Öyle istiyorum ki Türk dili bilim yöntemleriyle kurallarını ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel ahenkli dilimizi kullansınlar.Kemal ATATÜRK
Osmanlıcayı “-Türk’e okutsan anlamaz, Arap’a okutsan anlamaz, Acem’e okutsan anlamaz. Öyleyse bu dil ne dildir”. Şemsettin Sami
Osmanlı nasıl bir devlet ki, dini telkinle hem kendi özünü teşkil eden Türk halkını dışlıyor, kendi Türkçe dilini yadsıyor; hem de bilime ilgisiz kalıyor.
Osmanlı devrinde “Türk” sözcüğü, yoksul ve köylü kesiminin adıdır; Osmanlı Burjuvasında ve kentlerde bu sözcük anlamındadır. “Türk” sözcüğü Osmanlı İmparatorluğu’nda, aşağılama, küçümseme anlamlarında kullanılmıştır. Meşrutiyet’le başlayan Türklük bilinci ve Türklük hareketi, Türk ırkını bu tanımlardan yoksulluktan ve cehaletten kurtarma savaşımının sonucudur.
Ne garip ki, Osmanlının devlet katındaki dili başka idi (Osmanlıca); devletin temelini oluşturan Türk halkının dili (Türkçe) başka idi. Torosların zirvelerinde Orta Asya’dan getirdikleri Türkçeleri ile türküler söylüyorlar, Dadaloğlu, Kozanoğlu vb gibi kendi ozanları ile Öztürkçe destanlar diziyorlardı. Onlara hiçbir hizmet götürmeyen Osmanlı da, ya gaddarca vergiler alıyor, ya da cephelerde ölmek için asker alıyordu. İşte Osmanlı devleti ve aydınlarının “kaba Türk” “kobat Türkçe” diye dışladığı Tahtacılar-Türkmenler Osmanlıya Toros zirvelerinde 300 yıl direnmişler. O nedenle Türkçe konuşan Türk halkı (Türkmenler, Aleviler) Osmanlı devletine adeta yabancı idi. Onun için halk ozanları Osmanlıyı eleştiren destanlar dizerlerdi:
Hatayi
“Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı
Ekende yok biçende yok
Yiyende ortak Osmanlı
Alemi yaratan yetiş imdada
Kati çok bunda kaldı fukara
Günden güne oldu zulüm ziyade
Bir acayip halde kaldı fukara
Haneye dokuz yüz düştü salyana
Şüphe yok eriştik ahir zamana
Niceler muhtaç oldu aziz nana
Elleri koynunda kaldı fukara
\
Bütün malım aldın ey kanlı zalim
Şikâyet ederim Hüda’ya seni
Garip mecnun gibi perişan halim
Şu fani dünyada ağlattın beni
Demirden kuşluk öşürcüler geldiler
Zahirem samanım bütün aldılar
Bir tek yaba ile beni saldılar
Ki beyler başladı zulme
Ve rağbet kalmadı ilme
Gözün ağla hiç gülme
Zaman ahir zaman oldu
Alırlar kadılar rüşvet
Edip müminlere himmet
Fakire yoktur şefkat
Zaman ahir zaman oldu. (1)
Tanzimat’tan sonraları Türkçülük hareketi devrin aydınlarınca ön plana çıkarılırken özünde halkçılık, halkın ilk sıradaki düşmanları cehalet, taassup ve gericilikle savaş vardır. Türkçülük aynı zamanda cehalet ve taassubun merkezi durumundaki medreseyle savaştır; hilafete ve saltanata karşı durmaktır. Cehalet ve taassup toplumu geri bırakmanın en büyük nedenlerinden olduğunu gören emperyalizmin uzantıları olan, Osmanlı içinde açtıkları azınlık okullarındaki öğretmenleri, “Türk dili bilim ve hekimlik bilimlerini okutmaya yetmez” diyerek, Türkçe’yi dışlıyorlardı.İşte kâhOsmanlı yönetiminin Osmanlıca eğilimi, kâh emperyalistlerin dildeki dışlayıcı tavırları yüzünden, Türk dilinin ve Türk ulusal bilincinin gelişmesi engelleniyordu.
