Konuşmayı olduğu gibi almak isterdim, ancak uzayıp giden sayfalar, hele internet okuyucusunu sıkacağı için ben de olabildiğince kısaltmaya çalıştım.
Öner Yağcı küçüklüğünden beri okullarda etkilendiği öğretmenlerinden katkılarından bahsederken, daha sonra yerli ve yabancı yazarların etkileri, esinlenme durumlarını anlatırken özetle şunları söyledi:
“Bertolt Brecht’ın bir sözü var, “ne yazık bu ülkeye ki hala kahramanlara ihtiyacı var”. Güzel sanatlardan erdemlerden, güzel ahlaktan uzaklaşan, Orta Çağa doğru gerileyen bir toplum olma durumundayız. Dolayısıyla kitap okuyan, müzik dinleyen, bir resim tablosuna bakan bundan esinlenen, bir mimarı esere bakıp hayranlığını dile getiren bir toplum olmaktan uzaklaşırken, bir tek insanımız bundan haz alıyorsa bundan umudumuzu yitirmemeliyiz.
İnsanoğlu 20 yüzyıldır, biriktirdiği getirdiği birikimleri günümüzde taşıyamaz duruma gelmiş, insanları sömüren birtakım kurumlar ortaya çıkmış, günümüzde onun adı emperyalizm. Bir de ilk çağlardan beri insanların inançlarını sömürerek gelen taraf, emperyalizmle insanoğlu bu kıskaçlar altında sıkışmaya başlamış. Okuma yazma sıkıntısı bir yana insanların barış arayışını, kardeşlik arayışını sürdüreceğiz. Tüm okullarda kimliğimizi kavramaya başladıktan sonra, Gazi eğitimde bilgi ve sanatla yoğrularak bana katılan şeyleri biriktirip, bu birikimle insan ne verebilirimi düşündüm. Kimi insan bilim ve sanatta kendini geliştirirken, kimi insan bunlardan haz almayı öğrenmiştir. Okul birikimlerimle, dünyayı anlayarak özlemine doğru koşmalı diye düşündüm.
Bağnazlık insanı kuşatmaya görsün ondan kurtulamaz. Bazı kuşaklar daha önce aldıkları değerleri iyi değerlendiremediler, diye düşünüyorum.
Ben okullardayken kitap yazmayı düşünmemiştim, devrimci olacağım derdim. Sonra öğretmen olunca nasıl bir yurt sever öğretmen olarak nasıl devrimci olabiliriz derken, cezaevi araya girince bol bol okuma şansını elde edince birikimle yazmaya başladım. Yazar olarak 20 yüzyılı anlatmalıyım dedim. 12 Eylül dönemini Kardelen ve Turnalar adlı kitaplarımla; sonra 12 Mart dönemine dönünce Gökyüzüne Akan Irmak’ta 60 lı 70 li yıllarını aktarmaya çalıştım. Sonra kendi insanımızı tanımaya başladım, romancılığı seçtim, pek çok yazar ustalarla tanıştım, konuştum, onların hepsinden bir şeyler öğrenmeye çalıştım. Kendi insanımızı anlamak ve azmak istedim. Biz usta romancılarımızdan bunları öğrendik. Tanınmış yazarlar da kendi çağlarının insanını gelecek kuşaklara aktarmışlar. İnsanlar o romanların kahramanlarında kendilerini buluyorlardı, insan o kahramanlardan kendisini tanımaya başlıyor. Kendini tanıma insanlığa denemeleri tanıtan Montagner’in ilk cümlesidir, “kendini tanımayan insan hiçbir şeyi tanıyamaz” kendisini tanımak için de kendine benzeyen insanların öyküleri ile ilgili kıyaslama ile kendini tanıyacak. Böylece kendini tanımak için roman vb edebiyat yapıtları önemli bir kaynak oluyor. Ben de romancılığı seçerken önemli ustalarla çeşitli tanıma ilişkilerinde bulundum, dolayısıyla onların hepsinden bir şeyler öğrenmeye çalıştım. Bu gün Büyük Oğul Efsanesi adını verdiğim roman çocukluğumdan beri devrimci bir öğrenci ve öğretmen olarak hep hayalimde idi ki Tonguç denilen bir adam ülkemizde yaptıkları Köy Enstitüleri kurması ile ilgili çabaları ve 50 yıl sonra bile tartışılır olması benim ilgimi çekti. O nedenle Tonguç’u tanımak istedim ve onu anlattım, kitabımda.
Ben madem 20. Yüzyıl yazarı olacağım, o zaman 20 yüzyılı anlatmalıyım diye düşündüm. Devrimci bir öğretmen, yazar olarak 20. Yüzyılın öncesi ve sonrasına da bakarak insanları yazmalıydım, bir devrimci, Atatürkçü bir kimse olarak. Tazminatla birlikte Namık Kemal, Tevfik Fikret gibi aydınların kattıklarını verdiklerini ve çağdaşlarının ülkeye olan katkılarını inkâr etmemeliyiz. Daha sonra Tarih bize Mustafa Kemal’i bahşetmiş, TC ine armağan etmiş.
Ondan sonra aydınlanama çabaları devam etmiş, TC yetiştirdiği en büyük değerlerden bir Nazım Hikmet biri de İsmail Hakkı Tonguç’tur. Nazım Hikmet çeşitli dillere çevrildi, yazılarıyla, şiirleriyle, aydınlığıyla yayıldı, var oldu, bütün kuşaklar tarafından sahiplenildi. Türk aydınlanmacılığının en önemli aydınlarından İsmail Hakkı Tonguç tüm aydınlar tarafından yeteri kadar sahiplenmedi, onun hakkında çok çeşitli kitaplar yazılışsa da onun devrimciliği v e bu ülkenin devrimci mücadelesine kattıkları itibariyle daha fazla insan tarafından anlaşılması algılanması, bilinmesi ve onun yaşadıkları gelecek kuşaklara aktarılmasının eksik olduğunun yargısına vardım. 1950 den bu yana çeşitli darbelerle ilgili olaylardan esinlenerek kitaplar yazdım. Ancak 1923 ten sonraki yıllar İsmail Hakkı Tonguç’un aydınlanma yıllarını yazamamıştım, bu 50 yıllık arada boşluk vardı, boşluğu İsmail Hakkı Dolduruyordu. 1940 yıllar Köy Enstitüleri, Halk evleri, operalar vs bir aydınlanma yılları idi.
Ayrıca İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle, Atatürk’ün aydınlanma devrimine, gericilerin saldırıya geçtiği yıllar olarak da öne çıkıyordu, 1940 lı yıllarda. Yani aydınlıkla karanlık savaşımının en çatışmalı, en şiddetli çatışmalarının olduğu dönem 40 lı yıllar. 40lı yılları biz doğru anlayamazsak 70 li, 80li, 90 lı yılları da 12 Martları da, 12 Eylülleri de doğru algılayamayız, doğru kavrayamayız. Nazım Hikmet’in yaşadığı yıllar ile ülkede yaşananlar birbiriyle koşut gidiyor. Ülkenin tarihini de öğrenmiş oluyorsunuz Nazım Hikmet’in, Aziz Nesin’in, Uğur Mumcu’nun, ya da Hasan İzzet Dinamo’nun yani herhangi bir aydınımızın adı verilebilir burada. İsmail Hakkı Tonguç 40 lı yılların anlaşılması, mademki bizim yolumuzu aydınlatacak bir olaydır. Öyleyse 40 lı yıllarda İsmail Hakkı Tonguç adlı bir büyük insanın, bir büyük oğlun nasıl efsaneleştiği ve bu romanı niçin yazmak istediğimi taa ilk gençliğimden çocukluğumdan beri böyle bir yapı içerinde bulundum ve romanı böylece oluşturdu. (Büyük Oğul Efsanesi: Tonguç romanını) Romanda İsmail Hakkı Tonguç’un yaşamını kendi tarihselliği içerisinde dünya da olanları da ekleyerek ama asıl olan ülkenin bu gününü belirleyen siyasetlerinin oluştuğu günlerde Tonguç’un yaşamında Cumhuriyet Türkiye’sinin yaşamını kitabımın içinde bütünselleştirmeye çalıştım.
