Kandil Günleri Dinde Yoktur, Dine Sonradan Eklenmiştir

Kandil Günleri Dinde Yoktur, Dine Sonradan Eklenmiştir
Müslümanlıkta uzun yıllardır halk tarafından sanki dinen zorunlulukmuş gibi sayılan kandiller, mevlit gibi dinsel bidat olan ve anılan özel günler dine sonradan eklenmiştir. Kuranı Kerim’de sadece Kadir Gecesi vardır, onun dışındakiler Peygamberden yüzyıllar sonra eklenmiştir.
Dinin halk arasında önemini, kutsallığını bilen ve dinden nemalanmak isteyen çıkarcılar, tıpkı Kutlu Doğum Haftası gibi dine sonradan eklemeler yapmışlardır.
(Bidat; kısaca “dine sonradan katılan, kazandırılan vecibeler, gereklilikler ve mevcut dini kurallarda sonradan yapılan değişiklikler” demek olup dini bozabilmesi açısından hiç hoş görülmez).
Diyanet İşleri Başkanlığı, bu konuda halkı aydınlatıcı bilgi vermemekte, oysa diyanetçe dindeki hurafe ve yanlış uygulamalar hakkında aydınlatıcı bilgiler verilmesi gerekirdi. Önce, dine sonradan katılan ve bidat sayılan kuralları sıra ile irdeleyelim. Bu konularda Diyanet İşleri Başkanlığımızdan toplumu aydınlatan bilgi verilmesini diliyorum.

1-MEVLÜT 
Türk Şairi Süleyman Çelebi {d.M 1351 (H.752)-(ö.H.825 M.1422)}
Günümüzde, halkımzın ölülerinin arkasından okutulan bir Mevlit olayı vardır ki, öylesine benimsenmiş yerleşmiş, adeta bir dini zorunluluk haline getirilmiştir. Peygamber zamanında olmayan, ondan yüzyıllar sonra benimsenmiş, peygamberi, yaşamını öven bir Türk şairinin yazdığı şiirden başka bir şey değildir. Diyanet İşleri Başkanlığımız mevlitin, topluma halka dini hiçbir zorunluluğunun olmadığını neden açıkça söylememektedir.
Mevlit Kandili, Peygamberden 777 yıl sonra Osmanlı İmparatorluğu zamanında Birinci Murat devrinde yazılıp kutlanmaya başlanmıştır. Mevlit’in dini bir zorunluluğu yoktur; ne vacip, ne sünnet, ne de farzdır. Bursalı Tasavvuf Şairi Süleyman Çelebi tarafından yazılmış, bestelenmiş bir müzik avazında söylenen şiiridir. Başka diğer Müslüman ülkelerde de yoktur, sadece Türkler tarafından mevlit okunup, anılır.
Meşhur Türkçe “Mevlit” kasidesinin yazarı Süleyman Çelebi Bursa’da doğdu. Süleyman Çelebi’nin Mevlidi 60 yaşında yazdığı ve eserin 1409 (H.812) senesinde bittiği, en eski olarak bilinen nüshasında bulunan bir nota yorumlanmaktadır. 1422 (H.825) senesinde vefat ettiği bilindiğine göre, onun 1351 (H.752) senesinde doğduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Sultan Birinci Murat Hanın vezirlerinden Ahmet Paşanın oğlu, Şeyh Mahmut Efendinin torunudur. Mahmut Bey, 1338 (H.738) senesinde Sadrazam Süleyman Paşa ile Rumeli’ye sal ile geçenlerdendir. Süleyman Çelebi, Bursa’da devrinin ileri gelen aydınlarındandı. Sultan Yıldırım Bayezid zamanında Divan-ı hümayun imamı, sonra da Bursa’da onun inşa ve ihya ettiği caminin imamı oldu. Peygambere olan sevgisi Vesîlet-ün-Necat isimli mevlit kasidesini yazmasına vesile oldu. Eserini yazmasının sebebi olarak gösterilen hadise hakkında; Künh-ül-Ahbâr, Güldeste, Tezkire-i Latîfî ve başka kaynaklarda geniş bilgi vardır. Mezarı, Bursa’da Çekirge yolu üzerindedir.[i]
Hz. Muhammed (M.571-M.632) yılları arasında yaşamıştır. Mevlit ise Bursa’lı bir tasavvuf şairi olan Süleyman Çelebi tarafından M 1409 yılında 60 yaşında iken yazıldığına göre, peygamberin ölümünden 777 yıl sonra yazılmıştır. Müslümanlıktan 777 yıl sonra yazılan bir şiir, dinle Müslümanlıkla bir mecburiyet var mıdır, olabilir mi?
Öyleyse Mevlit okutmak ne vacip, ne sünnet, ne de farzdır. Mevlit okutmak diğer Müslüman ülkelerde yoktur; bu şiiri bir Türk şairi (Süleyman Çelebi) tarafından Türkçe yazıldığı ve Türkçe okunduğu için, Türk Müslümanlarınca çok sevilir. Mevlit okutulması öylesine sevilir ki, nerede ise Kuran’dan üstün gören vatandaşlarımız vardır. Çünkü mevlit ana dilimiz Türkçe olarak yazılıp söylendiği için, halkımız çok sevmektedir. Demek ki, Kuran da, Türkçe okunsa, Türkçe (ana dilde ibadet) yapılsa halkımız çok daha iyi bilinçlenecektir.
Günümüze değin, artan oranda, sanki dini bir zorunlulukmuş gibi, çıkarcı din adamları tarafından “mecburiyet” telkinleri yapılmaktadır. Çıkarcı diyoruz, çünkü bazı din adamları mevlit törenlerinden sürekli bahşiş adı altında nemalanmakta ve hayır için yemek telkininde bulunmaktadırlar. Köy kökenli ve Anadolu’nun birçok yerinde öğretmen olarak çalıştığım için, iyi biliyorum ki, nice yoksullar borç para ile kurban kesip, nafakasının dışında masrafla, yemek ziyafeti vererek sanki dini bir zorunlulukmuş gibi, “mevlit okutanları”, bazı imamların da mevlit okutma telkininde bulunup mevlit sonunda hocaların cebine para sokuşturanlarını çok görmüşümdür. Bu gizli getirim- gelir nedeniyle bilerek, cami hocaları, “mevlidin dini zorunluluğu yoktur diyemiyorlar. Bu gerçekleri bilen müftüler ve öteki bilinçli din adamları “dini zorunluluk yoktur” diyememektedirler. Türk Müslümanları Süleyman Çelebi’ye kadar mevlit okumamışlardır, bilmiyorlardı; öteki Müslüman ülkelerde de hiç mevlit okunmaz.
İşte yoksul halkımız, aşağıda, köy ve kasabalarda mevlit neması ile din adına böylece sömürülürken; yukarılarda, kentlerde “kurban, türban”, “şeriat” diyerek ve de din adına oy avcılığı yapılarak halkımız aldatılıp sömürülmektedir. Muskacılık, üfürükçülük, türbelere adaklar adamak vb hurafelere değinmiyoruz. Çünkü o ayrı bir yazı konusu.

İMAMIN KURNAZLIĞI
Şimdi burada, bu konuda tanık olduğum bir olayı anlatmak istiyorum. Çok yıllar önce, kayınvalidem ölmüş, yalnız kalan kayınpederi evlendirmek için, kayınpederin tuttuğu taksi ile bir köydeki bir dul kadına dünür gitmiştik; kız istemeye gitme işine “dünür gitme” denir. Yanımızda da, kılavuz olarak kayınpederin ahbabı bir imam vardı. Dünür işimizi bitirdikten sonra, çok yakın başka bir köyde, tanınmış zengin bir zat öldüğünden, ona bir Kuran okuyalım diyerek o imamın telkini ile oraya yöneldik. İmam, yolda bize sıkı tembihte bulunarak, -filan köye dünür geldik, buraya da uğrayalım dedik- diye bir laf etmeyin, -Kuran okumaya geldik- diyeceğiz, dedi. Biz ölü evine imamla özel olarak gelmiş tavrı ile orada ağırlandık. İmam, gelip gidenlere birkaç kez kuran okudu. Gittiğimiz taksi şoförü ve biz gidelim diye fısıldadıkça, bizim imam oturmaya devam etmek istiyor, kalkmamızı gitmemizi erteliyordu. Nihayet kalktık giderken, baktım imamın cebine kâğıt paralar sokuşturuluyordu. Bu plan karşısında şaşırdım, vay be imam bizi kullandı diye düşündük.
Benim ilçemde 30 yıl kadar önce şakacı bir imam vardı. Bir gün samimi olduğu bir ahbabına,harçlığım kalmadı, birkaç ölü olsa da yolumuzu bulsak, mevlit filan okutan yok mu?” diyerek şaka da olsa olayın hazin gerçekliğini, işin nemasını ortaya koymuştur. 
Yoksul cenazesine nazlı adeta zorlanarak giden bazı imamlar, zengin cenazesine üçer beşer kişi giderlerdi. Şunu merak ediyorum, acaba Hıristiyan cenazesi defnedilirken bizimkiler gibi, devir, talkın gibi ölü bahşişi alırlar mı ki?
Bazı yatırımcı bakanların bütçesinden bile büyük bütçeye sahip olan Diyanet İşleri Başkanlığımız, ne yazık ki, binlerce elemanı ile bu anlatacağım konuda eğitici çalışmalar yapmamaktadırlar. Onlar da işin farkında ama imamlardan gelen tepki nedeni ile susmaktalar, göz yummaktalar.
Günümüzde, öğrenilecek, yapılacak iş öylesine artmış, çalışma hayatı öylesine hızlanmış ki, hiçbir başka Müslüman ülkesinde okutulmayan ve asla dini zorunluluk olmayan mevlitle halkımızın saatlerce zamanının alınması, çağdaş dünyada zaman savurganlığı olarak görmekteyim. Bazı bağnazlar bu yazdıklarımı sağa sola sündürerek esip gürleyeceklerdir belki.
Diyanetimiz de bu konuda daha çağdaş düşünmeli, dindeki bu doğruları halkımıza açıkça anlatmalıdır. Sadece dinci devletle bir ülke kalkınamaz, dinci devletle kalkınan bir devlet gösteremezsiniz. AKP-RTE nin yaptığı gibi, bütün insanları dindar yetiştirmekle çağdaş dünyaya ayak uyduramayız. Dünyadaki bütün Müslüman ülkelere bir bakın, hangisinin durumu iyi, hangisinde çağdaş demokratik bir hukuk devleti özelliği var. Bu 57-58 Müslüman ülkelerden nice insanlar canları, ölümleri pahasına akla hayale gelmeyen yöntemleri kullanarak, neden çağdaş ülkelere doğru iltica etmek istiyorlar? Neden mi Taliban kafalardan kurtulmak için; adaleti düzgün, gericilerin “gavur” dediği refah seviyesi yüksek çağdaş ülkelere gitmek için çabalıyorlar.
İslam dünyasında, dini bir zorunluluk olmadığı halde, yüzyıllardır kutlanan kandil geceleri vardır. Kadir Gecesi hariç, bütün kandil günleri peygamberden çok sonraları konmuş ve kutlana gelmiştir. Kuran’da sadece Kadir gecesinden bahsedilirken, öbür kandil günlerine rastlanmamaktadır. Kaldı ki Kadir dışındaki kandiller, Hz. Muhammed’den sonra 550 yıl bilinmiyor ve kutlanmıyordu. İslâm’ın şartlarından değildir. Yani İslam yaşantısına Peygamberden çok sonra konmuştur. O zaman Kadir gecesi hariç, öbür kandil günlerinin dinimizce bir mecburiyeti yoktur.

KANDİL GÜNLERİNİ SELAHATTİN EYÜBİ İSLAM DİNİNE SOKTU
Adı geçen kandiller, peygamberden 550 yıl sonra Xl yyılda Mısır Halifesi Selâhaddin Eyyübi (1137–1193) zamanında kutlanmaya başlanmıştır.
{Selahaddin Eyyübi, Mısır Eyyübileri Hanedanının kurucusudur; uzunca bir adı vardır.”Salâh-addin Eyyübi Salah Al-din Ayyübi Al- Malik Al-Nasir Salah Al Din Yusuf”). Selahaddin Eyyübi H 532 M 1138 de Takrit’te doğdu. 589 M.1193 de Şam’da 55 yaşında öldü.}
Xll. y yıla kadar Müslümanlar Hıristiyan Bayramlarını ve öteki bayramları tamamıyla folklor törenleri gibi sayar, komşu ahbap hatırı için Hıristiyan bayram ve yortu günlerine, bir eğlence havası içinde, komşuluk hatırına seve seve katılırlardı. Yalnız savaş yeri sayılan Kilikya (Çukurova Bölgesi) ve Sicilya’da bundan sakınılır, tersine Müslüman Bayramlarını daha canlı kutlarlardı. Xll yy yıldan başlayarak barbar ve yola gelmez Hıristiyanlarla çatışınca, Müslümanlar, düşmanlarının bayramlarını kutlamaktan sakındılar ve tamamı ile İslâmi bayramlar icat etmeye çalıştılar. Ayrıca Hıristiyan komşuların Noel, öteki yortu gibi bayramlarına (folklorik hava içinde de olsa) katılmakla, Müslümanların Hıristiyan adet ve töresinden etkilenmemesi için, Mısır Halifesi Selahaddin Eyyübi, Müslümanlar için günümüze kadar kutlanılan kandilleri uygulamaya ve kutlanmaya başlandı. Böylece günümüze kadar değişik İslâm Ülkelerinde, Peygamberin ölümünden 550 yıl kadar (11 yyıldan) sonra kutlanmaya başlamıştır. Bu kandiller şunlardır:
1-Regaip Kandili. Dine sonradan eklenmiştir)
2-Miraç      “                “              “                      “             
3-Berat      “                “              “                      “
4-Mevlit    “                “              “                       “
5-Muharrem gecesi. Bu gece de Kerbelâ H. 61 senesinin 10 Muharreminde 10 Ekim 680) olayından sonra anılmaya başlanmıştır. [ii]
1-Regaip Kandili: Regaip Kandili veya Regâib Kandili Hicri takvimin Receb ayının ilk Cuma gecesine denk gelen kandil gecesidir. Kökü “arzulamak, meyletmek” anlamlarına gelen regâib sözcüğü Kur’an’da geçmez.
2-Miraç Kandili: Mirac Gecesi: Bu gece, peygamberimizin bütün insanlığı temsilen
Hicri Recep Ayının 27 gecesinde Cenab-ı Hakkın yüksek huzurana kabulü anlamına gelen Miraç Gecesidir. Tanrıyla ‘Büyük Buluşma’dır
3-Berat Kandili: Berat Kandili , (Berâet Kandili), Şaban’ın yarısı) İslam dininde kutsal kabul edilen gecelerden biridir. Şaban ayının 14. gününü 15. gününe bağlayan gecesi Berat gecesidir. Osmanlı İmparatorluğu’nda II. Selim’den itibaren minarelerde kandil yakılmasıyla kandil adını almıştır.
Berat (Berâet), Arapça’da temize çıkma anlamına gelir.
4-Mevlit Kandili: Mevlid, doğum zamanı demektir. Mevlid gecesi, Rebiul-evvel ayının 11. ve 12. günleri arasındaki gecedir. Peygamber efendimizin doğum günü, bütün Müslümanların bayramıdır.

“AHİRETE ŞU BEZ PARÇASI İLE GİDİLECEK”
Kuzey Irak’ta şimdiki Selahattin kentini isminden alan Eyyübi, şimdilerde en belalı, en sıcak toprakların Mısır, Suriye, Yemen ve Filistin Sultanı ve Eyyübi Hanedanının ilk hükümdarıdır. 2 Ekim 1187 de Kudüs’ü Hittin Savaşı ile Haçlılardan alarak kentte 88 yıl süren Hıristiyan egemenliğine son vermiş. Hıristiyanların misilleme olarak düzenledikleri lll. Haçlı Seferinde etkisiz hale getirmiştir. Zamanla sahtekârlık, ahlaksızlık ve gaddarlıktan uzak, cömert, erdemli, ama kararlı bir hükümdar olarak ünlendi.
Ordularını darmadağın eden ve Kudüs’ü kurtaran Selahaddin Eyyübi ölüm döşeğindeydi. Bu hükümdar öleceğini anlayınca, halkı haberdar etmelerini söyledi.
O son nefersini tüketirken, emir gereği Şam sokaklarına dağılan bir adamı, bir mızrağa geçirilmiş kefeni göstererek şöyle tellal bağırdı:
“-Ey ahali, bilin ki Şark’ın hâkimi Sultan Selahaddin ölmek üzeredir ve ahrete yalnız şu bez parçasını götürebilecektir”.
1193 öldü. Akrabaları imparatorluğu paylaşırken, arkadaşları Müslüman dünyasının en güçlü ve en eli açık hükümdarının, mezarını yaptırmaya yetecek para bırakmadığını gördüler.[iii]-
Şimdilerde, din, iman, türban diyerek, Deniz Feneri’nden, bilmem nereden götürenler ne derler acaba?

Kandil Günleri Dinde Yoktur, Dine Sonradan Eklenmiştir
1-KUTLU DOĞUM HAFTASI VE MEVLİT KANDİLİ
Mevlit Kandili ile peygamberin doğum tarihi kutlanıp anılırken, 20 Nisan günlerinde peygamberin doğumu neden ikinci kez kutlanıyor. Çocuğumuzun yaş gününü yıl içinde ikinci kez kutlamaya kalkışsak, herhalde komşuların diline dedikodu malzemesi oluruz.
Ayrıca, bütün dini bayramlar takvim farkı nedeni ile ramazan, öteki dini günler, her yıl on gün önce, değişen aylarda, günlerde anılırken, peygamberin doğumu hem mevlit kandilinde, hem de her yıl aynı 20 Nisan’da anılmasının amacı nedir. 1400-1500 yıl önce, bilimin bu denli ilerlemediği o cehalet devrinde peygamberin doğumu hangi ölçülerle 20 Nisan olarak tespit edilmiştir? Siz çocuğunuzun yaş gününü yılda iki kez kutluyor musunuz?
Kandil günlerinin değerlendirilmeleri bile İslam dininin temel kuralları arasında değilken, şimdi yeni icat edilen kutlu doğum haftası bütün halkı etkileyip kesin gerekli hale getirildiği için kesin olarak bidat halini almıştır.
Bence bu Kutlu Doğum Haftası 23 Nisan Ulusal Egemenlik Çocuk Bayramı’na, laik cumhuriyete bir tepki, alternatif olarak “hâkimiyet Allah’ındır” diyenlerin karşı çıkışları ve önyargıları ile sonradan uydurulmuştur. Bazı kamyon şoförlerinin arabalarına, “hâkimiyet Allah’ındır” yazısını yazdırdıklarını sanırım görmüşsünüzdür.
23 Nisan 1920 TBMM’in açılışı, Türk devleti ve laik cumhuriyetin, halk hâkimiyetinin kuruluş, hilafetin, padişahlığın yıkılış yılıdır. Peygamberin doğumunu Mevlüt kandili şeklinde başka değişken zamanda anmak varken, kutlamak için 20 Nisan’a getirilmesini böylece yorumlamak gerekir.
Peygamberin iki doğum tarihini tii ye alan bir okuyucu da, bilerek doğum tarihini değiştirenleri gırgıra alarak, şöyle demekte: Öyleyse Ramazan ayının tarihini kışa gelecek şekilde değiştirin de, millet rahat oruç tutsun bari”.
Diyanetimiz, Cuma namazındaki uygulamalara, yani “Cuma günü öğle vakit namazı kılınmaz düşer” konusunu ve yukarıda irdelediğimiz konulara açıklık getirmeli, korkusuzca dindeki bu gerçekleri halka duyurmalıdır. Cuma namazı konusunda, eski Diyanet İşleri Başkanı Süleyman Ateş’in gazete köşesinde yazdığı doğrusu Cuma’dan sonra öğle namazı kılınmaz, diyanet bilir ama çekinir açıklamaz” şeklinde yazdığı konuyu soran gazetecilere Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez şöyle diyormuş: “14. yy geleneğini bir yana bırakamayız” diyormuş. Mehmet Tezkan’ın Milliyet’teki köşesinden öğrendiğimize göre, Diyanet İşleri Başkanı Görmez anlatmış. “Mimar Sinan Camii’nin açılışında, Türkiye’ye ziyarete gelen Gabon Cumhurbaşkanı Cuma namazından sonra öğle namazına geçilince Görmez’in kulağına eğilip sormuş. Biz hangi namazı kılıyoruz”? Onlar da Müslüman ama onlarda yokmuş”.
Peygamberden bin yıl sonra Osmanlının uyguladığı bu kural dini bir zorunluluk mudur? Diyanet bunları halka açıkça anlatmalıdır. Diyanet İşleri Başkanları Osmanlı Şeyhülislamı kılık ve tavrı içinde törenlere katılmaktan, iktidarlara hoş görünmek için, fetva vermekten ziyade, halkı, toplumu, tepki çekme pahasına, hiç olmazsa anlattığımız doğrular doğrultusunda aydınlatmalıdır.
Sizlere toplumu geri bırakan nice hurafeler sayabiliriz. Çocuklarımız Üniversiteyi kazanmak için, emek, çalışma, bilime güvenecekleri yerde türbelere mumlar yakmaktalar, daha neler… Bunlarla neden mücadele etmiyoruz.
Toplumun aydınlanması için din adamı, İncil’i Almanca’ya çeviren, Martin Lüther gibi cesur olmalıdır. Bilindiği gibi, Orta Çağ boyunca, toplum ve bilim adamları üzerinde dini baskı ve sömürü aracı olarak kullanan papazlar, krallarla işbirliği yaparak, İncil, İsa adına halkı öylesine sömürüyorlardı ki, halkın yoksulluğu bir yana, sınırsız kilise malikânelerinde bolluk içinde yaşayıp gidiyorlardı. Şimdikilerin Kuran’ın çevirine, ana dilde ibadete şiddetle karşı çıkanlar gibi, İncil’in başka dile tam çevirisine, Tanrı kelamı çevirilemez” diye şiddetle karşı çıkıyorlardı. Martin Lüther adlı bir keşiş ve teolog, bu bağnazlığa karşı cesur bir adım atarak, hazır matbaa da bulunmuşken, İncil’in tamamını ilk kez Almanca’ya, çeviriyor ve basılıyor, (sonraları başka dillere de çevrildi).
Toplum ana dilleri ile İncil’i okumaya, ana dillerinde ibadet yapmaya başlayınca, gördüler ki, halkı sömüren Orta Çağ papazlarının söyledikleri ile İncil’in söyledikleri farklı, birbirini tutmuyor. İşte ondan sonra Avrupa toplumu dindeki bu reform çıkışı ile aydınlanmaya, Rönesansın doğuşuna neden olmaya başlıyor.
Keşke Atatürk’ün laik devletle başlattığı Türk toplumunu aydınlatma hamleleri devam edebilseydi. O yüce insan Atatürk Türk aydınlanmasını ezan, hutbe, bazı süreleri Türkçe okutarak, Martin Lüther gibi ana dilde ibadeti başlatmıştı. Ama ondan sonra gelen siyasiler bu aydınlanma bilincini sürdürmediler. Din siyasiler elinde alet olduğu zaman Atatürk’ün dediği gibi, “topluma en büyük kötülük din kisvesi altında gelir”.
Türkler hakkında hoş olmayan sözler söylese de, sizler neden bir Martin Luther cesaretini gösterip, yukarıdaki yüzyıllardır süregelen yerleşik yanlışları düzeltmek için neden çaba göstermiyorsunuz.
Ama gerçek olan Atatürk’ün dediği gibi: «Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için, en hakiki mürşit bilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde yol gösterici aramak gaflettir, cehalettir, delalettir.… »

“Bizi yanlış Onlar her türlü hareketi dinle karıştırdılar. Halbuki, elhamdülillah, hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız. Artık bizim dinin icabını öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler, bize dinimizin esaslarını anlatmaya kafidirler. Buna rağmen hafta tatili, dine mugayirdir gibi hayırlı ve akla, dine muvafık meseleler hakkında, sizi iğfal ve idlale çalışan habislere iltifat etmeyin. Milletimizin içinde hakiki ve ciddi ulema vardır. Milletimiz bu gibi ulema ile müftehirdir. Onlar milletin emniyetine ve ümmetin itimadına mazhardırlar. Bu gibi ulemaya gidin: Bu efendi bize böyle diyor, siz ne diyorsunuz deyiniz. Fakat suret-i umumiyete buna da ihtiyaç yoktur”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk.

Cevat Kulaksız 
KAYNAKLAR
1-https://www.nuveforum.net/521-dini-edebiyat/47527-suleyman-celebi-mevlid-kasidesinin-yazari/[1] [1]https://tr.wikipedia.org/wiki/M%C3%BCbarek_Geceler
2-Ortaçağda Müslümanların Yaşayışları Ali Mazaheri, [Çeviren: Doç. Dr. Bahriye Üçok],
Aralık 1972, 399 S. 15 TL, Varlık: 1706, Faydalı Kitaplar: 132Sf: 230.
3-Ana Dilde İbadet, Türkçe İbadet Dr. Seçil Akgün https://www.turkceibadet.net/?page_id=321
Türkçe İbadet Cemal Kutay 1997 sf 62
4https://www.2de1.com/mustafa.kemal.ataturk/176726.zaganos.pasa.camiinde.ataturkun.okudugu.hutbe.html
5-“Biz Hangi Namazı Kılıyoruz Mehmet Tezkan Milliyet 2.8.2012 s 7
6-https://www.carsibasimuftulugu.gov.tr/ataturk_ve_din.html
7-https://tr.wikipedia.org/wiki/Reform_(tarih)

Cevat Kulaksız

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget