmiştir.(2)
“Düşüncelerin Kanatları vardır, kimse onların insanlara ulaşmasına engel olmaz” diyor İbn-i Rüşd. İbn-i Rüşd’ün yaşadığı yıllarda şimdilerde İspanya’da olan İber Yarımadasındaki Endülüs’te devrin sultanları bilime, felsefeye ve sanata büyük değer verirlerdi.  İbn-i Rüşd’ün doğduğu Cordoba aynı bölgede olup bilim ve sanat merkezlerinden biriydi. Ailesinden ve çevredeki aydın kimselerden eğitim alan İbn-i Rüşt Aristo gibi eski bilginlerin kitaplarını çok okur onlarla ilgili yorumla yazardı. Endüslüs’te yaşayan Rüşd bir Arap filozofu olup mantık, matematik, tıp alanında ayrıca astronomi, edebiyat, fizik, siyaset, tabiat bilimlerinde kendini iyi yetiştirdi.
Endülüs’ün o zamanının sultanı Ebu Yakup Yusuf da kendini iyi yetiştirmiş felsefeye bilime meraklı, aydın bir sultandı. İbn-i Rüşd’ü sarayına davet etti. Sarayına devrin en büyük kütüphanesini kurdu, İbn-i Rüşd bu kütüphanede çalışmalarını sürdürdü, kitaplarını orada yazdı.
İbn-i Rüşt, çağının en seçkin bilgini idi, felsefeci, hekim, fıkıhçı, matematikçi ve tıpçı olup 150’den fazla kitap yazdı. Doğduğu Cortoba şehrinde zaman zaman da Endülüs (İspanya) kentlerinde kadılık yapardı. Onun tıp alanında da engin bilgisi olduğunu gören devrin sultanı onu saraya hekim olarak aldı.
İslam tarihinde pek çok bilim adamı cahiller tarafından dedikodusu yapılırdı hele İbn-İ Rüşd’ün felsefeye karşı aşırı ilgi duyması, çevresindeki tutucu bağnaz kişiler tarafından “dine karşı” diye eleştirilmeye kötülenmeye başlandı, böylece sarayın da gözden düşmesine ve sonunda sürgün edilmesine neden oldular.

Cenazesi eşekle taşınan bilim adamı İbn-i Rüşd

Bilimin kapısı felsefe ile aralanır

İbn-i Rüşd Merakeş’te vefat edince doğduğu şehir olan Kurtuba’ya gömmek isterler. Cenazesi giderken, onu bir eşeğin üzerindeki heybenin bir gözüne İbn-i Rüşd’ün cesedini koydular, dengelemek için de heybenin öbür gözüne onun özellikle felsefe kitaplarını doldurup götürdüler. Bir bilginin cesedinin eşekle götürülmesi çok hazin bir şey, felsefeye düşman olan bağnaz insanlar böylece onu aşağılamış mı oluyorlardı.(3)

