Piri Reis’in katledilişindeki olayları farklı anlatanlar varsa da, aşağıdaki yazıda, Türk Denizcilerinden Rauf Orbay’ın anılarındaki anlatılanlar daha bir farklı ve doğruya yakındır.
Ayrıca, çizdiği haritalarla ünlü, şimdi bile dünyanın hayran kaldığı Piri Reis’in anısına Unesco’nun 36 Genel Toplantısında alınan karar neticesinde 2013 yılı, Piri Reis’e ait Dünya Haritasının 500. yıldönümü olması münasebetiyle analım dedik. Ama 500 yıl önce bu seçkin Türk amiralinin hazin olayı ile günümüz Deniz Kuvvetlerindeki amirallere yapılan tuzakları da düşündükçe içimiz acı ile doluyor. Piri Reis’e rahmet dilerken, ona haince iftira yapan rüşvetçileri, ondan 500 yıl sonra denizcilerimize tuzak kuranları da lanetliyoruz. [1]
"Kızıldeniz kıyılarını mübarek Piri Reis’in günahsız kanı ile insafsızca ve zalimce sulayanlar; bu denizi asırlarca evvel manasız yere almış olduğu Kızıldeniz ismini manalandırmışlardır”, bunun hikâyesi çok hazindir.
"Osmanlı İmparatorluğu kuru toprak fethetmek üzere Viyana kapılarında macera aramaktan, İmparatorluğa refah ye zenginlik vaat eden cenup sınırlarına bakamaz olmuştu. Portekizliler, Osmanoğulları'nın bu gafletlerinden faydalanarak İmparatorluğun bu zengin sınırlarına el atmaya, buralara yerleşmeye başlamışlardı. 1551 yılında Hint kaptanlığına getirilen, dünya çapındaki şöhret, ünlü amiralimiz Piri Reis, bir denizci görüşü ile tehlikeyi sezdi. Portekizliler' in yağmasına ve imparatorluğun cenup sınırlarını istilâ tehlikesine son vermek üzere 30 gemiden mürekkep filosu ile Kızıldeniz'e açılarak Babülmendep'den dışarı çıktı. [2]
Hint Okyanusu'nun rüzgârlarıyla Umman Denizi'ne aktı. Basra Körfezi'nin ağzını tutan Maskat Kalesi'ne çullanarak burasını Portekizlilerden temizledi, birçok esir ve ganimet aldı. Buradan Hürmüz Boğazı'na atıldı. Karşısına dikilen 70 parçadan mürekkep Portekiz donanmasını mağlûp ederek kaçırdı. Hürmüz ve Braht Adaları'nı vurdu. O kadar ganimet elde etti ki, iki gemi, eşsiz bir hazine gibi vazolar dolusu altın, hesaba vurulamayacak derecede kıymetli mücevherat ve incilerle, doldu taştı.
BASRA VALİSİ KUBAT PİRİ REİS’TEN RÜŞVET İSTER
Buradan da Basra Körfezi'ne yelken açtı. Basra’ya varınca Piri Reis'in gemilerindeki paha biçilmez hazineye göz diken Basra Valisi Kubat Paşa'nın başı döndü, gözleri karardı, o derece ki, insanlığından sıyrıldı. Denizcilerimizin haraç vermeyip, yalnız haraç aldıklarını unutacak kadar kendinden geçerek Piri Reis’e avuç açtı, haraç istedi. Piri Reis, Kubat Paşa'nın mürtekip (rüşvet alan) ellerini iterek “ganaim (ganimet) tamamen devlete aittir” dedi. Asil adam bir hırsıza ortak olmamakla, idam kemendini kendi kendine boynuna doladığını nereden bilsin? Piri Reis’in haraç vermeyişine kızan Kubat Paşa; namus ve iffetini iftira halitasında eritmekte tereddüt göstermedi. Görüldüğü gibi, devletin bir rüşvetçi valisi, devletin donanmasına, Piri Reis’e mühimmat ve tamir yardımında bulunmuyordu. Basra Valisi Kubat Paşa, Büyük amiralimizi, “rüşvet” mukabilinde “Hürmüz Adası'nı Portekizlilere bağışlamakla” itham ederek, bu yolda düzenlediği jurnalini, devrin padişahı Kanunî Sultan Süleyman'a İstanbul’a gönderdi. Ayni haberi Mısır Beylerbeyi Semiz Ali Paşa'ya da ulaştırmayı ihmal etmedi. Demek ki, kumpasçılık bir virüs gibi devlete yayılıyordu. (Şimdilerde bırakın validen paşaya kumpas kurmayı, günümüzde devlet, kendi kurumlarına kumpas kurduğunu Ergenekon ve öteki uyduruk davalarda görmedik mi?) İşte bu kumpaslar, devletin çatırdamaya başladığının ilk işaretleridir.
Piri Reis, her ne kadar Portekiz donanmasını mağlup etmişse de, 30 parçadan mürekkep Türk filosu, 70 gemiden ibaret Portekiz filosunun karşısında hırpalanmış, personelce zayiat vermişti. Tamir malzemesine ve personel ikmaline ihtiyaç vardı. Kendisine haraç vermeyen Piri Reis'e, Kubat Paşa da hiçbir yardımda bulunmadı. Tamire muhtaç gemilerini Basra’da bırakarak, ganimet dolu üç gemi ile Mısır’a yöneldi.
Görüldüğü gibi, Viyana kapılarına kadar dayanan, üç kıtada on binlerce km kare topağa sahip olan Osmanlı, bu “muhteşem” görülen yapısına rağmen, denizciliğe pek önem vermemişti. Onun için de Portekiz gibi, Avrupa’nın şimdi bile, en küçük ülkelerinden biri olan devletin donanması karşısında çok güç durumda kalıyordu. Üstelik kumpasçılık da ayrı hazin bir olaydı.
Orta Asya’dan beri, at üstünde yaşamlarını sürdüren, at üstünde kıtaları aşan, at üstünde devlet kuran, at üstünde devlet yöneten Türklere denizler yabancı idi. Öyle ki, “Hunlar’da yeni doğan bir çocuğun başucuna bir tay bağlanırdı”. Denizlerin sonunun cehenneme dayandığına inanıyorlar, denizlerden çekiniyorlardı. Oysa denizlere hâkim olan devletlerin nerede ise dünyaya hâkim olduklarını ileride (Britanya İmparatorluğu örneğinde olduğu gibi) yaşayarak göreceklerdi.
MISIR BEYLERBEYİ DE GANİMETTEN RÜŞVET İSTER
Bunun üzerine Piri Reis, ihtiyacını Mısır'dan temin etmek ve ayni zamanda ganaimi (ganimeti) devlet hazinesine aktarmak, bu arada tezgâhtan yeni inmiş gemileri de peşine takıp getirmek maksadıyla, ganaim (ganimet) yüklü iki gemiyi baştardasının yanına alarak Basra'dan hareket edip kalb huzuru içinde Mısır'a geldi. Amiralimiz Mısır topraklarına ayak basınca karşısına Semiz Ali Paşa dikildi, fakat Piri Reis'in koca zaferini tebrik için değil. Bir elinde Kubat Paşa'nın hain ve insafsız jurnali olduğu halde, diğer elini Piri Reis'e doğru uzattı. O da ganimetten haraç istiyordu. Piri Reis bu hırsız eli de itti. Bunun üzerine Mısır Beylerbeyi, diğer elini uzatarak jurnali gösterdi. Piri Reis'e şantaj yapıyor tehdit ediyordu.
Fakat devir, Kanunî devri değil miydi? Memlekete kanun getirdiği için Sultan Süleyman'a (Kanunî) lâkabı verilmemiş miydi? Şu halde, Piri Reis'in neden korkusu olabilirdi? Koca Kanunî, kanunsuz iş yapar mıydı? Hoş, kellesi pahasına da olsa, Piri Reis irtikâba (rüşvete) ortak olacak, devletin hissesine el uzatacak karakterde değildi. Bunun için Kubat Paşa'nın iftirasını vakur bir eda ile reddederek, Mısır Beylerbeyi'ne de ayni cevabı verdi. “Ganaim (ganimet) devletindir”!. Esasen, tıpkı Kubat Paşa gibi, insanlığından da, iffetinden de sıyrılmış olan Mısır Beylerbeyi, 90 yaşına dayanmış Piri Reis'i yakalatarak hapsettirdi.
Zavallı Piri Paşa, devlete, kazandırdığının takdir edilip, adaletin elbet tecelli edeceğine inanıyor, gördüğü muameleye üzülmüyordu. Hâlbuki bilmiyordu ki, günahsız boynuna, soysuz vezirlerin savurdukları kemendin ilmiğini Kanunî sıkacaktı.
Devleti idare edenler, cenup sınırlarında imparatorluğun neler kaybetmek üzere olduğunu bilmiyorlardı ki; Piri Reis'in manalı zaferiyle neler kazanılmış olduğunu bilsinler, işledikleri cinayeti idrak etsinler. Devletin gafletini örten Piri Reis'in bu parlak zaferi, ne hazindir ki kendi hayatına kefen oldu.
Şöhretleri ve çapları ne olursa olsun, zaten deniz adamlarına karşı nedense bir sevgi beslemeyen (Kanunî) Sultan Süleyman, hırsız vezirlerinin iftiralarına inanarak, Piri Reis'in idam fermanını imzaladı. Çünkü iki eyalet valisinden, İstanbul’a Padişah Kanuni’ye ihbar ve şikâyet gelmişti. 89 yaşındaki bu eşsiz Osmanlı Amirali, hain ellerin iftirası ile Mısır’da 1554 de idam edilir, başı kesilerek, gövdesi bir tarafa başı bir tarafa atılır, böylece Kızıldeniz’in kızıllığına Piri Reis’in kanı karışır. Bir daha Osmanlı ve Türkler böylesine bir bilgin kaptan yetiştirememiştir.
Piri Reis’in yazdığı kitaplar: Kitab-ı Bahriye, Piri Reis'in Haritası (İlk Dünya Haritası), Hadikat'ül Bahriye, Bilad-ül Aminat, Eşkalname. Amerika’yı bile görmeden Amerikan ve dünya haritalarını çizen bu eşsiz amiral, 500 yıl sonra ancak UNESKO tarafından itibarı iade ediliyordu.
OSMANLI DENİZİ PEK SEVMİYOR MUYDU?
Denizi olmayan Orta Asya’dan at üstünde gelen Türkler, denizi pek de sevmediklerine tanık oluyoruz.
Osmanlı Kanuni devrinde yükselmesinin zirvesinde ve üç kıtaya hükmediyordu. Karada Viyana kapılarına kadar dayanırken, Piri Reis gibi birkaç denizci dışında, denizcilikte pek de başarılı olamadıklarını, küçücük Portekiz’le bile baş edemediklerini görüyoruz. Aradan dört yüz yıl geçtikten sonra bile ll. Abdülhamid’in gemileri, donanmayı hemen hemen 20 yıl Haliç’ten kıpırdatmadığını da kaynaklardan okuyoruz. (II. Abdulhamid gemilerin muhteşem topunu görünce, denizciler darbe yapacaklar diye korkarmış). Haliç tersanesinde hiç kıpırdatmadan bekletilen Osmanlı donaması, makineleri paslandığı, ahşap kısımları çürüdüğü için, Girit elden giderken Marmara’dan Ege’ye bile açılamamıştır. Bu II. Abdulhamid tarafından denizcilere, gemilere karşı yapılan cahilce bir kumpastır. (Hemen aklıma, 31 Mart vakası günlerinde II. Abdulhamid’in gözleri önünde Gemi Komutanı Ali Kabuli Bey’in gericiler tarafından parçalanarak öldürülmesi geldi).[3]
Aradan 500 yıl geçmesine karşın Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye kitabı ve çizdiği haritalarda Akdeniz, Ege, Kızıldeniz ve Hint Okyanus’unda yolculuk yapacak her denizci için günümüzde bile büyük bir kılavuz. Rüzgârların yönlerini, mevsimsel değişimleri, denizlerin özelliklerini, kıyıları, sığlıkları, taşlıkları bir bir büyük bir itinayla not etmiş Piri Reis. Bu şu anki teknolojiyle bile yapılması güç bir şey. O sıralarda Avrupa Ronesans sanatçı ve bilim adamlarının aydınlanma çağını hazırlarken, bizim de adeta Türk Ronesansının bilim ve denizci adamı diyeceğimiz Piri Reis’e rüşvetçilerin ve de “Kanuni” dediğimiz padişahın yaptığına bir bakın hele. İnsanın içi burkuluyor. Peki, ya o Kubatların, Semiz Ali Paşaların günümüzdeki uzantılarının Türk denizcilerine kurdukları tuzaklarla haksız ve insafsız yere zindana atılmalarına ne dersiniz. [4]
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
SONNOTLAR
[1] 2013 Piri Reis Haritasını Anma Yılı Unesco’nun 36 Genel Toplantısında alınan karar neticesinde 2013 yılı, Piri Reis’e ait Dünya Haritasının 500. yıldönümü olması münasebetiyle “Anma Yılı” olarak ilan edildi.
[2] Afrika kıtası ile Asya kıtasını birbirinden ayıran Bab-ül Mendep boğazının kuzeydoğu ucunda Yemen, güney batı ucunda ise Arap dünyası ve Afrika'nın en küçük ülkelerinden biri olan Cibuti yer alıyor.
[3]….Gericilerin, alaylı askerlerin isyanı Başkent İstanbul’un bütün semtlerine yayılırken, şehirdeki asayiş ve huzuru yok etmişler, gerici kalabalık önlerine gelen mektepli zabitleri (subayları) vahşice katletmeye başladılar. İsyan bahriye’ye de (deniz kuvvetlerine) sıçramış, Asar’ı Tevfik zırhlısı süvarisi (komutanı) Binbaşı Ali Kabuli Bey, isyancı askerler tarafından Yıldız Sarayı’na getirilmiş ve padişahın gözleri önünde feci şekilde şehit edilerek başı kesilmiş, cesedi bir ağaca asılmıştır. Bu feci cinayet Padişah ll. Abdülhamit’in gözü önünde olurken, padişah kendisini kurtarmak için hiçbir harekette bulunmamıştır. (Ali Kabuli Bey, İstiklal Harbi Başbakanı Rauf Orbay’ın teyzesinin kızının eşi idi). İnsanın aklına günümüzde Silivri Zindanlarına uyduruk belgelerle hapsedilen, hırpalanan subaylar geliyor. İster istemez insan “31 Martın habis irtica ruhu günümüz vatan topraklarında rüzgâr estiriyor” diye düşünmekten kendini alamıyor.
31 Mart Vakasında Hazin Olaylar ve Anımsattıkları – Cevat Kulaksız
https://www.bilgealtun.com/?Syf=26&Syz=117723[4] Kaynak: Osmanlıdan Cumhuriyete Yüzyılımızda Bir İnsanımız ( Rauf Bey’in Anıları) Kazancı Kitap 1992 sf 519-520-521-522
Yorum Gönder
"UNESCO nun 2013 yılında doğumunun 500 yılını “Piri Reis Yılı” ilan etmesi nedeni ile de analım dedik."
Sanırım dikkatinizden kaçmış...
2013 yılı Piri Reis haritasının 500. yılıdır. Unesco bu nedenle 2013 yılını Piri Reis Yılı olarak kabul etti.