Chp Cumhurbaşkanı Adaylarım Ve Önerilerim
İttifak arayışı ile seçimde gücünü artırmaya çalışan, cumhurbaşkanı adayını seçme aşamasında olan CHP ye üç aday öneriyorum. Seçimlere epey bir zaman varsa da, kendi naçizane tercihime göre CHP den üç tane seçkin Cumhurbaşkanı adayı belirledim; bunlar isimleri ile şöyledir:
1-İlhan Kesici (en dürüst Ekonomistimiz)
2-Yılmaz Büyükerşen (Eskişehir CHP li Belediye Başkanı, en seçkin Atatürkçü, dürüst aydınlarımızdan)
3-Kemal Kılıçtaroğlu (CHP Genel Başkanı, politikacıların en dürüstü)
Seçileceklerin, seçilmeyeceklerin, AKP-RTE İktidarının Şu Yanlışlarını Düzeltmelerini Öneriyorum.
CHP nin bu güzide yöneticilerinden üç tanesinin aday olacağını tahmin ediyorum.
Eğer bu üç adaydan bir tanesi tercih edilir ve seçilirse, seçilenden AKP-RTE nin aşağıdaki yanlışlıklarını düzelterek, tamir etmelerini ve böylece ülkenin düzlüğe çıkabileceğini umuyorum.
Bu vesile ile AKP-RTE iktidarı ile şu yönetim yanlışlıklarını da eklemek istedim.
1-Çağdaş bir iktidar kendi ordusuna kumpas kuramaz.
Ordu bir ülkenin onuru, şerefi, göz bebeğidir. AKP-RTE iktidarı ortak yönetim kurduğu FETÖ ile işbirliği yaparak, Türk halkının “gözbebeği” diye yücelttiği ve ortak değeri olan orduya kumpas kurmuşlar, yalancı şahitler, düzmece belgelerle yüzlerce subayımızı iftira ile suçlamalarla hapse atmışlar. Dört beş yıl boşu boşuna masum insanları tutuklayarak, onlara felaket ve acılar yaşatmışlar. Kimi subaylar intihar etmişlerdir. Şimdi hepsi de aklanmışlar. Ne olacak o masumların onurları, kayıpları, acıları? Bu kumpasla ve AKP-RTE iktidarının kollaması ile orduya sızan FETÖ cü askerlerin darbe eylemi sonucunda onların da tasfiyesi ile ordu iki defa yıkıma uğramıştır. Şimdilerde ordu pilot bulamaz hale gelmiş, deniz kuvvetlerinin nerede ise belli kırılmış. Bu nedenle, Yunanistan bu zayıflıktan yararlanıp 18 kadar kayalık ve adacıklara el koymuş, kıyıdan köşeden toprağımızı çalma başlamıştır. Üstelik Yunanistan AB de ABD de orada burada Türkiye’yi şikâyet eder olmuştur. Kurutuluş Savaşı’ndan önce de Türk devletini Avrupalılara şikâyet ede ede yurdumuzu işgale gelmiştir. Ordunun aldığı bu darbeler yüzünden hükümet Yunanistan’a nota bile veremeyecek duruma gelmiştir.
2-Çağdaş bir yönetim-iktidar, dinci bir grupla, sanki bir koalisyon kuruyormuş gibi ortak yönetim kuramaz.
Ne oldu, Cumhuriyet tarihinin ve öncesinin en kanlı darbe teşebbüsüne neden olunmuştur. Bu çok çok yanlıştı, çünkü dünyada dincilikle, dinle kalkınmış, aydınlanmış tek bir devlet yoktur. Her vilayete dünyanın en büyük camisini yapsak, tüm okulları imam hatipleştirsek kalkınmış çağdaş bir ülke mi olacağız. Bu düşünce ve uygulama ülkeye zarar verir, ülkeyi geriye götürür. O zaman RTE “dinci kinci nesil” yetiştirmekten vaz geçmelidir, bu düşünce ülkeyi geriye götürür. Şu anda dünyada 57 mi 58 mi Müslüman devletinin hangisinde demokrasi var. Hepsi birbirinden perişan, terörün her türlüsü oralardan çıkıyor. 500 yıldır ne ki ta İbni Sina’dan beri Müslüman dünyasının dünya bilimine hiçbir katkısı yoktur. Yeryüzündeki bütün Müslüman ülkelerden her yıl binlerce değil, milyonlarca insanlar yurtlarını evlerini terk ederek canları pahasına neden “gâvur” dedikleri Batı ülkelerine gidiyorlar. Çünkü gidecekleri çağdaş ülkelerde adalet sağlam, insan haklarına değer veriliyor, refah seviyesi Müslüman ülkelerden daha yüksek.
3- Kürt Açılımı çok yanlıştı; eşkıya ile anlaşma olamaz.
İktidardaki AKP-RTE yönetimi, PKK ile “Kürt açılımı” ile anlaşmaya çalışmış, ödün üstüne ödün vermiş. Eşkıya, devlet mi de onunla anlaşmaya kalkıyorsun. “Açılım” adı altında üç-dört yıl polis ve jandarmanın elini kolunu bağladılar. Eşkıya (PKK) nanik yaparak bölgeye her alanda yerleşti, hâkimiyet kurdu, bunu bölge insanının kafasına yerleştirilmiş oldu. Eşkıyaya, teröre ödün verdikçe daha fazlasını ister. Sonunda da hüsrana uğranılmış, pek çok mal, can ve itibar kayıplarına neden olmuş olur. İşin sonunda da “Apo beni kandırdı” diye pişmanlık dile getirilir. Demokratik bir ülkenin yöneticisi “kandırıldım” diyemez. Meclisine danışa danışa, tartışa tartışa karar veren yönetici kandırılmaz. Ancak diktatörler eninde sonunda kandırıldığını anlar, hüsrana, kayıplara uğrar, ama vatanına hezimet getirir. APO yu övmelerden tutun da sınırda çadır mahkemesi kurmaya kadar çok örneklerle uzatmak istemiyorum, bu hazin süreci birlikte yaşadık.
