Aralık 2022
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

2023 Yılına Girerken
Bizim de kullanmakta olduğumuz takvime göre; 1. Ocak. 2023 günü, içinde bulunduğumuz ve son gününü yaşamakta olduğumuz 2022 yılının sonlandığı ve içine gireceğimiz yeni yılın (2023) ilk günüdür. 


Bizim,  31. Aralık gecesi  kutladığımız Yılbaşı; İsa'nın doğum günü olarak kabul edilen 25 Aralıkta kutlanan Hristiyanların Noel Bayramı ile karıştırılmamalıdır. 


Yılbaşının,  dini ve kutsal bir yanı bulunmamaktadır. 


Bunu kasten karıştıran ve istismar eden bazı gerici dinci kesim;  biz,  Hristiyan değiliz, Müslümanız,  yeni yılı kutlamayız diyerek,  yılbaşı kutlamalarına ve kutlayanlara eleştirel bir gözle yaklaşmakta ve günah işlendiğini iddia etmektedirler. Bu değerlendirme ve yaklaşım;  haksız, gereksiz ve yanlıştır. 


Yılbaşı bir bayram değildir, bir takvim olayıdır. 


İçinde bulunduğumuz yılın son gününü, yeni yılın ilk gününe bağlayan 31. Aralık gecesi;  insanların,  evlerinde veya evlerinin dışındaki eğlence mekanlarında,  masalar kurarak ve özel olarak hazırlanan yemekleri yiyip içkiler içerek eğlendikleri, eski yılı uğurlarlarken, yeni yılı kutlayarak karşıladıkları, yeni yıla umutlu ve  mutlu bir şekilde girdikleri,  bir gelenek ve kültürü yaşayıp yaşattıkları bir gecedir. 


Eski yılın bitimi ve yeni yıla girilmesiyle,  aslında insanlarımız bir yıl daha yaşlanmakta ve ömürlerinden bir yıl daha azalmaktadır, bunun bilincindeki insanlarımız,  o zaman yeni yıla niçin eğlenerek,  neşeli, umut dolu ve mutlu bir şekilde girmek istemektedirler, bu bir çelişki değil midir? Diye sorup düşünenler olabilir. 


Ben,  şahsen öyle düşünmüyorum, hepimizin bir yaşam ömrü vardır ve her geçen yıl; geri gelmeksizin,  bu ömürden çalıp gitmektedir, bunu biliyoruz ama,  korkunun da ecele bir faydası yoktur. Her yeni yılla birlikte yaşlanıyoruz, ömrümüzden bir yılımız daha eksiliyor diye, oturup ağlayacak da değiliz tabi. 


Bir de bardağın dolu yanından bakacak olursak, insanların;  gelecek her yeni yıldan ve yıllardan bir beklentileri, gayeleri ve umutları vardır. İnsanlar;  gayesiz, umutsuz,  umutlarını yitirerek asla mutlu olamazlar, umut fakirin ekmeğidir sözü boşa söylenmemiştir. 


İnsanların umut ve beklentileri bir yıl ile sınırlı olmadığı için, her yeni yıl insanların umut ve beklentilerinin tazelendiği yepyeni bir dönemi ifade etmektedir. 


Örneğin, insanlar;  bir an önce okullarını bitirmek ve hayata atılmak, daha sonra evlenip yuva kurmak, çocuk sahibi olmak ve çocuklarını okutarak meslek sahibi yapmak, emekli olup gezip tozmak isterler, hele hele, içinde bulunduğumuz 2022 yılının biran önce sonlanarak, 2023 yılı içinde yapılacak olan seçimlerle demokrasiyi, hak ve özgürlükleri yok eden saray yönetiminden kurtulmak isteyen insanlarımızın; bu istek ve umutlarının gerçekleşebilmesi için,  yılların çabucak geçmesini istedikleri ve yeni yıllara ulaşmayı iple çektikleri,  inkar edilemez bir gerçektir. 


İşte, insanların  bu ileriye dönük istek ve umutlarının gerçekleşmesi,  yeni yılları ve  yeni yılbaşlarını zorunlu kıldığı için, insanlar yaşlanmalarını, ömürlerinden kopup giden yılları düşünmezler bile. 


Bana sorarsanız, sizler de; yaşlanacağım korkusuyla, ileriye dönük isteklerinizden,  gayelerinizden,  arzularınızdan,  umutlarınızdan ve bunların gerçekleşmesinden,  asla vaz geçmeyiniz, ileriye dönük gayeleri,  beklentileri ve umutları olmayan insanların,  yaşlanmaya fırsat bulamadan yaşayan ölü haline geldiklerini,  unutmayınız. 


Bu vesileyle; tüm okur ve dostlarımın, tüm umut ve isteklerinin gerçek olacağı yeni yıllarını kutluyor ve 2023 yılının; tüm Türk İnsanına,  sağlık, mutluluk, huzur, başarı,  ekonomik açıdan insanca yaşama koşulları ve siyaseten yeni ve tertemiz bir siyasal iktidar ve özgürlükler getirecek, ülkemiz için beyaz ve yeni bir sayfa açacak bir yıl olmasını, gönülden diliyorum.

Güner Yiğitbaşı

31/12/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı hakkında,  Yüksek Seçim Kurulu Üyelerine ahmak diyerek hakaret ettiği gerekçesiyle verilen iki sene yedi ay on beş günlük hapis cezasının gerekçeli kararı, yazılarak bugün açıklanmıştır. 


Ahmak Kararının Gerekçesi Yazılıp Açıklanmış
Biz, 53 senelik deneyimli bir hukukçu olarak, bu mahkumiyet kararını hukuki değil siyasi bulduğumuzu,  daha önce yazdığımız makalemizde açıklamıştık. 


Evet,  bu kararın hukuki hiçbir değeri yoktur, yargının silah olarak kullanıldığı tamamen siyasi ve hukuk dışı bir karardır. 


Bu siyasi kararın yazılarak açıklanan gerekçesinin, hiçbir önemi ve değeri yoktur. Bu nedenle, zaman kaybından öteye hiçbir anlamı bulunmayan bu gerekçeli kararı, merak edip okumadan,  bu makaleyi kaleme alıyoruz. 


Mahkumiyet kararına konu ahmak sözcüğünün;  TDK göre salt kelime(sözcük) anlamına baktığımızda; ”Aklını gereği gibi kullanamayan,  bön,  budala,  aptal” anlamına geldiğini görüyoruz. 


Bir kişiyi doğrudan ahmaklıkla suçlamak, doğrudan ahmak olarak, yani; bön, budala ve aptal olarak nitelemek, bize göre, o kişiyi küçük düşürdüğü, itibarsızlaştırdığı için,  bal gibi hakarettir, 


Ancak, bir hukuki davaya konu olan, ahmak sözcüğünün geçtiği beyanların, hakaret suçunu oluşturması için gerekli unsurları taşıyıp taşımadığını değerlendirirken, sadece ahmak sözcüğünün lafzından ve kelime anlamından hareket edilirse,  yanlış sonuçlara yol açacağı da hukuki bir gerçekliktir


İyi hukuk tahsili yapmış, hukuk nosyonu kazanmış,  tarafsız bir hukukçu, savcı ve hakim; suça konu,  sarf edilen beyanda yer alan ahmak sözcüğünü tek başına cımbızlayarak ele alıp bu sözcüğü lafzen ve sadece kelime anlamına göre değil, cümle içindeki kullanılış gayesine,  amacına ve  anlamına göre yorumlayarak değerlendirmek zorundadır. 


Salt sözcük olarak hakaret içeren ahmak sözcüğünü, yukarıda belirttiğimiz gibi, hiç gerekli değilken, kayıtsız ve şartsız, doğrudan bir kişiye yöneltirseniz ve “sen ahmaksın, ahmak adamın tekisin” derseniz, o kişiyi küçük düşürmüş, itibarsızlaştırmış ve hakaret etmiş olursunuz. 


Fakat; bir kişiyle tartışırken, karşınızdaki kişinin;  akıl ve mantık dışı, yalan ve inandırıcı olmayan, abuk subuk beyanlarına sinirlenerek;  “ahmaklık yapma” derseniz,  bu beyan içinde ahmak sözcüğü geçtiği halde, sözcüğün sarf ediliş amacı ve gayesi dikkate alındığında, hakaret kastı içermediği, muhatabını doğrudan  ahmaklıkla suçlayıp nitelemekten ziyade,  sarf ettiği, akıl dışı, gerçek olmayan, abuk subuk beyanlarının, muhatabını ahmak durumuna düşürmesi nedeniyle,  bu beyanları kendisine yakıştıramadığınızı,  kendisini uyarmak durumunda kaldığınızı ifade etmek istemiş olduğunuzdan, uyarı niteliğindeki, sarf ettiğiniz “ahmaklık yapma” sözcükleri hakaret suçunu oluşturamaz.  


İMAMOĞLU'nun ceza almasına neden olan ve aslında Yüksek Seçim Kurulu Üyelerine yönelik olmadığı çok belirgin olan beyanda da,  ahmak sözcüğü geçmektedir.  Bakan Süleyman Soylunun,  Strasbourg'da temaslarda bulunan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu için sarf ettiği;  "Avrupa Parlamentosu'na gidip,  Türkiye'yi  şikayet eden ahmağa söylüyorum.  Bunun bedelini bu millet sana ödetecek. " beyanında,  doğrudan ahmaklıkla suçladığı ve nitelediği İMAMOĞLU'na yönelik hakaret mevcut olup, İMAMOĞLU'nun;  Bakan SOYLU'ya yönelik olarak sarf ettiği "31 Mart’ta seçimi iptal edenler ahmaktır. ”beyanı ise; İMAMOĞLU'nun, kendisini savumaysa yönelik, ahmaklığı kabul etmediğini ve söyleyene iade ettiğini ifade eden Türk Ceza Kanununda cezasızlık olarak yer bulan bir insani refleks ve davranış şeklidir.   


Kaldı ki; İMAMOĞLU'nun sarf ettiği sözün,  SOYLU'ya yönelik olduğu, mahkemenin kabulü gibi,  Yüksek Seçim Kurulu Üyelerine yönelik bir hakaret olmadığı açıktır. 

Mahkumiyet kararının asıl tartışılması ve eleştirilmesi gereken yönü de; ahmak sözcüğünün hakaret içerip içermediğinden ziyade,  bu sözcüğün muhatabının SOYLU olduğu gerçeğidir. 

Mahkumiyet kararını veren mahkeme; yazdığı gerekçeli kararda,  bu sözlerin Yüksek Seçim Kurulu Üyelerine yönelik olduğuna ilişkin hiçbir haklı ve hukuki gerekçe bulamayacaktır. 


Yargı,  AKP döneminde siyasallaştığı, tarafsızlığını yitirdiği ve tamamen sarayın silahı haline geldiği, hukukun üstünlüğünün;  yerini, üstünlerin hukukuna bıraktığı için, Yargılayın;  benzer konularda, hakaret içeren sözcükler konusunda, kişilere ve şartlara göre çelişkili kararlar vererek yalpalaması nedeniyle, aslında bağlayıcı olmayan,  sadece yol gösterici ve örnek olan Yargıtay emsal  kararlarına da artık güven kalmamıştır,  maalesef.

Güner Yiğitbaşı

28/12/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Turan Çömez bir devlet yurdundaki çocuk istismarını anlatıyor
6 yaşındaki bir kız çocuğunun tarikat şeyhi öz babası ve annesi tarafından 29 yaşındaki tarikat müridi ile imam nikahlı olarak evlendirilmesi ve daha sonraki gelişen olayların gündemde olduğu şu günlerde, TV 1 de Erhan Karadağ’ın bir programına katılan eski Milletvekili Turan Çömez’in, tanık olduğu devlet yurdunda kız çocuklarına yapılana dehşetli örgütlü taciz, uyuşturucu olaylarını anlatan bir video düştü telefonuma. Turan Çömez bu iğrenç olayı TV programında şöyle anlatıyordu:

“-Örgütlü bir taciz olayını anlatmak istiyorum size. Milletvekili olduğum dönemlerde 2006 lı yıllar. İstanbul Bahçelievler Çocuk Yuvası’ndan bir ihbar aldım. İhbarı yapan Bahçelievler Çocuk Yuvasının müdür muavini düzgün aklı başında birisi. Dedi ki, “sizi medyadan tanıyorum, çok vahim bir durum var burada, lütfen buluşabilir miyiz” dedi.  Bir gece kalktım İstanbul’a geldim, kendisiyle buluştuk. Bana Bahçelievler Çocuk Yuvasında yaşanan korkunç olaylar zincirinden bahsetti. Dedim anlıyorum ama bunu bana göstermen lazım beni yurda götür. Gece saat dokuz yurda gittim. Çocuklarla konuştum, o gece nöbetçi olanlarla konuştum33 tane kız çocuğu o gece yurtta yok, çocuklar dediler ki, “arkadaşlarımızı bazı yapılar arkadaşlarımızı buradan gelip alıyorlar, İstanbul’da bazı gece kulüplerine götürüyorlar, 13 -14 yaşında çocuklar, bazen sabaha karşı geliyorlar, bazen de gelmiyorlar. Geceleri uyuşturucu kullanıldığını söylediler.