Tanzimat’tan sonra Türk aydınları sayesinde çağdaşlaşma girişimi, Türkçülük ideali başlayınca, Türk aydınları hem cehalet ve taassupla, hem de emperyalizme karşı direnme ve mücadeleye başladılar. Osmanlı medreseleri hem cehalet ve taassubun, hem de emperyalizmin savunucu ve maşası olduğu için Mustafa Kemal, medreselere, “cehalet fabrikası” demiştir.(2)
Medreseler yüzyıllar boyunca ne bilime, ne kültüre hiçbir katkısı olmamış; orada okuyanlar ne doğru düzgün Arapça öğrenmişler, ne de daha başka yabancı dil öğrenmemişler. Medreseliler askerlik yapmazlar, millet devlet kesesinden yiyip içerler, güya -ilim öğreniyor- adı altında bedava yaşayıp giderlerdi. İçlerinden bir tane bilim adamı çıkmamıştır. Üstelik onlar da Türk’ü, Türkçeyi dışlardı ve Arapça’yı çok üstün tutarlardı. Ayrıca medreseler asker kaçaklarının barınağı idi.
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesini okurken, bu seyahatname üç yüz yıl önce yazılmıştır, bir yerde hatırladığım kadarı ile Evliya Çelebi Toros Dağlarının zirvelerinde yaşayan Tahtacı Türkmenlerinin köylerinden geçerken, “oralarda kaba, yabani Türk köylerine rastladım” şekline bir notu vardı. Yani kısaca Osmanlı, yönetimi ile güya bazı aydınları ile Türk’ü ve Türkçeyi hakir görüyordu. Onun için Osmanlıca denilen karma, anlaşılmaz bir dil kullanıyorlardı.
Osmanlı Tarihçisi Hoca Saadeddin Efendi (1536-1599) tarih kitabında şunları yazıyor:
“-…Türklerin varlıkları doğuştan yaramaz olup yaradılışlarından dik başlı olduklarından başka, ikinci bir huysuzlukda onların aşağılık yapılarında ikinci bir huy gibiydi. Ol insanların eksik kişilerin nifakla dolu yüreklerinde bin bir türlü fesat gömülü olup, her biri insan biçiminde laf anlamaz hayvanlara benzer kişilerdi…”(3)
Tarihinde Türkleri akılsız gösteren 16. Yüzyıl’ın sonunda ilk kullanan kişi, tarihçi Hoca Sadettin Efendi’dir... Şu beyt onundur:
“Başına tac aldı çıkdı ol pelid
İtdi bî-idrak Etrak’i mürid.”
(O pis adam başına taç takarak ortaya çıktı ve kendisine de akılsız Türkleri mürit yaptı.) “Gönül nedir bilene gönül veresim gelir.
Gönül nedir bilmeze hissiz diyesim gelir”.
Selçuklu ve Osmanlı döneminde bazı yazar ve şairler Türk Dili’ni küçümsemiş aşağılamışlardır. Bunlardan Mevlana, Sultan Veled, Hoca Mes’ut, Sinan Paşa, Sarıcalı Kemal vb.
Mustafa Şeyhoğlu yazdığı 8000 beyitlik Hurşidname adlı eserinde Türkçeyi “gobat” kötü fena ve yavan bir dil olarak şu beyitlerde nitelendirmiş:
“Gobüt dildür bu dili irdedim çok
“Sovukdur tadı yokdur tuzu yokdur,
“Yavandur lezzeti vü özi yokdur.
“Belarmez,aslıfaslı yöni yaşi,
“Bilinmez kankıdur naahaşi haşi”.(4)
Türk Dili konusunda Atatürk şöyle diyor:
“Öyle istiyorum ki, Türk Dili, bilim yöntemleriyle kurallarını ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar, bütün terimleriyle çoğunluğun, anlayabileceği güzel, ahenkli dilimizi kullansınlar”.
