KEMAL KILIÇTAROĞLU’NUN KATILDIĞI TÖRENLE ZÜLFİ LİVANELİ KÜLTÜR MERKEZİ TEMELİ ATILDI.
Çankaya Belediyesince, Sanatçı Zülfi Livaneli adına Kültür Sanat Merkezi yapılması için 2.10. 2016 günü temel atma töreni yapıldı.
Çankaya’da yapılan temel atma törenine CHP genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu, CHP milletvekilleri kalabalık bir semt sakinlerini davetli ve partililer katıldılar. Yapılan törene CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, sanatçı Zülfü Livaneli, gazeteci Nebil Özgentürk, CHP Grup Başkan Vekili Engin Altay, CHP Genel Başkan Yardımcısı Tekin Bingöl, CHP Parti Meclisi Üyeleri, CHP milletvekilleri, CHP Ankara İl Başkanı Adnan Keskin, CHP Çankaya İlçe Başkanı Selçuk Dereli, Çankaya Belediyesi Meclis Üyleri ve çok sayıda vatandaş katıldı.
Törende Çankaya Belediye Flarmoni Orkestrasının verdiği küçük dinletiden sonra, Nebil Özgentürk’ün yaptığı Zülfi Livaneli belgeseli izlendi. Nebil Özgentürk, kısa konuşmasında Zülfi Livaneli’nin sanatçılığı yanında belgesel hakkında bilgi verdi.
Adına yapılacak Kültür ve Sanat Merkezi törenin temel atma töreninde Zülfi Livaneli şunları söyledi:
“-İlginç bir olay yaşıyoruz burada. Günün tarihi de çok enteresan. 2 Ekim benim çocukluğumun geçtiği, acı tatlı günler yaşadığım, hapishanelerinde yattığım, okullarında okuduğum şehirde Alper Taşdelen tarafından benim adıma böyle bir kültür merkezi yapılıyor olması çok büyük bir sürpriz oldu gerçekten. Duyduğum zaman şaşırdım, çünkü biz bu memlekette iltifat almaya alışık değiliz, ödül almaya pek alışık değiliz, biz bu memlekette yargılanmaya, hapis yatmaya, itilmeye, kakılmaya, basın tarafından yasaklanmaya, TRT lerde yasaklanmaya, kitaplarımızın toplatılmasına alışmışız.
Ama bu ülke bundan ibaret değil, bu ülke bunun bir de başka damarı var. O da büyük kurucumuz Atatürk’ün söylediği “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür”, sözüne sahip çıkan onun partisi, onun teşkilatları ve onun belediye başkanları iyi ki CHP var iyiki Türkiye’deki sanatçılara kültür adamlarına sahip çıkmak görevini de üsleniyor ve “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürüdür”sözünü gerçekten hayata geçiriyor.
Alper Taşdelen’in babası Doğan Taşdelen dostumla 1997 yılında tarihi bir olaya imza atmıştık. Belki o sırada olanlar vardı, Ankara hipodromunda 500 bin kişiyi o zaman gericiliğe “hayır” demişti. Bu Türkiye için erken bir uyarı idi, kitlesel bir uyarıydı ve bir mücadelenin bir parçasıydı. Çünkü müzik ve sanat da mücadelenin bir aracıdır.
Bu gün Ankara’da sanatçı olduğumu, yazar olduğumu, müzisyen olduğumu göremeden vefat eden annemin ölüm yıldönümü, 38 yaşında ölmüştü, bu şehirde onu kaybetmiştik. Keşke bu günleri görseydi diye bu gün duygulandım. Ayrıca, Türkiye’de benim müziğimi, benim tavrımı, hayata karşı tavrımı en iyi anlayan dostlarımın beni bağırlarına basan ilk günlerden beri dostlarım, bu ülkenin Alevi Bektaşi yurttaşları olmuştur. Muharrem ayının birinci günü olması beni ayrıca sevindiriyor, onur duyuyorum bundan dolayı da.
Biz, ne deniyor, “ozan”, ozandan daha büyük bir hitap yok. Biraz önce benim parçalarımı dinlediniz. Biz melodiler yaptık, ezgiler yaptık, ta Yunus Emre’ler bu yana akan sanat ırmağında Pir Sultan Abdallarla, Karacaoğlanlarla, Dadaloğullarıyla devam eden, Nazım Hikmetlerle, Yaşar kemallerle devam eden bu sanat ırmağında yıkanmaya çalıştık. Aldığımız o hızla devam etmeye çalıştık. Ama Türkiye’nin unutmayalım ki, halk kültürüyle, Yunus Emre dâhil olmak üzere bütün halk ozanlarıyla, yeni şairleriyle, yeni ozanlarıyla iftihar etmesi bunları tanıması, sadece halkın dilden dile aktardığı bu büyük ozanların yüceltilmesi Mustafa Kemal Atatürk döneminde olmuştur, onun sayesinde olmuştur. Ondan önce halk kültürümüz bu değerde değildi, bu önem verilmiyordu. Onun için şunu söylüyorum bizim liderimiz Atatürk, tapu senedimiz Lozan ve biz de Lozan’ın ozanlarıyız.
Ülkemiz çeşitli çalkantılardan geçiyor, büyük bir mücadele veriyorsunuz çok tebrikler. Biz de sanat alanında bu mücadeleyi sürdürmeye çalışıyoruz. Ama şu hiçbir zaman unutulmasın, tarihi çarpıtmaya çalışıyorlar, tarihi başka türlü anlatmaya çalışıyorlar. Bizim gibi askeri darbelerden en fazla acı çekmiş olan insanları sanki askeri darbelerden yanaymış gibi güya anlatmaya çalışıyorlar. Oysa tarihi biraz bilenler biliyor ki, askerle siyasetin ayrılmasına ne büyük özen gösteren Mustafa Kemal Atatürk’tür. Ta yüzbaşı iken Selanik İttihat ve Terakki kongresinde yolu Enver Paşa’larla bu yüzden ayrılmıştır. Çünkü demiştir ki, “ordu siyasete giremez, siyaset orduya giremez”, ömrünün sonuna kadar da bu ilkeyi korumuştur. En önemli ilkelerinden bir tanesidir. Biz her zaman sivil siyasetle, sanatla, kültürle var olmaya devam ettik, edeceğiz çünkü bu bizim en büyük gücümüz. Başkalarında olmayan güç, belki daha fazla para vardır kasarlında, belki daha büyük oyunları becermek kabiliyeti daha fazla, ama bizim elimizden alamayacakları bir güç var, sanat ve kültür bizim işimiz. Çünkü sanat insan sevgisini estetikle işlemek demektir ve bunu sağcılar yapamaz, bu solun işidir. Tarih boyunca bütün dünyada solun işidir ve kültürü değerlendirmek de solun işidir. Dolayısıyla bizim büyük mücadelemiz, kültür alanındadır. Bu alanda elimizden geleni yapacağız. CHP sine, sayın genel başkanına, sayın yöneticilerine ve sevgili dostum Alper Taşdelen’e beni bu derece onurlandırdıkları için çok çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.” Alkışlar.
Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen de şunları söyledi:
“-Sanatın ve kültürün önemi çok büyük ve baktığınızda yüzyıllar ötesinden gelen şekilde sanatçıların, ozanların eserleri hala hafızamızda, eserlerini okuyoruz, ama o dönemin hükümdarlarını o dönemin kudret sahibi yöneticilerini belki hatırlamıyoruz. Şeyh Bedreddin’i, Pir Sultan’ı, hala yaşıyoruz. Bunun nedeni çünkü halkından yana olan, ezilenden yana olan, sömürüye zulme karşı çıkan halkın yüreğine işleniyor ve halk yüzyıllar boyu, bu yüreğinde o sevgiyi taşıyor. Tabi Zülfi Livaneli ismi Türkiye’de aynı Yaşar Kemal gibi, Nazım Hikmet gibi, yine on yıllar boyunca, yüzyıllar boyunca yaşayacak bir isim. Çünkü bizim kuşaklar, bizden öncekiler, bizden sonrakiler Sayın Livaneli’nin besteleriyle büyüdük. Nazım’ı, Şeyh Bedrettin’i ondan dinledik, kitaplarını okuduk, filmlerini seyrettik. Sanatın hemen hemen her alanında çok büyük eserlere imza atmış, yurt dışından ödülleri almış ülkemizin gurur kaynağı bir abide isim.