Korkunç bir tabloydu, ben siyasetçiyim ama aynı zamanda da bilim adamıyım. Hepsini kanıtladım o gece yoklama defterlerinin hepsinin fotokopilerini aldım, inanılmaz bir dosya hazırladım. Ve ertesi gün Çocuk Esirgeme Kurumundan sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu ’ya gittim. Dedim ki sayın Çubukçu ortada korkunç bir rezalet var. Bize emanet edilen yavrularımız geceleri yurtlardan alınıyor 13-14 yaşındaki çocuklarımızın bir kısmı hamile kalmış başka isimlerle başka yerlerde doğum yaptırılmış, doğan çocuklar başka yurtlara nakledilmiş, yurtta uyuşturucu kullananlar var. Bu çocuklar kimi vakıflar adı altında Taksim’de bazı barlara gece yarıları götürülüyorlar. “Biliyorum farkındayım” dedi. Niye bununla neden mücadele etmiyorsun, dedim. “Ne olur bunu deşifre etmeyin, kimseyle konuşma söz veriyorum ben bunun üstüne gideceğim”, peki, dedim.

Ne oldu biliyor musun, beni o gece yurda alan müdür muavini görevden alındı. Ve ben delirdim, ertesi gün bir basın toplantısı düzenledim. İşte dedim AKP’nin Türkiye’ye getirdiği nokta bu, muhafazakâr demokrat bir parti ve yaşanan korkunç bir rezalet ve devlete emanet edilen o yavruların içinde bulunduğu dramlar.
Tabi bunun üzerine zamanın bakanı Çubukçu korkunç bir agresyon gösterdi, gazeteleri aradı inanılmaz şeyler yaptı o zaman ciddi bir medya gücü vardı. Ertesi günü Hürriyet gazetesini çocuk yuvasına götürdü, çocukları konuşturdular ve orda manşetlerle, aynen bugün Timur Soykan’a yapıldığı gibi, “Turan Çömez kalpsiz iftira atıyor, yalan söylüyor” diyerek kıyameti kopardılar, ellerine geçirdiği medya gücüyle. Fakat ben dersime öyle çalıştım ki, ertesi günü elimdeki bütün belgeleri Hürriyet gazetesine gönderdim. O çocukların orada olmadığını nerelere gittiğiyle ilgili bütün belgeleri gönderdim. Ne oldu biliyor musun, bunun ardından, birkaç gün sonra bir telefon çaldı, o zaman Erdoğan Başbakan, koruması sayın başbakan sizinle konuşmak istiyor. Açtım telefonu, "Turan Bey sen gece yarısı kız yurduna ne hakla gidersin” Erdoğan’la ilgili konuşmamızdan bahsediyorum. Sayın Başbakan kız yurtlarında bu kadar rezalet yaşanırken ben milletin temsilcisi olarak gidemeyeceğimi mi ima ediyorsun, dedim. Aramızda biraz gergin, tabi ki benim bulunduğum konuma uygun bir nezaket geçti ve telefonu kapattık. Ardından koruma bana bilgi verdi, “Nimet Çubukçu” dedi, “seni şikâyet etti Erdoğan’a” dedi. Bakın korkunç bir rezalet bugün de yaşanıyor, yıllar önce de vardı.
Yukarıda tanık olduğu feci acı anıda olduğu gibi olayları anlatan Turan Çömez, milletvekili olduğu partisindeki (AKP de) yanlışlıkları, hukuksuzlukları, adaletsizlikleri açıkça eleştirdiği için, AKP-RTE ye biatçı bir milletvekili olmadığı için patisinden ihraç edilir. Arkasından kumpasçı bir dava ile içeri atılmak istenir, ihraç sırasında İngiltere’ye dil öğrenmeye giden Turan Çömez orada kalır ve tıp doktorluğuna devam eder. Tüm öteki kumpas davaları gibi kendisi hakkında açılan dava düşünce yurda döner, siyasi hayata Doğru Yol partinde başlar.
Yukarıda anlatılan feci dehşet verici olayı, AKP’nin tüm öteki çirkin olayları örtbas etmeye çalıştığı gibi, ne ki kamuoyu duymasın diye nice kötü olayları mahkeme kararı ile yasakladığı gibi, Bakan Nimet Çubukçu da Turan Çömez’in tüm belge ve kanıtlarıyla ortaya çıkardığı çocuk yurdundaki çocukların fuhuş ve uyuşturucu kullandıkları gibi dehşetli ve utanç verici olayı “deşifre etme” diyerek saklamaya örtmeye çalıştığını görüyoruz. Daha önce AKP’nin türbanlı Bakanı Sema Ramazanoğlu da Ensar vakfı yurdunda kalan çocuklara yapılan cinsel tacizi “bir kereden bir şey olmazdiyerek hafife aldığını anımsıyoruz.
Turan Çömez’in belgeli anlatımından anladığımıza göre, devletimizin koruması altında olan çocukların bile nasıl fuhuş ve uyuşturucu batağına sürüklendiğini üzüntü ile öğreniyoruz.
Son notlar   

Turhan Çömez (22 Ekim 1965) Türk doktor ve siyasetçi. 22. dönem AK Parti Balıkesir Milletvekili ve Erdoğan'ın eski doktoru.
İstanbul Tıp Fakültesi mezunudur. Erzurum 1 Nolu Sağlık Ocağı'nda Koruyucu ve Halk Sağlığı Hekimliği, Bandırma Devlet Hastanesi'nde Acil Birim Hekimliği, Vakıf Gureba Hastanesi'nde Genel Cerrahi Uzmanlığı yapmıştır.
22. Dönem AK Parti Balıkesir milletvekilidir. Adalet ve Kalkınma Partisi'nde Genel Başkan Özel Kalem Müdürlüğü ve Danışmanlığı görevini yürütmüştür. Evli, 2 çocukludur.
AK Parti içerisindeki çıkışlarıyla bilinir. Parti grup toplantısı basına kapalı bölümünde seçim bölgesine kaynak aktarımında ve Gemlik Gübre A.Ş.'nin özelleştirilmesindeki uygulamalar konusunda Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'a yönelttiği eleştiriler ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yakın Atasay Kuyumculuk’ un sahibi Cihan Kamer'e işaret ederek değerli taş ithalatında verginin sıfırlanmasına ilişkin olarak dile getirdiği sorular nedeniyle, 28 Şubat 2008 tarihinde disiplin kuruluna sevk edildi. AK Parti Müşterek Disiplin Kurulu, "partiyi küçük düşürdüğü gerekçesiyle" Turhan Çömez'i 8 Nisan 2008'de partiden ihraç etti.
Ankara Enstitüsü adlı siyaset üstü düşünce kurumunu oluşturdu ve burada çalışmalara devam etmektedir. 1 Temmuz 2008'de Ergenekon soruşturması kapsamında hakkında yakalama emri çıkarıldı. Fakat İngiltere'de dil eğitimi gördüğü için yakalanamadı. İngiltere'de siyasi sığınma talebinde bulunmuş, bu başvurusu kabul edilmiştir. Kendisine 2011 yılında 5 yıllık iltica statüsü verilmiştir. 2019'da Ergenekon davasında beraat etmesinin ardından Türkiye'ye döndü. 12 Ekim 2022'de İYİ Parti'ye katılmıştır.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Turhan_%C3%87%C3%B6mez

Erdoğan Erdoğan'a Karşı Koşuyor
AKP Genel Başkanı ve partili ve taraflı Cumhurbaşkanı ERDOĞAN; yaptığı konuşmalarıyla şaşırtmaya, bu konuşmayı ERDOĞAN mı yapmış diye bizleri hayretlere düşürmeye devam ediyor. 


Her gün ve  her ortamda konuşmayı marifet sanan ERDOĞAN; konuşmanın yapılacağı ortama ve konuya uygun ve olması gereken doğruları içermesine rağmen,  ülkedeki uygulamalara tamamen ters düşen, danışmanlar tarafından hazırlanarak promptere yüklenen metinleri sadece okuyarak, kendi uygulamalarıyla çelişiyor, ERDOĞAN ERDOĞAN'a karşı koşuyor. Bir ERDOĞAN, diğer ERDOĞAN'ı adeta tekzip ediyor. Bizlerin de ağzı açık kalıyor, bu kadarı da fazla artık,  buda olmaz ki; dedirtiyor halkımıza. 


Partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN; 23/12/2022 tarihinde katıldığı İSLAM DÜNYASI ANAYASA YARGISI KONFERANSI AÇILIŞ KONGRESİ'NDE konuşmuş ve “Devlet ancak ve ancak adalet üzerinde yükselir,  gelişir,  güçlenir,  büyür.  Adalet dağıtamayan,  vatandaşına adaletle hükmedemeyen bir devlet tıpkı temeli çürük bir bina gibi yıkılıp gitmeye mahkumdur.  Hukukun üstünlüğü ilkesi hususunda oluşacak en küçük ihmal ya da ihlal yargıyla beraber yasama ve yürütmeye olan güveni de zedeleyecek bu da devletin işleyişinde telafisi zor,  zararlara yol açacaktır.  Türkiye olarak geçmişte yaşadığımız tecrübeler ışığında son 20 yılda bilhassa adalet kalitesini arttıracak pek çok adım attık.  Sivil yargı,  askeri yargı ayrımını ortadan kaldırarak yargıda birliği temin ve tesis ettik,  Ulusal Yargı Ağı Projesi UYAP'ı hayata geçirerek teknoloji ve bilimsel gelişmeleri yargının hizmetine sunduk.  “ demiş. 

Söyledikleri çok doğru sözler, gözü kapalı hemen altına imzamızı atarız. 

Ancak; ülkedeki adalet dağıtımına, adalet dağıtan yargının bağımlı ve taraflı içler acısı haline, adalet hakkında güzel sözler söyleyen, ”devlet ancak ve ancak adalet üzerinde yükselir,  gelişir,  güçlenir,  büyür.  Adalet dağıtamayan,  vatandaşına adaletle hükmedemeyen bir devlet tıpkı temeli çürük bir bina gibi yıkılıp gitmeye mahkumdur” demesine rağmen, uygulamada tamamen tersini yapan ERDOĞAN'ın emir ve komutasında,  onun talimatlarına uygun hukuk dışı kararlar veren bir adalet ve yargının ülkemizde kök saldığına baktığımızda, bizler kime inanacağız?

ERDOĞAN'ın yukarıya alıntıladığımız adalet konusundaki olması gerek güzel sözlerine mi, yoksa adaletin olmadığı, adaletin yerlerde süründüğü uygulamaya,  gerçeklere mi inanacağız?

Tabii ki; uygulamaya bakacağız ve AKP Genel Başkanı ve partili ve taraflı Cumhurbaşkanı maalesef yine üfürmüş demek zorunda kalacağız, üzülerek ve Türk Milleti buna layık değil diye hayıflanacak ve sabırla seçimleri bekleyeceğiz,  Söylemleriyle,  uygulamaya koyduğu eylemleri ve icraatları birbirini tekzip etmeyen uyum gösteren, hukukun üstünlüğünü ve gerçek adaleti;  içselleştirmiş, söylemden eyleme, uygulamaya koymuş kişileri,  iktidara taşıyacağız.

Güner Yiğitbaşı

24/12/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

23 Aralık 1930 Devrim Şehidi Asteğmen Kubilay'dan  21 Aralık 2022 Devrim Şehidi Korgeneral Vural Avar'a Her İkisine De Selam Olsun
Ne büyük ve ilahi olduğu kadar da çok üzücü aksi bir tesadüf. 


Menemende,  yedek subaylık vatani görevini icra ederken, tek düşüncesi ATATÜRK devrimlerine sahip çıkarak savunmak olan, ATATÜRK Devrimlerine karşı ayaklanmış,  gözü dönmüş gerici ve laiklik karşıtı çapulcu Derviş Mehmet ve müritlerine engel olmak isterken,  gerici asiler tarafından katledilerek kafası kesilen ve kesik başı, yeşil bayrağın gönderine çekilerek sokaklarda dolaştırılan Devrim Şehidimiz Asteğmen Mustafa Fehmi KUBİLAY'ın katledildiği (23 ARALIK 1930)1930 senesinin 23 Aralık gününün bir benzerini, aradan geçen 92 yıl sonra (21 ARALIK 2022) 2022 senesinin 21 Aralık gününde yaşadı,  ATATÜRK'ün kurup bizlere emanet ettiği laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti. 


Darbe kalkışmasında bulunarak, bu ülkenin Meclisini bombalayacak kadar gözü dönmüş yasa dışı FETÖ Örgütü ve bu örgütün mensubu sözde savcı ve hakimlerin 28 Şubat olarak anılan  kumpas davası sonucunda,  yasalara aykırı bir şekilde müebbet hapse mahkum edilerek, ilerleyen yaşına ve bozulan sağlığına, sağlık nedeniyle hapishane koşullarında tek başına yaşaması imkanı ortadan kalkmasına rağmen tahliye edilmeyen, haksız bir şekilde rütbeleri sökülen, tek suçu; 28 Şubat 1997'de yapılan, anayasal bir kurul olan,  Millî Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu açıklanan kararlarla "irtica"ya karşı çıkmak, anayasanın tanıdığı yetkiye dayanarak görüş açıklamak ve iş başındaki hükümete, irtica ile mücadele için yapılması gerekenlere yönelik tavsiyelerde bulunmak olan, o tarihte Milli Güvenlik Kurulunda asker kanadın, laiklik ilkesinin çiğnendiğine yönelik yaptıkları eleştiri ve tavsiyelerinin haklılığı ve gerekliliği, günümüzde azan ve devlete sızan ve talepleri devlet katında itibar görerek uygulamaya konulan, İstanbul Sözleşmesinin dahi tek yanlı feshedilmesinde etkin bir rol oynayan, sözde İslami cemaat, tarikat ve vakıfların kol gezdiği bugün ülkemizde yaşadığımız gerçeklere bakıldığında, 28 Şubat tavsiye kararlarıyla,  1997 senesinden bugünleri, bugünün anti laik siyasal İslami yapılaşmasını öngörerek gerekli önlemlerin alınmasını tavsiye etme ferasetinde bulunan, buna rağmen; ceza yasalarında yer almayan,  uydurma ve hukuk dışı post modern darbe suçlama ve iddialarıyla  müebbet hapse mahkum edilerek kapatıldığı Ankara Sincan Cezaevinde iken, 21/Aralık/2022 günü ölen, daha doğrusu şehit olan ATATÜRK'ün askeri ve en başta laiklik olmak üzere,  ATATÜRK Devrimlerinin savunucusu Korgeneral Vural AVAR'ı da, tıpkı Menemen Devrim Şehidimiz Asteğmen KUBİLAY gibi, yine bir ARARLIK gününde kaybettik maalesef. 


20'li günlerinin yaşandığı bir ARALIK ayında, iki gün ve 92 yıl arayla, aynı kaderi paylaşan Devrim Şehitlerimiz;  Asteğmen Mustafa Fehmi KUBİLAY ile Korgeneral  Vural AVAR'a SELAM OLSUN. Kendilerine Allahtan rahmet diliyor, minnetle anıyoruz, mekanları cennet olsun.

Güner Yiğitbaşı

23/Aralık/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Altılı Masa Ve Tüm Muhalefet Uyanın Artık Şu Gaflet Uykunuzdan
İBB Başkanı  İMAMOĞLU hakkında,  hukuk dışı düzmece hakaret iddiasıyla verilen mahkumiyet kararı daha hiçbir şey değil, torbadan daha neler çıkacak, turp'un büyüğü torbada, bekleyip göreceğiz. 

Karşımızda; iktidarda kalmaya mahkum, her tarafından suça ve usulsüzlük batağına saplanmış, kendince haklı olarak ölüm kalım mücadelesi veren, kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan,  gözü kara ve çok kararlı bir iktidar vardır, unutmayınız. 

Bu nedenle, Altılı Masa'nın, tüm muhalif kesimin ve muhalif seçmenlerin de;  iktidarın bu gözü kara kararlılığına, hukuk tanımazlığına karşı,  kararlı ve birlik içinde olmaları, şucu bucu diyerek,  yapay ve ülkeye zarar verecek olan parçalanmışlığa son vermeleri, yapılan hukuksuzluklara karşı demokratik tepkilerini ortak bir irade ile göstermeleri, demokrasimizin geleceği için kaçınılmazdır. 

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı,  "İçişleri Bakanlığı Mülkiye Başmüfettişliği tarafından İBB ile bağlı kuruluş ve iştiraklerinde işe alınan personelin,  işe girişine yönelik hazırlanan tevdi raporu,  Cumhuriyet Başsavcılığımızın memur ve özel soruşturma bürosuna teslim edilmiştir" açıklamasında bulunmuştur. 

Yani, İBB Başkanı İMAMOĞLU hakkında bir terör soruşturması açılması,  an meselesidir. 

İçişleri Bakanı; İMAMOĞLU'nun,  ahmak sözcüğü nedeniyle aldığı cezadan sonra ne demişti?

Henüz kesinleşmeyen bu mahkumiyet kararı, İMAMOĞLU'nu görevden almama, Belediye’ye bir kayyum atamama yetmez, ortada bir görev ve terör suçu yok. Demişti.  

İşte, İçişleri Bakanı,  İstanbul Cumhuriyet Savcılığına İBB ve İMAMOĞLU hakkında sunduğu terör raporuyla,  maalesef İMAMOĞLU hakkında bir terör suçlaması soruşturması açtırarak, onu görevden alma hazırlığı içindedir, görünen budur maalesef. 

Altılı Masanın bileşenlerinin ve tüm muhalefetin yapması gereken;  İMAMOĞLU'nun,  ortak Cumhurbaşkanı adayı olmasının önünün kesildiği tartışmalarına bir son vererek, İMAMOĞLU'nun her ne sebeple olursa olsun, İstanbul halkının iradesinin hiçe sayılarak belediye başkanlığı görevinden alınmasına yönelik hazırlıklara dikkat kesilerek,  demokratik yollardan karşı çıkması olmalıdır. 

Altılı Masa ve muhalefet seçmenleri;  artık,  içinde bulundukları gaflet uykusundan uyanmak ve kendilerine gelmek, laik ve özgürlükçü demokrasimizi bekleyen çok yakın tehlikenin vahametini kavramak zorundadırlar. 

Altılı Masa gaflet uykusundan uyanmalı ve artık, seçimleri kazanmış gibi, dereyi görmeden paçalarını sıvayarak, seçimden sonraki yol haritasını çizmek yerine, acil bir şekilde,  gece ve gündüz bir araya gelerek çalışmalı ve bu anayasa ve hukuk tanımayan,  iktidarını bırakmamak için her hukuksuzluğu yapmaya hazır ve mecbur olan iş başındaki gözü kara siyasal iktidardan;  ülkemizi,  demokratik yollardan kurtarmanın çarelerini arayıp bulmalıdır.  

Bu çare arayışına da; ortak adayımız, İMAMOĞLU, KILIÇDAROĞLU, MANSUR YAVAŞ olmalıdır gibi yersiz tartışmalara son vererek,  ortak adayı derhal belirleyip kamuoyuna açıklamakla başlamalı ve sonrasında da,  ortak aday etrafında birleşecek olan tüm altılı masa liderlerinin, seksen bir ilde ve büyük ilçelerde,  birlik beraberlik ve kararlılık içinde, seçmenlere umut  veren seçim propaganda mitingleri yaparak, seçmenlerin  güvenini kazanmalı, iktidara da demokratik bir korku salmalıdır.  

Daha fazla gecikirseniz, sizin. bizim ve tüm ülkenin başına gelecek olanları düşünmek dahi istemiyoruz. 

Altılı Masa ve liderleri ile laik ve özgürlükçü demokrasi taraftarı tüm seçmenlerin;  artık,  içinde bulundukları gaflet uykusundan uyanarak, ülkenin hızla yol aldığı felaketi görmelerinin sayılı son günlerini yaşıyoruz, maalesef.

Güner Yiğitbaşı

22/12/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Mimik
Halk Televizyonunda Medya Mahallesi programını sunan Ayşenur ARSLAN,  mimikleriyle terörü övmüş ve bu nedenle RTÜK tarafından Halk TV. ye ceza kesilmiş. 

Peki mimik ne demektir?

“Mimik kelimesinin Türk Dil Kurumu  sözlük anlamı el,  yüz veya kol hareketleri ile kendini ifade etme şeklinde belirtiliyor.  Mimik kişinin beden dili ile kendini ifade etmesi veya karşıdaki kişiyi anladığını göstermesi halini tanımlıyor. 

Sohbet sırasında göz kırpmak,  baş sallamak veya kolları açmak mimik örnekleri arasında yer alıyor.  Kısaca kişinin kendini beden dili ile ifade etme şekilleri mimik örneği olarak kabul ediliyor.  “

Ayşenur ARSLAN'ı yürekten kutluyoruz!

Gazeteci ve televizyon programcısı ve sunucusu olarak değil tabi. 

Mimikleriyle terörü övebilecek kadar üstün sanatçı kişiliğinden dolayı kutluyoruz. 

Kendilerini unutmuş değiliz, RTÜK'ün Ayşenur ARSLAN'a ceza kesen üyelerini de, aynı şekilde kutluyor ve tebrik ediyoruz!

RTÜK üyeleri gerçekten çok zor ve kutlanması gereken  bir işi başarmışlar. Program akışı içinde Ayşenur ARSLAN'ın; mimikleriyle terörü öven büyük yeteneğini, aynı büyük yetenekleriyle anında tespit edebilmiş RTÜK üyeleri!

Hiç konuşmadan sadece mimikleriyle terörü övme başarısını gösteren ve bu başarısı resmi devlet kuruluşu olan RTÜK üyeleri tarafından tespit ve  tescillenen Ayşenur ARSLAN'ı; bu muhteşem ve eşsiz başarısından dolayı,  OSKAR ve Antalya Altın Portakal Sinema  ödüllerinin baş adayı olarak öneriyoruz. 

RTÜK'ün;  bir mimikten bile terörün övüldüğünü fark ederek, ülkenin bekasına yönelik tehlikeyi anında önleme başarısını göstererek,  devletimizin bekasına büyük katkı sunan başkan ve üyelerinin de, Devlet Üstün Hizmet ve Övünç Madalyasıyla taltif edilmelerini, ayrıca beş maaş tutarında parayla ödüllendirilmelerini,  ilgili devlet büyüklerimin yüce tensip ve onaylarına arz ediyorum!

Güner Yiğitbaşı

21/12/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Bulutlar olmasa yağmur yağar mıydı hiç?
Bulutlar olmasa yağmurlar olur muydu?


Düşündünüz mü hiç?


Bulutlardan koparak yeryüzüne düşen,  kendisine değdiği ve dokunduğu için, kör gözleri sadece yağmuru görebilen insanoğlu, kerameti hep yağmurda görür, onu yağdıran bulutları göremez. 


İşte, bugünlerde hakkında verilen haksız mahkumiyet kararı ile mağdur olduğu için ismi daha da ön plana çıkan İMAMOĞLU da;  insanlar tarafından,  yağmur misali doğrudan İMAMOĞLU'nu görüp ona methiyeler düzmekteler, ortak aday İMAMOĞLU olmalıdır sözü,  daha sık ve yüksek sesle tekrarlanır olmuştur. 


İMAMOĞLU yağmurunu yağdıran,  sürekli arkasında duran ve ona destek olan,  yağmura karşılık bulut diyebileceğimiz KILIÇDAROĞLU'nun da,  yağmuru yağdıran bulutlar gibi esamesi okunmamakta ve kendisine büyük bir haksızlık yapılmaktadır. 


Deniyor ki; İMAMOĞLU'nun hitabet gücü iyiymiş ve gençmiş, hep zarfa bakmaya alışmış gözlerimiz, zarfın içinde ne var ona hiç bakmıyoruz. 


KILIÇDAROĞLU'nun zarfı biraz sararmış ve buruşmuş olabilir yaşı gereği, o zarfın içinin kalitesi ve değeri  ise,  asla tartışılamaz. Yaşı ve devlet yönetimindeki ve politikadaki deneyimleri,  asla inkar edilmemeli ve kendisine karşı haksızlık yapılmamalıdır. 


Aklından ve beyninden bir özürü olmadığı sürece, sürekli gençlik ön plana çıkarılmamalı ve mutlak tercih nedeni sayılmamalı, bir gün hepimizin yaşlanacağı unutulmamalıdır. 


Kaldı ki; herkesin gençliği ve yakışıklılığı;  kendisine ve eşine ait özel bir konu olmalıdır, bize göre.

Güner Yiğitbaşı

17/12/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Saray'ın Asıl Amacı Kılıçdaroğlu'nun Önünü Kesmektir
İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı İMAMOĞLU'nun;  saçma bir suçlamayla, Yüksek Seçim Kurulu üyelerine hakaret  ettiği iddiasıyla,  iki yıl yedi ay on beş gün hapis cezasıyla cezalandırılması ve siyasi yasaklı hale getirilmesindeki asıl ve sinsi  amaç; İMAMOĞLU'nun siyasetteki  önünün kesilmesi değil, bilakis altılı masanın ortak cumhurbaşkanı adayı yapılması için önünün açılarak,  KILIÇDAROĞLU'nun ortak adaylığının önünün kesilmek istenmesidir. 

Zira; 

ERDOĞAN şunu çok iyi bilmektedir. Altılı Masanın adayı kim olursa olsun, ister KILIÇDAROĞLU, ister İMAMOĞLU olsun, kendisinin cumhurbaşkanlığı seçimini kaybedeceğini,  çok iyi bilmektedir. 

