Aşağıdaki yazıyı arkadaşım, abim Emekli İlköğretim Müfettişi Mehmet Ayhan Bey gönderdi, e-postama. Bu ilginç anıyı anlatan yazıyı okuyunca, olay beni çok eskilere, yurdumuza başka ülkelerin, başka bilim adamlarının icatları olan bazı buluşların yurdumuza ilk gelişlerine olan tepkilere götürdü.
Gerçekten daha önce icat edilmiş radyo ve jeneratörü, ilk kez köye getiren, olağanüstü çaba ile derme çatma parçalarla radyo ve jeneratörü yapıp köyün hizmetine sunan öğretmene şaşıp kalan köylülerin heyecanı bir yana; idarecilerin, dağ başında bir köyde öğretmenin özverili çalışma ve hizmeti takdir edilecek bir olay değil midir? Ondan bir mim kapıp, bir ajanlık, vergi kaçırma olayı yaratıp radyoyu ve jeneratörü söktürmeleri kadar bir işgüzarlık bence de bağnazlık olamaz.
Aklıma hemen leylekli bir ajanlık olayı geldi, uysa da uymasa da.
Göçmen kuşların göç yollarını izlemek isteyen Rus bilim adamları, sonbahara doğru göçe çıkacak bazı leyleklerin kanadına Rusça notlar yazıp takarlar. Leylekler kışlamak için Afrika’ya giderken yolları Anadolu topraklarından geçmektedir. Bizim aklıeveller, leylek kandındaki Rusça yazıları görünce, (hani o zamanları 1950 lerde falan her taşın altında bir komünist bir ajan aranırdı ya, o zamanlarda) “Rus casusu yakaladık” diye jandarmaya, yukarılara haber gider, iş basına yansır. Oysa bilim adamları göç yollarını izlemekteler.
Bırakın bunu, bizim toplum matbaanın yurda gelişine bile tepki göstermiş, 270 yıl rotar yapmasına neden olunmuştu. Tren bile ilk gelirken tepkiler münakaşalar olmuş. Siz bunu çoğaltabilirsiniz. Demek ki, bu dünyada cehalet kadar karanlık bir şey yokmuş demekten kendimizi alamıyoruz.
Neyse, aklıma bu gelenleri bir yana bırakalım, dağ başındaki öğretmenimizin yıllar önce başından geçen komik, belki de hazin anıya bir göz atalım. Sizi bilmem ama ben etkilendim.
“Sığırlar Aynı Yerde Otluyorlardı”
Daha yedi yaşlarında babamın çiftliğinde traktörle çift sürüyordum.
Traktör makine ve ekipmanlarına merakım daha o yaşlarda başlamıştı.
Öğretmen Okuluyla birlikte Çınarlı Meslek Lisesi’nin Radyo-Elektronik bölümünün gece eğitimini bitirdim.
Öğretmen okulunda öğrenciyken müdürümüz Tevfik Elmas'ın teşvikiyle, tarihte ilk defa Radyo-Elektronik kolunu kurdum.
19 yaşımda bir dağ köyüne tayin olduğumda, bilgilerimi hayata geçirmeye can atıyordum.
O yıllarda Grundig marka transistorlu radyolar dokuz yüz, öğretmen maaşı da dört yüz elli liraydı.
Yani bir transistorlu radyo iki öğretmen maaşına, bu günkü değeriyle altı bin liraya satılıyor, milletimiz düpedüz soyuluyordu.
İzmir Çankaya Caddesi’nde elektronik hurdacıları vardı.
Atılmış radyo kondansatörleri radyonun kalbidir, gerisi kolay! Hurdacıdan aldığım parçalarla bir radyo otuz liraya mal oluyordu.
Öğretmenlik yaptığım dağ köyünün elinden marangozluk da gelen muhtarı İrfan, muhtarlık binasında bana yer verip bir de çalışma masası yaptı.
İşe koyulup radyo elemanlarını monte ettim.
En sona hoparlörü kalınca, muhtara:
-“Tut şu kablonun ucunu, hoparlörün
dibine değdir” dedim.
Değdirdiği gibi oyun havaları patladı! Ankara radyosu çalıyordu!
Muhtar radyoyu kapıp sevinçle dışarı fırladı:
-“Öğretmenimiz radyoyu icat ettiii!” diye bağırarak köy meydanındaki kahveye koştu.
Köylü merakla kahveye doluştu.
-“Üleen dokuz yüz gaymelik iş bu muymuş” diyorlardı.
Onlar :
-“Öğretmenimiz radyo icat etti” dedikçe, ben:
-“değil başkası icat etti, ben imal ettim” diye uyarsam da, onlar inatla :
-“Sen icat ettin” diyorlardı.
Önce muhtara, sonra da köylülerime radyo yapmaya başladım.
Muhtar radyolara kutu yapıyor, hoparlör çıkışının deliklerini açıyordu. Kutunun yan tarafındaki kondansatör düğmesinden arama yapılıyor, skala olmasa da istasyonlar pekâlâ bulunuyordu.
Kimseden para da almıyordum ama onlar da çeşit ikramla memnuniyetleri gösteriyordu.
Radyoya kavuşmaktan herkes çok mutluydu.
Bir gün, bizim Uzun Memet radyosunu ağaca asmış tarlada çalışırken, devriyeye çıkan jandarma başçavuşu görüp yakalamasın mı :
- Nedir ülen bu ?
- Radyo başefendi.
- Böyle radyo mu olur ülen ?
- Öğretmenimiz icat etti.
- Neee
Zaptı tutmuşlar.
O yıllarda öğretmenlerin milletvekili gibi dokunulmazlığı vardı. Jandarma ya da polis karakoluna çağıramazlar, Milli Eğitim Müdürü ifade alır, gerektiğinde savcılığa sevk ederdi.
Milli Eğitim Müdürümüz Ahmet bey, öğretmenimiz bana bir uğrasın diyecek kadar kibardı.
Yanına varınca beni alıp kaymakama çıkardı ve:
-“ O muhteşem mucit bu!” dedi ve kaymakam da suçumu yüzüme tebliğ etti.
Radyoların yıllık vergisi vardı ve vergi kaçakçılığı nedeniyle radyo başına para cezası kesiliyordu. İzinsiz radyo imal etmek de casusluk gibi bir şeydi, yani sonu hapis cezası.
Savcılığa sevk etmemek için, önce takdir edip, sonra bir sürgün cezası ile işi kapatarak, Ödemiş Bozdağlar’daki Kızılkeçili köyüne sürgün ettiler! Soruşturma kapanmış ama yurdumun geri kalmışlığının yaraları kapanmamıştı.
Bahar aylarında Bozdağlar'a geldim, İsviçre gibi bir yer!
Bozdağlar’ın tepesinde son köy Karakeçili, buradan öteye sürülecek yer yok!
Köyü gezerken, içinde alabalıkların oynaştığı dere boyunda terk edilmiş üç su değirmeni gördüm. Elektriklisi çıkınca, bunların pabucu dama atılmış! Birinin suyu var, kapağı kapatınca tribünden çıkan su insana çarpsa parçalar! Yazık boşa akıyor!
O yıllarda hiç bir köyde elektrik yok.
Hafta sonunu dar ettim. İzmir Sanayi Bölgesinde Manisalı Ahmet Tütüncüoğlunu buldum. Derdimi anlatınca yardımcı olup, jeneratör için gerekli parçaları bulmamı sağladı. Alternatör, voltaj aralığı sağlayan kolektör ve kondüktör, jeneratörün miline monte edilecek kayış ve tribün kanatlarını kaynak yapacağım değirmen çarkı.
Ahmet Bey, o iyi yürekli insan, hepsini köyüme kadar kendi cipi ile getirdi. Bir kaç günde montajı tamamladım. Köy kahvesine, okuluma, camiye ve köy meydanına kılavuz aydınlatma için kablolar çektim. Açılış için akşam karanlığını seçtim.
Köylü merakla toplanmış bakarken, suyun kapağını açınca, ortalık gündüz gibi aydınlık oldu. Suyun gücü neredeyse on beş köyü aydınlatacak elektriği üretebilirdi. Köylü sevinçten çığlık atıyordu.
-“Sakın öğretmenimiz icat etti diye kimseler söylemeyin, başıma iş açarsınız” diye hepsine tembih ettim.
O gece devreyi hiç kapatmadım, nasıl olsa bedavaydı!
Sabaha kadar efeler zeybek oynadı, kimi duayla, kimileri rakı içerek karanlıktan kurtuluşu kutladı.
İki gün sonra basıldık. Tüm ilçe jandarması köyü basmıştı.
- Emir aldık, sökün bunları yoksa fena olur!
Söktük.
Kasabaya indim ve “Sizin mevzuatınıza da, palavra eğitiminize....” diyerek istifamı verdim.
Oradan denizlere açıldım. Önce telsiz ve güverte vardiya zabitliği, ardından süper tanker süvariliği.
Yıllar sonra memlekete döndüğümde gördüm ki; değişen bir şey yoktu, sığırlar yine aynı yerde otluyorlardı.
(Öğretmen Nedim Çakmak)
Cevat Kulaksız
Yorum Gönder