Onun için biz böyle bir abide isme bir kültür merkezini, bir sanat merkezini adını vermiş olmaktan çok büyük onur duyuyoruz. Bizim yapmaya çalıştığımız şu. Çankaya’da Yaşar Kemal Parkı, Sayın Genel Başkanımızla birlikte, Sayın Livaneli ile birlikte açmıştık. Can Yücel’in adını verdik o parkın açılışını yapıyoruz. Çok değerli sanatçılarımızın isimlerini veriyoruz. En son Tarık Akan’ın ismini Çankaya’mızda bir parka verdik ve iki ay sonra açacağız.
Ama biz şunu fark ettik ki, aslında biz aydınımızın, sanatçımızın değerli insanların ismini yaşarken, onlar hayattayken vermeliyiz, onu hayattayken onara etmeliyiz, o değeri kendisi gördüğünü en azından o eseri kendisi kurdelesini kessin. Çünkü Allah uzun ömür versin, hayattayken değerlerimizin önemini çok büyük olduğunu düşündük ve o nedenle şimdi temelini atıyoruz, çok kısa bir zamanda da hep beraber kurdelesini keseceğiz. Bizim için Çankaya’da Zülfi Livane’nin isminin olması çok önemliydi. Çünkü kendisi, Ankara çok önemli, ama aynı zamanda Çankaya Mustafa Kemal Atatürk’ün ilçesi, onun kurduğu ilçe, onun istirahatgâhînin olduğu ilçe ve onun ilçesine orası emperyalizm ile mücadele ettiyse, o nasıl akıl dışı bilim dışı her şeyle mücadele ettiyse bu ülkeyi kurduysa onun yolunda bu ülkede bilime karşı Cumhuriyeti demokrasiyi özgürlüğü insan haklarını savunan aydınların isimleri de mıh gibi çakılmalı diye düşünüyorum.
Önümüzdeki üç ay içerisinde 27 tane temel atma ve açılışımızı da yapacağız ve Çankaya’yı hizmet anlamında da Mustafa Kemal Atatürk’e layık bir seviyeye çıkaracağız. Çankaya’ya Zülfi Livaneli ismi çok yakışacak, Çankaya var oldukça yaşayacak.”.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu, konuşmasında şunları söyledi:
“-Sanata ne kadar önem vermemiz gerektiğini hepimiz biliyoruz ve söylüyoruz. Sayın Livaneli ile değişik ortamlarda çok kez bir arada olduk. Belki en uzun birlikteliğimiz TBMM çatısı altında oldu. Ama biz Sayın Livaneli’yi önceden tanıyorduk, öğrencilik yıllarında, yasaklı olduğu yılardan beri. Sayın Livaneli sıradan bir sanatçı değil, bir müzisyen, besteci, senarist, roman yazarı; hani derler ya on parmağında on marifet. Sayın Livaneli de böyle bir sanatçı. Üstelik yarattığı eserlerle değil, dünya da tanıyor, dünyadan bir sanatçı. Bu sanatçılara her zaman değer vermemiz gerekiyor. El üstünde tutmamız gerekli. Çünkü sanatçı kolay yetişmiyor. Eğitimle sanatçı olunmuyor, okumayla yazmayla sançtı olunmuyor. Sanatın ve sanatçının ayrı bir ruhu var, ayrı bir atmosferi var ve onun istediği tek şey özgürlüktür. Hani Gazi Mustafa Kemal’in dediği düzgün bir söz var ya. “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterim” diye. Aslında özgürlük ve bağımsızlık bir sanatçının karakteridir aynı zamanda. Özgür ortamda eserlerini yazar, özgürce düşünür. Bu nedenledir ki sanatçılardan en çok darbeciler şikâyet edermiş. Onları hapse atarlar, yazı yazmasına, resim yapmasına, film yapmasına, roman yazmasına, öykü şiir yazmasına engele olurlar. Ama nehrin bir akışı vardır, çağa doğru bir akışı vardır. Ne kadar set koyarlarsa koysunlar sanatçılar gücünü her zaman her ortamda ortaya koyarlar.
ÜÇ SİLAHŞÖRLER VE SANATIN GÜCÜ
Lise yıllarımda bir kitap okumuştum, Üç Silahşorlar, önsözündeki bir öyküyü hiç unutmam ve gittiğim sanatla ilgili her toplantıda anlatmaya özen gösteririm. Aleksandr Duma Üç Silahşorları yazarken bir gazetede tefrika edilir. Yaz ayları gelir Aleksandr Duma derki: “Ben tatile çıkacağım, romana biraz ara veriyoruz”. Tabi gazetenin patronu, “bunu yapamazsın” der. Bütün Paris’liler sabahın köründe gazete büfelerinin önünde bundan sonra roman okuyanlar merak ediyorlar, gazeteyi satın alıyorlar, “bırakıp gidemezsin”. “Gideceğim,” diyor, “tatile gideceğim”.
Mahkemeye veriyor gazetenin patronu, Aleksandr Duma mahkemeye çıkıyor. Yargıç diyor ki, “sen bütün Paris’lileri bekletemezsin, onlar gazetede her sabah romanın sonunu merak ediyorlar, romanını bitirip öyle gideceksin”.
Aşeksandr Duma geriye döner, “bana bir kâğıt kalem getirin” der. Bir kağıt kalem gelir, Roman’ın baş aktörünün ismini yazar kağıda. “Elinde kılıç dizleri titredi, yere düştü ve öldü”, altına “son” yazar patrona verir, “Roman bitmiştir, ben tatile gidiyorum” der. Bunun üzerine patron, “mümkün değil gidemezsin” der. Diyor ki, Aleksand Duma, “ben sana dedim, tatile gideceğim, benim önüme hiç kimse engel koyamaz” der ve Aleksand tatile gider, tatil dönüşünde tatil dönüşünde romanını bitirir.
Sanatın gücü budur, bu güç olduğu içindir ki, hiçbir dikta yönetimi sanatı ve sanatçıyı sevmez. Biz sizleri sadece el üstünde değil, baş üstünde tutmak zorundayız. Sizleri yüceltmek her onurlu yurttaşın, bilinçli her onurlu yurttaşın zaten görevidir. Bunu yapmadığımız takdirde sanata ve sanatçıya zaten görevimizi yapmamış oluruz. Çok etkili bir güç, romanı okursunuz, romandaki bütün etkiyi hissedersiniz. Şiiri birisi okur, o şiirin, türküyü okur o türküyü dinleyerek hüzünlenir, sevinirsiniz. O nedenle sançtı dünyanın en güçlü insanıdır. Gücünün farkındadır, gücünün farkında olduğu içindir ki, tüm dikta yönetimlerine karşı çıkmıştır. Yasaklar gelmiştir, yasaklara karşı direnmiştir; hapislere atılmıştır hapiste direnmişlerdir. Dolayısıyla sanatın ve sanatçının böyle bir gücü vardır.
Nebil Bey iyi bir belgeselci, gerçekten güzel bir belgesel izledik. Bildiğim şeyler aslında, çünkü benim yaşım gereği bildiğim şeyler, ama genç kuşakların bunları bilmesi açısından sizin çok önemli bir rolünüz var. Sanatı ve sanatçıyı yüceltmek, onun yaşadığı ortamı, onun yaşadığı sıkıntıları genç kuşaklara aktarmak için bu tür belgesellere bizim ihtiyacımız var. O nedenle sanatçı sürekli yaşayan bir kişidir. O sadece yaşamı boyunca yaşayan bir kişi değildir. Eğer biz çağlar ötesinden Yunus Emre’yi hala bu gün anıyor, söylüyorsak, hala okuyorsak; Şeyh Bedrettin’in, Erzurum’lu Emrah’ı, Dadaloğlu’nu hala okuyor ve dinliyorsak, adını söylüyorsak onların yaşadığı anlaşılıyor.
Dolayısıyla dikta yönetimlerinde bir dönem diktatörlük yapıp iktidarda kalanlar, sadece o dönemde sınırlı olmak üzere yaşamlarını sürdürüyorlar. Ama sanat ve sanatçının gücü çok daha fazla.
Çankaya belediyemiz güzel bir şey yaptı. Güzel bir kültür merkezi olacak. Bu kültür merkezinde inanıyorum çok sevdiğimiz sanatçılar, romancılar, yazarlar, düşünürler gelip konferanslar verecekler, belki küçük gösteriler yapacaklar. Dolayısıyla sanatı tüketme imkânına kavuşmuş olacağız, bir iktisatçı olarak bunu söylüyorum. Güzel bir resme baktığınız zaman o resmi tüketmiş oluyorsunuz bireysel olarak, ama o emsin kalıcılığı hep vardır. Tıpkı Livaneli’nin müzikleri gibi. O müzikler hep kalacak ve o müzikleri sadece ben değil, benim çocuklarım, torunlarım onların torunları hep birlikte söyleyeceğiz. Çünkü bu günün diliyle yazıldı. Gelecek kuşaklara bu günün diliyle yansıyacak, anlaşılır bir dille yansıyacaktır. O açıdan Çankaya Belediye başkanımız güzel bir kültür merkezinin yapımı için düğmeyi bastı. Birlikte biraz sonra temelini atacağız, umarım hep birlikte açılışını da yaparız. Dolayısıyla ben sizlere şükran borçluyum, belediye başkanımıza şükran borçluyum, belediyemizin yapmış olduğu bu kültür merkezinin bir sanat adamına verilmesi, isminin verilmiş olması da ayrı bir guru vesilesi. O nedenle bizi onurlandıran Sayın Livaneli’ye ve saygı değer eşlerine de şükranlarımı sunuyoruz.”
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
SONNOTLAR
Ö. ZÜLFÜ LİVANELİOĞLU: (d. 20 Haziran 1946, Ilgın, Konya), bilinen adıyla Zülfü Livaneli, Türk müzisyen, senarist, politikacı, yazar ve yönetmen.
İlk yılları
Ömer Zülfü Livanelioğlu, 20 Haziran 1946'da Konya'nın Ilgın ilçesinde dünyaya geldi. Livanelioğlu ailesinin büyük dedeleri Ömer Efendi 93 Harbi’nde Artvin’in Ermeni ve Rus işgaline uğraması üzerine Erzurum’a gelerek Ahmet Muhtar Paşa’nın ordusuna katılmıştır.
Ömer Efendi Harput Redif Taburu’na mülazım rütbesiyle atanır. Daha sonra burada çıkan çatışmada şehit düşer. Ömer Efendi’nin tek oğlu olan Zülfü Efendi, Türkiye’nin muhtelif yerlerinde sorgu hâkimi olarak görev yapar. Soyadı Kanunu çıktığında, babasının geldiği Artvin/Yusufeli/Livane Sancağı'na izafeten Livanelioğlu soyadını alır. Zülfü Efendi’nin oğullarından üçü de hakim olmuştur. En büyükleri ve Zülfü Livaneli'nin babası olan Mustafa Sabri Livanelioğlu, Yargıtay Başkanvekilliği’ne kadar yükselmiştir.
Kariyeri
ABD Fairfax Konservatuarı'nı bitirmiştir. Zülfü Livanelioğlu bağlama çalmayı teyzesi Nazmiye (Türeli) Yücel'in eşi olan eniştesi Turhan Yücel'den, Ilgın'da yaşadığı yıllarda ve yaz tatillerinde öğrendiğinde, eniştesi Turhan bey'in kendisine hayatını değiştirecek bir sermayeyi hediye ettiğinden haberi yoktu.
Zülfü Livaneli, müziği ile birçok ulusal ve uluslararası ödül aldı ve eserleri Joan Baez, Maria Farantouri, Maria del Mar Bonet, Leman Sam gibi yerli ve yabancı sanatçı tarafından yorumlandı. Kültür, sanat ve politika alanında Türkiye’nin önemli isimlerinden birisi olan sanatçı, sanat yaşamı boyunca 300'e yakın besteye ve 30 film müziğine imzasını attı.
Türkiye'den ansızın ayrılarak İsveç'e sürgün yıllarında bulaşıkçılık dâhil muhtelif işlerde çalışan Livaneli'nin en büyük arzusu bir gün Türkan Şoray ile tanışabilmek ve o zaman Türkiye'de suçlanan kişilerin uğrak yeri haline gelen İsveç'te bulunan ünlü yazar, gazeteci veya şairlerle karşılaşabilmekti.
Bugüne kadar dört uzun metrajlı film yönetti: "Yer Demir Gök Bakır", "Sis", "Şahmaran" ve "Veda". Valencia Film Festivali'nde "Altın Palmiye" ve 1989'da Montpelier Film Festivali'nde "Altın Antigone" ödülüne layık görüldü. "Sis", "En iyi Avrupa Film Ödülü"ne aday gösterildi. Sanatçının filmleri Türkiye, ABD, Fransa, Almanya, İsviçre ve Japonya'da gösterime girdi ve BBC, WDR, İspanya, Kanada ve Japon televizyonları gibi birçok televizyon şirketine satıldı.
Ekim 1986'da Cengiz Aytmatov'un daveti üzerine Federico Major, Yaşar Kemal, Arthur Miller ve diğer ünlü sanatçı ve düşünürlerin katıldığı Kırgızistan ve daha sonra Wengen, Granada ve Mexico City'de toplanan Issyk-Kul Forumu'nda yer aldı.
Livaneli, Elia Kazan, Jack Lang, Vanessa Redgrave, Arthur Miller, Mikis Theodorakis gibi ünlü kişilerle birlikte dünya kültürünün ilerlemesi ve dünya sanatlarının gelişmesine katkıda bulunmak üzere çalışmalarda bulundu.
1996 yılında Paris’te merkezi bulunan UNESCO (Birleşmiş Milletlerin Eğitim Kültür Bilim Kurulu) tarafından büyükelçilik verilen sanatçı Livaneli, 1978 yılında yaptığı "Nazım Türküsü" adlı albümde Nazım Hikmet'in şiirlerinden bestelediği şarkıları bir araya getirdi.
"Arafatta bir çocuk", "Geçmişten Geleceğe Türküler", "Sis", "Orta Zekâlılar Cenneti", "Diktatör ile Palyaço", "Sosyalizm öldü mü", "Engereğin Gözündeki Kamaşma" ve "Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm" ve "Mutluluk" ve Leyla'nın Evi, Sevdalım Hayat, Son Ada ve Sanat Uzun, Hayat Kısa, Serenad, Kardeşimin Hikâyesi kitaplarının yazarı olan Livaneli, uluslararası kültür çevrelerinde tanınmakta ve saygı görmektedir.
Ömer Zülfü Livaneli Ülker Hanım'la evlidir ve bir kızı vardır. Kızı Aylin Livaneli eğitimi ve yaptığı pek çok işten sonra müzik ile ilgilenmiş ve beş albüm çıkarmıştır. Müziğe ara veren Aylin Livaneli şu an yurt dışında ekonomi üzerine eğitim almaktadır. Yayınlanmış 3 kitabı bulunmaktadır. Livaneli vejetaryendir.
19 Mayıs 1997 tarihinde, Ankara Hipodrom meydanında verdiği konsere 500.000 kişinin katılmasıyla Türkiye'nin en büyük konserini gerçekleştirme unvanını kazanmıştır.[1]
Siyasi kariyeri
Livaneli 1994 yerel seçimlerinde, Sosyal demokrat Halkçı Parti'den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na aday oldu. Anavatan Partisi'nin adayı İlhan Kesici, Refah Partisi'nin adayı Recep Tayyip Erdoğan ve Doğru Yol Partisi'nin adayının Bedrettin Dalan olduğu çekişmeli seçim sürecinde oyların %20,30'unu alan Livaneli üçüncü geldi. Erdoğan ise %25,19'luk bir oranla Belediye Başkanı seçildi. Livaneli, 2002 genel seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi'nden İstanbul milletvekili seçildi. Partinin 13. Olağanüstü Kurultayı'nda yeter sayıda imza bulamadığı için genel başkan adayı olamadı ve parti yönetimini ağır şekilde suçlayarak istifa etti.[3] Livaneli, istifasını açıklarken şunları söyledi
Kitapları
Konstantiniyye Oteli (2015) Kardeşimin Hikâyesi (2013) Edebiyat Mutluluktur (2012)
Harem (2012) Serenad (2011) Sanat Uzun Hayat Kısa (2010) Son Ada (2008) Sevdalım Hayat Leyla'nın Evi Gorbaçov´la Devrim Üstüne Konuşmalar Mutluluk (roman) Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm Livaneli Besteleri Engereğin Gözündeki Kamaşma Sosyalizm Öldü Mü? Diktatör ile Palyaço Türkiye Orta Zekâlılar Cenneti Sis Dünya Değişirken Geçmişten Geleceğe Türküler Arafat´ta Bir Çocuk
Yorum Gönder