25 Haziran 2017 Ramazan Bayramının birinci günü tanık olduğum ve etkilendiğim bazı olayları resimleriyle sizinle paylaşmak istedim.
Doğduğum yerde babamın ve annemin mezarından başka kimse kalmadığından, arkamdan tek bir anarımın ve de bir tane yanarımın olmadığından bayram ziyareti için memlekete gitme gereğini duymadım, evde oturmaya karar verdim.
Bayramın birinci günü sabah erkenden kalktım, baktım köpeğim Badi’de kalkmış beni bekliyor. Oruç tutuyordum, her gece sahura kalktığımda Badi de kalkar, sofranın kenarına kurulur, benimle bir şey atıştırır, sonra da yatardık.
Badi sağa baktı, sola baktı, bana “sahura kalkmadın mı” der gibi bakıyor, ortamı koklayıp duruyordu. Badi’ye, hayır badi yok artık bitti, yatağına git, dedim ve bayram namazı için camiye doğru yöneldim. Camide namazdan sonra caminin önünde çoğunluğu Suriye’li çocuklardan oluşan dilenciler sarmış, yalvar yakar para istiyorlar; bir yanda cami inşaatı, Kuran kursu gibi yerlere yardım toplayanların sesleri kulaklarda yankılanıyor, daha fazla para almak için birbirleri ile yarışıyorlardı adeta.
Neyse bu kalabalıktan ayrılıp eve geldim, Badi’yi her zamanki gezmesine çıkardım.
Badi’yle gezerken ilginç şeylere rastlarız; pek çok kimse bayatlattıkları ekmekleri evlerinin önündeki demir korkuluğa poşet içinde koyuyorlar, “birileri alsın” diye mi, yoksa ekmeği “çöpe atmak günah” bildikleri için midir, bilmiyorum, her gün poşet içinde bayat ekmekler görürüz.
İşte rastladığımız bu bayat ekmekleri, evimizin yakınındaki parkın orta yerinde bir yeşil düzlük var, oraya getiriyor, küçük parçalara ayırıp dağıtıyorum. Ne kadar çok ekmek atarsam atayım, ertesi gün geldiğim zaman orada bir tane ekmek kırıntısı göremiyorum, çünkü bizi uzaktan çatılardan gözetleyen güvercinler o ekmekleri çok kısa zamanda tüketiyorlar.
Neyse devam edelim.
BAYATLAMIŞ BİDELER ÇÖP KIYISINDA
Evde epey oturduktan sonra, baktım bayramlaşmak için ne gelen var ne giden. Hani eskiler özlemle, “nerdeee o eski bayramlar” derler ya, şimdilerde komşu komşuyla bayramlaşmıyor.
Ben de, her zamanki gibi, çantamı sırtladım evden çıktım. Belediye otobüsleri ücretsiz ya, özellikle başta Suriyeli gençler olmak üzere otobüsler gençlerle dolup taşıyor, aracın içinde Arapça, Kürtçe sözler birbirine karışıyordu. Gazetemi alarak doğruca Ulus’taki Mehmetçik Parkı’na yöneldim.
Mehmetçik parkına yaklaşırken, solda ilk TBMM bahçe duvarının dibinde bir çöp konteyneri vardı, hemen bitişiğindeki duvarın üstünde kocaman bir poşet içi bayatlamış pide, lahmacunla doluydu. Poşete baktım, baktım, ekmek israfına üzüldüm. Çünkü Türkiye’de her gün bir buçuk milyar liralık milyonlarca ekmek çöpe atılıyormuş. Artık buğdayı bile dışarıdan almaya başlamış eski tarım ülkesi Türkiye için affedilmez bir israftı.
Bu pideleri alıp bizim yeşil düzlükteki güvercinlere götüreyim, diye düşündüm. Doğru Mehmetçik Parkı’na girdim, orada üç saat falan gazete okumak vb ile oylandıktan sonra, ayrıldım, o poşet içindeki pidelere vardım, alıp götürecektim. Baktım bir poşet dolusu daha pide konmuştu; şaşırdım, bu neyin nesi, diye şaşırdım. Muhtemelen yakınlardaki bir lokantadan gelmiş olmalı, diye düşündüm.
KALDIRIMDA GÖRDÜKLERİM
Poşetlerin ağzını iyice bağladım, en az elli tane pide vardı, diyebilirim. Sırtımda çantam, ellerimde bayat pideler yolda yürüyorum.
İlk Meclisin önünden aşağıya metroya doğru yürümeye başladım. Yolda kaldırımda duvara sırtını dayamış, sakallı bir adam, elinde kavalla yanık yanık parçalar çalıyordu. Önünde ne yere serili bir mendil vardı, ne de para koyacak bir kutu vardı. Nasıl dileniyor, nasıl parayı alıyor bu adam, diye düşündüm. Kendi kendime, belki de acemi dilenci falandır, dedim ve resmini çekip yürümeye devam ettim.
Karşı Ankara Palas tarafındaki kaldırıma geçtim, kaldırımın kenarında oturan tam altı tane birbirine benzeyen, biraz da çekik gözlü çocuklar gördüm. Çocuklara:
-Nerelisiniz, çocuklar, dedim. Çocuklardan birisi:
“-Afganlıyıh amca” dedi. Onlara:
-Hepiniz de mi Afganlısınız, dedim.
“-Hepimiz Afganlıyıh” dediler.
Hemen hemen aynı yaşta ve sanki altız görülen bu Afgan’lı çocukları görünce şaşırdım.
Türkiye’de okul çağına gelmiş bu çocukların hemen hemen hepsi ne Suriye’de, ne de Türkiye’de doğru düzgün eğitim alamıyor. Resmi çekerken bir şey dikkatimi çekti, siz de bakarsanız en soldaki çocuğun elinde oyuncak da olsa bir tabanca görülüyor. Bu çocuklar yeterli eğitim öğretim almadığı takdirde, tabancaya bakarak, ileride potansiyel bir suçlu olamayacağını, teröre malzeme olmayacaklarını kim tahmin etmez ki. Hele Suriye’deki ve Afganistan’daki terörün durumunu düşünürsek, cehalet ve terör ülkeleri nasıl yıkıma, felakete, kaosa sürüklediğini yaşayarak görmekteyiz.
METRO’DA
Elimde bayat pide poşetleri, sırtımda çantam ile bir “bohçacı”, bir sokak satıcısına benzeyen halimle Ulus metrosuna doğru yürüdüm. Turnikelere vardığım zaman, Suriyeli tahmin ettiğim üç dört çocuk, güvenlik görevlilere, “amca, otobüsler gibi metro da bedava mı” diye soruyorlardı. Belli ki paraları yoktu.
Metroya bindim, Batıkent’e gitmek üzere. Metroda oturacak yer yoktu. Beyaz kanepelere oturmuş lisede öğrenci olduklarını tahmin ettiğim gençler vardı. Onların duyarlılığını ölçmek için, iyice yanlarına sokuldum. Biri uyuma numarası yaparken, öteki kitap okuyormuş gibi yapıyordu. Sırtımda çantam, elimde onlarca bayat pideler dolu iki poşet, yorgunluk üstümde. Yorgunluktan, sinirimden canıma tak ettiği için, gençlerin birisine, “gençler ben 70 yaşındayım, bu beyaz kanepeler yaşlılara ait, lütfen şu yazıyı okur musunuz” dedim. Gençlerden birisi, “söylesene amca” diyerek hemen kalktı, yer verdi.
Metro ilerlerken, elinde gitar, ağız mızıkası, def olan birkaç genç ayağa kalkıp, “müsaade ederseniz, müzik yapmak istiyoruz, rahatsız olan var mı” diye söyledi. Kimseden ses çıkmayınca başladılar parçaları çalıp söylemeye. İkinci parça çalınırken, elinde açık şapkası ile bir genç hemen başladı para tahsilâtına!
Böylece inmem gereken Ostim durağına geldik. Orada metrodan inip durakta EGO ring otobüsünü bekleyen birkaç kişinin yanına vardım. Birkaç bayan bankta otururken, önlerinde de bir sokak köpeği oturuyor, bazen de yatıyordu. Onlara, yatan köpeği göstererek bu kim, dedim. Onlar da, umarsız bir şekilde “misafir” dediler. “Misafir”in başını okşadım, çantamdan pet şişe suyu çıkardım avucuma dökerek ona su içirdim, susamıştı.
Ring otobüsü ile ineceğim durağa gelince inip doğru bizim yeşil düzlüğe geldim. Bayat pideleri çimlerin üstüne ufalayıp ufalayıp dağıttım, oradan ayrılırken arkama baktım güvercinler komşunun çatısına dizilmişler, ben uzaklaştıkça onlar peş peşe pidelere doğru dalıyorlardı.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
DİPNOTLAR
“…Türkiye’de 2.9 milyon üzerinde Suriyeli mülteci yaşıyor ve onların 1.2 milyonu çocuk. Bu çocukların 870 bini okul çağında ve tahmini olarak 380 bin çocuk okul dışında. UNICEF, krizin Suriyeli mülteci çocuklar üzerindeki etkilerinin en aza indirilmesi için çalışıyor”.
https://www.unicefturk.org/yazi/acil-durum-turkiyedeki-suriyeli-cocuklar.
Yorum Gönder