Bu mektup iki yıla yakın zaman öncesinde yayınlanmasına karşın, güncelliğini hep koruduğu için ve de pek çok vatandaşın dileğini yansıttığından bu ilginç mektubu tekrar sunma gereğini duyduk. Kendi kendime, Meclis’te (MHP içinde) böylesine yürekli milletvekilleri de varmış diye düşündüm, daha önce okuma fırsatını da bulamadığım bu yürekli mektubu aşağıya alma gereğini duydum.
“Son derece dikkatle seçilmiş, seviyeli ancak yerin dibine batıran satırlar kaleme alınmış...” Okumayanlar lütfen bir de siz okuyun hele, ibretlik göndermeler var..
Atila Kaya'dan Cumhurbaşkanına açık mektup:
“Sayın Cumhurbaşkanı;
İkimiz de biliyoruz ki, ne sizin duymak istediğiniz ne de benim söylemek istediğim hitap budur.
Sizin bir parti sözcüsü gibi meydanlarda dilendiğiniz “Devlet Başkanı” hitabıdır; benim gönlümden geçen ise, bağımsız Türk yargısının karşısına çıktığınız gün, onurlu bir Türk savcısının dudaklarından dökülecek olandır.
Merak buyurmayınız; bulunduğunuz makamda halen AKP Genel Başkanı’ymış gibi davranmanıza dair söyleyecek sözüm yok. Zira üzerine aldığı görevi “tarafsızlıkla” yerine getirmek için namusu ve şerefi üzerine ettiği yemini zevkle çiğneyebilecek tıynette bir insana etki edecek kudrette bir söz yok.
Öte yandan; ‘Tarafsızlık’ı bir kavram olarak algılamanızı beklemek de -entelektüel düzeyiniz göz önünde bulundurulduğunda- size haksızlık olacaktır.
Sayın Cumhurbaşkanı;
Başkanlık hırsını bir zırh gibi üzerine geçirmiş psikolojinizin size söylettiği garip sözler ve yaptırdığı garip işler vardır.
Nedamet getirip bunlardan kurtulmayı dilerseniz, sarayınızda Saraçoğlu’dan farklı uzmanları danışman olarak istihdam etmenizi tavsiye ederim.
Zira sağlığınızı tehdit eden haller, otlarla şifa bulacağınız türden değildir.
Bu kabilden bir hâl “Türk Tipi Başkanlık” lakırdısını dilinize pelesenk edişinizdir.
Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Sizin neyiniz “Türk tipi” ki, başkanlığınız da “Türk tipi” olsun!
Ne oldu ki; bırakın sahiplenmeyi hatta söylemeyi- “Türk” sözünü duymaya bile tahammülü olmayan, Anayasa’dan “Türklüğü” çıkartmayı siyasi gayretlerinin baş hedefi gören siz, “Türk Tipi” bir yönetim modelinden bahseder oldunuz? Kalkmış, “bizim tarihimizde, genlerimizde, geleneğimizde başkanlık sistemi var” diyorsunuz. Siz değil miydiniz; Türk Milleti’ni 36 etnik parçaya bölen. Şimdi, hangisinin tarihinden, geleneğinden bahsediyorsunuz?
“Tarih”, “gelenek” yetmezmiş gibi bir de ırkçı duyguları okşamak için genlerden söz ediyorsunuz. Siz değil miydiniz onları ayakları altına alan.
Biz sizi tanıyoruz. Siz, elinizden gelse, adında “Türk” geçiyor diye “türkü” bile söyletmezsiniz.
Ama adadaki dostunuz ciddiye alırsa alınabilir, dikkat. Sayın Cumhurbaşkanı;“Bizim tarihimizde esas olan budur” dediniz ya… Hani, söyleseniz de bilsek: sizin tarihiniz hangisidir? Hangi milletin tarihidir?
Türk tarihinde de, bu tarihin belli bir döneminden itibaren iman ettiğimiz Kur’an’da da esas, yönetimin şekli değil dayandığı ilkeler olmuştur. Bu ilkelerin uygulamaları da –ne yazık ki- sizin eylemlerinizle örtüştürebileceğimiz türden değildir.
Mesela, siz; Mete Han’ın, Attila’nın, Bilge Kağan’ın Türk Milleti’ni 36 etnik ve mezhebi parçaya ayırıp bunlardan bir kısmını aşağılayabileceğini düşünebilir misiniz? Mesela, siz; Sultan Alparslan’ın devleti 10 yıl gerçek Haşhaşîlere teslim edebileceğini, “ne istediler de vermedim” diyebileceğini, sonra da “saflığımdan yararlandılar” diye bir savunma geliştirebileceğini düşünebilir misiniz? Mesela, siz; Kılıçarslan’ın Haçlı Seferleri Projesi’nin eşbaşkanı olabileceğini, “kahraman haçlı askerlerin evlerine dönebilmeleri için dua ediyorum” diyebileceğini düşünebilir misiniz? Mesela, siz; Fatih’in “dindar ve kindar nesil” yetiştirmeyi hedefleyebileceğini düşünebilir misiniz? Mesela, siz; Yavuz’un “yargının vatana ihanetten başka derdi yok” diyebileceğini, Kanunî’nin yasalarla yap-boz oynayabileceğini düşünebilir misiniz? Mesela, siz; Abdülhamid’in “ben ülkemi pazarlamakla mükellefim” diyebileceğini düşünebilir misiniz? Mesela, siz; Atatürk’ün Anzavur için veya Şeyh Said için “yani ne istendi de 12 yıllık Başbakanlığım döneminde verilmedi” diyebileceğini düşünebilir misiniz? Mesela, siz; İranlı dolandırıcı bir tıfılın, o dilinizden düşürmediğiniz Osmanlı’nızı rüşvetle esir alabileceğini, Dahiliye Nazırı’nın onun önüne yatmaktan çekinmeyeceğini, rüşvet ve yolsuzluğun fetvalarla meşrulaştırılabileceğini düşünebilir misiniz?
Yeri gelmişken; hani 21. Yüzyılın Kayserili Davud’u olduğunu düşünen birini Başbakanlık koltuğuna oturttunuz ya…
Mesela, siz; Orhan Gazi’nin 14. Yüzyılın Kayserili Davud’unu medreseden çıkartıp devlet işlerinin başına oturtacağını düşünebilir misiniz?
Yine yeri gelmişken; siz hiç Türk tarihinde vatan toprağını savaşmadan bırakıp da atasının türbesini sırtlayıp kaçan sonra bunun büyük bir zafer olduğunu söyleyen devlet adamı gördünüz mü?
Mesela, siz; emperyalist güçler ve yerli maşaları tehdit ediyor diye Medine kahramanı Fahrettin Paşa’nın böyle bir yola başvurabileceğini düşünebilir misiniz?
Sayın Cumhurbaşkanı;
Bütün bu yapıp ettiklerinizin ardında hangi tarihten alınan ilham vardır? Söyleseniz de bilsek Allah aşkına. Belli ki, bu Türk tarihi olamaz. Zaten şahsınız ve bağlısı bulunduğunuz zihniyetin varlığıyla ilgili temel sorun kendinizi Türk tarihine ait hissetmeyişinizdir. Biliyoruz ki, ideolojik mensubiyetiniz buna engeldir. Sizin dâhil olduğunuzu düşündüğünüz şey, sömürgecilik sonrası Arap kimliği arayışından doğmuş olan İhvan’ın kurguladığı ideolojik bir tarih yorumu ve sınırları belirsiz ‘Dârü’l-İslam’ kavramıdır.
İktidarınız boyunca etkilerine açık olduğunuz liberalizmin “şirket olarak tasarlanmış devlet” anlayışını da eklemek gerek. Bunları Türk tarihinde bulabileceğinizi sanmak –en iyimser yaklaşımla- Türk tarihine yabancılığınızın bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Sayın Cumhurbaşkanı;
Bu millet –ne yazık ki- ideolojik tercihlerinizin bedelini ödemek durumunda kaldığı gibi, kendisini dünyanın merkezinde gören egonuzun bedelini de ödemek durumunda kalmaktadır. Siz her fırsatta bunun hazzını tadarken, millete acı sonuçlarına katlanmak düşmektedir. Örneğin; bir bürokratın vatanseverliğine kefil olup –hatta edep sınırlarını zorlayarak- sahiplenirken bir başkasını vatana ihanetle itham etmek sizin harcınızdır ve ancak bu çerçevede anlamlıdır.
Terör örgütünün kontrolünde, vatan toprağını bırakıp sandukayı taşıdı diye birisine meydan muharebesi kazanmış komutan muamelesi gösterdiniz. Bıraksaydınız bu kadarını Merkez Bankası bile yapardı. Oysa ondan diğerinin tırnaklarına gösterdiğiniz ilgiyi esirgediniz ve onu vatana ihanetle suçladınız.
Sayın Cumhurbaşkanı;
“Vatana ihanet” sizin kullanmayı sevdiğiniz bir itham. Peki, kendi atadığınız kadrolardan bu kadar vatan haininin nasıl çıkabildiği sorusuna da verecek bir yanıtınız var mı?
Hem bu kadar isabetsiz atamalar yapıp hem de her şeyi en iyi bildiğinizi, ülkeyi en iyi şekilde yönetebildiğinizi nasıl savunabiliyorsunuz? Eğer işbirliği içinde olduklarınızın gerçek yüzlerini anlamanız en az on yıl sürüyorsa, siz de güvende değilsiniz, ülke de sizden emin değil demektir.
Bu sorgulamaları yapanları “Ankara’dan kuru sıkı atmakla” eleştiriyorsunuz, her önünüze çıkana “delikanlılık” dersi veriyorsunuz ya, hadi siz -Kabe’yi bile bir orduyla tavaf edişinizde gördüğümüz- o dillere destan cesaretinizle cevap verin.
Sayın Cumhurbaşkanı;
Sahip olmadığınız şeyin kıymetini bilemezsiniz. Siz hiçbir zaman ‘Tarih’ veya ‘Devlet’ bilincine sahip olmadınız.
Edindiğiniz ideolojik formasyon buna uygun değildi ve bu formasyonu koruduğunuz sürece de olamayacaksınız. Sizin gözünüzde ‘Ülke’, İslam tarihi boyunca bile sınırları belirlenememiş olan muhayyel “Darü’l İslam” olduğu için, kendinizce Müslüman gördüklerinizin ideolojik çıkarı uğruna onu kesip biçmekten çekinmeyeceksiniz.
Bu işe “çözüm süreci” demeye sadece diliniz varmayacak, gönlünüz de ona eşlik edecektir.
Siz, başkanlığınızı ‘Millet’ kavramından türetemeyeceğiniz için, ‘Başkanlık’ kavramından millet türetebileceğinizi sanıyorsunuz.
Böyle yaparsanız, “milletiniz” sadece “evde zor tuttuklarınız” olacaktır.
Sayın Cumhurbaşkanı;
‘Tarih’ bilincine sahip olmayışınızla özlemini duyduğunuz “dindar ve kindar nesil” arasındaki ilişkiye dair de bir şey söylemek isterim: ‘Tarih’ bilinci olmayanda –‘Din’i tarihselliği içinde kavrayamayacaklarından- gerçek anlamda bir ‘Din Bilinci’ de olamaz.
İnsanları tarihlerine yabancılaştırıp hatta “düşman” kılarak “dindar nesil” yetiştiremezsiniz. Hz. Peygamber örneğinde gördüğümüz İslam, Cahiliyye’ye bile böyle yaklaşmamıştır.
Çevrenizde bunları sorup öğrenebileceğiniz çok insan vardır. Eğer günün birinde bu ülkede –kefen giymiş partizanlar değil de- gerçekten dindar bir nesil yetişirse; onların dilinde arzuladığınız şekilde anılmayacaksınız.
Zira onlar cihadın en üst derecesinin zalim sultan karşısında hakkı söylemek olduğunu bileceklerdir; onlar, Tanrı’nın, kullarının ellerinin dolu mu boş mu olduğuna değil, kirli mi temiz mi olduğuna baktığını bileceklerdir; onlar, haram yemenin fetvadan kılıfı olamayacağını bileceklerdir; onlar, bir devletin küfr ile değil zulm ile çökeceğini bileceklerdir; onlar, ‘Adalet’in en üst değer olduğunu ve sadece Müslümanlar için değil bütün insanlar için olduğunu bileceklerdir.
Gerçekten “dindar” olan insanda “kin” bulunmaz; biz, sizin sözünüzü sadece maksadımızı anlatmak açısından kullanalım: Eğer, o görmeyi çok arzuladığınız “dindar ve kindar nesil” gerçekten dindar olursa, minnetinin değil kininin konusu olmayı da göze almış olmalısınız.
Sayın Cumhurbaşkanı;
Günü geldiğinde hangi tarihte, nasıl anılırsınız bilemem ama Türk tarihinde utanılmayacak bir yer edinmek isterseniz, nedamet getiriniz. “Türk Tipi Başkanlık”ı savunmaya hakkınız olsun istiyorsanız, öncelikle siz “Türk Tipi” olmayı denemelisiniz.
O müthiş egonuz milletin her ferdini kefen giymiş partizanlara dönüştürebileceğinizi düşündürtmesin size.
Bakın, anlayasınız diye Osmanlıca söylüyorum:“Ne mümkün zulm ile bidâd ile imhâ-yı hürriyet Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten”.
MHP İstanbul Milletvekili Atila Kaya, ülkücü camiaya da mektup yazdı. Mektubunda anayasa değişikliği referandumunun son dönemecinde seçmene neden ‘hayır’ dediğini anlatan Kaya, “Bugüne dek ağızlarına ‘Türk’ sözünü almayanlar, bir de Türklüğü ambalaj kâğıdı olarak kullanıp, isteklerini ‘Türk Tipi Başkanlık’ kisvesi altında sunmak istiyorlar” dedi.
İşte Kaya’nın kaleme aldığı o mektup;
“Yüce Türk Milleti'nin asil ferdi;
Sizin oyunuzla seçildiğinin farkında olan bir milletvekiliyim. Nedeni belirsiz bir şekilde ülke gündemine getirilen sistem değişikliği referandumunda, Genel Başkanım ve Parti yönetimi “Başkanlık Sistemi” lehinde tercihlerini ortaya koyarken, ben, getirilmek istenen “Tek Adam-Parti Devleti” rejimine “Hayır!” denilmesine ve güçlendirilmiş parlamenter sistemin savunulmasına dair taşıdığım inancın gereği olarak, Genel Başkan Yardımcılığı görevinden istifa ettim. Halen bu inancı taşımakta ve –elimden geldiğince- kitlelerle paylaşmaktayım. Sizlerin vekili olarak, aldığım vekâleti kullanma biçimimin hesabını siz asillere vermek istiyorum:
Ülkemizi -15 yıla yakın zamandır- yönetmekte olanlar, Türk milletine; din istismarının, mezhepçiliğin, yolsuzluğun, yoksulluğun, işsizliğin, yandaş kadrolaşmanın, terörün, BOP eşbaşkanlığının, Habur'un, Oslo'nun, şehirlerin cephaneliğe dönüşünü seyretmenin, dış politikada yalnızlaşmanın ve milli çıkarları koruyamamanın, yasalarla yapboz oynamanın, yürütmeyle uyumlu yargı istemenin, basın özgürlüğünü boğmanın, Türk milliyetçiliğini ayaklar altına almanın … bütün acı sonuçlarını yaşattılar. “Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim” diyerek yola çıkanların, “anayasadan Türklüğü çıkartacağız” diyen Meclis Başkanvekilleri, “anayasadan laikliği çıkartalım” diyen Meclis Başkanları oldu. PKK'sından FETÖ'süne, terör örgütlerine “ne istedilerse verdim” diyenler, “Rabbim beni affetsin” demenin ötesinde bir bedel ödemediler. Adeta, “yaptığımız duble yollara, köprülere sayın” demeye getirdiler. Ülkeyi bu hale getirenler –yaptıklarının yanlarına kâr kalması yetmezmiş gibi- üstüne bir de ödül olarak; ülkeyi, ancak mutlak monarşi ve diktatörlük düzenlerinde görülebilecek yetkilerle, denetimsiz şekilde yönetmeyi istemekteler.
Bu istek sahipleri; Yürütme tek adamın iradesinden ibaret olsun istiyorlar. Bu tek adam tarafsız olmasın, partisinin başında bulunsun ve yasamayı da o belirlesin istiyorlar. Bu tek adam tarafsız olmasın ama eski anayasamızın “tarafsız” cumhurbaşkanına tanıdığı Anayasa Mahkemesi üyelerini ve rektörleri atama yetkilerini kullansın istiyorlar. Bu tek adam dilediğinde TBMM'yi feshedebilsin istiyorlar. Bu tek adam ülkeyi kararnamelerle yönetsin hatta OHAL ilan edip insan hak ve hürriyetlerini bile askıya alabilsin istiyorlar. Bu tek adam ülkenin idari teşkilat yapısını tek başına değiştirebilsin istiyorlar. Bu tek adam milletin seçmediği sadece kendisinin takdir ettiği sayıları belirsiz başkan yardımcılarına ülkeyi vekâleten yönettirebilsin istiyorlar. Bu tek adam bütün üst düzey bürokratları –usulünü de kendi belirleyecek şekilde- tek başına seçsin ve atasın, Meclis'in onayına da gerek duymasın istiyorlar. Bu tek adam uluslararası antlaşmaları yapsın istiyorlar. Bu tek adam, bütçesi Meclis'te kabul edilmese bile, eski bütçesini arttırarak kullanabilsin istiyorlar. Bu tek adam yargıyı belirlesin; kendisi ile kendi seçeceği yardımcı ve bakanların yargılanmaları da ömür boyu imkânsız mesabesinde olsun istiyorlar. Bugüne dek ağızlarına “Türk” sözünü almayanlar, bir de Türklüğü ambalaj kâğıdı olarak kullanıp, isteklerini “Türk Tipi Başkanlık” kisvesi altında sunmak istiyorlar.
Vekâletini taşımaktan onur duyduğum, milletimin asil ferdi;
Sizlerden oy isterken, nasıl parti programı ve seçim beyannamesindeki ilke ve görüşlere sadık kaldıysam, halen bu sadakatin gereğini yerine getirme azim ve kararındayım. Sizlere verdiği söze sadakat gösteren her milletvekilinden beklenecek şekilde, egemenliği milletten alıp bir kişiye verecek “Tek Adam-Parti Devleti” seçeneğine “Hayır!” diyor ve güçlendirilmiş parlamenter sistemi savunuyorum. Değişen ben değilim. Bunu unutmamanız dileğiyle…
https://www.sozcu.com.tr/2017/gundem/atila-kayadan-ulkuculere-hayir-mektubu-1786037/
Yorum Gönder