Osmanlı bürokrasisini devşirme ve dönmeler teşkil ediyordu. İşte bu yabancı kökenli bürokrasi takımı, devletin temelini teşkil eden Türklere “Biidrak-ı etrak yani “idraksiz Türkler Akılsız Türkler” diyorlar, Türkleri aşağılıyorlardı. Türk düşmanlığının dik alasını yapan 2 Beyazıt döneminde Osmanlı Divan-ı Humayun yazmanlarından Hafız Hamdi Çelebi 1499 yılında yazdığı şiirinde “Baban da olsa Türk’ü öldür” nakaratını kullanmakta, üstelik bu sözün Hz Muhammed’e ait olduğunu vurgulamaktadır:
“Devr-i ezelden beri şahım eflak
(Padişahım kâinatın yaratılışından bu yana)
Zemmolur âlem içinde Etrak
(Türkler bu dünyada hep kötülenmiştir)
Vermemiş Türk’e Hüda hiç idrak
(Allah Türk’e hiç anlayış/akıl vermemiştir)
Akl-ı evvel de olursa bibâk
(Türk çok akıllı olsa bile pervasızdır)
Uktul-üt Türk’e velevkâne ebâk
(Baban bile olsa Türkü öldür)
Dedi ol kân-ı kerem, Şah-ı celâl
(O iyilik kaynağı yüce Peygamber dedi ki:)
Türk’ü katleyleyiniz kanı helal
(Türk’ü öldürünüz, kanı helaldir)
Daim oldu bunların işi dalâl
(Bunların işi sürekli sapıklık olmuştur)
Cümlesinden bunu ahzeyle misal
(Cümlesinden bunu örnek olarak al)
Uktul-üt Türk’e velevkâne ebâk
(Öldür Türk’ü baban bile olsa da)
Türk eğer ilimde olursa derya
(Türk derin bilgi sahibi de olsa)
Müfti olup verir ise fetva
(Müftü olup fetva bile verse)
Hemnişin olma bunlarla katâ
(Asla onlara yaklaşma)
Bu kelam içre muhassal cana
(Ey değerli dost, bu sözde özetlendiği üzere)
Uktul-üt Türk’e velevkâne ebâk
(Türk’ü öldür, baban olsa bile)
Türk’ü zannetmeki ola âdem
(Türk’ün adam olacağını zannetme)
Türk ile durma oturma bir dem
(Türk ile bir an olsun oturma)
Şeker alsa eline, ola sem
(Türk eline şeker alsa onu zehir say)
Ser-i Etrak’i kesip hiç yeme gam
(Türklerin başını hiç üzüntü duymadan kes)
Uktul-üt Türk’e velevkâne ebâk
(Öldür Türk’ü , baban olsa bile)
Ey Kadimî Türk’e hiç olma yakın
(Ey Kadimî Türk’e hiç yakın olma)
Sözleri olur ise dürr ü semin
(Sözleri çok değerli inci bile olsa)
Zinhar olma Türk’e yakın
(Sakın Türklere yaklaşma)
Kes başın, kanın dök, çekme gam
(Başını kes, kanını dök hiç üzülme)
Uktul-üt Türk’e velevkâne ebâk
(Türk’ü öldür, baban olsa da)
Türkü kötüleyen daha nice Osmanlı ozanları bulunmakta, biz sadece bir tanesini alabildik.