Bilimin kapısı felsefe ile aralandığına ve felsefesiz bilim olamayacağına göre, ne yazık ki İslam tarihinde felsefe dışlanmış, felsefeci bilim adamlarına önem verilmemiş, felsefe ile ilgilenen bilim adamları daima dışlanmış, ne ki aşağılanmışlardır. Felsefeci İslam Bilgini İbn-i Rüşd’ün cenazesini eşekle taşınmasında olduğu gibi, Felsefeci İslam bilginleri hor görülmüş, sanki dine karşı imiş gibi algılanmışlar.
İslam’da felsefeye bilime ilgisizlik Nizamiye Medresesi Müderrisi İmam Gazali ile (1058-1111) başlamış, günümüze kadar felsefe dışlanması devam etmiştir. Şimdilerde bile felsefe liselerden mecburi ders olmaktan çıkarılmış, yer yer seçmeli ders haline getirilmiştir.
İmam Gazali’nin (1058 – 1111), tam adı Ebû Hâmid Muḥammad ibn ... ve Farsça konuşulan ülkelerde İmam Muhammed-i Gazali olarak bilinir... felsefeye karşı görüşlerini yansıtan Tehafütü’l Felasife, yani “Felsefenin Tutarsızlığı”  ya da “Filozofların Tutarsızlığı” adlı ünlü kitabını yazıp İslam beldelerine “felsefenin dine karşı bir görüş uygulama olduğunun” fikrini yaydığı için bu konuda görüşleri ve verdiği eserlerle toplumu İslam beldelerini etkilediği için, ondan sonra gelen İslam Bilginleri de böylece “İslam’da İçtihad Kapısı’nı Kapanmış” günümüze kadar bu olumsuz görüş devam edegelmiş “İslam’da “skolastik” geri düşünce yenilememiştir. Böylece İslam ülkelerin düşünme ve yaratıcılık yeteneği zayıflatılmış, bu olumsuz düşünce de İslam ülkelerinin günümüze kadar geri kalmasına neden olmuştur. Gerçekten de bu felsefe düşmanlığı ile “İçtihat Kapısının kapanmasıyla İslam ülkelerinde her şey Tanrıya bırakılmış, insanın düşünme, sorgulama, yaratma yetisi adeta yok edilmiştir. Onun için “500 yıldır İslam ülkelerinin bilime hiçbir katkıları olmamıştır”.(4)
Hemen hemen Gazali ile aynı çağlarda yaşayan Endülüs’ü Felsefe bilim adamı İbn-i Rüşd, Gazali’nin Felsefeyi dışlayan görüşlerinin yanlışlığı nedeni ile karşı durmuş, insanda imanla birlikte akılcı sorgulayıcı düşüncenin ön plana çıkmasını savunmuştur. Ne yazık ki, İbn-i Rüşd’ün felsefe ile dini, aqkıl ile vahyi uzlaştıran, insanların ufkunu açan görüşleri İslam dünyasında rağbet bulup geniş bir ekole dönüşemez.

Bilimin kapısı felsefe ile aralanır

Fakat Batı ülkeleri İbn-i Rüd’ün felsefeyi ve akılcılığı öne çıkaran kitaplarını Arapça’dan Batı dillerine çevirince onun ne kadar değerli bir bilim adamı olduğunu anlayıp onun görüşlerinden yararlandılar, böylece o Rönesans’ın doğmasına da etkili olmuştur, denilebilir. İbn-i Rüşd’ün fikirleri Rönesansla birlikte modern bilim ve düşüncenin oluşumunda önemli rolü olduğunu fark eden Avrupa Birliği onun “Avrupa’nın fikri mimarlarından biri” olarak kabul etmiştir (sf 34)
İmam Gazali’nin “İçtihat kapısı kapanmıştır” görüş ve düşüncesi,İslam dünyasının yükselişini zamanla sonlandırmış, akıl ve bilim kapısını kapatmış, felsefe kafirlik sayılmış, böylece insan aklının teslim alındığı dolaysıyla İslam ülkelerini geri bırakan, çağ dışı geri bir düşünce günümüze kadar gelmiştir. Bu dönemde akıl değil “naklin”, yani Tanrısal esinin vahyinin temel alındığı bir görüş hâkim olmuş, felsefe ve akıl ön plana çıkarılamadığı için tüm İslam ülkeleri çağın gerisinde kalmışlar, yaratıcılık yetenekleri adeta yok edilmiştir.
Sonuç olarak, felsefesiz laik devlet olamaz, laiklik ve demokrasi felsefe ile mümkündür. Öyleyse aydınlanmak ileri gitmek, çağdaşlaşmak için felsefeye, laikliğe, bilime önem verip Atatürk’ün önerdiği gibi, “yaşamda en iyi yol gösterici bilimdir” sözü doğrultusunda bilimle yoğurulalım. Yoksa dincilik yarışı ile sonumuz Talibancılıktır.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Son notlar

(1)Hayriname’ye göre XVII. Yüzyılda Osmanlı Düşünce Hayatı

(2)https://kidega.com/yazar/ibn-rusd-126076/?gclid=CjwKCAiAwomeBhBWEiwAM43YICjqi-WTiZo6wiNAFwHMw90Ko9x9F-3SLhMgIVxnq9t0lXF4MP7dhRoC4n8QAvD_BwE

(3) “Düşüncelerin kanatları vardır. Kimse onların insanlara ulaşmasına engel olamaz”. Gece Kitaplığı 2020 sf. 29)

(4) (Bu sözü Türkiye’den çıkıp Kimya Nobel ödülü alan Prof. Dr. Aziz Sancar söylemişti)

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget