İslam dünyası öylesine hurafelerle doludur ki, hurafeler yani boş inançlar adeta dinin bir parçası halinde sürüp gider. Azerbaycanlı bir yazar, dinsel sömürüye değinirken bir paylaşım sitesinde aynen şöyle diyordu: “Dini besleyen hurafedir, hurafe adeta dinin bir parçası gibi, onunla iç içedir.” Müslüman yaşamında hurafeler yanında uyduruk hadisler de dinin bir parçası imiş gibi görülür ve bunu da gericiler, çıkarcılar kendi amaçları için dini kullanırlar. Bu uyduruk hadislere, güncel olması nedeni ile aşağıda, kadınları aşağılamaya çalışan Burdur Milli Eğitim Müdürü Mahmut Bayram bir sosyal paylaşım sitesinde, yazdığı sözleri buna kötü bir örnektir.
Gerek hurafe gerekse, uyduruk hadisler Müslümanlık dinine zarar verdiği gerçektir. Diyanetimiz ne yazık ki, toplumu geri bırakan hurafelerle yeteri kadar eğitici, aydınlatıcı görevini yapmıyor. Akla hayale gelmedik istekler için türbe ziyaretlerinden başlayın da daha nice hayaller için hurafeye bel bağlayanlar var.
Şimdi gelelim, Osmanlının çok garip hurafesine.
ÖMÜRDEN BİR PARÇA BİRİNE DEVREDİLEBİLİR Mİ
Günümüzdeki hurafelerle uğraşmayı Diyanete bırakalım, biz, günümüzden 200 yıldan fazla bir zaman önce yaşanmış garip bir hurafeyi size tarihi kaynaklardan sunalım. Hurafeler topluma da, dine de zarar veren boş inançlardır. Ama Osmanlı döneminde öylesine hurafelerle uğraşılıyor muş ki, aşağıdaki örneğe baktığımız zaman hayret etmemek mümkün değil.
Batı ülkeleri, Rönesans ve dinde reformun itici gücü ile bilim ve buluşlarda, keşiflerde öylesine bir hamleler içindeyken, Osmanlı, bilime ilgisiz kaldığı için hurafenin geriliğin batağında böylesine uğraşıp dururmuş.
Fransız İhtilalinden (1789) hemen sonra, lll. Selim’in tahttan indirildiği 1807 yılı… Valide Kethudası Yusuf Ağa, “Galata Kadısı Şeytan Emin Efendi”ye başvurarak, yeni Haç’tan gelen Sadullah Ağa’nın bundan sonraki ömründen yedi yılını kendisine hediye ettiğini ve bu ömür alışverişinin şeri hüccete bağlanmasını istiyor…
İslam dini, yaşamın bir Tanrı vergisi olduğunu ve insan kaderinde kayıtlı olduğunu, yaşamın sonu geldiği zaman bir ölüm meleğinin alacağını kabullenir. İnsanoğlu bunu ister dini hükümlere göre, ister “doğanın gereği” desin sonuçta bütün canlıların bir yaşam süresi ve sonu vardır.
Galata Kadısı “Şeytan Emin Efendi”nin, Yusuf Ağa’nın bu din ve mantık dışı müracaatı karşısında ne yapması lazımdı? Ya kendini tedavi ettirmesi veya akli şuurunda bir noksan yoksa nasihat ve telkinle doğru yolu göstermesi gerekmez miydi?
Galata Kadısı’nın “Şeytan” unvanının Cevdet ve Raşid tarihleri de kaydediyor.
Emin Efendi böyle yapmadı. Yusuf Ağa zengin ve muteber bir adamdı. Sadullah Ağa, mademki ömrünün yedi yılını bu zengin ve mevki sahibi zata hibe etmişti… O’nu şeri hüccete bağlamak lazımdı. Şeytan Emin Efendi’nin Hücceti Şer’isini beraber ve dehşetle okuyalım:
“-Pek şefkatli Yusuf Ağa merhum İsmail Ağa Hazretlerinin sahil hanelerinde mün’akit meclisi şer’i enverde, El Haç Sadullah Ağa binni Ahmed, iş bu baisül kitap müşarünileyh Hazretleri mahzarında birtav’velrıza ikrarı tam ve takriri kelam olüp ibtidayı hilkati ervahta takdir ve levhi mahfuza sabit ve tahrir olunan eceli mev’udundan ömrünün yedi seni kamilesini müşarünileyh Yusuf Ağa Hazretleri’ne hibe eyledim diyerek.” Bu can hediyesinin şer’an ifa kılındığını yazıyordu.
Tarihçi Asım Efendi, dinin ve mantığın reddettiği hadiseyi, bakınız, nasıl tefsir ediyor:
“-Hücceti merkumenin mebnası olmak üzere Hazreti Adem Aleyhüsselam’ın ömründen bir miktarını Şit Aleyhüsseam Hazretlerine midir, yoksa Davut Aleyhüsselam Hazretleri’ne midir hibe ettiği bazı tevarihte ihtilafi residei nazar ve guş olup lakin hak budur ki, bu mahalli mevsukta ve mazbut olduğu hatır nişanımız değildir.” Diyor, bu hazin hüccet’e mesnet arıyordu. Bir beldede (özellikle İslam ülkelerinde) hurafeler ve dini hükümler revaçta, ön planda ise, o ülke geriliğin batağındadır, orada demokrasi de yoktur, bilimsellik de yoktur. Belki de hiçbir din ve toplumda olmayan bu garip ömür satışı, Osmanlı’da rastlanıyor ve devletin resmi kayıtlarına geçiriliyor.
Kuşkusuz bu olay, bizim muktedirlerin özendiği Osmanlının çok tuhaf bir hurafesi. Ya günümüzün hurafelerine ne demeli? Yaşantımızda yüzlerce, binlerce uydur gaydır hurafeye rastlarız.
İsterseniz güncel olduğu için bir tane örnek verelim.
Burdur Milli Eğitim Müdürü Mahmut Bayram, 2 Haziran 2014’te sosyal medya hesabından “Bir kadın evinden süslenip sokağa çıkarsa evine dönene kadar kaç erkeğin şehvetini tahrik etmişse, o kadar erkekle zina yapmış gibidir” şeklinde yazdı. Altına da Hadis yazdı.
Sonradan toplumda tepki olunca, Mahmut Bayram'ın paylaşımındaki sözlerin Hadis-i Şerif olmadığına dair Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan açıklama yapıldı. İşin tuhafı, sözde laik devletin Milli Eğitim Müdürü dini sahtekârlık yapıyor, kadınları aşağılıyor hakkında bir soruşturma bile yapılmıyor, yerini koruyor. Ama o kafadaki muktedirlerin kafasında ve çizgisinde bir adam, seçmece…
Bizde hurafe öylesine yaygın, öylesine de inceldi ki, adamlar artık ayetleri pirinç tanesine yazmaya da başladı. Ne olacaksa o gözle görünmeyen, pilavlık pirince yazılan ayetler…
Bu örneklerde olduğu gibi, herkes kafasına estiği gibi dini hüküm, hadis uydurursa, toplum da rotasından çıkar, gericilik başlar. Öyleyse, başta devlet yönetimi olmak üzere, yaşantımızla ilgili her türlü olayı dine bağlamamız çok yanlıştır, bu düşünce insanları biata ve cehalete sürükler.
Sonuç olarak, Atatürk’ün çizdiği laiklik rotasında devletimizi, yaşantımızı düzenlersek, o zaman “çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine” çıkarız. Batı, laik düşünce ve uygulamalarla, İslam dünyasına göre, günümüzün çağdaş refahına ulaşmıştır; Batı kültürü laiklikle yoğurulmuştur.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
SONNOTLAR
[1] Zengin kimselerin ve devlet büyüklerinin buyruğunda çalışan, onların birtakım işlerini gören kimse.
[2] dini delile, kanıte, belgeye, senede bağlanması
[3] İtibar gören, hatırı sayılan
[4] Şeriyye mahkemelerinden sırf mülk taşınmazlar için verilen belge
[5] Yazılmamış Tarihimiz Cemal Kutay Milliyet Yay. 270
Yorum Gönder