Sultan 2. Abdulhamid, göreve getirdiği sadrazamlar hakkında şöyle demektedir: “ Birini göreve getirdim Rus ofil çıktı, biri İngiliz ofil çıktı, biri Fransız ofil çıktı, hiç Türk ofil bulamadım.” Sultan, bir gün Yıldız Sarayının balkonunda otururken, bir Türk bahçevan çiçeklere bastığı için Arnavut bahçevan tarafından azarlanır ve “ Eşek Türk” diye hitap edilince Sultan Hamid Arnavut bahçevana müdahale ederek: “ Ben de Türk’üm, defol git buradan” diye bağırır.(5)
Sonraki yıllarda Batı karşısında Osmanlının geri kalmışlığını gören ve ümitsizliğe kapılan Türk aydınlarından Abdullah Cevdet, “Türkler ecnebi damızlığa muhtaç olacak kadar pörsümüştür” demiştir”.
“Müslüman oluşumuzu, Hazer’in güneyinden geçip bu yerleri vatan yapmamızı felaketlerin kaynağı sayanlarımız vardır. Türkçe konuşmamızı bir eksik dil bilen, başka bir ecnebi dili, anadilin yerine yerleştirilmeyi teklif edenlerimiz de vardır. Bizim birçok işleri yapamayacağımıza yabancı kudretinin bir Allah vergisi olduğuna itikat, henüz silinmemiştir.
Ecnebi gözüyle Türklerin muhakemesi de budur: Bizi bir zaman “Allah’ın belası” diye mektep kitaplarına geçirenler, bütün Avrupalılar, Amerikalılardır. Biz; “Ön Asya
Cennetini altüst edip külünü savuranlar” diye gösterildik. Bir Arap tarihçisi, Ahmet Zeki (Paşa) için “İslam âlemindeki düşüklükten Türkler mesuldür”. 1914-1918 Umumi Harbinden sonra, kendi milletlerinden umut kesip şarka yönelen Avrupalı müttefikler bizim üstümüzde durmazlar. Onlara göre, “Türkler, vereceğini vermiş olan, eskimiş bir kütledir; dünyaya yeniliği, kurtuluşu Islavlar getirecektir”. (sf 27)
“Selçuklularda ve Osmanlılarda, din birliğinden olsa gerek, -öğretim dilinin Arapça olması, ulusları ve toplumları birleştirecek, buluşturacak dil- olarak görülmüştür. Nitekim Cumhuriyet’ten önceki ilkokul programlarında “Arapça Konuşmanın Kuralları” kitabı, “Arapça, tüm dillerin üstünde bir dil. Bunu toplum içinde kaynaşmasının bir gereği olarak bütün çocuklarımıza öğreteceğiz” önsözüyle başlamaktadır.
Oysa Osmanlı’nın resmi dili Osmanlıca’nın temelini oluşturan Arapça, hiçbir zaman Türk’ün dili olmamış ve gerçekte yapay dil olmaktan öteye gidememiş ve kaynaşma da sağlamamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılışıyla yok olmuştur. (sf 37)
İslam Tarihinde bazı İslam aydınları, din bağı nedeni ile Arapça’yı, bazen de Farça’
yı öylesine üstün tutuyorlardı ki, özellikle Arapça’nın ana dilleri olmasını isteyenler yanında, kendi dilleri dışında Arapça, Farsça kitaplar yazıyorlardı. Bazıları da bu dilleri bilim dili sanıyorlardı. Örneğin Mevlana, kendisi Türk olduğu halde tüm şiirlerini Farsça yazıyordu.
Osmanlı aydınlarından Şair Nabi (1642-1712), Arapça’yı şu dizeleri ile övmekte:
“Arabiyle bilinur cümle ulum
“İlm olur bi-Arabi na-mefhum”.
(Bütün ilimler Arapçayla bilinir. Arapçasız ilim bilinmez).(6)
(Oysa Nabi bu görüşünde yanılmakta, çünkü değil Arapça’yla bilim öğrenilmesi, “500 yıldır bütün İslam âleminin bilime hiçbir katkısı yoktur”) İşte devrin aydını Nabi 300 yıl önce Türkçeye karşı Arapçayı övmekte. Bu tür çabalar Türklerde Türklük bilincinin zayıflamasına, Arapça destekli “ümmet” düşüncesinin yayılmasına neden olmuşlardır. Günümüzde bile, Laik TC nin Başbakanı ve Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan, güya İslam birliğine vurgu yapmak için, “Ümmet” sözcüğünü kullanmakta. Oysa ne tarihte ne de günümüz “Ümmet”li İslam birlikteliği sağlanamamıştır. (Ümmet (Arapça, İslam toplumunun tamamını ifade eden bir kavram).
Osmanlıyı, Osmanlıcayı öven, birçok resmi kurumlardan “Türk” sözcüğünü çıkaran, Türk halkına “Ümmet” diyen günümüzün yönetimi, tıpkı Osmanlı bürokrasisi gibi Türk düşmanlığını devam ettiriyor demektir.
Tarih boyunca görülmüştür ki, din (Müslümanlık ve Hıristiyanlıkta) insanları birleştiren bir unsur olarak görülmemiş, aynı dinin insanları birbirlerini boğazlamışlardır (Kerbela olayı ve günümüzde İslam ülkeleri arasındaki kavgalar, Avrupa’daki savaşlar). Öyleyse Kuran dili Arapça diye, Arapça’yı beynelmilel ve üstün bir dil, bilim dili olarak sayamayız. Türkler Müslüman olduktan sonra yüzyıllar içinde, din adına Arapçayı çok üstün görmüşler, bu nedenle de kendi dillerini ve Türklük benliklerini yadsımaya başlamışlar. Gerek Osmanlı zamanında gerekse TC tarihinde “Türklükten ayrılıyorum” diyenler çıkmıştır.(7)
Türklükten 1927'de "İstifa" Etti
Damad Ferid Paşa (1869 Tokat- 1954 Mısır) hükümetlerinde dört defa şeyhülislâmlığa getirilen "sadrazam" yani "başbakan" vekilliği de yapan ve milletvekili de olan Mustafa Sabri Efendi,
"Türklükten istifa ettiğini" açıkça yazan ilk kişidir, Millî Mücadele'ye karşı olan düşmanlıktan da ötede bu muhalefeti idi...
"Türklük'ten istifasını", sürgününün ilk senelerinde, Yunanistan'da bulunduğu sırada çıkarttığı
"Yarın" gazetesinde 1927'nin 29 Temmuz'unda yayınladığı
"İstifa Ediyorum" başlıklı şiiri ile duyurdu. Şiir,
"Ben de aynıyla reddedip Türk'ü,
Attım üstümden en elîm yükü..
Tevbe yarabbi tevbe Türklüğüme!..
Beni Türk milletinden addetme!.." mısralarıyla son buluyordu!(8)
Türk dilini kötüleyenler arasında yıllar öncesinden olanlar da vardı. Bunlardan Anadolu Beylikleri döneminde yaşamış Mustafa Şeyhoğlu (1340-1410) aşağıdaki mısralarında yazdığı gibi, dilin gelişmesini engelleyenlerden biri olmuştur:
“
Gobut dildür bu dili irdeledum çok,
Sovuktur tadı yoktur tuzı yokdur
Yavandur lezzeti ve özi yokdur”
Cumhurbaşkanı R.T. 2014 de 5. Din Şurasında yaptığı konuşmada, “
bunlar istese de istemese de bu ülkede Osmanlıca öğrenilecek ve öğretilecektir”, diyordu. Bunu diyen R.T. , dini toplantılarda dinsel birlikteliği ön plana çıkarmak için sık sık
“” sözcüğünü kullanıyordu. Buna bağlı olarak Osmanlı Devleti Türklük bilinci doğrultusunda ulusal bir devlet değil, bir İslami toplumu idi. (9)
Oysa Osmanlıca Arapça, Farsça, Türkçe karışımı bir dil olduğu için Türkler anlamadığı gibi, Araplar da, Fars dili konuşanlar da anlamadıkları gibi, dünyanın hiçbir ülkesinde Osmanlıca dil kullanılmıyordu. Osmanlı’da padişah ve öteki devlet bürokrasisinde, yazışmalar Osmanlıca idi ve Osmanlıca yazışmanın bir bilim dili olduğuna inanıyorlardı.
Ünlü düşünür ve şair M. Ziya Gökalp’in (1876-1924), Veteriner Okulu öğrencisi iken (1895-1899),
“Medrese, içine aldığı Türkleri gayri Türk yaparken, Enderun ithal ettiği gayri Türkleri Türkleştiriyor”diyordu. Gökalp, Veteriner Okulu öğrencisi iken, tıbbiyeliler gibi “hürriyetçi-Türkçü” olduğu için II. Abdülhamit yönetimi tarafından tutuklanmıştır.(10)
Eskilerde dinciler, “
Türkçe din dili olmaz” derken, bazı Batı kafalılar da,
“Türkçe bilim dili olmaz” diyorlardı. İlkini söyleyenler, Türkleri Arapça’ya ve Araplaştırmaya, ikinciler de Türkleri İngilizce’ye ve Amerikanlaşmaya yöneltmek amacındaydılar.
Başkent Üniversitesi, öğretim dilini Türkçe olarak belirlerken, aynı üniversitenin Rektörü Prof. Dr. Ali Mehmet Haberal,
“Türkçe, dil bayrağımızdır”isimli üniversite tanıtım broşüründe (2001 de) ders alınacak şu sözleri yazmıştı:
“…Kendi dilini geliştirmek yerine, başka dillerde düşünmeye, eğitime, konuşmaya, kavram üretmeye yönelmek, giderek bunu “çağın gereği, zorunlu koşulu” gibi sözlerle savunmak, mandacılığın dil alanında yeniden canlanmasıdır. Türkiye, bir sömürge ülke değildir, asla olmayacaktır”.
Bugün bu bilincin somut savaşım alanlarından biri de Türkçemizdir…”
Osmanlının resmi dili Arapça ağırlıklı Osmanlıca, ulusal bilincin gelişmesini engellemiştir. Osmanlıca, Türkçe, Arapça, Farsça karışımı karma bir dildi. Halk bu dili anlamakta güçlük çekiyordu. Osmanlıcanın güç anlaşıldığı konusunda, Kamus-i Türki’nin yazarı Şemsettin Sami (1850-1904) şöyle açıklıyor:
“-Türk’e okutsan anlamaz, Arap’a okutsan anlamaz, Acem’e okutsan anlamaz. Öyleyse bu dil ne dildir”.
Gaspıralı İsmail (1851-1914), bu tarihlerde, Kırım’da yayınlanan Tercemen (Tercüman) gazetesinde Osmanlıca’ya karşı Türkçeyi şöyle savunmaktadır:
“-Türkçesi bulunan bir kelime yerine diğer bir lisanın kelimesini istismal etmek (kullanmak) ebedi bir cinayettir… Türk dili Türkçe olmalıdır”. (sf 42)
İkinci Meşrutiyet’le birlikte Türkçe öğretim de tartışılmıştır. Meclis-i Mebusan’ın Aydın Mebusu Abidullah Efendi, ilkin,
“…Medreselerde işlevi gereği uygun olarak öğretim dili Arapça olmalıdır”demişse de, sonradan bunun yanlışlığının farkına vararak şöyle demiştir:
“…Osmanlılar, Arapçayı öğretim dili yapmakla halka eğitim yolunu kapamışlardır. Yapılacak iş, Türkçeyi ilim ve öğretim dili olarak kabul etmektir”.
Türk olarak Türk dilini savunanlar da olmuştur, bunlardan Karamanoğlu Mehmet Bey’dir (1240-1277).(11)
Kırşehir’de yaşamış Aşık Paşa (1272-1333) Garipname adlı eserinde 1329-1330 da yazdığı dizelerinde, Karamanoğlu Mehmet Bey gibi, Türkçeyi savunurken şunları demekte:
“
Türk diline kimesne bakmaz idi
Türklere hergiz gönül akmaz idi
Türk dahi bilmez-ıdı ol dilleri,
Nced yoli ol ulu menzilleri…”
(Türkçe vardı ama gönüller o tarafa akmadığı için kimse onu kullanmazdı).
Atatürk’ün Türkçe Üzerine Bazı Özlü Sözleri.
Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir.
*
Türk dili zengin, geniş bir dildir. Her mefhumu ifadeye kabiliyeti vardır. Yalnız, onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde işlemek lazımdır.
*
Türk milletini ve Türk dilini medeniyet tarihinin ve kültür dillerinin dışında görmenin ne yaman bir yanlış olduğunu bütün dünyaya göstereceğiz.
Mihri Rasim (Müşfik), Mareşal Atatürk
*
En iyi müdafaa usulu taarruzdur. Şu halde dil alanında türemiş yabancılıklara saldıralım; ağacı bir defa silkeleyelim: görelim hangi çürükler düşecek; kalan sağlamlar bakalım ne kadardır…
Prof. Arthur Kampf, Atatürk, Çankaya Köşkü, 1927
*
Milli şuurun ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalışmaya mecburuz.
Türk’ü de Türkçemizi de sevelim, geliştirelim.
Cevat Kulaksız
Cevat Kulaksız
Sonnotlar
(1) https://www.facebook.com/380311808131/posts/10156317293758132/
(2) Tıbbiyeli Tahir Hatiboğlu Otopsi Yay. 2002 sf 172
(3)Tacut Taverih Hoca Sadeddin Efendi cilt 4 sf 37-42-44
(4) Türk Dili sayı 600 Anadil sf 692-693
(5) http://www.manisadagundem.com/turk-cocugu-bu-siiri-unutma-makale,451.html
(6)Hayri-Name’ye Göre XVII. Yüzyılda Osmanlı Düşünce Hayati Nabi sf 101
(7) Örneğin AKP Çorum Milletvekili Ahmet Aydoğmuş, “Türklüğün hiç faydasını görmedim” demiştir.
Osmanlı’da sadrazam olmuş, milletvekili olmuş, Şeyhulislamlık yapmış Vahdettin’in Şeyhulislamı Mustafa Sabri Efendi şöyle ant içerek Türklükten istifa etmiştir: “Yalnız Müslüman ve insan olarak kalmak üzere, Türklükten şeref ve izzetimle istifa ediyorum Allah’ın huzurunda!...Tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme. Beni Türk milletinden addetme!.”. Ne yazık ki, 2017 yılında yapımı biten İmam hatip okuluna, Tokat Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından, Kurtuluş Savaşı yıllarında ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'e ölüm fetvası çıkartan Tokat doğumlu Mustafa Sabri'nin adı verildi”.
(8)https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/821052-ertugrul-ozkok-turklukten-istifa-eden-ikinci-kisidir
(9)https://www.yeniakit.com.tr/haber/erdogan-isteseler-de-istemeseler-de-osmanlica-ogretilecek-39173.html
(10) Jontürklerden Sontürklere Tıbbiyeli Tahir Hatiboğlu Otopsi Yay.2002 sf 37
(11) 13. yüzyıl ortalarında Selçuklular, devlet işlerinde Farsçayı kullanırlardı. Halk ise öz dilleri olan Türkçeyi kullanıyordu. Mehmet Bey millet olarak birlikte yaşamanın ilk şartı olan dil birliğinin sağlanmasının gerekliliğine inanıyordu. Bu birliği gerçekleştirmek için Toroslar üzerinde yaşayan bütün Türkmen boylarını çevresinde toplayarak şu bildiriyi duyurdu:
“Şimden gerü hiç gimesne divanda, dergahda, bergahda, mecliste, meydanda ve dahi her yerde Türk dilinden özge söz söylemeye”. (13 Mayıs 1277)