ERDOĞAN; nasıl olsa seçimi  kaybedeceğim, hiç değilse İMAMOĞLU'na karşı kaybedeyim. Ezeli rakibim, bugüne kadar kendisine karşı  hiç yenilmediğim, onca yıl seçim kaybederek iktidar ve ülkeye hizmet aşkı ve özlemiyle yanıp tutuşan,  cumhurbaşkanı seçildiğinde ülkeye çok yararlı hizmetler yapacağından, iktidarın tüm hortumlarını keseceğinden, benden ve  ve yandaşlarımdan yargı önünde hesap soracağından emin olduğum  KILIÇDAROĞLU'na karşı seçim kaybetmiş olmayayım,  bu nedenle KILIÇDAROĞLU'na bir seçim zaferi ve ülkeyi yönetme imkanı ve mutluluğu yaşatmayayım, siyasi hayatını yine hüsranla bir baş olamadan kapatsın, İMAMOĞLU cumhurbaşkanı adayı olursa ve seçilirse, aynı zamanda,  belediye meclisindeki çoğunluğum sayesinde,  kaybettiğim İstanbul'u tekrar ele geçiririm,  giderayak İstanbul'un rantından yararlanmaya devam ederim diye düşünmektedir bize göre. 

ERDOĞAN da çok iyi bilmekte, İMAMOĞLU hakkında hukuka aykırı olarak verilen mahkûmiyet kararının İstinaf veya Yargıtay’dan döneceğini ve asla kesinlik kazanmayacağını. 

İMAMOĞLU hakkında haksız bir hapis kararı verdireyim ki; mağdur olsun galeyana gelen kamuoyu, İMAMOĞLU'nun altılı masanın ortak cumhurbaşkanı adayı yapılması konsunda altılı masaya baskı yapsın, zaten altılı masada KILIÇDAROĞLU'nun adaylığına sıcak bakmayan, kazanacak aday diye sayıklayan en başta AKŞENER olmak üzere,  çatlak sesler var, şimdi tam zamanı İMAMOĞLU bu mağduriyet üzerinden ortak aday olarak belirlensin ki;  bir taşla iki kuş vurayım, hem ezeli rakibim KILIÇDAROĞLU havasını alsın,  bir baş olamadan siyasi hayatını benimle birlikte noktalasın, bunca sene sonra KILIÇDAROĞLU'na mağlup olan bir ERDOĞAN olarak anılmak istemiyorum, İMAMOĞLU'na karşı zaten İstanbul’da yenildim, İMAMOĞLU'na yenilmeye alıştım, bir kere daha cumhurbaşkanı seçimlerinde de yenilsem o kadar üzülmem, ancak KILIÇDAROĞLU'na karşı seçim kaybetmeye, ona seçim zaferi tattırmaya asla tahammülüm olamaz ”, diye düşünüyor ve plan uyguluyor,   İMAMOĞLU'nun adaylığı üzerinden,  KILIÇDAROĞLU'nun önünü kesmeyi amaçlıyor, bize göre ERDOĞAN

Maalesef, ERDOĞAN'ın bu düşüncesine, altılı masadan da istemeden destekler geliyor. 

Özellikle, İMAMOĞLU ile AKŞENER  arasındaki bağ ve yakınlık gözden kaçmıyor, AKŞENER İMAMOĞLU'nun ortak adaylığına sıcak bakan beyanlarda bulunuyor, kararın açıklandığı gün de, KILIÇDAROĞLU'nun Almanya’da olmasından kaynaklanan boşluğu, rol çalarak çok güzel doldurmuş, İMAMOĞLU'na sahip çıkarak bağrına basmış, ertesi gün Saraçhanede yapılan altı liderin katılarak konuştuğu mitingde de, bize biraz yapay gelen,  bir genç kızın AKŞENER aracılığıyla İMAMOĞLU'na gönderdiği kaşkol üzerinden,  AKŞENER ve İMAMOĞLU arasında yaşanan el ele samimi tavır ve sevgi gösterileri de göstermiştir ki; altılı masanın önünde ortak aday konusu büyük bir sorun olarak durmaktadır. 

Lütfen oyuna gelmeyelim, altılı masanın ortak adayı KILIÇDAROĞLU olmalı, İMAMOĞLU belediye başkanlığındaki başarılı hizmetlerine devam etmeli, koltuğunu boşaltarak İstanbulluların olanaklarını AKP ve desteklediği dinci vakıflara açmamalıdır. 

İMAMOĞLU sevilen kişiliğini ve popülerliğini;  ortak aday KILIÇDAROĞLU'nun seçim propagandasında KILIÇDAROĞLU lehine ortaya koymalıdır.

Güner Yiğitbaşı

16/12/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Bazı dinciler seks açlığı mı çekiyor
Telefonuma gelen bir tiwit videoda “23 DERECE @yirmiücderece” yazılı mesajda şöyle yazıyordu: “Şarkıcı Gülşen’i ahlaksızlıkla suçlayıp, “madem güzelsin yüzünü sergile k.çını niye sergiliyorsun?” diyen İsmailağa cemaatinden Hüseyin Çevik’in cennet fantazisi pes dedirtti, (sakallı başında kırmızı sargılı bir kişi (Hüseyin Çevik’miş) şöyle vaaz ediyordu:  
           “Bir huri dünyaya tükürse dünyadaki bütün okyanuslar denizler, göller, nehirler hepsi bal olur tadından içilmez. Bir huri başındaki yaşmağı dünyaya sallasa onun kokusunda dünyadaki herkes keyiften bayılır. Bir huri kolundaki bilezikleri dünyaya sarkıtsa güneş söner ay söner yıldızlar söner. Bir huri dünyaya inse dünyadaki bütün erkekler onunla evlenmek için kendini öldürür, hepsi 18 yaşında hepsi bakire, her cinsel ilişkiden sonra tekrardan bakire oluyorlar hepsi de tomurcuk memeli. Onun üstünde 70 kat elbiseli hepsi de şeffaf elbiseli ama hepsi sinek kanadı gibi şeffaf ama ayrı ayrı renkte olacak, o kadar ince ki teni görülecek”. 

Ömer Hayyam bin yıl önce bunu görmüştü

Bin yıl önce devrin böylesine sapık tavırlı kişiler için büyük İslam düşünürü, filozof, şair, astronom Ömer Hayyam (1048-1131) mısralarında şöyle eleştiriyordu:
Irmaklardan şarap akacak diyorsun
Cennet-i ala meyhanemimdir?
Her mümine huri diyorsun,
Cennet-i ala kerhanemidir”.
Birtakım dinci dernek, vakıf ve yurtlarda çocuk tacizlerinin söylendiği, dinci bir vakıfta 6 yaşındaki bulluğa bile ermemiş bir küçük çocuğun 29 yaşındaki bir vakıf müridi ile evlendirildiğinin ortaya çıktığı şu günlerde, Sözcü’de yazan Rahmi Turan abimizin “Cennetteki huriler ve Nuri’ler” başlıklı yazısından alıntıladığımız şu anlatımları görünce dehşete kapılmamak mümkün değildir.
İlahi ölçülere uygun cinsel hayatın, ibadetin bir bölümü olduğunu” söyleyen İlahiyatçı Yazar Ali Rıza Demircan ilahiyatçı hatip Ali Rıza Demircan yazdığı “İslam’a göre cinsel hayat” adlı kitapta anlatıldığına göre, cennet, kadın, huriler erkekler ile ilgili “kuşaktan aşağı” anlatımla sapıklığa varan düşünlerini kitabında yansıtıyor.  İlahiyatçı Hatip Ali Rıza Demircan’ın sosyal paylaşım sitelerinde dolaşan böylesine cinsel içerikli vaazları verdiğini izlemişsinizdir.
İşte imam-hatip Demircan bu kitabında yer yer müstehcen, sanki Cennete gidip gelmiş bunları yaşamış gibi şunları yazmakta.
“Cennette kadınlar cinsi münasebette bulunduktan sonra yine bakire olacaklardır”.Acaba bakirelik kızlık zarını bir tıp doktoruna diktiriyorlar mı ki!
Dünyada birçok İslam ülkelerinde dört evliliğe onay verilirken ve kadınlar ikinci bir dışlanmış yaratık olarak görülüğüne ve kadın hakları gözetilmediğine göre, demek ki Cennette de kadın hakları tamamen yok demektir.
Cennette her erkeğe 100 erkek kuvveti verilecektir”. Aman Tanrım, Cennette cinselliği artıran viyagra fabrikası mı var ki!
Cennete giren kadın, dünyada din uğruna şehit olan erkeklere verilecek, fakat kadın orada 5 erkek istemeyecek, sadece bir erkek isteyebilecek ama o adamın gücü 5 erkek gücü olacak, ona her türlü zevki tattıracak”.
“Cennete giren erkeklerin cinsel uzuvları eğilmez olup hep dik kalacak
“Erkek hem karısıyla hem de hurilerle sabahtan akşama kadar cima (seks) yapacak”. Aman Tanrım, dünyada bir erkeğin karısından başka bir dişi cinsle cima (seks) yapmasına biz zina demiyor muyduk? Demek ki Cennette zina serbest mi oluyor.
Bu anlatılan sapıklıklar ne Kuran da ne de başka bir din kitabında anlatılması mümkün değildir. İşte sapıklığa varan anlatımları imamlardan duyunca kendi kendimize, acaba bazı dincilerde seks açlığı mı var, diye sormaktan kendimizi alamıyoruz.
Bu anlatılanlar erkeklerin hoşuna gideceği görünse de kadınları bile dinci mücahit savaşçılarına seks malzemesi olmanın Tanrı huzurunda sevap olacağı telkin edildiğini gösteren yaşanmış bir olayı hatırlatalım. Suriye’nin karışmaya ve dinci terör gruplarının oluşmaya başladığı 2010 lu yıllarda, Suriye’nin bazı bölgelerinde El Kaide, HTŞ, IŞİD gibi güya din adına savaşan mücahitlerin savaşına katkıda bulunmak için, erkek militanların seks ihtiyaçlarının karşılanmasının sevap olacağı telkin edilen Kuzey Afrika’nın bazı bölgelerinden Müslüman kadınlar, Türkiye üzerinden gruplar halinde Suriye’deki din adına savaşan mücahitlere gidiyorlardı. Ne ki bizdeki tarikat, cemaat odaklarında öylesine iğrenç “badeleme”(1) olaylarını duyuyoruz ki, tekkenin şeyhine karısını bile “badeleme”ye götüren kocalara bile rastlıyoruz. Böylece Bunlar o zaman gazetelerimize bile yansımıştı.
Böylece görüldüğü gibi cahil gerici toplumlar insanlar, çıkarcı dinciler tarafından kadın olsun erkek olsun yukarıda anlatılan cahil din adamlarının telkinlerinde olduğu gibi, canlı bomba yanında, seks malzemesi olarak bile kullanılabileceklerine tanık oluyoruz.  Bu anlatılan huri masalları ile cahil insanları bu dünyadan vaz geçirip öbür dünyaya bağlamak için çalışmadan, kazanmadan yaratmadan soğutarak vaz geçirerek öbür dünya cennetine yönlendiriliyorlar. Çağdaş dünyada bütün Müslüman ülkelerin geri kalmasına bir bakın. Günümüzde de oy, siyasi rant peşinde olan siyasi iktidarlar da bu çağ dışı gerici eylemlerin doğduğu tarikat ve cemaatlere göz yumarak, destekleyerek ülkede yıkıcı, geri bıraktırıcı, sömürücü bataklık yaratıyorlar.    

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com
Dipnotlar

(1)Badeleme, şeyhin tarikat liderinin cinsel organını insanlara emzirmesi.

Ne acı ki katledilen akademisyenin katilleri bulunmadığı gibi mahkeme dosyası da kayboluyor.

Cavit Orhan Tütengil’in cenazesinde bile cinayet işlendi.


Cavit Orhan Tütengil katledilişinin 43 yılında anıldı
7 Aralık 1979 da bir otobüs durağında katledilen Sosyolog Yazar Dr. Cavit Orhan Tütengil, ölümünün 43 yıldönümünde, Cumhuriyet Gazetesi okurları Kültür Merkezindeki (CUMOK) anma söyleşisine Yazar Dr. Taner Akçam, Tütengil’in kardeşleri Kaya Tütengil, Deniz Tütengil Mazlum’un konuşmacı oldukları 10 Aralık 2022 gün anma gününde geniş bir Cumhuriyet okuru izlediler. 

Konuşmalarda, dört katilin kurşunları ile katledilen Cavit Orhan Tütengil’in katillerinin bulunamadığı ve dava dosyasının da kaybolduğunu öğrenen izleyiciler bu dehşet verici ayıp karşısında hayretlerini şaşkınlıkla dile getirdiler. 