4- Bir devlet dincilik yarışına başlarsa iflah olmaz.
15 yıldır iktidarda bulunan AKP-RTE yönetimi, “dinci kinci nesil yetiştireceğim” diye ülkedeki bütün okulları, kurumları dinsel kurumlara, dinsel kişilere yönlendirmeye dönüştürmeye gayret etmekte. Bu çok yanlış bir uygulamadı. Bir devlet bilim ve sanata ilgisiz kalır da dinciliğe yönelirse o ülke biter. Osmanlı da, böyle bilim ve teknolojiye ilgisiz kalarak batmıştır. Vatandaş istemediği, direndiği halde ülkedeki okullar imam hatiplere dönüştürülmektedir. Bu yazıyı yazdığım 30 Mart günü, bir gazetede gördüm, bir gecede okulu imam hatip yapmışlar. Bu çok hatalı bir uygulamadır; imam hatip kültürü ile asla çağdaşlık olamaz, çünkü imam hatip bilim okulu değildir. Çünkü İmam Hatipler bilim öğretmez, din okuludurlar. Bir ülke dincilikle kalkınamaz, bir ülkede dincilik yarışına başlamışsa o ülke artık iflah olmaz. Bunun örneği Pakistan ve İran’dır. Bu iki ülke dinciliğe, şeriata yönelmekle halklarını perişan etmişlerdir. Dünyada dincilikle kalkınmış bir tane bile bir devlet yok. Dincilik yarışı diktatörlüğe götürür.
5-AKP-RTE Yönetiminin Suriye politikası başlangıçta tamamen yanlıştı. Başlangıçta Esat yönetimi ile dost görülen AKP-RTE iktidarı, ABD mi üfledi, İsrail mi üfledi ne olduysa birden Esat’la bizimkilerin arası açıldı. Oysa Arap ülkelerinin içinde en laik devlet Esat yönetimi idi. Gerçi bizimkilere laiklik lazım gelmez, AKP-RTE iktidarı zaten Türkiye içinde laiklik ile gizli açık savaş vermekte.
Başımızdaki iktidar Esat yönetimi ile dostluğu devam ettirse de, Esat sağlamca Suriye’nin yönetim ve toprak bütünlüğüne sahip olsa idi, şimdiki belaların hiç biri olmayacak, Türkiye bundan kazançlı çıkacaktı. Şimdilerde, Suriye’de verdiğimiz şehitler bir yana Türkiye’nin korkunç derecede hiç de tahmin edilemeyecek ekonomik kayıpları olmuştur. Suriye halkı her türlü ihtiyaçlarını kendisine en yakın Gaziantep, Kilis, Kahraman Maraş, Şanlı Urfa gibi ilerimizden sağlıyorlar, hallediyorlardı. Suriye ile bölge illerimiz arasında öylesine bir gelip gitme trafiği vardı ki, milyarlarca dolar sınır ticareti oluyor, halk için çok değerli ekonomik trafik vardı. Ayrıca Kuveyt, BAE, Suudi Arabistan, Ürdün ve öteki Araplarla artan bir tır trafiği vardı, binlerce tır sebze meyve, yedek parça vb mallar sevk ediliyordu. Esat rejimi ile bozuşmaya başlayınca bu tır trafiği roro gemileri ile pahalıya mal olsa da Mısır’a yönlendi. Dururken bizimkiler aşırı dinci Mürsi’ci olunca, darbe yapıp Mürsi’yi deviren Abdulfettah Sisi’ye “darbeci darbeci” diye sataştı ve onunla da arası açıldı. Mısır’ın iç işlerine karışınca Sisi, tıpkı Hollanda gibi elçimizi kovdu. Peki, neden karışıyorsun, Suriye’nin ve Mısır’ın iç işlerine? Dinci mezhepçi düşüncelerle dış politika dizayn edilir mi? İmam hatip kültürü ile devlet yönetilmez, çağdaş olunamaz. Beğenmediğin Esat’ın bakanlarının içinde Hıristiyan kökenli bakan vardı. Ama elin Esat’ına “Alevi” dediğin gibi, kendi yurdundaki Alevileri dışlıyorsun.
6-RTE ile ESAT’ın arası neden açıldı?
RTE kafasındaki laiklik karşıtı tavrını Esat’a yansıtarak laiklikten vazgeçmesini istemesini, Suriye’deki dinci grupların korunmasını Esat’tan istemesi ve Esat’ın bunu ret etmesi ile aralarının bozulduğunu, Pir Sultan 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı Başkanı Murtaza Demir, 25. Adalet ve Demokrasi Haftasında, 25.01.2018 günlü konferansında bu bozuşmayı şöylece açıklamaktadır.
“…neden Arap Çöllerinde savaşmak zorunda kaldık. Şundan dolayı. Bu hükümetin, az önce söylediğim zihniyetin imam hatiplerden çıkan, cemaatlerden çıkan, şeyhlerden müritlerin tedrisatından geçen insanların hükümet olmasıyla birlikte, aslında Uğur Mumcu’nun da söylediği gibi, Cumhuriyeti yıkma projesidir bu? Cumhuriyeti yıkmak açısından bu gün bu savaşın nedenlerinden biri de bu. Nasıl neye böyle düşünüyorum. Şundan dolayı böyle düşünüyorum: IŞİD denilen topluluk nerden çıktı ve nasıl oluşturuldu? Yani Suriye’de hiç böyle bir şey yokken, Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan sürekli gidip geliyorken, “kardeşim” diyor ve birlikte tatil yapıyorken nasıl oldu da Eset eli kanlı katil durumuna geldi? Şundan dolayı: Tayip Erdoğan arkadaşlığı sürdürürken onun laik yapısına, laikliği kurumlaştırmasına karşı çıktı ve Selefi ve Cihatçı anlayışlara hoş görüyle bakmasını talep etti. Onların devlette yer almalarını ve bu laiklik sevdasından vazgeçmesini Esat’a teklif etti. Bunu birkaç kez dile getirdi. Israr etti Esat’ın bunu ret etmesinden sonra da “Esat” “Eset” oldu ve “o Alevi” dedi, unutmayın. Niye denildiği sorulduğunda, etrafınca sıkıştırıldığında “o Alevi” dedi…”(1)
Murtaza Demir’in açıklamalarına göre, RTE Türkiye’deki dinci, mezhepçi, laiklik dışı tavrını komşu Suriye ve Mısır’a da empoze etmeye kalkmıştır.
O zaman RTE, dinsel, mezhepsel, duygusal düşüncelerini bir tarafa bırakıp ülkesinin çıkarını, geleceğini düşünerek komşu ülkelerin iç işlerine karışmaktan ziyade onlarla dost olmanın yollarını düşünmeli ve uygulamalıdır. Öyle düşünse idi, Suriye’deki bu belaların hiç birisi muhtemelen olmayacaktı.
Hemen aklıma, o dönemde Işid-DEAŞ için giden Mit tırları geldi. Kısaca çağdaş bir devlet tüm politikalarını din ve mezhep üzerine düzenleyemez.
7-Bir ülkede adalet-yargı bağımsız olmalıdır.
Çağdaş bir ülkede yasama, yürütme, yargı birbirinden bağımsız olmalıdır. Yasama nasıl millet adına yasa yapıyorsa, yargı da millet adına bağımsız yargılama yapmalıdır. Ne yazık ki, AKP-RTE iktidarı, yasa ve anayasa değişiklikleri ile yargının tamamen bağımsız olması gereken yüksek yargı organı dâhil tüm yargı organlarını emrine almıştır.
Yönetim FETÖ ile paralelken, Fetö ile iktidar, çalınan sorular, mülakat aldatmacası ile binlerce savcı yargıç almışlar; 15 Temmuz darbesinden sonra da bu “eliyle konulmuş” adamlar görevden atılıverdiler. Böylesine liyakatsiz devlet yönetilir mi? Batı’da savcı yargıç nasıl seçiliyorsa, siz de aynısını uygulasanıza. Ama cahil yöneticide “bizden olsun da çamurdan olsun” cehalet anlayışı var.
Halk artık, kendi devletinin yargısına güveneme olmuştur. Yargıçlar, sanki bir orman memuru veya öteki memur gibi yürütmenin emrine girmiştir. İktidarın istemediği bir kararı veren yargıcın hemen başka uzak illere tayini çıkabiliyor. Bir hukukçunun konferansından izlemiştim, aynen şöyle diyordu: “Son anayasa referandumu ile yargının tabutuna çivi çakılmıştır”; yani yargı ölmüştür” diyordu.
Hukukçu Sami Selçuk’un söylemi ile: “Ne var ki, ülkemizde yargı bağımsızlığı ve yargı güvencesi, dolayısıyla yansız yargı/adalet arayışları bir türlü bitmemiştir”.
8-Devletin tüm kademelerine, memur, amir, yargıç seçerken mutlaka liyakat aranmalıdır.
AKP-RTE iktidara geldiği 2002 den bu yana devlet mekanizmasındaki liyakat kaldırılmıştır; göstermelik sınavların hepsinde, ne ki üniversite sınavlarında bile, sınav soruları çalınmış, böylece bütün sınavlar şaibeli hale gelmiştir. Nice sınavlar mahkemelik olmuştur. Liyakate uymamak demek, hak etmeyeni, ehliyetsizi, belki de başarısız olacak kişileri işe göreve almak demektir. Böyle bir ülkede, devlete olan güven sarsılır, vatandaş devletin her kademesine dargın, kırgın olur. O durumda başarı ve ilerleme olmaz. Osmanlı da, liyakatsiz kimseleri işe alırdı, ne ki okuma yazma bilmeyen sadrazam vardı, Osmanlıda. Ne oldu? Battı gitti.
Günümüzde dinci, mezhepçi, AKP ci kişiler tercih edilirken, imam hatip çıkışlılar devlet katında tercih edilen, aranan olduğunu görüyoruz. Liyakate önem vermeyen devlet iflah olmaz, devlet mekanizması işlemez, daha doğrusu ileri gitmez. Bırakın alt kademelerdeki memur ve amirleri, bazı Profesörler ve dekanların çağımızda insanı utandıran uygulama ve tavırlarına, söylemlerine baktığımız zaman dehşete kapılıyoruz. Adam profesör-dekan yardımcısı olmuş, okuma yazma bilmemeyi üstünlük görüyor, “okuma yazma bilmeyenlerin ferasetine güveniyorum” diyor. Bunu köy kahvesindeki en cahil insanlar bile söylemez.
9-Devlet adamı kendini eleştirenlere düşman olamaz, hoş görülü olur.
Protesto etmek, eleştirmek, ifadesini özgürce savunma çağdaş devlet insanlarının en doğal haklarındandır. En baştaki liderleri bile özgürce eleştiren toplum fertleri yaratıcı olurlar. En masum protestolara, eleştirilere tepki gösteren, onu en ağır ifadelerle aşağılayan liderler faşizan kafalıdırlar. Devlet adamı hoş görülü olmalıdır. Ne yazık ki, bizim siyasal, toplumsal yaşantımızda eleştirilere hoş görüyle karşılama kültürü yoktur. Hemen aklıma gelmişken, karikatürist Musa Kart, çizdiği karikatürler yüzünden daha yeni aylarca hapis yatırılmıştır. Basından izliyoruz, batılı liderlere yumurta atarak, kırmızı mürekkep fırlatarak protesto ediyorlar. Ona maruz kalan lider, tebessümle üstünü fiskelerle temizlemeye çalışıyorlar.
Hani Ermeni vatandaşlarımızın olduğu ülkemizde, “affedersiniz Ermeni” dendiği gibi,Komünist Partisinin bile serbest olduğu ülkemizde, Marmara Üniversitesinde protesto eden öğrencilere Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın “komünist bunlar komünist” demesi bu çağda gerçekten olgun bir davranış olmamıştır. Zaten dünyada komünizmle yönetilen bir ülke kalmamıştır. Masumca protesto eden öğrencileri “okutmayacağız bunları üniversitede” demeside çağdaş dünyada hoş karşılanacak bir durum değildir. Bu komünist suçlamaları 1960-70 li yılların dışlayıcı suçlamalarına benziyor. Bir devlet adamının protesto eden, fikrini ifade eden öğrencilere, vatandaşlara düşmanca davranması ne hazin bir durum. Dünyanın hiçbir ülkesinde “savaşa hayır” diye protesto edenler cezalandırılamaz. Ama ülkemizde “savaşa hayır” diyen nice akademisyenler, aydınlar KHK ile nice işlerinden, ekmek kapılarından kovuldular.
Bakıyorsunuz Cumhurbaşkanı RTE yi eleştirenlere “cumhurbaşkanına hakaretten dava açılıyor”. Bu öğrencileri Cumhurbaşkanı RTE nin dediği gibi, okuldan atarsanız, uluslar arası mahkemelerde suçlu duruma düşersiniz. İşte Örnek:
Fransa eski Cumhurbaşkanı Sarkozy görevde iken, yolu bir gün bir Fransa köyüne düşer. Köylünün biri, bir olaya kızmış olmalı ki, üzerinde “si..tir ol git buradan Sarkozy” diye yazı bulunan pankart açar. Köylü mahkemeye verilir, yargıç köylüyü hakaretten yargılayıp para cezasına hükmeder. Köylü bunu hazmedemez Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) götürür. AİHM, köylüye verilen cezayı hukuka aykırı bularak ret eder ve aynen şöyle karar verir: “Vatandaşın oyunu alarak oralara seçilen devlet adamı, vatandaşın en ağır eleştirilerine tahammül etmek zorundadır, o nedenle karar hukuka uygun değildir”. Bizde de AİHM nin siyasilere hakaret davarlarını ret eden kararları var”. Öyleyse RTE nin protesto eden öğrencilerin okumasını engelleyeceğini söyleyen sözleri hukuka uygun olmasa gerek. Bu konularda söylenecek çok şeyler var ama yazıyı uzatmak istemiyorum, kısaca devlet adamı daha hoş görülü olmalı, protestolara, karşı görüşlere saygılı ve hoşgörülü olmalıdır.
10-Tek adamlı anayasa rejimi Türk demokrasisine yakışmıyor, çağdaş da değil.
Yıllardır içine girmeye çalıştığımız, “bizi niye AB ye almıyorlar” diye sızlandığımız AB ülkelerine bir bakar mısınız. Hiç birinde, AKP nin allayıp pullayıp halka kabul ettirdiği yeni tek adam anayasası gibi anayasa yok. Bu anayasaya göre, Meclis bertaraf ediliyor, seçilecek olan cumhurbaşkanı ülkeyi Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) le yönetecek, istediği en yüksek dereceli devlet görevlisini görevden alacak, istediğini getirecek. (Hemen aklıma Cumhurbaşkanın atadığı insanı utandıran, garip dekanlar geldi). Tek adam anayasa değişikliğinin kabul edildiği günün ertesinde hayretler içinde kalan AB yetkililerinden bazıları, “bu tek adam anayasası ile Türkiye AB ye asla giremez” diyerek tavırlarını koyuyorlardı. “Danışan dağları aşmış, danışmayan düz yolda şaşmış” atasözünün vurguladığı gibi, müzakeresiz, danışıp tartışmadan tek adam rejiminde verilen kararlar başkanı da, devleti de yanıltır. Demokrasinin mabedi olan Meclisi baypas edilip tek adam olarak ülke yönetiminde kararlar verilirse, o ülke kaostan kurtulamaz. Çağdaş dünyada, 500 yıldan fazla bir zamandır bilim dünyasına hiçbir katkısı olmayan tüm İslam ülkeleri tek adam rejimle yönetile gelmiştir, halen de hepsi tek adamla yönetiliyor. Şunu hiç unutmayalım ki, dünyada en geri kalmış on ülke tek adamla yönetiliyor. Öyleyse, AKP-RTE nin allayıp pullayıp halka yutturduğu bu tek adam anayasasını değiştirerek, demokratik çoğunluk-Meclis ağırlıklı gerçek demokrasiye dönmemiz gerekir.
Sanırım dünyada 57 veya 58 kadar olan, bilimin, özgür düşüncenin, müzik heykelden başlayın sanatın her çeşidinin esmesinin olmadığı İslam ülkeleri çağın en gerisinde kalmışlar. Gösterir misiniz, dünyada “şu …İslam ülkesi çağdaş”, diye, gösteremezsiniz. Ne yazık ki, nerede ise hep birbirine düşman, terörün her çeşidi oralardan çıkıyor. Bunu sık sık tekrar ediyorum ama bütün İslam ülkelerinden, binlerce, on binlerce insan, neden “gavur” dedikleri gerçek demokrasi ile yönetilen Batı ülkelerine gitmekteler. Çünkü onların adaleti bağımsız ve özgür, yönetimleri tek adam değil, gerçek meclis esasına göredir, refah seviyesi yüksek. İsveç halkının çoğunluğu ateist, yolsuzluk nerede ise sıfır; İslam ülkelerinde çoğunluk Müslüman, yolsuzluk zirvede. İşte ölçü… Öyleyse R.T. Erdoğan’ın “dinci ve kinci nesil” gibi savunduğu dincilik, devletin kalkınmasında, toplumun refah ve mutluluğunda doğru ölçü değildir. Toplumların kalkınması için gerçek ölçü bilim ve sanattır.
Cumhurbaşkanlığına aday olan olmayan, oy verecek olanlar önümüzdeki bu seçimler Cumhuriyetin bir dönüm noktasıdır. Böyle tek adamlı yönetim giderse, ülke çağın her alanında geride kalır.
Cevat Kulaksız
SONOTLAR
(1) https://haberguncel.blogspot.com.tr/2018/02/ataturkun-hacibektasa-ziyareti-tekke-ve-zaviyelerin-kapatilmasi.html
1-İlhan Kesici (en dürüst Ekonomistimiz)
2-Yılmaz Büyükerşen (Eskişehir CHP li Belediye Başkanı, en seçkin Atatürkçü, dürüst aydınlarımızdan)
3-Kemal Kılıçtaroğlu (CHP Genel Başkanı, politikacıların en dürüstü)
Seçileceklerin, seçilmeyeceklerin, AKP-RTE İktidarının Şu Yanlışlarını Düzeltmelerini Öneriyorum.
CHP nin bu güzide yöneticilerinden üç tanesinin aday olacağını tahmin ediyorum.
Eğer bu üç adaydan bir tanesi tercih edilir ve seçilirse, seçilenden AKP-RTE nin aşağıdaki yanlışlıklarını düzelterek, tamir etmelerini ve böylece ülkenin düzlüğe çıkabileceğini umuyorum.
Bu vesile ile AKP-RTE iktidarı ile şu yönetim yanlışlıklarını da eklemek istedim.
1-Çağdaş bir iktidar kendi ordusuna kumpas kuramaz.
Ordu bir ülkenin onuru, şerefi, göz bebeğidir. AKP-RTE iktidarı ortak yönetim kurduğu FETÖ ile işbirliği yaparak, Türk halkının “gözbebeği” diye yücelttiği ve ortak değeri olan orduya kumpas kurmuşlar, yalancı şahitler, düzmece belgelerle yüzlerce subayımızı iftira ile suçlamalarla hapse atmışlar. Dört beş yıl boşu boşuna masum insanları tutuklayarak, onlara felaket ve acılar yaşatmışlar. Kimi subaylar intihar etmişlerdir. Şimdi hepsi de aklanmışlar. Ne olacak o masumların onurları, kayıpları, acıları? Bu kumpasla ve AKP-RTE iktidarının kollaması ile orduya sızan FETÖ cü askerlerin darbe eylemi sonucunda onların da tasfiyesi ile ordu iki defa yıkıma uğramıştır. Şimdilerde ordu pilot bulamaz hale gelmiş, deniz kuvvetlerinin nerede ise belli kırılmış. Bu nedenle, Yunanistan bu zayıflıktan yararlanıp 18 kadar kayalık ve adacıklara el koymuş, kıyıdan köşeden toprağımızı çalma başlamıştır. Üstelik Yunanistan AB de ABD de orada burada Türkiye’yi şikâyet eder olmuştur. Kurutuluş Savaşı’ndan önce de Türk devletini Avrupalılara şikâyet ede ede yurdumuzu işgale gelmiştir. Ordunun aldığı bu darbeler yüzünden hükümet Yunanistan’a nota bile veremeyecek duruma gelmiştir.
2-Çağdaş bir yönetim-iktidar, dinci bir grupla, sanki bir koalisyon kuruyormuş gibi ortak yönetim kuramaz.
Ne oldu, Cumhuriyet tarihinin ve öncesinin en kanlı darbe teşebbüsüne neden olunmuştur. Bu çok çok yanlıştı, çünkü dünyada dincilikle, dinle kalkınmış, aydınlanmış tek bir devlet yoktur. Her vilayete dünyanın en büyük camisini yapsak, tüm okulları imam hatipleştirsek kalkınmış çağdaş bir ülke mi olacağız. Bu düşünce ve uygulama ülkeye zarar verir, ülkeyi geriye götürür. O zaman RTE “dinci kinci nesil” yetiştirmekten vaz geçmelidir, bu düşünce ülkeyi geriye götürür. Şu anda dünyada 57 mi 58 mi Müslüman devletinin hangisinde demokrasi var. Hepsi birbirinden perişan, terörün her türlüsü oralardan çıkıyor. 500 yıldır ne ki ta İbni Sina’dan beri Müslüman dünyasının dünya bilimine hiçbir katkısı yoktur. Yeryüzündeki bütün Müslüman ülkelerden her yıl binlerce değil, milyonlarca insanlar yurtlarını evlerini terk ederek canları pahasına neden “gâvur” dedikleri Batı ülkelerine gidiyorlar. Çünkü gidecekleri çağdaş ülkelerde adalet sağlam, insan haklarına değer veriliyor, refah seviyesi Müslüman ülkelerden daha yüksek.
3- Kürt Açılımı çok yanlıştı; eşkıya ile anlaşma olamaz.
İktidardaki AKP-RTE yönetimi, PKK ile “Kürt açılımı” ile anlaşmaya çalışmış, ödün üstüne ödün vermiş. Eşkıya, devlet mi de onunla anlaşmaya kalkıyorsun. “Açılım” adı altında üç-dört yıl polis ve jandarmanın elini kolunu bağladılar. Eşkıya (PKK) nanik yaparak bölgeye her alanda yerleşti, hâkimiyet kurdu, bunu bölge insanının kafasına yerleştirilmiş oldu. Eşkıyaya, teröre ödün verdikçe daha fazlasını ister. Sonunda da hüsrana uğranılmış, pek çok mal, can ve itibar kayıplarına neden olmuş olur. İşin sonunda da “Apo beni kandırdı” diye pişmanlık dile getirilir. Demokratik bir ülkenin yöneticisi “kandırıldım” diyemez. Meclisine danışa danışa, tartışa tartışa karar veren yönetici kandırılmaz. Ancak diktatörler eninde sonunda kandırıldığını anlar, hüsrana, kayıplara uğrar, ama vatanına hezimet getirir. APO yu övmelerden tutun da sınırda çadır mahkemesi kurmaya kadar çok örneklerle uzatmak istemiyorum, bu hazin süreci birlikte yaşadık.
4- Bir devlet dincilik yarışına başlarsa iflah olmaz.
15 yıldır iktidarda bulunan AKP-RTE yönetimi, “dinci kinci nesil yetiştireceğim” diye ülkedeki bütün okulları, kurumları dinsel kurumlara, dinsel kişilere yönlendirmeye dönüştürmeye gayret etmekte. Bu çok yanlış bir uygulamadı. Bir devlet bilim ve sanata ilgisiz kalır da dinciliğe yönelirse o ülke biter. Osmanlı da, böyle bilim ve teknolojiye ilgisiz kalarak batmıştır. Vatandaş istemediği, direndiği halde ülkedeki okullar imam hatiplere dönüştürülmektedir. Bu yazıyı yazdığım 30 Mart günü, bir gazetede gördüm, bir gecede okulu imam hatip yapmışlar. Bu çok hatalı bir uygulamadır; imam hatip kültürü ile asla çağdaşlık olamaz, çünkü imam hatip bilim okulu değildir. Çünkü İmam Hatipler bilim öğretmez, din okuludurlar. Bir ülke dincilikle kalkınamaz, bir ülkede dincilik yarışına başlamışsa o ülke artık iflah olmaz. Bunun örneği Pakistan ve İran’dır. Bu iki ülke dinciliğe, şeriata yönelmekle halklarını perişan etmişlerdir. Dünyada dincilikle kalkınmış bir tane bile bir devlet yok. Dincilik yarışı diktatörlüğe götürür.
5-AKP-RTE Yönetiminin Suriye politikası başlangıçta tamamen yanlıştı. Başlangıçta Esat yönetimi ile dost görülen AKP-RTE iktidarı, ABD mi üfledi, İsrail mi üfledi ne olduysa birden Esat’la bizimkilerin arası açıldı. Oysa Arap ülkelerinin içinde en laik devlet Esat yönetimi idi. Gerçi bizimkilere laiklik lazım gelmez, AKP-RTE iktidarı zaten Türkiye içinde laiklik ile gizli açık savaş vermekte.
Başımızdaki iktidar Esat yönetimi ile dostluğu devam ettirse de, Esat sağlamca Suriye’nin yönetim ve toprak bütünlüğüne sahip olsa idi, şimdiki belaların hiç biri olmayacak, Türkiye bundan kazançlı çıkacaktı. Şimdilerde, Suriye’de verdiğimiz şehitler bir yana Türkiye’nin korkunç derecede hiç de tahmin edilemeyecek ekonomik kayıpları olmuştur. Suriye halkı her türlü ihtiyaçlarını kendisine en yakın Gaziantep, Kilis, Kahraman Maraş, Şanlı Urfa gibi ilerimizden sağlıyorlar, hallediyorlardı. Suriye ile bölge illerimiz arasında öylesine bir gelip gitme trafiği vardı ki, milyarlarca dolar sınır ticareti oluyor, halk için çok değerli ekonomik trafik vardı. Ayrıca Kuveyt, BAE, Suudi Arabistan, Ürdün ve öteki Araplarla artan bir tır trafiği vardı, binlerce tır sebze meyve, yedek parça vb mallar sevk ediliyordu. Esat rejimi ile bozuşmaya başlayınca bu tır trafiği roro gemileri ile pahalıya mal olsa da Mısır’a yönlendi. Dururken bizimkiler aşırı dinci Mürsi’ci olunca, darbe yapıp Mürsi’yi deviren Abdulfettah Sisi’ye “darbeci darbeci” diye sataştı ve onunla da arası açıldı. Mısır’ın iç işlerine karışınca Sisi, tıpkı Hollanda gibi elçimizi kovdu. Peki, neden karışıyorsun, Suriye’nin ve Mısır’ın iç işlerine? Dinci mezhepçi düşüncelerle dış politika dizayn edilir mi? İmam hatip kültürü ile devlet yönetilmez, çağdaş olunamaz. Beğenmediğin Esat’ın bakanlarının içinde Hıristiyan kökenli bakan vardı. Ama elin Esat’ına “Alevi” dediğin gibi, kendi yurdundaki Alevileri dışlıyorsun.
6-RTE ile ESAT’ın arası neden açıldı?
RTE kafasındaki laiklik karşıtı tavrını Esat’a yansıtarak laiklikten vazgeçmesini istemesini, Suriye’deki dinci grupların korunmasını Esat’tan istemesi ve Esat’ın bunu ret etmesi ile aralarının bozulduğunu, Pir Sultan 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı Başkanı Murtaza Demir, 25. Adalet ve Demokrasi Haftasında, 25.01.2018 günlü konferansında bu bozuşmayı şöylece açıklamaktadır.
“…neden Arap Çöllerinde savaşmak zorunda kaldık. Şundan dolayı. Bu hükümetin, az önce söylediğim zihniyetin imam hatiplerden çıkan, cemaatlerden çıkan, şeyhlerden müritlerin tedrisatından geçen insanların hükümet olmasıyla birlikte, aslında Uğur Mumcu’nun da söylediği gibi, Cumhuriyeti yıkma projesidir bu? Cumhuriyeti yıkmak açısından bu gün bu savaşın nedenlerinden biri de bu. Nasıl neye böyle düşünüyorum. Şundan dolayı böyle düşünüyorum: IŞİD denilen topluluk nerden çıktı ve nasıl oluşturuldu? Yani Suriye’de hiç böyle bir şey yokken, Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan sürekli gidip geliyorken, “kardeşim” diyor ve birlikte tatil yapıyorken nasıl oldu da Eset eli kanlı katil durumuna geldi? Şundan dolayı: Tayip Erdoğan arkadaşlığı sürdürürken onun laik yapısına, laikliği kurumlaştırmasına karşı çıktı ve Selefi ve Cihatçı anlayışlara hoş görüyle bakmasını talep etti. Onların devlette yer almalarını ve bu laiklik sevdasından vazgeçmesini Esat’a teklif etti. Bunu birkaç kez dile getirdi. Israr etti Esat’ın bunu ret etmesinden sonra da “Esat” “Eset” oldu ve “o Alevi” dedi, unutmayın. Niye denildiği sorulduğunda, etrafınca sıkıştırıldığında “o Alevi” dedi…”(1)
Murtaza Demir’in açıklamalarına göre, RTE Türkiye’deki dinci, mezhepçi, laiklik dışı tavrını komşu Suriye ve Mısır’a da empoze etmeye kalkmıştır.
O zaman RTE, dinsel, mezhepsel, duygusal düşüncelerini bir tarafa bırakıp ülkesinin çıkarını, geleceğini düşünerek komşu ülkelerin iç işlerine karışmaktan ziyade onlarla dost olmanın yollarını düşünmeli ve uygulamalıdır. Öyle düşünse idi, Suriye’deki bu belaların hiç birisi muhtemelen olmayacaktı.
Hemen aklıma, o dönemde Işid-DEAŞ için giden Mit tırları geldi. Kısaca çağdaş bir devlet tüm politikalarını din ve mezhep üzerine düzenleyemez.
7-Bir ülkede adalet-yargı bağımsız olmalıdır.
Çağdaş bir ülkede yasama, yürütme, yargı birbirinden bağımsız olmalıdır. Yasama nasıl millet adına yasa yapıyorsa, yargı da millet adına bağımsız yargılama yapmalıdır. Ne yazık ki, AKP-RTE iktidarı, yasa ve anayasa değişiklikleri ile yargının tamamen bağımsız olması gereken yüksek yargı organı dâhil tüm yargı organlarını emrine almıştır.
Yönetim FETÖ ile paralelken, Fetö ile iktidar, çalınan sorular, mülakat aldatmacası ile binlerce savcı yargıç almışlar; 15 Temmuz darbesinden sonra da bu “eliyle konulmuş” adamlar görevden atılıverdiler. Böylesine liyakatsiz devlet yönetilir mi? Batı’da savcı yargıç nasıl seçiliyorsa, siz de aynısını uygulasanıza. Ama cahil yöneticide “bizden olsun da çamurdan olsun” cehalet anlayışı var.
Halk artık, kendi devletinin yargısına güveneme olmuştur. Yargıçlar, sanki bir orman memuru veya öteki memur gibi yürütmenin emrine girmiştir. İktidarın istemediği bir kararı veren yargıcın hemen başka uzak illere tayini çıkabiliyor. Bir hukukçunun konferansından izlemiştim, aynen şöyle diyordu: “Son anayasa referandumu ile yargının tabutuna çivi çakılmıştır”; yani yargı ölmüştür” diyordu.
Hukukçu Sami Selçuk’un söylemi ile: “Ne var ki, ülkemizde yargı bağımsızlığı ve yargı güvencesi, dolayısıyla yansız yargı/adalet arayışları bir türlü bitmemiştir”.
8-Devletin tüm kademelerine, memur, amir, yargıç seçerken mutlaka liyakat aranmalıdır.
AKP-RTE iktidara geldiği 2002 den bu yana devlet mekanizmasındaki liyakat kaldırılmıştır; göstermelik sınavların hepsinde, ne ki üniversite sınavlarında bile, sınav soruları çalınmış, böylece bütün sınavlar şaibeli hale gelmiştir. Nice sınavlar mahkemelik olmuştur. Liyakate uymamak demek, hak etmeyeni, ehliyetsizi, belki de başarısız olacak kişileri işe göreve almak demektir. Böyle bir ülkede, devlete olan güven sarsılır, vatandaş devletin her kademesine dargın, kırgın olur. O durumda başarı ve ilerleme olmaz. Osmanlı da, liyakatsiz kimseleri işe alırdı, ne ki okuma yazma bilmeyen sadrazam vardı, Osmanlıda. Ne oldu? Battı gitti.
Günümüzde dinci, mezhepçi, AKP ci kişiler tercih edilirken, imam hatip çıkışlılar devlet katında tercih edilen, aranan olduğunu görüyoruz. Liyakate önem vermeyen devlet iflah olmaz, devlet mekanizması işlemez, daha doğrusu ileri gitmez. Bırakın alt kademelerdeki memur ve amirleri, bazı Profesörler ve dekanların çağımızda insanı utandıran uygulama ve tavırlarına, söylemlerine baktığımız zaman dehşete kapılıyoruz. Adam profesör-dekan yardımcısı olmuş, okuma yazma bilmemeyi üstünlük görüyor, “okuma yazma bilmeyenlerin ferasetine güveniyorum” diyor. Bunu köy kahvesindeki en cahil insanlar bile söylemez.
9-Devlet adamı kendini eleştirenlere düşman olamaz, hoş görülü olur.
Protesto etmek, eleştirmek, ifadesini özgürce savunma çağdaş devlet insanlarının en doğal haklarındandır. En baştaki liderleri bile özgürce eleştiren toplum fertleri yaratıcı olurlar. En masum protestolara, eleştirilere tepki gösteren, onu en ağır ifadelerle aşağılayan liderler faşizan kafalıdırlar. Devlet adamı hoş görülü olmalıdır. Ne yazık ki, bizim siyasal, toplumsal yaşantımızda eleştirilere hoş görüyle karşılama kültürü yoktur. Hemen aklıma gelmişken, karikatürist Musa Kart, çizdiği karikatürler yüzünden daha yeni aylarca hapis yatırılmıştır. Basından izliyoruz, batılı liderlere yumurta atarak, kırmızı mürekkep fırlatarak protesto ediyorlar. Ona maruz kalan lider, tebessümle üstünü fiskelerle temizlemeye çalışıyorlar.
Hani Ermeni vatandaşlarımızın olduğu ülkemizde, “affedersiniz Ermeni” dendiği gibi,Komünist Partisinin bile serbest olduğu ülkemizde, Marmara Üniversitesinde protesto eden öğrencilere Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın “komünist bunlar komünist” demesi bu çağda gerçekten olgun bir davranış olmamıştır. Zaten dünyada komünizmle yönetilen bir ülke kalmamıştır. Masumca protesto eden öğrencileri “okutmayacağız bunları üniversitede” demeside çağdaş dünyada hoş karşılanacak bir durum değildir. Bu komünist suçlamaları 1960-70 li yılların dışlayıcı suçlamalarına benziyor. Bir devlet adamının protesto eden, fikrini ifade eden öğrencilere, vatandaşlara düşmanca davranması ne hazin bir durum. Dünyanın hiçbir ülkesinde “savaşa hayır” diye protesto edenler cezalandırılamaz. Ama ülkemizde “savaşa hayır” diyen nice akademisyenler, aydınlar KHK ile nice işlerinden, ekmek kapılarından kovuldular.
Bakıyorsunuz Cumhurbaşkanı RTE yi eleştirenlere “cumhurbaşkanına hakaretten dava açılıyor”. Bu öğrencileri Cumhurbaşkanı RTE nin dediği gibi, okuldan atarsanız, uluslar arası mahkemelerde suçlu duruma düşersiniz. İşte Örnek:
Fransa eski Cumhurbaşkanı Sarkozy görevde iken, yolu bir gün bir Fransa köyüne düşer. Köylünün biri, bir olaya kızmış olmalı ki, üzerinde “si..tir ol git buradan Sarkozy” diye yazı bulunan pankart açar. Köylü mahkemeye verilir, yargıç köylüyü hakaretten yargılayıp para cezasına hükmeder. Köylü bunu hazmedemez Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) götürür. AİHM, köylüye verilen cezayı hukuka aykırı bularak ret eder ve aynen şöyle karar verir: “Vatandaşın oyunu alarak oralara seçilen devlet adamı, vatandaşın en ağır eleştirilerine tahammül etmek zorundadır, o nedenle karar hukuka uygun değildir”. Bizde de AİHM nin siyasilere hakaret davarlarını ret eden kararları var”. Öyleyse RTE nin protesto eden öğrencilerin okumasını engelleyeceğini söyleyen sözleri hukuka uygun olmasa gerek. Bu konularda söylenecek çok şeyler var ama yazıyı uzatmak istemiyorum, kısaca devlet adamı daha hoş görülü olmalı, protestolara, karşı görüşlere saygılı ve hoşgörülü olmalıdır.
10-Tek adamlı anayasa rejimi Türk demokrasisine yakışmıyor, çağdaş da değil.
Yıllardır içine girmeye çalıştığımız, “bizi niye AB ye almıyorlar” diye sızlandığımız AB ülkelerine bir bakar mısınız. Hiç birinde, AKP nin allayıp pullayıp halka kabul ettirdiği yeni tek adam anayasası gibi anayasa yok. Bu anayasaya göre, Meclis bertaraf ediliyor, seçilecek olan cumhurbaşkanı ülkeyi Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) le yönetecek, istediği en yüksek dereceli devlet görevlisini görevden alacak, istediğini getirecek. (Hemen aklıma Cumhurbaşkanın atadığı insanı utandıran, garip dekanlar geldi). Tek adam anayasa değişikliğinin kabul edildiği günün ertesinde hayretler içinde kalan AB yetkililerinden bazıları, “bu tek adam anayasası ile Türkiye AB ye asla giremez” diyerek tavırlarını koyuyorlardı. “Danışan dağları aşmış, danışmayan düz yolda şaşmış” atasözünün vurguladığı gibi, müzakeresiz, danışıp tartışmadan tek adam rejiminde verilen kararlar başkanı da, devleti de yanıltır. Demokrasinin mabedi olan Meclisi baypas edilip tek adam olarak ülke yönetiminde kararlar verilirse, o ülke kaostan kurtulamaz. Çağdaş dünyada, 500 yıldan fazla bir zamandır bilim dünyasına hiçbir katkısı olmayan tüm İslam ülkeleri tek adam rejimle yönetile gelmiştir, halen de hepsi tek adamla yönetiliyor. Şunu hiç unutmayalım ki, dünyada en geri kalmış on ülke tek adamla yönetiliyor. Öyleyse, AKP-RTE nin allayıp pullayıp halka yutturduğu bu tek adam anayasasını değiştirerek, demokratik çoğunluk-Meclis ağırlıklı gerçek demokrasiye dönmemiz gerekir.
Sanırım dünyada 57 veya 58 kadar olan, bilimin, özgür düşüncenin, müzik heykelden başlayın sanatın her çeşidinin esmesinin olmadığı İslam ülkeleri çağın en gerisinde kalmışlar. Gösterir misiniz, dünyada “şu …İslam ülkesi çağdaş”, diye, gösteremezsiniz. Ne yazık ki, nerede ise hep birbirine düşman, terörün her çeşidi oralardan çıkıyor. Bunu sık sık tekrar ediyorum ama bütün İslam ülkelerinden, binlerce, on binlerce insan, neden “gavur” dedikleri gerçek demokrasi ile yönetilen Batı ülkelerine gitmekteler. Çünkü onların adaleti bağımsız ve özgür, yönetimleri tek adam değil, gerçek meclis esasına göredir, refah seviyesi yüksek. İsveç halkının çoğunluğu ateist, yolsuzluk nerede ise sıfır; İslam ülkelerinde çoğunluk Müslüman, yolsuzluk zirvede. İşte ölçü… Öyleyse R.T. Erdoğan’ın “dinci ve kinci nesil” gibi savunduğu dincilik, devletin kalkınmasında, toplumun refah ve mutluluğunda doğru ölçü değildir. Toplumların kalkınması için gerçek ölçü bilim ve sanattır.
Cumhurbaşkanlığına aday olan olmayan, oy verecek olanlar önümüzdeki bu seçimler Cumhuriyetin bir dönüm noktasıdır. Böyle tek adamlı yönetim giderse, ülke çağın her alanında geride kalır.
Cevat Kulaksız
Cevat Kulaksız
SONOTLAR(1) https://haberguncel.blogspot.com.tr/2018/02/ataturkun-hacibektasa-ziyareti-tekke-ve-zaviyelerin-kapatilmasi.html