Tonguç müthiş bir gerçekçiydi, aynı zamanda da büyük bir hayalperestti. Atatürk devrimleri sırasında bir taraftan Batı emperyalizmi, içerden dinsel gericilikle çevrili idi, saldırıya hazır bekliyor. Tek başına bir İslam ülkesinde Cumhuriyeti kurup da, Türkiye aynı zamanda Cumhuriyet ve çağdaşlık kavramları öteki İslam ülkelerine de yaygınlaşmasını istiyordu Atatürk. Cumhuriyet öteki mazlum Müslüman ülkelere de yayınlaşsın istiyordu. Atatürk bu Cumhuriyeti emaneti orduya, Meclise, polise, hâkimlere bırakmıyor, gençliğe bırakıyor, gençlik sahip çıkmalı, diyor. BU Doğunun mazlum uluslarına da ulaşmasını hayal ederdi.
İsmail Hakkı Tonguç bu gerçekliği kavrayan bir öğretmen bir aydın olarak büyük bir hayali var Doğu Üniversitesi. “Öyle bir üniversite kuracağız ki Türkiye’de” diyor. Hasanoğlan onun bu hayalinin adımlarından birisi. “Ya da Van’da öyle bir Doğu Üniversitesi kuracağız ki, bütün Doğu’nun mazlum ülkelerinden çocuklar gelecekler burada aydınlanacaklar, bura özgürleşip kendi ülkelerine giderek aydınlanma özgürleşme görevini yapacaklar”. Öyle bir büyük hayal içindeydi.
Tonguç ülkenin gerçeğini çok iyi kavradığı, gerçekçilikten uzaklaşmadığı için attığı adımlarda başarılı olup bir efsaneye doğru giden bir insanı oldu bu toprağımızın.
İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru 1944 de İsmet Paşa diyor ki Hasan Ali Yücel’e “açabildiğiniz kadar açı açın Köy Enstitülerini 20 yi 40 çıkarın, 60 a çıkarın” diyor. Müdür bile bu istek karşısında isyan ediyorlar, “yeter artı çocukları yerlerde yatırıyoruz, ahırları bile dershane yaptık, çocuklara yemek yedirecek ye kalmadı, buranın kapasitesi 500, kapasiteyi 1500 e çıkarın diyor, çıkamaz mümkün değil” diyorlar. Müdür olabilecek kimse bulamıyorlar, öğretmen olabilecek kimse bulamıyorlar, olanların içinde bile bu hayale inanmayan kimselerle çalışmak zorunda kalıyorlar. Pamukpınar Köy Enstitüsü öyle ya da Kızılçullu’da Emin Sazak adındaki adama katlanmak durumunda kalıyorlar. İ.H.Tonguç elindeki imkânlarla mücadeleyi sürdürebilen bir insan.
Bir başka özelliği de bir Balkan rüzgârı, M.Kemal rüzgârı başta olmak üzere, İ. H. Tonguç da Balkan rüzgârının Türkiye” ye getirdiği bir değer. Teknolojik ve bilimsel gelişmenin merkezi Bat, Batı’nın da, Türkiye’nin Batı Balkanlar olduğundan bir Balkan Rüzgârı olarak da Tonguç’un var olduğunu söylemek gerekiyor.
Bu rüzgâr Ege’de Göller bölgesinden başlayan rüzgâr, Töb-Der Tös ten sonra 68 kuşağını yaratmış. BU kuşak örgütlenmeyle geleceklerine ilişkin doğru kararlar alabileceğini öğretmiş, üzerine düşen görevi iyi yapmış. 11 Enstitü vardı, 11 inde birden boykot başlayabiliyordu, yani 11 enstitünün yüzde 80 i neredeyse solcuydu. Üniversite sayısı da üçü beşi geçmiyordu. Tüm bu üniversitedeki öğrencileri bir toplumun geleceğidir, geleceğin yöneticileridir. Bunların da yüzde 80 solcu ilerici idiler. 1970 lif yıllara kadar bu nesil geleceğin önünü açmış, ama o kuşak bunu iyi değerlendirememiş oldukları için bu günkü manzara ile karşılaşıyoruz, diye düşünüyorum.
Parasız yatılı olmasa idi, hiç birimiz okuma şansına sahip değildik; işte bize bu şansı veren Cumhuriyete borcumuzu ödemeli idik. İşte Tonguç bunun öncülüğünü yaptı. Ama onun kurduğu Köy Enstitüsü kurumları o sağken kapatılması ve bunun üzerinde uzun tartışmalar olması, kitaplar yazılması tartışılmazı bize bunun bir hikmetin olduğunu gösterir. İşte bu süreci anlata kitabıma Büyük Oğul Efsanesi adını vererek, onun yaşamından 1930 lu, 40 lı, 50 li 60 lı yılların başında zaten aramızdan ayrılıyor. O yılların panoramasını kendi tarihselliği içerisinde Tonguç’un gözlemleriyle bu kitabımda aktarmaya çalıştım. BU kitapta gerçek olmayan tek bir satır yok, en az üç beş kaynaktan doğrulanmayan tek bir satır yok. Zaten kurgu olan yerler birkaç yerde vardır. Köy Enstitüleriyle Tonguç’la ilgili onlarca kitap var. Sen özgün bir şey yapıyorsan kitaba bir şey katacaksın. Roman biçiminde okunması daha yaygınlaşır, diye düşündüm.
20. Yüzyılı anlamanın özü 1940 lı yıllardır, 20. Yüzyılın ortasındaki yıllar en doğru algılanması gereken yıllar. 40 lı yıllar derken Almanya’daki faşizmden 30 yılların 45 kadar süren bir faşizm. Oradaki Nazi kampları eşleşmiş biçimde yayınlandı aynı dönemde. Yani Nazi kamplarından 20. Yüzyılın dünyasını Büyük Efsanesinden de 40 lı yılların Türkiye’sini aktararak yani 20. Yüzyılı ben kendi açımdan kendi yaklaşımıma göre biz doğru algılayarak devrimcilerin doğru dersler çıkararak daha iki binli 21. Yüz yıldaki mücadele insanlarına bu anlamda doğru veriler, doğru miraslar bırakmaları gerekir kaygısıyla yazdım, umarım Tonguç’a layık bir kitap olmuştur, diye düşünüyorum”.
Yazarın bu konuşmasından sonra, özellikle Köy Enstitülerinde okumuş öğretmenlerin katkı ve eleştirileri ile konuşmalar sone erdi.
Cevat Kulaksız
Cevat Kulaksız SONNOTLAR:
(1) Öner Yağcı:
1 Nisan 1951 günü Tokat’ın Zile ilçesinde dünyaya geldi. Şerife Hanım ile oto tamircisi Ömer Yağcı’nın oğludur. 1969 yılında Tokat İlköğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra 1975’te Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nden mezun oldu. Bir süre öğretmenlik yaptı. 1978-1980 yılları arasında TÖB-DER (Tüm Öğretmenler Dayanışma Derneği) genel sekterlik görevini yürüttü. 12 Eylül 1980’deki askeri askeri darbeden sonra dokuz yıla hüküm giydi ve beş yıl hapis yattı. Hapisten çıktıktan sonra çeşitli yayınevlerinde çevirmen olarak çalıştı. PEN Yazarlar Derneği’nde yöneticilik, genel sekreterlik, Edebiyatçılar Derneği’nde yönetim kurulu üyeliği ve Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nda yöneticilik yaptı.
Öner Yağcı’nın ilk şiirleri (Yarın İçin-Oy Dünya-Hayatımız) 1974 yılında Yeni Adımlar Dergisi’nde yayımlandı. Daha sonra şiir ve yazılarını Yeni Düşün, Varlık, Karşı, Damar, İnsancıl, Cumhuriyet Kitap, Günümüzde Kitaplar, Berfin, Dünya Kitap, Yaba, Gerçek Sanat ve Yazın gibi dergilerde yer buldu. Yağcı, romanlarında 12 Eylül döneminin toplumsal atmosferini yansıttı.Toplumcu gerçekçiliğin çağdaş bir yorumunu yapma çabası içinde olduğunu belirtti.
PEN Yazarlar Derneği, Edebiyatçılar Derneği, Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı yanı sıra Türkiye Yazarlar Sendikası, 68’liler Birliği Vakfı, Dil Derneği üyesi olan Öner Yağcı, “Kardelen” adlı dosyası ile 1986’da Akademi Kitabevi Roman Başarı Ödülünü, “Turnalar” ile 1988’de Madaralı Roman Ödülünü, 1994’te Sabahattin Ali Kültür Günleri Onur Ödülü ile 1995 yılında Truva Kültür Sanat Ödülleri Edebiyat Ödüllerinin sahibi oldu.
“Bir yazar ve aydın gözüyle özellikle kültür, sanat, eğitim, edebiyat dünyasının içinde bulunduğu durumu cesurca saptayan ve bu durumdan kurtulmamız için düşünceler üreten Öner Yağcı’nın çoğunluğu da çeşitli Anadolu dergilerinde yayımlanmış bu uyarıcı yazılarının Nâzım Hikmet’in bir dizesinden esinlenen Umut İnsanda adıyla sunulması aydınlık damarımıza değerli bir katkı oluyor.” (Yılmaz Yeşildağ)
ESERLERİ
İNCELEME: Şükran Kurdakul / Yaşamı ve Yapıtları (1993), Fedailer Mangası / Rıfat Ilgaz’ın 40 Kuşağı Anıları (1994), Ölümsüz Bilge Nasrettin Hoca ve Fıkraları (1995), Yunus Emre (1996), Köroğlu (1996), Karacaoğlan (1996), Dadaloğlu (1996), Pir Sultan Abdal (1997), Hayyam (1997), Ezop’tan Masallar (1997), Aziz Nesin Aydınlığı (1997), Aydınlığın Ustaları (1999), Aydınlıklar Önümüzde (2003), Nâzım Hikmet Aydınlığı (2003), Nazi Kampları (2004), Sonsuza Rüzgârdı 68 (A. Nergiz, B. Yıldız, H. H. Yalvaç’la; 2005).
DERLEME: Nâzım’dan Armağan (Şükran Kurdakul ve K. Coşkun’la; 1989), Ömer Seyfettin/ Seçme Öyküler (989), Aydınlatan Düşünceler (1994), Çocuk Adları Sözlüğü (1994), Çocuk Bahçesi/ Rıfat Ilgaz’ın Çocuk Şiirleri (1995), Cumhuriyet Dönemi Edebiyat Çevirileri Seçkisi (1999), Cumhuriyet Dönemi Denemeler Seçkisi (2002), Anadolu’nun Umudu: Aydınlık (2017)
DENEME: Sivas’ı Unutma (1997), Umut İnsanda (1997), Yine de İyimser (2001), Dil Kaleminin Enstitüsü (2001), Savaş ve Edebiyat (2003), Küreselleşme Sürecinde Edebiyatımız (2004), Emperyalizm ve Yurtseverlik (2004).
ROMAN: Kardelen (1987), Turnalar (1987), Gökyüzüne Akan Irmak (1989), Yediveren (1995), Kaptan (1999).
https://www.turkedebiyatcilar.net/oner-yagci-kimdir-hayati-ve-eserleri
(2)İsmail Hakkı Tonguç kimdir
Ad Soyadı: İsmail Hakkı Tonguç Nereli: Silistre Burcu: Meslekler: Siyaset adamı Ölüm Tarihi: 24 Haziran 1960
İsmail Hakkı Tonguç kimdir, Köy Enstitüleri’nin kurulup geliştirilmesinde büyük rol oynayan eğitimbilimci.
İsmail Hakkı Tonguç, 1893 yılında Bulgaristan‘nın Silistre şehrine bağlı bugünkü adı Sokol olan Tatar Atmaca Köyü’nde doğdu. Babası Kırım göçmenlerinden Hacı Velioğlu İdris, annesi ise Dobrucalı bir Türk olan Vesile Hanım’dı. Biri kız 8 kardeşin en büyüğü olan İsmail Hakkı Tonguç, eğitim hayatına kendi köyünde başladı ve 4 yıllık ilkokulu bitirdikten sonra Silistre’de rüştüye’ye devam etti.
Köyünde bir süre tarım ile uğraştıktan sonra 1914 yılında İstanbul’a giderek eğitimine devam etti. Ardından Maarif Nazırı Şükrü Bey’in yardımlarıyla parasız yatılı olarak Kastamonu Öğretmen Okulu’na gönderildi. Bu esnada Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı‘na girmesi sebebiyle zorlu bir eğitim hayatı yaşamaktaydı. 5 Mayıs 1916‘da İstanbul Öğretmen Okulu’na geçiş yaptı ve buradan mezun oldu.
1918 yılında açılan bir sınavı kazanarak Almanya’ya öğrenime gönderildi. 1 Ekim1918 ile 27 Nisan 1919 tarihleri arasında Karlsruhe-Ettlingen‘deki Öğretmen Okulu’nda Türk öğrenciler için düzenlenen özel eğitim programına katıldı. I. Dünya Savaşı’nın bitmesi ile Almanya’daki diğer Türk öğrenciler ile yurda döndü.
İsmail Hakkı Tonguç, İstanbul’a geldikten kısa bir süre sonra Eskişehir Öğretmen Okulu Resim-Elişi ve Beden Eğitimi Öğretmenliği’ne atandı. 1921 yılının Haziran ayında Eskişehir’in Yunanlılarca işgal edilmesi üzerine Ankara’ya gitti. Ülkenin işgal altında olmasından dolayı tekrara Almanya’ya dönerek Kalsruhe’de Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nda grafik, tahta işleri ve illüstrasyon eğitiminin yanı sıra Ettlingen Beden Eğitimi Enstitüsü’nde beden eğitimi derslerine devam etti.
1922 yılında eğitimini tamamladıktan sonra Konya Öğretmen Okulu ve Konya Lisesi’ne eğitmen olarak atandı. Bir süre Ankara, Adana ve Konya’da öğretmenlik yaptıktan sonra Almanya, İngiltere ve Fransa’da mesleki incelemeler yapmak üzere seminerlere katıldı.
1925 yılında Ankara’da Muallim Mektebi’ne atandıktan sonra 11 Mart 1926‘da Maarif Vekâleti Levazım ve Alatı Dersiye Müzesi Müdürlüğü’ne getirildi. Merkezdeki yöneticilerden biri konumuna gelen İsmail Hakkı Tonguç, 10 Temmuz 1926‘dan 26 Ağustos 1926‘ya kadar İlköğretim müfettişleri ve ilkokul öğretmenleri için Ankara’da açılan “İş ilkesine dayalı öğrenim kursu” başlatarak yabancı eğitimciler ile birlikte Köy Enstitüleri projesinin temelini attı.
1927 yılında Nafia Kamil ile evlenen Tonguç bu evlilikten Engin ve Yalım adında iki çocuk sahibi olmuştur.
1929–1933 yılları arasında Gazi eğitim Enstitüsü’nde etkin görevlerde çalışarak hem öğretmenlik hem de daha sonra kurumun müdürlüğünü yaptı. 1935 yılında Köy Enstitüleri’nin kurmasını sağlayacak İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne getirildi. Dönemin kültür bakanı Saffet Arıkan ile birlikte hazırladığı raporla Köy Enstitüleri programını hazırladı.
Ertesi yıl Kayseri, Çorum ve Yozgat’a giderek buralarda eğitmen kurslarıyla ilgili çalışmalar yaptı ve 1936‘da Köy Enstitüleri’nin ilki sayılan Eğitmen Kursu’nu Eskişehir’e bağlı Mahmudiye’de açtı. 1937 yılında Köy Eğitmenleri yasası çıktıktan sonra İzmir’de ve Eskişehir Çifteler’de ilk köy öğretmen okulları açıldı. Yurtdışında yaptığı incelemeler neticesinde kurum geliştirildi ve Hasan Ali Yücel‘in Milli Eğitim Bakanı olmasıyla çalışmaları hız kazandı.
17 Nisan 1940‘da Köy Enstitüleri Kanunu çıktıktan sonra açılan kurumlar ile bizzat ilgilendi. 1946 yılında Köy Enstitüleri hakkında açılan davalar sebebiyle görevinden alındı ve Talim Terbiye Kurulu üyeliğine getirildi. Dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü çeşitli yerlerine sürgün olarak gönderilmesine engel olamadı. Tüm bu olanlar neticesinde 1954 yılında kendi isteği ile emekli oldu.
Hayatının geri kalan yıllarında Avrupa’daki eğitim sistemini incelemekle geçirdi ve 27 Mayıs Devrimi‘nden sonra hazırlanan yeni Anayasa için eğitimle ilgili madde taslakları hazırladı. Bir süredir Almanya’da hastalığı için tedavi görmekte olan İsmail Hakkı Tonguç, 24 Haziran 1960‘da Ankara’da vefat etti, cenazesi Ankara Cebeci Gömütlüğü’ne defnedildi.
Yorum Gönder