Kardeşi Deniz Tütengil Mazlum’un açılış konuşması

Anma söyleşisinde C. OrhanTütengil’in kardeşi Deniz Tütengil Mazlum onun yaşam öyküsünü anılarla ekrana yansıtılan görüntülerle anlattığı konuşmasında şunları söyledi:

“-Abim Tarsus’da 1921 yılı doğumlu, Rumi tarihle 338-337 Tarsusiye yayzıyor. Kendisi resmi doğumunu 17 Ocak 1921 olarak söylerdi. Dedemiz köy öğretmeni idi. Ortaöğrenimini Tarsus’ta tamamladıktan sonra İstanbul Haydarpaşa Lisesine giriyor, 1940 yılında mezun oluyor. Dedemizin Soyadı Ali Rauf Öz olarak belirtiliyor. 1934 yılında soyadı kanunun çıktığı zaman Öz soyadını seçiyor. Daha sonra babam o aileyle ilgili bir lakabı almayı düşündüğünden, ailesinin lakabı Tarsus’ta “Tütenler” olduğundan yola çıkarak “Tütengil” soyadı alınmış oluyor ve değişiklik 1946 tarihinde yapılıyor.

Haydarpaşa Lisesini bitirdikten sonra Yüksek Öğretmen Okulu Felsefe bölümüne devam ediyor ve 1940-44 yılları arasında eğitimini burada tamamlıyor. Daha sonra ilk görev yeri Antalya oluyor, ardından Lüleburgaz ve Antalya Aksu Köy Enstitülerinde öğretmenlik yapıyor. İlk görev yeri Antalya Lisesi dedim. Daha sonra Erzincan’da yapılan askerlik görevi ardından Kepirtepe Köy Enstitüsünde göreve başlıyor. Kepirtepe öğretmenliği sırasında küçük bir kitap “Köy Enstitüsü Üzerine Düşünceler” kaleme alıyor, bu kitapta köy enstitülerinin Türkiye için ne kadar değerli olduğunu ve köy enstitülerinin bir rönesans hareketi olduğunu belirtiyor.

Ardından Aksu Köy Enstitüsü yılları başlıyor. Aynı yıllarda annemiz de orada öğretmendi orada tanışıyorlar. Orada orda araştırmalarından iki ciltten oluşan bir derleme var, önsözünde diyor ki:

“- Köy konusunda çalışmayı bekleyen sınıf dışı sosyoloji çalışmalarına istekle katılan öğrencilerimi sevgi ile anmak isterim. Bizi memleketi tanımaya götürecek olan bu yol köy öğretmeni olarak onlara düşen bir vazifeyi işaretlemektedir. Öğretmenlik yapacakları yurt parçalarını çeşitli yönleriyle inceleyen tetkik ve araştırmaları onlardan haklı olarak bekleyeceğiz”. 1950 yılında imzalanmış bu önsöz. 1952 yılında babamız Şükrüye Urugayla Ankara’da evleniyor.

Daha sonra bilgi, görgüsünü arttırmak için yurt dışına Fransa’ya gönderiliyor ve Diyarbakır Lisesinde öğretmenlik yapıyor. Daha sonra 1953 yılında İstanbul Üniversitesinde akademik kariyere başlıyor, asistanlığı sırasında bu fakülteyi e bitiriyor; 1956 yılında tamamladığı doktora tezi Monteskio nun “Siyasi ve İktisadi Fikirleri” başlığı taşıyor. Bu çalışma 1957 yılında Türk Dil Kurumu’nun bilim ödülünü kazanıyor. 1962-63 akademik yılı için bu sefer Britiş Mezzyum’un (British Museum)   Kütüphanesinde araştırmalar yapmak üzere (pardon bunları anayım önce) 1960 yılında doçent 1970 yılında profesör oluyor ve İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde Gazetecilik Enstitüsünde derseler veriyor, çok sayıda makale kitap yayınlıyor, araştırmalar yapıyor. O kütüphanede araştırma yaparken bir yıl Londra’da yaşadık. Daha sonra buradaki deneyimi ile ilgili Cumhuriyet Gazetesinde yazdığı yazıda şöyle diyor:

“-Bir araştırıcı için hayatımın sayılı günleri kendisini heyecanlandıran eser ve yazılarla karşılaşma günleridir. Dr. Rıza Nur’un yazmalarından sonra Ziya Gökalp’in yayınlanan ilk yazısıyla 1895 yılında Londra’da çıkan İstikbal Gazetesi’nin ilk sayfalarında karşılaşmak yeni bir sayfayı Britiş Mezyum’ daki (British Museum) çalışmalara katacaktı”.

Çok sayıda kitabı Cumhuriyet yayınlarında çıktı, babamızın özel hayatında Cumhuriyet Gazetesi’nin özel bir yeri var. 12 Temmuz 1972 yılında Cumhuriyet gazetesi yönetim kuruluna seçiliyor, yaşamını kaybettiği güne kadar da bu görevi sürdürüyor. 7 Aralık 1979 sabahı silahlı bir saldırıya maruz kaldı yaşamını kaybetti ve Türkiye’de binlerce aydın masum insan gibi faili meçhul diye nitelendirilen bir cinayetin kurbanı oldu. Bu olay üzerine 8 Aralık 1979 tarihli Uğur Mumcu Köşe yazısında şöyle diyordu: 

“-Bu terörü kim finanse ediyor, bu silahları yurda kim sokuyor, kim veriyor bu silahları gençlerin eline teröristlere, teröristleri kim koruyor kim destekliyor kim koruyor? Kim besliyor? Nerden dönüyor bu değirmeni suyu nerden besleniyor? Başsağlığı dilekleriyle ağıt yazılarıyla değil, korkmadan yılmadan gerçeğe parmağımızı basarak yapalım bu görevi. Vah Tütengil Hoca vah sen demi bu namussuz kör kurşunlara kurban gidecektin. Senin gibi aydın senin gibi yürekli insanların bizden beklediği bu kan gölünün ortasındaki ardındaki gerçekleri ortaya sermek değil midir? Elimizde bu kalem tuttukça bu görevi yapmaya çalışacağız”. 

Ne yazık ki biliyoruz ki Uğur Mumcu’nun 24 Ocak 1993’te benzer bir biçimde canına kıyılmasıyla ortaya çıkan bu görevini sürdüremedi.

Cavit Orhan Tütengil katledilişinin 43 yılında anıldı

9 Aralık 1979 günü İstanbul üniversitesinden uğurladık babamı törenle. Daha sonra o sırada çok vahim olaylar yaşandı, camide yapılan cenaze töreninde girişler engellenmeye çalışıldı, hatta açılan ateş sonucunda o gün 18 yaşındaki bir genç Osman Şenyurt hayatını kaybetti. Bu cenaze töreninde epey şiddet uygulandı. Babamız Tütengil öldürüldüğünde 58 yaşında idi. Katilleri onları azmettirenler hesap vermedi, soruşturma dosyası kaybedildi ve Türkiye yasaları gereğince zaman aşımına uğradı. Deniyor ki “insanlık suçlarının zaman aşımı olmaz”. Oluyor maalesef ve oldu.

Mezar taşındaki bir yazıdan alıntı şu alıntı yer alıyor. Ünlü Sanatçı Edebiyatçı Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ölümü üzerine kaleme aldığı bir yazıdan bir alıntı yer alıyor. “Dünyamızı güzelleştirmeye bakalım, can dostlarım ölümünden sonra yaşamanın bedeli dünyamızı güzelleştirme doğrultusundaki çabalardadır”. 

 “Yeni Ufuklar dergisinde 1967 yılında yayınlanan “Korku Duvarı” başlıklı yazısından alıntılarla bitirmek istiyorum, diyor ki kendisi: 

“Korkunun bir kaynağı içinde yaşadığımız ortam ise öteki kaynağında kendimizdir, ortamdan gelen korkular günü birlik yaşamaktan yaşandığı gibi bazı çevrelerin seyrek yarattığı korkular da olabilir. Bu sebeple olayları iyi değerlendirmek yasalardan yana olan hakları ödevleri kuşkusuzca kullanmak gerekir. Kişinin kendisinden gelen korkulara gelince, ataların da söylediği gibi “korkunun ecele faydası yoktur”. Üstelik yiğit insanın bir kez ölmesine karşılık korkak kişi sık sık ölür. İnsanları ve toplumları mutlu kılmanın ölçüleri çağlarla birlikte değişiyor. Günümüz toplumlarında mutluluğun aracısı insanı her türlü korkudan azade kılmak olmuştur. Bu sonuç niyeti göze alan aydınların sayısı arttıkça bir özlem olmaktan çıkıp gerçekleşir. Yeter ki aydınlar korku duvarını geride bırakmış olsunlar”. 

Biz korku duvarını geride dışarıda bırakmış bir babanın çocukları olmaktan gurur duyuyoruz, onu kaybettiğimiz zaman Turhan Selçuk Cumhuriyet gazetesinde onu yanan bir meşale biçiminde çizmişti. Onu kırk üç yıl sonra bile anmamız onun hala meşalesinin henüz sönmediğini ya da hala yandığını gösteriyor”. Kızının göz yaşları yanaklarına doğru süzülüyordu.

 Dr. Yazar Taner Akçam’ın konuşması

Anma söyleşisinin ikinci bölümünde Araştırmacı Yazar Taner Akçam konuşmasında şanları söyledi:

“Bu iki güzel insanla olmak benim için onur, sizlerle olmak benim için onur. Cavit Orhan Tütengil hocamla ilgili burada konuşuyor olmak benim için çok büyük bir onur. Edebiyatla ilgili çalışmamda köy enstitüleri ve babamla ilgili yazarların yapıtları olmuştu. O zaman bir şekilde böyle sağa sola vura vura, önüme çıkan kitapları okuya okuya T.C.nin kuruluşundan sonraki birtakım gelişmeleri ben birileri gibi “aydınlanma” olarak nitelendirmedim. Ben Rönesans dedim ve üç yıllık bir çalışma ki 500’e yakın kaynak kitap üzerinden özellikle de 20. Yüzyılın ve 21 yüzyılın başında otopsi masasın yatırılmak istenen Cumhuriyet ki, büyük liberal aydınlar ihanetlik gördü bu ülke. O sırada onlara yanıt vermek için yaptığım o çalışma sırasında, geceli gündüzlü yaptığım çalışma sırasında Rönesansın en uygun terim olduğunu o konuda bir karar vermiştim ve hep onu kullandım.

Sonradan karşıma Cavit Orhan çıktı. Tütengil hocamın önce bu terimi kullanmış olduğunu görünce gerçekten de doğru bir seçim yaptığımı yerinde bir seçim yapmış olduğumu gördüm. Bir de Sabahattin Eyüboğlu vardır bu konuda, ısrarla bunun üzerinde duran Sabahattin Eyüboğlu 1932 yılında İstanbul Üniversitesi Romanoloji kürsüsüne tayin olunca başlamış Garganto çevirisine başlamış, ancak 74 yılında ölmeden az önce Ezra Arat ve Vedat Günyol’un yardımlarıyla çeviriyi tamamlayabilmiş. Çok yoğun yaşayan bir insandı çünkü. Cavit Hoca’nın köy enstitüleri ve genelde o dönem yaşanan birtakım gelişmelere Rönesans deyişi aslında onun ne kadar gerçekten de çok önemli bir sosyal bilim insanı olduğunu bir sosyoloji bilim insanı olduğunu da çok açık göstermektedir. Bunlar birtakım rastlantılarla olmadı olaylar, bakın seçtiğimiz bir konu da çok önemli Cavit Orhan Hoca’nın, yani bunda da bir çeşit bir deha bir çeşit önsezi var gibi geliyor bana. Bugün yeryüzünde Türkiye ve özellikle ve yakın coğrafyalarda inanır mısınız yüz yıl içerisinde köylü diye bir zümre bırakmadılar. O üreten insanları o küçücük toprakla kendine yeten ve kapitalizme emperyalizme karşı belli ölçüde direnen o insanları o zümreyi tamamen yok ettiler. Bu bilinçli bir seçimdir ve bu seçim içerisinde de öldürülen insanlar yok edilen insanlar şuurda sağda solda beyinsiz iki tane tetikçinin seçerek yaptığı işler değil.

Zaten Cavit Hoca’nın öldürüldükten sonra dosyanın tamamen kaybolması ve onun arkasındaki, bu öldürme emrinin arkasındaki çok büyük isimlerin yani o dönemin liderlerinin adlarının geçiyor olması da çok anlamlıdır. Gerçekten de biz bunları yaşadık gördük, kendisi de bir şekilde yaşadı diyelim. 20 Kasım 1970 günü Ümit Doğanay’ın   cenazesi törenine katılır. Ümit Doğanay’ın töreninde olaylar çıkar. Polise müdahale edenler söz anlatmaya çalışanlar arasında Cavit Orhan hocamız da vardır. Orada kalabalığın camiye girmesi engellenir ve sonuçta olayların hemen üstünden 20 Kasım’dan 7 Aralığa ne geçiyor, 15 gün sonra da aynı olay kendi başına gelir. Nasıl bir ülkede yaşıyoruz biz ve nelere göz yumuluyor, emperyalizmin yerli ortakları Türkiye’de nasıl bir bilim katline yol açıyorlar görün bakın. Türkiye bugün gerçekten de acınacak bir durumda. Umudumuzu hiçbir zaman yitirmedik biz, hala dipdiri yürüyoruz yolumuzda ama şu gerçeğe bir bakın üniversiteler Türkiye’de değil 60 lı yılların Cavit Hoca’nın çok üstünde özenle durduğu o “1961 Anayasasının getirdiği özgürlükler ortamında araştırma özgürlüğü çok önemlidir” der. 1961 Anayasası da araştırmayı bir tür özgürlük olarak tanır insanlarına yurttaşlarına, araştırma hakkı çok önemlidir ve araştıran bir insandır, bir ömrünü araştırmaya ayırmıştır. Çok önemlidir, gerçekten de sonuçta ortaya çıkan şeylere bakıyoruz bilim insanı bütün kitapları baştan sona kadar ben birkaç gündür daha yoğun bir şekilde onun kitaplarını okumaya çalışıyorum, sayfaların arasında istatistiklerin arasında rakamların arasında tabloların arasında FAO’nun bütün uluslararası kuruluşların UNESCO’nun raporları arsında bir taraftan Hasanoğlan Köyü ile ilgili bir yapılmış araştırmanın neticesinden tutun, işte filanca devlet bakanının yaptığı konuşmada köylerle ilgili verdiği bir takım rakamlardan tutun Cavit Orhan Hoca asla afaki asla gelişigüzel konuşmaz, Cavit Orhan Hoca bir sosyal bilim insanıdır. Mutlaka konuştuklarının arkasında rakamlar vardır, gerçekler vardır. O kadar gerçekçidir ki, kendisinin 48 yılında yayınlanmış ve ne yazık ki piyasada yok kitapları, bu da işin bir gerçeği. Ben dijital ortamda bir yerden aldım. İş bankasına hem telefon ettim hem e-posta attım, yani kitaplarının birçoğu bitmiş basmıyorlar. Nadir kitaptan arıyoruz buluyoruz bir tek Cumhuriyetin bastığı bir kitap var, kolayca bulunabilen elimizin altında, diğer kitaplarına ulaşmak o kadar zor ki, bunlar da önemli gerçekler. El birliği ile de bu işin üstüne gitmek lazım.

İş bankası madem bunun yayın hakkını aldın, yayınlamak zorundasın bitmiştir diye oraya koyamazsın. Gerçekten de bütün kitapları baştan sona kadar araştırma ürünü çok önemli kitaplar.

Cavit Orhan Hoca’ya neden bu katli vacip emri verildi. Bunun üzerine biraz akıl yürütmeye çalıştığımız zaman ne görüyoruz biliyorsunuz. Üç ayrı tarihte üç ayrı Ziya Gökalp kitabı yayınladığını görüyoruz ve hemen hemen köy enstitüleri ile kitabında olmak üzere birçok yapıtında Ziya Gökalp’in adını sevgi ile andığını görüyoruz, oysa onun öldürüldüğü o tarihlerde Ziya Gökalp’in adı, kafadan arındırılmış, işte “Rusya’dan para alan kızıl komünistler ana baba din iman bilmez kızıl komünistleri öldürecek tetikçilerin lideri olarak ideoloğu olarak tanıtılan şimdi daha yakın zamanda. Ben Ziya Gökalp’in Yusuf Akçura’nın adlarını günlük paylaşılan bir paylaşınca önce yakın insanlar isyan ettiler “bu faşist liderleri niye yazıyorsun” diye. Ne ilgisi var, bunlar gerçekten de namuslu sosyoloji insanları, namuslu bilim insanlar, hele Ziya Gökalp’in bu günkü faşist anlayışı ile o bilim insanlarını yok eden anlayışla hiçbir ilgisi yok. Ziya Gökalp bugünkü muhafazakâr sağ kanadın bugün var olsa hücum edeceği bir isimdir. Türkçe ezan okunmasından yana, İslam dinin Türkçe gereklerini yerine getirilmesinden yana olan bir insanın bugünkü muhafazakâr kanatta ne olabilir acaba düşünün. Ve düşününü ki, bu insanlar o gün o tetiği çeken insanlar bugün birçok karanlık odakların oyuncağı olan insanlar Ziya Gökalp’i iyi tanımış olsunlar. Ziya Gökalp’in Türk harsı kavramı üzerinden geliştirilen bir düşünce ile köy enstitülerinin kurulmuş olduğunu görsünler. Bakın bunu söylüyor Cavit Orhan Hoca, “işte” diyor “köye doğru aydınları orada bulacakları hars köy enstitülerinde bulundu ve orada yaşama geçirilmeye çalışıldı” diyor. Cavit Orhan Hoca’nın şu saptamasına bakın, yani “köy enstitüleri yüzde yüz kendi kaynaklarımızdan çıkmış doğmuş ve köydeki gerçekliği göz önüne sermiş bir olgudur, deneyim” diyor. Çok önemli bir saptama, ama aynı zamanda çok duygusal değil, o bir bilim insanı. Diyor ki: “köy enstitüleri tek yanlı bir eğitim çabası ile köylerin kalkındırılamayacağının en açık örneğidir”, diyor. Çok açık yüreklilikle bunu kendisi de kabul ediyor. Bugün başka türlü bakanlar da var, çok hamasi farklı bir şekilde, anki köy enstitüleri açılınca her şey Türkiye’de düzelecekmiş konuşanlar da var. Bunlar yanlış, her şeyden önce olayı çok yönlü çok boyutlu ele almak lazım. Bu bir ilk sorundur. Bu bakımdan ada Şevket Süreyya Aydemir’in işte yapıtına vurgu yapar, der ki, “köydeki sorun önce dirlik sorunudur”, yani köyde üreticinin geleceği garantiye alınmadan köydeki ekonomik durumda eğitimle birlikte güçlendirmeden onun ayakta kalabilmesi onun öğrenebilmesi mümkün değil. BU vurgusunu da çok açıkça yapar der ki, “tek yanlı eğitim çabasıyla köylerin kalkındırılamayacağı anlaşılmış oldu”. Aynı şekilde 1961 yılında her şeye elini uzatır her şey okur görür, 1961 yılında Akçadağ Köy Enstitüsünün kurucusu devrimci eğitimci Şerif Tekben onun da adını saygıyla anıyorum. Şerif Tekben’in İmece dergisinde 1 Kasım 1961 tarihinde bir yazısı yayınlanır. Şerif Tekben orda okulu olan köylerle okulu olmayan köyleri karşılaştırır ve yıllar sonra karşılaştırdığı bu karşılaştırmadan sonra der ki, “bu iki köy arasında çok önemli bir fark yok”, yani olayı bir eğitim yönüyle ele alırsanız bu işin içinden çıkamazsınız.

Cavit Orhan Hoca’nın özellikle vurguladığı gerçeklerden birisi de bu, sosyoloji profesörü olmak sosyal bilimi uzmanı olmaktır. Böylesine nesnel görünmeyi ve nesnel ifade etmeyi gerektirir, o da bunun gereğini yapmış ve o dönemde köyle ilgili doğru dürüst bir araştırma kurumunun bulunmamış olmasına dikkat çekmiş kendisi. Çok enteresan bir alıntı yapmış “ABD de bile köy sosyoloji okulu bulunuyor, bizde bu konuda hiçbir kuruluş yok” demiş. Tombi’nin (Toynbee) bir şeyini almış, şehirle köy arasındaki uçurumu dile getiren bir İngiliz, (İngiliz tarihçi), “çok enteresan bir adamdır, Avrupalı onu çok iyi takip eder, 1954 yılında basılan bir yapının sekizinci cildinde post modern tarifini başlangıcını şöyle tarif ediyor Toynbe , “Batı dışındaki entelejansların modernliğin sırlarına vakıf olup bunları Batıya karşı kullanma yolundaki çabaları Toynbee nin post modern çağın başlangıcı konusundaki düşünceleri bu ikincisi üzerine yoğunlaşıyordu” diyor Teri Endrsin. Verdiği örnekler Naji Japonya’sı, Bolşevik Rusya, Kemalist Türkiye ve Maocu Çin, 1954 yılı bu kitabın baskısı. Bu dört örnekten birisi olan ve o tarihlerde dünya üzerindeki yeri bile bilinmeyen Türkiye o tarihten itibaren emperyalizmin NATO güçlerinin çok özellikle üzerinde duracakları ve bu günlere getirecekleri bir kültür operasyonu uygulayacakları bir ülke olacaktır.

Gerçekten de kendisi hem birçok araştırmayı kitaplarına konu etmiş almış istatistikleri rakamları, şemaları tabloları almış, ama aynı zamanda bunlarla yetinmemiş kendisi de de doğrudan araştırmalar yapmış bir bilim insanıdır. Adapazarı’nın 12 köyünde birden Arifiye Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmenleri de yanına alarak ilk öğreten ilköğretim okulu öğrencilerini de yanına alarak 12 köyü içeren bir araştırma yapmış ve çok önemli bulgulara ulaşmış. Köylerde pancar ve pirinç ekiminin başlandığını, tarım ve ziraata suni gübrenin girmiş olduğunu, maden su işletmesi açılmış olduğunu, makineli tarımla birlikte yarıcıların köylerden şehirlere göçmüş olduğunu ve daha birçok bulgular var. 

Bu yayınlanan araştırması çok ilgi görünce Bursa ve Bolu köylerinde yaptığı araştırmaları yayınlamış. Kendisi de doğrudan araştırmalar yapmış, bir de köy enstitülerine ilişkin değerlendirmelerinde çok önemli nokta var, benim de katıldığım kendisine. Köy enstitüleri bize çok önemli aydınlar kazandırmış. Zaten çok da birçok yerde bunu ifade etmiş. Mahmut Makal’ın Bizim Köy adlı yapıtının yayınlanmış olmasını Türkiye’de sosyolojik açıdan çok önemli olan bir değerlendirmesi vardır.

Yine 1961 yılında Şerif Tekben’in araştırmasını aldıktan sonra Köy İşleri Bakanlığının kurulmasından sonra 1973 yılında, bunu çok olumlu bulur Köy İşleri Bakanlığının kurulmasını. Değerlendirmelerden sonra da eğitimin köyde çok fazla bir değişikliğe yol açamamış olduğunu bir kanıtı olarak da Dursun Akçam’ın Analar ve Çocuklar kitabını örnek verir. Bu da her şeyin farkına varan bir kişi olduğunu gösterir, bir şeye varmak için her şeyi değerlendirmeye çalışıyor.

Bu arada başka şeyler de çıktı karşımıza Cavit Hoca’yı araştırırken 27 Mayıs 1960 sonrası yedek subaylara köylerde öğretmenlik görevi veriyorlar, bu arada Remzi İnanç’ın da 1961 tarihli bir mektubu var. Onu da değerlendirmeleri arasına alıyor, onun üzerinden de Türkiye’de yapılması gerekenleri anlatıyor. Küba’da yüz bin kişinin katıldığı yüz bin öğrencinin katıldığı ülkede okuryazar olmayan bir tek kişi bile bırakmayacak eğitim seferberliğini örnek uygulama olarak gösterir.

Tabi köyden şehire göç üzerinde çok durmuş, üç beş yılda bir yazdığı yazılarda, yazdığı kitaplarda bu konudaki gelişmeleri değişim rakamlarla vererek üstünde çok önemle durmuş. Şehire göçen köy zümresinin orada oluşturduğu sorunlar üzerine durmaya başlamış. Gecekonduların Türkiye’deki o günkü sorunlar arasında ne kadar önemli bir yer tuttuğu üzerine de gene önemli bir çalışma yapmış.

Sosyal Bilimlerde Araştırma ve Metot diye bir kitap yazmış çok önemli bir kitap araştırmacılara yol gösteren yön gösteren orada da 1961 Anayasasının araştırma hakkının iyi değerlendirmesi gerektiğini vurgular.

OICD- FAO-ÜNESKO günü gününe onların yayınlarını takip eder. Türkiye’de böylesine uyanık bütün dünyadaki gelişmeleri takip eden bir bilim insanı bugün var mıdır bilmiyorum, sanmıyorum. Derinliğine böyle bir davaya kendini sınayan böyle bir bilim insanı yoktur.

Köyden şehire göç sadece Türkiye’nin sorunu değil, Asya’da Afrika’da birçok yerlerde de emperyalizm bu köy olayını kendi önünde büyük bir engel olarak görmektedir. Tonbeey’nin dikkat çektiği 1954 yılındaki bu olay emperyalizmin ileriye dönük planlarında çok iyi değerlendirilmiş ve artık Türkiye’de üreten köy kalmadı. Bir insanların toprağından koparılması, iki kültüründen koparılması. Kültüründen nasıl koparılıyor, bir taraftan milyonlarca sığınmacı geldi, bir tarafta insanlar kendi geleneksel yaşamlarından koparıldı. Ve o göçle birlikte, gene Türkiye’de az gelişmişliğin sosyolojisine ilişkin değerlendirmelerinde bu ikili sistemin varlığından söz eden bir tarafta kapitalist üretim güçleri, bir tarafta halen varlığını sürdüren kapitalizm. 

Son çalışmam Atilla İlhan üzerinden Cumhuriyet Kültür tarihi üzerine bir kitap hazırlıyorum. Orada Atila İlhan diyor ki, “demokratik devrim tamamlanmıştır, ne de bu demokratik devrim diye tartışıp duruyorsunuz, Mustafa Kemal yaptı bitirdi”. Çok enteresan yani bu kadar edebiyat sanat insanın ayakları bu kadar ülkesinin dışında olabilir. Cavit Orhan Tütengil bütün yapıtlarında baştan sona Türkiye’de feodalizmin nasıl var olduğunu, Ziya Gökalp’ten alarak bugüne kadar, kendi öldürüldüğü güne kadar gelerek; bugün de var, bugün de hala Türkiye’de topraksız köylü var, üretici sömüren ilişkiler prekapitalist ilişkilerdir. Üreticinin örgütsüz olduğu her yerde prekapitalizm vardır. Türkiye’de bugün küçücük çocukların ırzına geçen, küçücük çocukları kullanan cemaat ve tarikatların arkasındaki güç yan sermayedir. 

Onlar köy çevresinden göçtüler şimdi, şehir çevrelerinde şeriat ve cemaat ağalarını oluşturdular. Ve insanlarımızı gerici politikaların politik arabalarına onlar bağlıyorlar onlar götürüyorlar. Onun için de hala ellerini kollarını sallayarak geziyorlar, altı yaşındaki çocuğa tecavüz edenler. Hala onlara seslerini çıkarmıyorlar. Onun için de İstanbul Sözleşmesi bir gece kaldırılabiliyor, çünkü onların ihtiyaçlarına var, oylarına ihtiyaçları var. Nedir bu zümre bunun arkasındaki güç işte aracılık tefecilik ve bir ucu da bunların Mecliste yumruğu atan, Feto’ya tutun bütün cemaat ve tarikatlar, kimisi açıktan kimisi örtülü bir şekilde emperyalizmin gizli servisleri dirsek teması halindedir. Bunlar çok önemli gerçeklerdir. Bu önemli gerçeklerin arkasındaki sosyolojik sınıfsal analizleri Cavit Orhan Tütengil Hocamızın kitaplarında onun yazdıklarında çok rahat bir şekilde görebiliyorsunuz.

1945 durmamış araştırmalar yapmış, durmamış yapılan araştırmalardan alıntılar yapmış. 1945 ile 1960 yılları arasındaki okul sayısı kahve sayısı, cami mescit sayısını karşılaştırmış. Okul sayısındaki artış 15 yılda yüzde elli, kahve sayısında artış yüzde 400, cami mescit sayısındaki artış yüzde 1200; bu nedenle Cavit Hoca büyük bir kaynaktır. Edinin dursun bir köşede.

Ben Anadolu Rönesansı ile çalışırken Türkiye’de bize ihanet eden liberal aydınların dayandıkları iki tane Batılı Şarkiyatçı var. Bunlardan biri Fransız Etyen, biri de Hollandalı Ericyan Führerdir. Erikyan Führer, bunları sivil tarih olarak okuttu bizim öğretim üyelerimiz. O liberal aydın geçinenler, öğrencilerine ödev verdiler ben Beşikdüzü Köy Enstitüsü ile ilgili bir toplantıda konuşurken, Ardeşen Derneği ile birlikte düzenlemiştik Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği olarak toplantıda konuşurken, demiştim ki, Vakıf Üniversitelerinde özel üniversitelerinde Ericyan Führer’in Türkiye’de modernleşme sivil tarih olarak okutuluyor dedim. Ericyan Führer 1954 seçimlerini değerlendirirken der ki o seçimde hala CHP dört ilde Demokrat Parti’den daha çok oy almıştır, çünkü oralarda mütekallibe toprak ağalığı çok yaygındır.

1954 seçimlerinde CHP’nin Demokrat Partinin çok oy aldığı iller Sinop Kars Malatya Tunceli. Cavit Orhan Tütengil’in aynı tarihlerde bakan konuşmasından bakan istatistiklerinden aldığı rakamlar var. Ağa ve ağa köyü olmayan dört köy. Yalana atmaya bakar mısınız, Cavit Hoca her yerde her zaman karşımıza bir sosyal bilimler kaynağı olarak toplumsal bir kaynağı olarak karşımıza çıkabilir.

Ziya Gökalp ile değerlendirmelerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Diyor ki Ziya Gökalp “milliyette şecere aranmaz, atlarda şecere aramak gerek”, bu günkü ırkçılara bunları okutmak lazım. “Eğer at seçiyorlarsa şeceresine baksınlar, milliyette buna bakılmaz” diyor Ziya Gökalp.

Köy enstitülerinin meydana çıkardığı en büyük gerçek köylümüzde pek çok meziyet ve kabiliyetlerin mevcut olduğudur. Olayı bir aydınlanma çabası olarak görüp bir aydınlatan bir de aydınlanan kesim olarak görüp, tembel, miskin, uyuşuk köylüleri aydınlatan bir Kemalizm olarak tarif edenler var. Bunlar zaten gerici kanadın eline çok büyük malzeme veriyorlar. Bu yaptıkları tarifle. Oysa köy enstitülerinde Aşık Veyseller var, Ali İzzetler var, köy enstitülerinde köylüler derslere de giriyorlar hafta sonu şenliklerine de katılıyorlar. Köy enstitüleri halk kültürünün doğrudan doğruya ayağa kalktığı evrensel bilgi ve estetikle kucaklaştığı yerler ve köyde var olan değerler üzerinden köy enstitüleri açılıyor ve devam ediyor. Tonguç Baba her olanakta bunu sık sık vurgular. “Köy enstitüleri Türk inkılabının millet temelinde başlamış olan hayırlı Rönesans hareketidir. Türk aydının vazifesi bu hayırlı rönesansın üzerine titremek olmalıdır”. Ama olmadı o dönem köy enstitülerini pazarlık konusu yaptılar, Batılı emperyalistlerle. Şimdi de alternatif yol üretenlerle yola çıkanlar da İngiltere’de para buluyorlar, Amerika’da bilim buluyorlar. Bunlara üzülüyoruz. G.M. Kemal bizim değerlerimiz üzerinden emperyalizme kafa tutmuştu, köy enstitüler bizim değerlerimiz üzerinden kurulmuş bina edilmişti. Biz özgüvenimize kendi kendimize yeten bir politikayla dünyaya kafa tuttuk ve örnek olarak gösterildik. 1945 ten sonra olay değişti Hasan Ali Yücel’in atmaması, köy enstitüsü düşmanı Şemsettin Sirer’in Maarif vekili yapılması, Rauf İnan’ın görevden alınması arkasından Tonguç’un görevden alınması, köy enstitülerinde karma eğitime son verilmesi gibi adımlarla biz emperyalizme aslında yaptığımız o bütün olumlu şeyleri satmış solduk. Buna aracı olarak da kim kullanıldı devlet kasalarında Mustafa Kemal’in ve yanındaki insanların 1789 Fransız İhtilaline bakarak kendileri ne burjuvaydı ne de gönül olarak burjuvaziyle ilgili bir bağları vardı. Ama diyorlardı ki “Batı’daki Fransız İhtilalini yapan o sınıf Türkiye’de de herhalde Cumhuriyete sahip çıkacaktır. 

Devlet olanaklarıyla ihaleleriyle falan filan biz bir burjuva sınıfı yarattık. Onlar da Batı ile kucaklaşabilmek için bizi sattılar açıkçası 1945 ten sonra ve köy enstitüleri pazarlık masasın yatırıldı. Şimdi de sığınmacılar pazarlık masasında ama bizim kültürümüz yok ediliyor, bizim coğrafyamız yok ediliyor, bizim denizlerimiz nehirlerimiz kirletiliyor, bizim ormanlarımız kesiliyor yani bir an önce bizim çocuklarımız kirletiliyor yani bütün güzel geleneklerimiz dayanışmacı imececi geleneklerimiz köy enstitülerinin de üzerinde oturduğu Cavit Orhan Hoca çok önemle üzerinde durduğu, “devlet yatırımıyla köy düzelmez” der. “İstanbul’un bir köyünde birkaç yatırım yapılmış, bunlar hiçbir şey olmaz” der. Yani “köyün imece geleneğinin köyün katılmadığı bir köy yatırımı asla kalıcı olamaz” diye bu konudaki görüşünü bildirir.

“Hayale kapılmayalım” diyor bir taraftan da. Demokrasinin memleketimizde yerleşme şartı ilköğretim seferberliğini nüvesi olan köy enstitülerinin başarısına ve gelişmesine sıkı sıkıya bağlıdır. Ama köy enstitülerinin sihirli değnekleriyle dokundukları her şeyi gülistana çevirecek sihirbazlar değildir. Mahdut imkanları içinde samimi niyet sahibi gerçeğin sinesinden doğup kurulmuş müesseselerdir. Köy davası halinin düğümünün çözümü sadece enstitülerden istemek haksızlık olur. Çünkü köy meselesi Türkiye meselesinin bir başka adından müteradifinden ibarettir” der. Bu köy enstitüleri üzerine notlarda, bunu vurguluyor. Gene Türkiye’deki eğitim olayına da her şeyine de mümkün olduğu kadar bir yorum getirmeye çalışmış. 

28 Eylül 3 Ekim günleri arasında toplanan Milli Eğitim Şurasına TÖS ve İlksen ’den yalnızca birer temsilci istenmesi onların da bu temsilciyi göndermemesi üzerine bu şura daha baştan itibaren yöneticilerin dediklerini onaylayan bir şuradır. “Demokratik değildir” diye görüşlerini bildirir Cumhuriyet gazetesine yazdığı yazıda. Konuşmalardan 4 Eylül 1972 de Devlet Bakanı İlhan Öztürk Sivas Kongresinin 53. Yılında konuşuyor diyor ki, “Türkiye’de hala 743 köy ağa köyüdür” diyor, devlet bakanı söylüyor bunu. Ve aynı dönemlerde topraksız ailelerin oranı tüm köylüler arasında yüzde 46,8 gibi bir oran tutmaktadır.

1975 yılında geleceğin Türkiye’si için şunları söylüyormuş Cavit Orhan Hocam umdu aradığı gelişmeler doğrultusunda: “Tarım Toplumundan sanayi toplumuna geçiş aşaması tamamlanacak devlet yurttaş ilişkilerinde sevgi egemen olacaktır”. Olamadı çünkü Cavit Orhan Hoca’yı elimizden aldılar, gerçek bilim insanlarını elimizden aldılar. Ama biz onların hatıralarına biz onların bıraktığı çalışmalara dört elle sarılacağız ve yarınımıza da onların baktığı gibi onurla güvenle bakacağız, araştırmacı olmayı sürdüreceğiz, sessiz kalmayacağız, her yerde onların adını haykıracağız doğru bildiğimiz gerçekleri de haykıracağız”.

Karşılıklı soru cevaplarla söyleşi sona erdi.

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Tarih tekerrür mü edecek?
Bugün,  nihayet gerekli hakim bulundu ve İMAMOĞLU hakkında, bizim de beklediğimiz, hiç de sürpriz olmayan,  hukuk dışı mahkumiyet kararı verildi. 

Bu haksız ve hukuk dışı karar; verene ve verdirenlere hayırlı ve uğurlu olur inşallah(!)

Türk Milleti için kısa vadede hayırlı olmayacağı, orta ve uzun vadede ise,  çok hayırlı olacağı tartışmasız doğrudur. 

İMAMOĞLU; asla,  Yüksek Seçim Kurulu Üyelerine yönelik olarak söylemediği,  Süleyman SOYLU'ya hitaben söylediği bir sözden dolayı,  Yüksek Seçim Kurulu Üyelerine hakaret ettiği gerekçesiyle,  ne yazık ki; haksız ve hukuksuz bir şekilde cezalandırıldı. 

Bir hatırlayalım. Partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN ne demişti?

İstanbul'u kaybeden,  Türkiye'yi kaybeder demişti. 

İşte, İMAMOĞLU;  İstanbul’u kazanınca,  ERDOĞAN'a İSTANBUL'u kaybettiren ve sonrasında da Türkiye'yi kaybettirecek olan bir kişi olarak, ERDOĞAN tarafından hedefe konuldu. 

Önce seçimler iptal ettirildi, İMAMOĞLU,  hem de daha yüksek bir oyla tekrar seçilince, İMAMOĞLU adeta imha edilmesi gereken bir kişiliğe büründü ERDOĞAN'ın gözünde. 

İşte bugün mahkumiyetle sonuçlanan dava da, İMAMOĞLU'nu siyaseten imha etme planının bir ürünüdür. 

Bu karar henüz kesinleşmemiştir, İstinaf ve Temyiz üst yargı denetim yolları sonucunda ne olacağını bilemiyoruz. 

Ancak,  bu karar kesinleşse dahi, çok iyi bildiğimiz bir gerçek vardır. Hem de İMAMOĞLU gibi İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı olarak  bizzat ERDOĞAN tarafından yaşanan ve hepimizin tanıklık yaptığı, yakın geçmişte kalan canlı örnek bir gerçek. 

Yazı başlığında yer verdiğimiz “  TARİH TEKERRÜR MÜ EDECEK?” sorusunu sormamızın da nedeni budur. 

ERDOĞAN da, hiç kimsenin tanımadığı isimsiz bir politikacı olarak seçildiği İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı iken başına gelen bir dava ve mahkumiyet kararı ile siyaset yolunda ayağından çelmelenmiş,  ancak bu çelmeye rağmen kendisi önce milletvekili,  sonrasında Başbakan ve Cumhurbaşkanı olmuştur. 

Demem o ki; tarih tekerrür edecek, ilahi adalet yerini bulacak ve ERDOĞAN tarafından siyaseten yok edilmek istenen İMAMOĞLU, bizzat ERDOĞAN tarafından siyaseten taçlandırılmış, siyasetteki tüm başarı yolları kendisine ardına kadar açılmış mı olacaktır?

ERDOĞAN; geçmişte kendisine  yaşatılanları ve buna rağmen,  bugün geldiği saray yaşamını ve tek adamlığını neye borçlu olduğunu acaba hiç düşündü mü?

Yaşarsak, nelerin olacağını hep birlikte göreceğiz.

Güner Yiğitbaşı

14/12/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Altılı Masa Bu Tuzak Teklifi Elinizin Tersiyle Derhal İtmezseniz Hem Masayı Hem De Ülkeyi Ateşe Atarsınız
Buradan altılı masaya ve onun liderlerine sesleniyoruz. 

AKP'nin başörtüsü serbestliğine yönelik anayasa değişiklik teklifi,  altılı masaya ve dolayısıyla ülkemize, laik demokrasimize kurulan çok açık bir tuzaktır. Altılı masa içinde nifak çıkararak bu masayı dağıtma amaçlı bu tuzak teklifini, dindar seçmenin oylarını kaybederiz kuruntu ve kaygısıyla, derhal ve ittifakla elinizin tersiyle itmez ve bu teklife onay verirseniz,  bu kendinizin ve ülkenin sonu olur,  bunu çok iyi biliniz. 

Şayet bu tuzağı göremez ve bu tuzağa düşerseniz,  sizden hiçbir cacık olmaz, inanırlığınızı kaybedersiniz maalesef. 

Bakınız bu teklifin altında kimlerin imzası var? AKP ve MHP ortaklığı Cumhur İttifakının. 

AKP ve ortağı MHP ve bu ortaklığın lideri ERDOĞAN;  anayasanın yürürlükteki mevcut bağlayıcı kurallarına dahi saygısı var mı, mevcut anayasayı uyguluyor mu? Hayır. 

Altılı masa olarak sizler,  seçimi kazanacağınıza, bu ucube rejimi değiştirerek iyileştirilmiş parlamenter sistemi yeniden tesis edeceğinize gerçekten inanınıyor musunuz?

Gerçekten inanıyorsanız ve özgürlükçü laik demokrasiyi, parlamenter sistemi yeniden kuracağınız vaadinizde gerçekten samimiyseniz, şurada seçimlere altı ay kala, altı ay sonra yapılacak olan seçimlerde kaybederek iktidarı altılı masaya bırakacak olan AKP ve MHP ortaklığı Cumhur İttifakının, samimi olmayan tuzak mahiyetindeki, zamansız ve gereksiz anayasa teklifini,  altılı masa olarak reddettiğinizi, derhal kamuoyuna açıklayarak,  bu tartışmayı niçin sonlandırmıyorsunuz, AKP'nin uydusu oluyorsunuz,  teşbihte hata olmaz,  affedersiniz ama, yularınız Cumhur İttifakına kaptırarak gündem belirleme üstünlüğünüzü yok ediyorsunuz?

Altılı masa liderlerinde özgüven, özgüven kadar birbirlerine olan güven ve cesaret eksikliği olduğunu gözlemliyoruz ne yazık ki. 

Anketlere göre seçimleri kaybetme aşamasındaki AKP ve lideri ERDOĞAN kadar yürek ve cesaretiniz yok maalesef. Hala, beyhude olarak, mütedeyyin kesimden gelecek oy kayıplarını düşünüyorsunuz,  korkudan titriyorsunuz. Politikacılarda yürek olmalı,  yürek. Bu sizlerde yok maalesef,  altılı masanın sayın liderleri. 

Sizler, meclise; fakir,  garip ve gurabanın lehine önergeler veriyorsunuz. örneğin fakir öğrencilere okullarda kahvaltı ve yemek verilmesini, İstiklal Caddesindeki patlamayı araştıralım teklif ve önergeleri veriyorsunuz,  AKP ve MHP bileşeni Cumhur İttifakı,  büyük bir kitlenin lehine olan bu olumlu teklifinizi dahi, oy kaybı endişesine kapılmadan derhal reddediyor. Amaçları,  siz muhalefet partilerinin dümen suyunda olmamak, sizlere inisiyatif tanımamak, gündem belirleme üstünlüğünü muhalefete kaptırmamak, kendi özgüvenlerini ve kararlı tutumlarını kamuoyuna göstermek.  Ben, günahım kadar sevmediğim Cumhur İttifakının;  bu cesaretine, özgüvenine,  kararlılığına,  muhalefetin uydusu olmayı reddetme cesaretine,  şapkamı çıkarıyor ve onları ayakta alkışlıyorum. Bu cesareti,  artık altılı masadan da bekliyorum. 

Seçmenlere, bu teklife niçin sıcak bakmadığınızı, daha iyisini iktidara geldiğinizde kendinizin yapacağınızı beyan,  ikna ve izah etmekten o kadar mı acizsiniz?

Seçimlere altı ay kaldı, aslında ülkemizde başörtüsü sorunu diye bir sorun kalmadı, toplumsal uzlaşı ile bu sorunu çözdük, görüyorsunuz başörtülü hakim de,  polis de, asker de var, kimsenin başörtüsünden dolayı mağdur edilmesi söz konusu değil, AKP ve MHP'nin amacı üzüm yemek değil bağcı dövmek, başörtüsü üzerinden aile düzeniyle ilgili yasaklar getirmektir diyebilmekten aciz misiniz? Kaldı ki; ülkenin asıl sorununun,  başörtüsüne anayasal güvence vermek olmadığını, ülkenin asıl sorunun ekonomi ve tek adama dayalı rejim olduğunu, seçmenin başörtüsüyle değil geçim derdiyle boğuştuğunu asla unutmayınız. 

Tekrar ediyoruz, altılı masa olarak aklınızı başınıza devşiriniz, masa içinde tabanınıza,  boyunuza ve posunuza göre tavır sergileyiniz, altılı masaya zinhar zarar vermeyiniz, aksi halde bu ateşte hepimiz yanar ve kül oluruz.

Güner Yiğitbaşı

13/12/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Batsın Sizin İslam’ınız Da İslami Değerleriniz De
Savcılık iddianamesini haber yaparak, altı yaşındaki sübyan kız çocuğunu imam nikahıyla hayvani arzularına alet ederek cinsel tatminine malzeme yapan kişinin bu sapıklığını kamuoyuna duyuran gazeteci Timur SOYKAN, sözde İslami çevrelerin boy hedefi yapılarak tehdit ediliyor maalesef. 

Nedir? Gerçek  İslam ve İslami değerler. 

İslam ve İslami değerler; 

Cemaat ve tarikat şeyhlerinin;  Allah’ı şirk koşarak, kendi kafalarına, şahsi çıkarlarına ve anlayışlarına göre, yoz ve  sapık yeni bir İslam ve İslami değerler yaratması mıdır?

Gerçek İslam’ın kuralları ve İslami değerler; bir bütün halinde,  kutsal kitapta yazılıdır. Bunun dışında,  hiçbir cemaat ve tarikatın kendine,  kendi çıkarlarına göre yeni bir İslam ve İslami değerler manzumesi yaratmaya, çağ ve ahlak dışı olarak yarattıkları kuralları İslami değerlere bağlayarak, İslami değerlerin arkasına sığınarak, İslami değerler üzerinden kendilerine rant çıkarma ve İslam dininin kutsallığının arkasına gizlenerek, gerçek İslam’ı ve İslami değerleri tabu haline getirerek,  kendilerine kalkan yaparak, kendilerinin İslam adına yarattıkları sapık kuralları ve davranışları eleştirenleri; haksız bir şekilde,   İslam’a saldırıda bulunmakla suçlamaya hakları ve hadleri  yoktur. 

Rezaletleri ayyuka çıkan ve sistematik hal alan, süreklilik kazanan, çağ ve gerçek İslam dışı tüm ahlaksızlıkların fokur fokur kaynadığı, vakıflarında, derneklerinde, yurtlarında ve açtıkları kuran kurslarında;  bırakınız kız çocuklarının, erkek çocuklarının dahi tecavüze uğradıkları cemaat ve tarikatların ve bunların yandaşlarının, İslam adına korunmalarına,  daha ne kadar katlanacak bu toplum, bu rezalete dur diyecek geniş bir toplumsal muhalefet,  ne zaman oluşacak bu ülkede?

Cemaat ve tarikatlara ve bunların dernek ve vakıflarına devlet yardımı yapılması uygulamasına daha ne kadar devam edilecek?

Bu ahlaksızların,  devlet tarafından fonlanmaları kadar korkunç bir uygulama olabilir mi?

Devletin savcıları tarafından haklarında gerekli yasal işlemlerin yapılması gerekirken;  siyasal iktidar tarafından,  bu cemaat ve tarikatların hala korunup  kollanmaya devam edilmesi ve devletin kaynaklarından beslenmesi,  bu ülkeye, Türk Milletine ve gerçek İslam’a yapılabilecek en büyük kötülüktür. 

Bu ülkede 15. Temmuz darbe girişiminde bulunan ve Meclisi dahi bombalayanlar da, siyasal iktidar tarafından korunup kollanan, devlet kurumlarına yerleştirilen Gülen Cemaati ve lideri değil midir? Siyasal iktidar,  bundan da bir ders çıkarmamışa benziyor. 

Şu aymazlığa, terbiyesizliğe ve hadsizliğe bir bakar mısınız, hangi ülkede yaşıyoruz?

Tarikatlardaki bu sapıklığı, savcılık  iddianamesini kaynak yaparak haber yapan gazeteci Timur SOYKAN;  haksız ve arsız bir biçimde tehdit ediliyor ve tutuklanması için devletin Cumhuriyet Savcılarına talimatlar veriliyor sosyal medya paylaşımlarıyla. 

Bu çevrelerin sırtları,  siyasal iktidar tarafından çok sıvazlandı, şımartıldı bunlar.  Kendilerini,  gerçekten İslam’ın tek temsilcisi ve koruyucusu sanıyorlar,  gerçek İslam’ın düşmanı bu aciz zındıklar. 

Bazı savcılarımızın da, bu çevrelerin sosyal medya paylaşımlarıyla hedef gösterdikleri ve haklarında soruşturma açılmasını istedikleri kişilerin başına gelenlere bakıldığında; Timur SOYKAN tutuklansın,  Halk Tv. kapatılsın diye şımarıkça ve aymazca paylaşım yapanlara, fazla kızamıyoruz maalesef. Alıştırıldılar, masum kişileri hedef göstermeye. 

Ama bu sefer büyük bir kayaya tosladılar, cemaat ve tarikatların, bunlara ait, yurt, vakıf ve kuruluşların ne mal oldukları, gerçek İslam’la uzaktan yakından bir ilgilerinin bulunmadığı, Allah’ı şirk koşacak derecede İslam’ı yozlaştırdıkları, tanınmaz hale getirdikleri, sonra da İslam’ın ve İslami değerlerin arkasına sığındıkları, açıkça gün yüzüne çıkmıştır. 

Timur SOYKAN tutuklansın diye paylaşım yaparak C. Savcılarına talimat verenlere ve bu talimatın muhatabı C. Savcılarına sesleniyoruz. 

ATATÜRK'ün söylediği gibi; "Türkiye Cumhuriyeti şeyhler,  dervişler,  müritler,  meczuplar memleketi olamaz.  en doğru,  en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır. . "

İslam ve İslami değerler; 

Sadece beş vakit namaz kılmak, karda kışta koşarak Cuma namazlarına gitmek, aç kalarak oruç tutup hacca gitmek değildir. 

İslam ve İslami değerler; 

Eline, beline ve diline hakim olmaktır, 

Namuslu olmaktır, 

Hırsızlık ve yolsuzluk yapmamaktır, 

Yalan söylememek, kötü söz söylememek ve iftira atmamak, kamu maliyesini çıkarları için kullanmamak, kul hakkı yememektir.  

Ne mutlu bana ki; namaz kılıp oruç tutamıyorsam, İslam’ın eylemsel kurallarını yerine getiremiyorsam da, namusluyum, ahlaklıyım, yalan söylemiyorum, hırsız değilim,  kimseye kötü söz söyleyip iftira atmıyorum ve kul hakkı yemiyorum.

Güner Yiğitbaşı

10/12/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget