“İnsanlığa karşı suç işleyenler, yıllarca süren duruşmalar sonrasında zamanaşımından yararlanıp, elini kolunu sallayarak aramızda dolaşıyor.
Kitapların, ormanların, köylerin, insanların yakıldığına tanık olduğumuz memleketimizde, geçmişi hatırlayıp bugünü unutmaktan, iki yakası bir araya gelmiyor zamanın”. (Gİ/YY)
* Fakir Baykurt TÖS Genel Başkanı
Öğretmen örgütlenmesinin sembol isimlerinden Öğretmen Yazar Fakir Baykurt, ölümünün 17. Yılında Ulusal Eğitim Derneğinin öncülüğünde 15.10.2016 günü panel ve konuşmalarla anıldı.
Anma gününde Ulusal Eğitim Derneğinin salonundaki panelde konuşmacı olarak Öğretmen Yazarlardan Dr. Niyazi Altunya ile Nazım Bayata katıldılar. Salonu dolduran üye öğretmenler, konuşmaların Fakir Bayrut’la ilgili anılarını anlatırken dikkatle ve hüzünle izlediler.
Konuşmacılardan Öğretmen Yazar Nazım Bayat’a, Dernek Başkanı Nazım Mutlu’nun sunum konuşmasından sonra, özellikle anılarından olan konuşmasında şunları söyledi:
“- Öğretmen örgütlenmesinde en önemli kişi Fakir Baykurt’tu. Fakir Baykurt alabildiğince yetenekli, zamanını çok iyi kullanan, eğitici, üşenmeden yazan, yeniden yazan, sürekli kendini yetiştiren ve bütün söylemek istediği sözleri, o 70 yıllık ömrü hemen hemen mücadelelerle geçmiştir; yoksulluklarla geçmiştir; halkımızın uyanması için mücadeleyle geçmiştir; sürgünlerle geçmiştir; bakanlık emirleriyle geçmiştir; hapishaneyle geçmiştir.
Mamak’ta benim de yolum oradan geçti, önce askerlik, orada 66-78 yılları arasında. O zaman Mamak’ın kötü bir şöhreti yoktu, orda çok iyi insanlar vardı. Er olarak, subay olarak, hatta bir kurmay, sanırım paşa yapılmadı o, topçu kurmay albay komutanımız vardı. Ben de Ankara’da yaptım askerliğimi, Mamak’ta. Bir kaza da geçirdim, ölümcül bir kaza; emmimin kardeşlerimin yakın dostlarımın haberi olmadı. Ama bu zafer Bey kazadan sonra, o zamanki Gülhane hemen benim bölümün yanındaydı. Şimdi genel olarak bazı sektör arkadaşlar, ordu, asker subay, generaller deyince, hep kötü tipleri, örneğin Kenan Evren’i filan algılarlardı. Düşünürler, “ordu faşisttir, subaylar faşisttir”. Biraz sonra fırsat olursa bahsedeceğim.
TÖS’ÜN KAYSERİ KONGESİNE SALDIRI
69 da Kayseri’de TÖS kongresi basıldığında, bizi yakmağa çalıştıklarında bine yakın öğretmen, aştı yedi yüzü delege, o delegelerden birisi de benim, Şebinkarahisar İlçesinde oradaki TÖS şubesinin delegesiyim ve kürsüde ben konuşuyorum. Saldırı başladı, saldırı daha sonra yoğunlaştı, iki saat falan. Yakmağa çalıştılar bizi orada. Kayseri valisi yok, savcı yok, birkaç Ankara’dan giden (o zaman “fruko” denirdi) toplum polisi.
O adar büyük kalabalık ki, kalabalık gittikçe sürekli köpürerek nara atıyor. Ve besbelli bizi orada diri diri yakacaklar.
Bazı arkadaşlar kalp krizi geçirdi, bazıları korktular, kaçtılar. Biz kaçamayanlar ve kendisini savunmak zorunda kalanlarla orada mücadele ettik, canımızı kurtarmak zorundayız. Ya yanarak öleceğiz, ya da mücadele edeceğiz, kurtulacağız. 69 Temmuzunda oldu.
Orada bizim bir menzil komutanımız var. Ahmet Hamdi Başar ki, Mamak’ta benim tümen komutanımdı, bizi o paşa-general kurtardı. Birçok öğretmen bunun farkında bile değil. Mehmet Aydın diye bir abimiz var, öğretmen, son günlerde sağlık sorunları var, herhalde pek gelemiyor, onunla aynı evde oturdular, çoktan ölmüştür Ahmet Hamdi Başar. Kayseri’de TOS kongresinin saldırıya uğraması karşısında, nasıl öğretmenleri kurtardığını, bir sinemanın hemen karşısında bir buçuk iki buçuk metre yüksekliğinde bir duvar var. Orası askeri hastaneymiş, biz bir ara fırsat bulunca üçer beşer oraya sığındık. Yoksa Kayseri nüfusu o zaman yüz binin üzerinde idi. Orada toplanan en azından ve giderek bağırışları ve öfkeleri artıyordu ve yangın çıkarmak için benzine, mazota bulaştırılmış bezleri atıyorlardı ve orada yiğitçe mücadele edenlerin önünde, çok fazla değil, sizin kadar bizim kadar büyük kitle paniğe kapılmış, sinema salonunun belli yerlerinde koltuk aralarına gizlenmiş, bir kısmı balkona çıkmış oysa yanarsak hepimiz yanacağız. Korkanlar da dövüşenler de hep beraber yanacağız.
ORADA FAKİR BAYKURT GENÇ BİR ÖĞRETMEN ÖRGÜTÇÜ TÖS ÜN GENEL BAŞKANI, 40 YAŞLARINDA EN ÖNDE EN YİĞİTÇE MÜCADELE EDEN OYDU. Hatta üç beş yakın arkadaşı, Fakir’e aman bir şey olmasın deniyordu, çünkü şişeler atılıyordu, taşlar atılıyordu, sopalar atılıyor ve bazıları o kadar gözü dönmüş ki, saldırıyorlar kalabalığın içine, ölümü göze almışlar. Bize “komünistler kahrolsun, din düşmanları”. O zaman biz de yeteri kadar genel olarak öğretmenler de komünizmin ne olduğunu bilmiyorlar, öğrenmeye çalışıyoruz ama anti kominizim, komünizmle mücadele dernekleri filan, Fetüllah ve diğerleri, şimdi daha önemli makamlarda olanlar, o zaman komünist avına çıkmışlardı. Komünizmle mücadele dernekleri vardı, biliyorsunuz, hatırlıyorsunuz o tarihleri. Daha sonra bunlar iktidar oldular.
FAKİR’İN O KADAR YİĞİT OLDUĞUNU, O KADAR ÖLÜMÜ GÖZE ALDIĞINI BİLMİYORDUM
Fakir’e bir şey olmasın, diye Fakire’i koruyorlar, kolluyorlardı. BEN FAKİR’İN O KADAR YİĞİT OLDUĞUNU, O KADAR ÖLÜMÜ GÖZE ALDIĞINI, ALABİLECEĞİNİ BİLMİYORDUM. Hatta o kongreye biz, anti parantez söyleyeyim, bilenler bilir, Feyzullah Ertuğrul diye Fakir’den sonra ve Fakir’den önce arada, altı yıllık TÖB-DER tarihinde bir genel başkanlık yapmıştır, Fakir genel başkanlıktan ayrıldı, Feyzullah seçildi. Feyzullah da köy enstitülü bir abimiz, ilköğretim müfettişi Ankara’da. Biz o zaman “Sosyalist öğretmenler” veya sosyalizme sempati duyan öğretmenler TÖS ü CHP nin yörüngesinden biraz daha sola, TİP var; TİP de kullanılan o seçim sistemi nedeniyle (Milli Bakiye sistemi) meclise 15 tane “deve dişi gibi” adam soktu. Bunlardan bir tanesi de bizim abimiz dostumuz, Köy Enstitüsü mezunu Yusuf Ziya Bahadınlı. Yani sosyalizm bize göre, şimdi anlıyoruz düşünüyoruz ki ne kadar ham hayaller içinde veyahut da aceleci imişiz. SOSYALİZM MEĞER HANGİ DAĞIN ARKASINDAYMIŞ.
Mücadele ettik Fakir’e karşı, Feyzullah’ın etrafında birleşiyoruz. TÖS’ün en yetenekli, en bilinçli, en genç, en militan üyeleri, çoğu köy enstitülü arkadaşlar Devrimci Dayanışma Bildirisi diye bir bildiri hazırladık ve o bildiride yüze yakın arkadaşın ismi var. Fakir Baykurt’un genel başkan olduğu TÖS’ü daha etkin, daha devrimci bir çizgiye çekmek için yönetime adayız veya adayımız da Feyzullah Ertuğrul.
Sonra anladık k, Feyzullah Ertuğrul, seviyorduk köy enstitülü bir arkadaşımız, bizim gibi köylü. Ben Köy enstitülü değilim ama köy enstitülülerin abisiyim, onların mücadele arkadaşıyım, filan.
Fakir orada yiğitçe mücadelede değil, öylesine güzel bir konuşma yaptı ki ve biz o konuşmayı yapan Fakir’in karşısında olmak değil, yanında olmak, hatta olabilirse onun yönetimine girmek, birkaç arkadaşın yönetimde yer almasını yeterli gördük. Çünkü Fakir, kendisini sürekli yenileyen bir arkadaştı, okuyan bir arkadaştı. Lokallerde, orada burada çene çalarak vakit geçiren bir insan değildi. Fakir’i çok az sayıda öğretmenleri vardı onun köy enstitülerinde, TÖS’ü asıl kuran, asıl çekip çeviren günlük işlerini yapan, (onların bürokratik deneyimleri de vardı, bir kısmı emekliye ayrılmışlardı) bir Osman Korkut Akol, bir İsmail Safa Diler, bir Hürrem Arman bunlar köy enstitülerinde öğretmenlik müdürlük yapmış çok gerçekten bilinçli, deneyimli insanlardı ve Fakir’i de onlar, “yav sen yazarlığını hele ikinci plana at, sen yeteneklisin, zekisin, bizden daha bilinçlisin”, bir tarihi fırsattır TÖB-DER in 65 de kurulması. Fakir gerçekten kendisine bağlanan umutları boşa çıkarmadı, yetenekli bir konuşmacı, iyi bir yazar, öğretmenlerle halkla çok iyi ilişkiler kuruyor, açık hava toplantılarında, salon toplantılarında çok ikna edici, konuşur gibi, sohbet eder gibi konuşuyor. Gerektiğinde coşturuyor, kalabalıkları.
Ama o zamanki koşullarda 1969 koşullarında Kayseri’de biz o gerici, şeriatçı ki kayseri şimdi de herhalde öyle, büyük ölçüde, karanlığın, gericiliğin egemen olduğu kentlerimizden birisi ve orada İşçi Partililer var, sol yayınları satan bir kitabevi var, bunlar tahrip edildi, BİZİ DE TOPTAN YAKACAKLARDI. Ama oradaki askeri birliğin komutanı, valiye rağmen, savcıya rağmen bizi, bir yerde kendisi ön plana çıkmaksızın bizim Ankara ile irtibatımızı sağladı, bizi askerin korumasında askeri cemselerle Kayseri-Kırşehir il sınırına kadar getirdi ve biz sabaha karşı Ankara’ya geldik, kongreyi burada siyasal bilgiler fakültesinde devam etti.
Bu genel girişten sonra, bir iki şeyi okumak istiyorum. Ben bir yazı yazmışım, “Fakir Baykurt Adı Yaşayacak” diye. Bundan yedi sekiz yıl önceydi, Hollanda’da öğretmenlik yapan bir arkadaşım var, o da benim gibi felsefe öğretmeni. Fakir’den bahsettik biraz, ben Fakir biraz doğrusu ihtiyacı önce çünkü dahası Fakir adını bizim sosyal mücadeleler tarihine, eğitim tarihine, öğretmen örgütlenmesi tarihine, siyasi mücadele tarihimize kalın şeylerle çizdi adını. 70 e yakın kitabı var. Ben, “Fakir Yaşayacak, yazının adı bu, o dedi ki, “Fakir’den yarına fazla bir şey kalmaz, Kurbağalar kalır, şu bu kalır, yani Fakir fazla okunmuyor”. Doğru, şu anda hangi tip yazarların romancıların, hikâyecilerin okunduğunu, hangi tip yazarların, şairlerin okutulmadığını, dün de vakıfda bir toplantı vardı, biz de Niyazi ile dinleyiciydik, anlattılar Elif Şafak, Orhan Pamuk vb leri yüz binler, milyonlar satıyorlar. Ödüller bunlara veriliyor, onurlar bunlara veriliyor. Bir Çetin Altan vardı. Biz 60 lı 70 li yıllarda, O’na çok ayıp olur benim için bunu söylemek ama tapardık demeyeceğim ama değer verirdik, İşçi Partisi’nin milletvekili idi. Sosyalistti, cesurdu, yiğitti. Sonra, şu andaki iktidarın zamanında üç beş yıl önce mi, on yıl kadar önce mi, büyük ödül verdiler buna. Çünkü Çetin Altan hem kendisi, hem, biri profesör, biri büyük yazar, oğlu vasıtasıyla bu iktidara omuz verdi, filan.
Ölmeden bir süre önce yazı mı yazmış, yoksa bir söz mü söylemiş, “ya benim umduğum Türkiye bu değildi, siz Türkiye’deki Cumhuriyet kurumlarına, Atatürkçü kurumlara saldırırsanız, destek verirseniz, o zaman özlediğiniz Türkiye bu değildi olur”. Oysa viskisini içerdi, bilmem neyini yapardı, yapsın tamam, ama ben rakıyı şarabı yasakladı”, filan. Ve Çetin Altan kendi eserini beğenmedi. Şimdi delikanlılarının ikisi de içeride mi? Tabi hiç kimse düşüncesinden dolayı içerde olmasın, ama Fakir Baykurt yaşar mı yaşamaz mı? Bunu tabi, biz yaşasın istiyoruz, yaşamalıdır. Yaşamazsa zaten bu toplumun geleceği, umudu sadece bu toplumun değil, dünyanın umudu da kalmamış demektir.
Şimdi o yazıda Fakir Baykurt’un iki cümlesi var onu okumak isterim, çünkü benden çok onun ne dediği önemli, hepiniz duydunuz, belki biliyorsunuz:
“Beni köy enstitüleri yetiştirdi, onlar olmasaydı ben de olmazdım. Köy enstitülerine, onları kuranlara, halkıma teşekkür ederim”.
Tabi Köy Enstitülerini kim kurdu, Mustafa Kemal Atatürk kurdu; Mustafa Kemal’in yetiştirdiği eğitimciler kurdu. Hasan Ali Yücel kurdu, Tonguç kurdu, hatta İnönü kurdu, İnönü cumhurbaşkanı idi. Sonra da kapatılmasına İnönü ses çıkarmadı, neden? Fakir Baykurt köy enstitülerine teşekkür ederken, Cumhuriyeti kuranlara hatta Kurtuluş Savaşını yapanlara, bunun önderine, liderine, Mustafa Kemal’e teşekkür ediyor. Çetin Altan ve benzerleri, çocukları “Cumhuriyet yıkılsın”. Cumhuriyet yıkılırsa yerine neyin geleceğini 15 Temmuzda gördük. Şimdi gene görüyoruz daha da göreceğiz. Yani Cumhuriyet giderse, kimlerin neresine ne yağdığını göreceğiz. Tamam, biz çok çektik, çekiyoruz ama şimdi sıra bunlarda, Cumhuriyet yıkılırsa bakalım altında kimler kalır.
Mehmet Koç diye bir arkadaşımız vardı, Niyazi de çok severdi, o da köy enstitüsünde bir arkadaşımızdı çok çile çekti, benim yaştaşımdı 39 doğumlu. İşsizlik, sürgün, açlık, ama çok zeki yetenekli bir arkadaştı. Bir gün dedi ki, “yav bu köy enstitülerinin içinde birisi becerikli, yetenekli, yazar, çizer, iyi insan, politikacı filan var, ama köy enstitülerinin en özgün ürünü Fakir Baykurt’dur. Fakir Baykurt’u hem severdi hem takdir ederdi”, filan. Mehmet Koç kendisi de yetenekli bir arkadaştı. TRT de programcılık yapıyordu. Fakir’den birkaç yıl sonra Yunus’un dediği gibi, öldü gitti.
Ben Fakir Baykurt’un cenaze törenine gittim, orada şimdi çoğu hayatta olmayan bir sürü arkadaşımız dostumuz vardı, çok büyük kalabalık cenaze töreni, büyük cenaze törenlerinden birisi idi. İstanbul’la fazla ilişkisi yoktu fazla, Fakir’in ağırlığı Ankara’da, çevresi Ankara’daydı ve öldüğünde, Fakir’i tanıyan birçok insan Ankara’da sağdı yaşıyordu. Türkiye’nin çeşitli yerlerinden TÖS, TÖB-DER, EĞİT-DER üyeleri geldiler, cenazeye, Teşvikiye’de oldu. Oradan da bir paragraf almak istiyorum, çünkü paragrafta adı geçen arkadaşlar Fakir Baykurt’un mücadele arkadaşlarıdır, dostlarıdır, bir kısmı öğrencileridir. Cenazede benim saptayabildiğim isimler şunlardı. Rafet Özkan Köy Enstitüleri TÖS Kartal Şübe Başkanı, Şemsettin Deveci Köy Enstitülü TÖS, TÖB-DER İstanbul Şübe Başkanı, Remzi Aksan Samsun’dan benim bir öğrencim öğretmen, Cengiz Ballıkaya 28 Nisan 1960 Olaylarının kahramanlarından öğretmen avukat, benim de 28 Nisan 60 Olaylarında yakın dostum öldü, Adnan Binyazar yazar, Necati Yöntürk öğretmen avukat, Hasan Kıyafet benim Samsun’dan öğretmen arkadaşım öğretmen yazar, Dursun Özden Niğde Lisesi’nden öğrencim yazar Fakir Baykurt’la TÖS Davası’nda yargılanan gençlerden birisi, Yılmaz Elmas 12 Mart’ta ve 12 Eylül’den sonra en çok işkence gören köy enstitülü çok yakın dostum TÖS ve TÖB-DER de bir emekçi olarak hep birleştirici, hep önde ve işkencede sakatlandı; Hüseyin Uysal geçen sene kaybettik TÖS İstanbul Şübe Başkanıydı, çok değerli, yakışıklı iyi niyetli iyi bir öğretmendi; Erdal İnönü, Erdal Bey İnönü’nün oğlu SHP nin Genel Başkanı, ben de kendisiyle hasbelkader çalıştım bir süre, gerçekten ciddi bir bilim adamıydı, özverili, alçakgönüllü ve Türk politikasına bir düzey getirmiştir. Türkan Saylan b iliyorsunuz kanser son günlerini yaşıyor, Ergenekon Balyoz kumpasında nerdeyse yaka paça evinden zorla alınmak istendi. Can Yücel’in eşi Güler Hanım, kızı Yücel Su. Bakın Fakir’in ölümü ne kadar çok insanı etkilemiş”.
Orada “Fakirler ölmez” sloganlarıyla Zincirlikuyu Mezarlığına gömüldü.
Ben de bir kısmınızın hatırlayacağı, gene Fakir Baykurt’u çok seven o da köy enstitülü 12 Eylül’den sonra ağır cezalarda yargılanmış ve Çanakkale Ceza evinde sonra İmralı Musa Uysal cenazeye Musa Emmi beraber gitmişlerdi Orhan diye onun arabası var. Cenazede biz orda birleştik ve o kadar kalabalık ki, biz Zincirlikuyu Mezarlığı’na vardığımız zaman Fakir Baykurt gömülmüş, biz daha yeni gidiyoruz, bize dediler ki “yav gömüldü dönün çok uzakta yetişemezsiniz”. “Fakirler ölmez” sloganı atıldı orada, tabi ben inanıyorum ki 20. Yüzyılda bir sürü adlı adsız bir sürü nefer var öğretmen mücadelesinde, eğitim mücadelesinde halkımızın uyanması ve kurtuluş mücadelesinde b ir sürü insan var. Bunların bir kısmı isimsiz kahramandır ve bir kısmının isimlerini uzmanlar tespit etmiştir, eğitim tarihi, öğretmenlerin örgütlenme mücadelesinde onların isimlerinin bir kısmı var ama hiç olmazsa Fakir Baykurt yaşamalıdır, yaşatılmalıdır, onun için bir küçük sendikamız var bizim, Eğitim-İş, bir kaç yıl önce bir onur ödülü koydu. Birkaç arkadaşa, o arada Niyazi’ye senede bana bu ödülü verdiler, ama yetmez Fakir için daha kalıcı şeyler yapmalıyız.
Cenazesinin Zincirlikuyu’ya defnedilmesini ben pek istemedim ve yazıda ondan bahsettim, keşke Fakir’in cenazesi, Demirel nasıl Isparta’ya gömüldü, Burdur’a köyüne gömülmeliydi yahut da Gönen’e. Gönen’e izin vermeyebilirler, köyüne orada, hani bunlar “külliye” diyorlar ya, biz de diyelim ki değerli Fakir’i orada görseydik anabilseydik. Ailesi istedi herhalde, çocukları İstanbul’da, böyle nazik günlerde “yav Fakir Baykurt sizin ananız, bananız, kocanız ama bizim de genel başkanımız mücadele arkadaşımız gelin böyle yapalım” diyemedi. Fakir Zincirlikuyu’da. Ama Nazım’ın mezarı Moskova’da, ama Nazım’ın mezarı bizim bilincimizde Anadolu toprağında.
Ben Ümitköy tarafında oturuyorum, son iki yıldır. Orda iyi bir belediyemiz var bizim Ankara’da, tanımıyorum başkanı, Nazım Hikmet Parkı yapmış oraya. Şimdi öğrenemedim, vaktim de yok, yarıda torun filan bakıyorum, hatta yarı da bunadım sayılır. Bir çınar dikmiş birisi, beş altı yaşlarında var. Nazım Hikmet Parkı’nda bir çınar, çınarın altında bir bank, bankta oturuyorum ve orada benim de adım Nazım ya tesadüfen adaşı tabi, Nazımlar tükenmez. Ama birisi oraya bir çınar dikmiş tesadüfen değil, ben en azından öyle algılıyorum, Anadolu toprağına dikeceğimiz her çınar, her meşe ağacı her fidan Fakir Baykurt’ların, Yunus Emrelerin, Nazım Hikmetlerin, Hacı Bektaşı Velilerin yeri; birileri bizim kökümüzü kazımak istiyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün Anıtkabir’ini kazımak istiyorlar. Oraya masumane çocuk parkı yapıyorlar, halı saha yapıyorlar. Ankara’ya o kadar çirkin anıtlarınız diktiniz ki, bırakın Anıtkabire dokunmayın.
Bizde bir ot vardır, hepiniz bilirsiniz, ayrık otu, toprağın dibine kadar işler o, ummayacağınız yerde ayrık otu ve o hayvan gıdasıdır, toprağı tutar erozyona karşı, erozyona karşı. İkincisi, ben babamdan duydum, benim babam seferberlik çocuğu, kıtlık yıllarında ayrık otunun kökünü öğütmüşler ve ayrık otu yemişler. Tabi kabız yapar, yemesi hazmı zor, ama ayrık otu mücadele ediyor Anadolu toprağında, biz de mücadele edeceğiz, etmeliyiz.
Orada rehberlerimizden birisi Fakir Baykurt’tur. Köy Enstitüleridir, Nazım Hikmet’tir, TİP dir, Atatürk’dür, Kurtuluş Savaşıdır, bu geleneği en iyi şekilde temsil ediyordu. 70 li yıllarda Fakir’in en verimli zamanı, TÖS Genel Başkanı, orada şöyle bir slogan üretmişti Fakir, biliyorsunuz Türk Diline de katkıları vardır, örneğin “varsıl” sözcüğünü Fakir hediye etmiştir, Türk Diline. Daha ileri üretim ve yönetim biçimlerine, yani bu tabi Mustafa Kemal’in devrimlerine daha geliştirmek, yüceltmek, kalıcılaştırmak, ülkenin her tarafına yaymak ve sosyalizm de barış da kardeşlik de ve Fakir Baykurt kendi kendini yetiştirdi. Yurt dışında hayatının son yirmi yıla yakın kısmını geçirdi. Orada da sosyalizmi savundu, o arada da sosyalizm için mücadele etti. Orada da işçi sınıfının halkın köylülerin, yoksulların, okuma yazma bilmeyenlerin kurtuluşu için mücadele etti. Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra dedi ki, “herkes dönebilir sosyalizmden, örneğin Çetin Altan ve benzerleri dönebilir, ama ben dönmeyeceğim” dedi. Barış kardeşlik, dayanışma için”.
Fakir Baykurt’la anıları konusunda Dr. Niyazi Altunya konuşmasında şunları söyledi:
“-Nazım Fakir Baykurt’un eylemli kişiliği; hem biraz öğretmen örgütçülüğüne bıraktığı kavramsal, ilkesel konular üzerinde durmaya çalışacağım. Tabi bu kısa süre içerisinde, zaman yetmeyecek, ama şöyle ana çizgileriyle şöyle bazı noktalara değineceğim.
Fakir Baykurt’un yazarlığı, öğretmenliği, öğretmen örgütçülüğü aslında bir bütünün parçaları ya da değişik boyutları gibidir. Bunun, örgütçülükten slogan haline getirdiği öğretmeni uyandırma görevidir. Bir broşürünün de adı bu, sonra ben broşürlerini derleyip o broşürün adını koydum Eğitim-Sen 2000 de baskı berbat bir dizgi baskı oldu ama öylece toplanmış oldu. Bana çok anlamlı geldi. Zaten öğretmenin de işi odur. Uyandırılma, bunu Mustafa Kemal başka şekilde formüle etmiş, hür diyor. Eğitim dediğimiz şeyin en önemli işlevi de insan aklını özgürleştirme. Fakir’in en önemli davalarından birisi buydu. Bu nerden geliyor? Bu ta köy enstitüsü geleneğinden geliyor. Tonguç’un 1938 de köy enstitülerinin kuruluş hazırlığı sırasında yazdığı “Köyde Eğitim” kitabında şöyle diyor: “Köy meselesi bazılarının zannettikleri gibi, mihaniki söyletti, biçimsel olarak köy kalkınması deyimi manalı ve şuurlu şekilde içten canlandırılmasıdır. Köyü ve köylüyü öylesine canlandırılmalı ve şuurlandırılmalı ki, ani bilinçlendirilmeli ki, onu hiçbir kuvvet kendi hesabına insafsızca istismar edemesin. Köylüler şuursuz ve bedava çalışan birer iş hayvanı haline gelmesinler. Onlar da her vatandaş gibi her zaman haklarına kavuşabilsinler. Köy meselsi bu demektir”, diyor.
Başka bir yerde de diyor:
“Köylüyü köyden başlayarak ta kamutaya yani TBMM ne varıncaya kadar, devletin bütün şubelerinin idaresine ona bu günkü vasıflarından başka bir şart aramaksızın kına getirmek, bu suretle devleti, devlet işlerini realiteden kuvvet alan elemanlarla beslemek memleketin hakiki bünyesine uygun bir şekle getirmek. Köylü vatandaşlar da Cumhuriyet vatandaşın şuurunu aksiyon haline getirerek onları uyandırmak”. Fakir’in bu davası da bu yoldan bu çizgiden geliyor ve gerçekten kendisi bunu çok büyük başarıyla yaptı. Müthiş bir ikna yeteneği ve herkesle kolayca iletişim kurabilen birisi.
Ben yeni Diyarbakır’a atandım 1968 de eğitim enstitüsünü bitirip, Ergani şubesi var, Diyarbakır’da da pek sönüktü TÖS, ama Ergani’de iyi idi. Oraya geleceği duyuldu Fakir Baykurt’un. O arada bakır madeninde çalışan şoförler, kamyoncular işlerini bitirince kamyonları ile oraya gelirler, çünkü Maden’i görenler bilirler, orada kamyonu durduracak yer bile yoktur, öyle bir yer. Bu şoför takımı biraz lümpen (seviyesiz, sefil), şimdi öyle mi bilmiyorum, bir kesimdi. Denilir ki, “Fakir Baykurt”u döveceklermiş, taşlayacaklarmış”. TÖS’ün de yer bulmak çok zor, üçgen şekilde bura kadar bir yeri var. Onlar herkesten önce gelip oturdular, biz de dışarıya, sokağa doğru taştık, Ergani’de.
Fakir Baykurt çok güzel bir konuşma yaptı, üç saate yakın konuştu. Çıt çıkmadı. Sorular soruldu, ondan sonra Fakir Baykurt Siverek’e gidecek. Şoförler birbirlerine girdiler, “Fakir abiyi ben götüreceğim, sen götüreceksin, bu sefer kendi aralarında tartışma çıktı. Yemek yemeye götürmek istediler, “vaktim yok” dedi, ama bir bardak süt istedi, mide sorunu vardı. Her taraftan süt yağdı, o anda nerden buldularsa süt getirdiler, o şekilde gönderdik. Ben de şaşarak gördüm ki Fakir Baykurt, oradaki görüşmelerimizi anılarında yazmış. TÖS vardı, gerçekten onun yaşamı TÖS ün tarihi gibidir. Çok kapsamlı o cilt epeyce de hacimlidir. Fakir Baykurt’u anlamak için hepsi önemli her kitabı önemli ama onun ayrı bir önemi var.
Fakir Baykurt zorla ikna edilip getirildi TÖS ün başına. Bunu anlatıyor anılarında, birçok kişi gidiyor geliyor, Safa Güner Köy Enstitüsü müdürlerinden Safa Güner gidiyor. Zaten sonuna kadar Safa Güner Osman Akol sanki onun memuru imiş gibi yanında bulundular, çalıştılar ve tabi onu donattılar da. Ben hatırlarım Osman Akol Hoca 1905 doğumlu filandı. Büyüktü, TÖS den yargılandığında 70 yaşına yakındı. Genel sekreterliğini yaptı TÖS ün. Mesela Fakir Baykurt bir yere gidecek, “oğlum kendini üşütme iyi giyin” gibi bu şekilde idi. Korurlardı onu, o da dersine iyi çalışmıştı. Bir içerisinde sendikacılarla ilgili yazdığı kitaplar, öğretmeni uyandırma görevi, sendika, grev kitapçığı, bunlar bu gün bile örgütçülerin okuması gereken kitaplardır ve çok hızlı öğrenmişler.
Fakir Baykurt’un en önemli özelliklerinden birisi danışma, çok başarıyla götürmesidir. O kadar çok vardı her kesimden, akademisyen vardı, işçi sendikacısı vardı, parti liderleri vardı. Bunların hepsini dinleyip oradan kendi sentezini çıkaran birisiydi. Kendi üslubuyla yazardı. Yazılarının çoğu kendi kaleminden çıkmıştır, bunu tanımak zor da değildi. Ama mutlaka bilgi almıştır. Şeyi sordum, 1995 de son görüşmemiz, bizim evimize geldi bir akşam, daha doğrusu üç beş arkadaş birer akşam konuk ettik. Bu boykotun arkasında ne var, onu sordum. O zaman henüz bu kitapları çıkmamıştı, özyaşam dizisi çıkmamıştı. Bazı şeyler anlattı. Bunlardan birisi, büyük bir kaygı içinde olduğuydu, bu büyük bir öngörü tabi. Bir de Kayseri olayı yaşanmış o gün. Düşünün Kayseri’de o yangının yaşanmasına karşın, boykota katılımın en yoğun olduğu yerlerden birisi de Kayseri’dir. Bir boykot koyuyorsunuz adı grev de adı boykot. 55 bin civarında üyesi var o zaman TÖS ün kayıtlı. 110 bin katılım oluyor. Bu müthiş bir başarı. Eylem budur. Tabi bunun gerisinde 1960 lardan beri gelen 69un 15-18 Aralık. Bir çaba var, diyebiliriz ki bu boykot, yedi yıllık bir sürecin ürünüdür. 1962 yılında Kırıkkale öğretmenleri gelip Ankara’da bir yürüyüş yaparlar. Koalisyon hükümeti vardı, hatta o zamanın İç işleri Bakanı, “ben size gösteririm” filan demişti, Demirel’in adamıydı, sanıyorum. Bir şey gösteremedi, Kırıkkale’li öğretmenler gümbür gümbür eylem yaptılar. Ertesi yıl o zaman TÖS yok, federasyon var, Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu var. Zaten o TÖS’ün varisi sayılır. Yine şubat ayında bir eylem miting düzenlendi. O zamanki en belli başlı eylem, Ankara’da Tandoğan’da yapılan bu mitinge yedi bin kişi beklenirken 14 bin 600 kişi gelmiş. Sevgili Remzi İnanç abimiz o zaman, artık resmi mi fahri mi federasyona hizmet ediyor, o Güzel Bir Eğitim Mitingi” diye bir kitap hazırladı, orda bütün ayrıntılar var, çok iyi bir belge olarak da kaldı.
Hatta Milli Eğitim Bakanlığı okullar tatil olduğu için yatılı okullar da yurtlarda kalacak yer sözü verdiği halde, bunu vermediği gibi, daha sonra genelge çıkarıp engellemeye de çalışmıştır. Buna rağmen bu kadar katılım olmuştur. Bu şu anlama geliyor, o zamanki öğretmen, toplam öğretmenin yüzde onu, bu güne vurursanız yüz bin kişi demektir bu. O zaman Kayseri’den Kırşehir’den Konya’dan üç günde Ankara’ya gelinip gidiliyor, bir günü geliyorsunuz, öyle her istediğiniz zaman araç yok tren yok, Ankara’da kalıyorsunuz ve ertesi günü gidiyorsunuz. Bu koşullarda yapılmış bir eylem ve orda büyük bir dayanışma oldu. Kadın öğretmenleri Tandoğan sakinleri, o zaman Tandoğan oturulan alan bir yer; erkek öğretmenleri de gecekondulara yerleşmiş hemşerilere konuk edildi. Öğretmenler nerede otelde kalacaklar o, üzüntü verecekler. Ta oralardan gelen bir çalışma. Bu eylem iki bakanı istifa ettirdi. Kabinenin ağır toplarıydı bunlar; Milli Eğitim Bakanı da Şevket Raşit Hatipoğlu. Ve biz o yıl yüzde 35 zam aldık, satır arasında onu da söyleyeyim. Oralardan gelen bir şey, daha evvel biz bir boykot yapalım, eylem yapalım hep var ama doğrusu geçmişi bilenler bu işin o kadar kolay olmadığını biliyorlar. Bu nedenle uzun bir emeğin sonucu oldu, Fakir Baykurt da kaygılıdır, hatta bir ay olsun diyenler, bir hafta, on beş gün neyse. Başarılı olunca da, zaten bu eylemci bir adam değil, biz söyledik, bir ay pekâlâ olabilirmiş. Öğretmenler o eylemden büyük onur kazandılar ama büyük de kayıp verdiler. Çok ceza alan oldu. Ama bir şey oldu orda. En sonunda anlatacağım.
Muammer Aksoy da TÖS ün üyesi, danışmanı, her yerde olan bir hocamızdı. Çocuklar bunun bedeli ağırdır, “yapmayın, acele etmeyin” filan, bize diyor, epeyce söyledi. Ama boykot başlamış. Fakir Baykurt zaten Fevzi Paşa’daki görevini bıraktı, geldi Silifke’de bu gün beğenmediğiniz Erzurum’da, Kırıkkale’de şurda burada, boykot başlamış bile, bir gün iki gün önceden. Biz buna çekidüzen vereceğiz, biz şimdi ne yapacağız, hukuk açısından ne yapacağız, o zaman onu söyle. Anayasanın 61 Anayasasının sanırım 19. Maddesinde herkes düşünceler, sözle, yazı ile ve diğer yönlerden değişik yollarla açıklayabilirler, anlatabilir’ın diğer yollarına sokacağız” diyor. Türk Hukuk Kurumu 60 gün profesörün imzasıyla bir bildiri yayımlıyor, “boykot anayasaya uygundur” diye.
Aynı gün de ertesi gün de İsmet Paşa da “boykot anayasaya uygundur” dedi. Zannederim Hayrettin Uysal kaleme almış bir yazıyı ABC dergisinde, yayınlandı. Bu şekilde savunulacak, işte fetva alınmış filan. Bu şekilde hızlı çalışılıyor ve hangi bilginin kimden alınacağı iyi biliniyordu. Muammer Hoca (Aksoy) Anayasa Hukuk Profesörü, aydın, yıllarca uğraşmış, hapis yatmaya başlamış, mücadelenin de içinde olan birisi; diğerleri de orta karar kişiler de var, çizgi bakımından, bunlar hepsi bir güzel imzalamışlar, bu bildiriyi, kitabında bu var, bin 500 sayfalık bir Devrimci Öğretmen Mücadelesi kitabında da vardır.
Bu başka şekilde de öyle oturup sohbet ederken de bilgi alışverişi yapan birisi. Zaten ustalık orda. Örgütlerimizde genel bir eksiklik var, hangi bilgiyi alacağız, hatta bu siyasi partiler için de öyle. Hükmet için bir şey söyleyemem onların akıl alacağı çok yer var.
Fakir Baykurt döneminde bir iki kavram çok konuşuldu, Nazım da bunu bilir; bir ırgat gibi TÖS e , TÖB-DER’ emek verdi Nazım. (Yanındaki Nazım Bayata)
Devrimci Öğretmen Ve Devrimci Eğitim Kavramları Fakir Baykurt’un devrim öğretmen ve devrimci eğitim kavramları biraz farklı oldu. Devrimci eğitimi, Birinci Devrim Şurası ki 1968 Eylülünde 4-5 gün sürdü. 4-8 Eylül, burada devrimci eğitimin ilkeleri amaçları filan vardır ama asıl tanım bolluğu ikinci, yapılamayan İkinci Devrimci Eğitim Şurası dokümanları arsında vardı. Artık o programı hazırlayanlar genellikle Marksizler, çoğunu söylesem diyeceğiniz kimler? Şimdi tabi hepsi o çizgide değil, hepsi saygı değer insanlar, genç akademisyenler var, başkaları var. Hep Marksiz Devrimin tanımlar yapmış, yani örgütünde öğretmenin görevi, insanları devrime hazırlamaktır, sosyalist bir devrime hazırlamak tabi.
Ben yazılarından Fakir Baykurt’un bu konuşmalarda çok ihtiyatlı davrandığını gördüm. Kayseri konuşmasında elimizde belge olarak da var. Uzun çok güzel bir konuşmadır o. “Türkiye sosyalist olacak” diyor. Ama onun sosyalizmi biraz farklı ve her zaman Kemalist Devrimi mirasına sahip çıkmış devrimcilik bu. Son olarak 1995 de Eğitim Sen yani birleşik sendikanın genel kurul divan başkanıydı. Rastlantı sonucu Türkiye’de idi, ben de çok kaygılıydım, çünkü yıllarca Türkiye’de kalmamış, meğer Almanya’da daha beterlerini görmüş. Çok güzel yönetti. Orda açış konuşmasında o zaman ÖDP nin üyesiydi Fakir Baykurt. Atatürk’ün bize bıraktığı mirasına sahip çıkacağımızı başka yolumuzun olmadığını orda vurguladı, sözcükler farklı keşke kayda geçseydi. Arasam bulabilir miyim belki yazmışımdır.
Birçoğu ÖDP nasıl bir parti, belli değil içinde Kürtler var, Türkler var, az zaman değil üzerinden 21 sene geçti. Bu günkü kadar bazı şeyler net değil, bazıları çizgisini değiştirdiğini, hatta Kürtçüleştiğini yakın arkadaşlarımdan söyleyen oldu. Hiç öyle bir şey yoktu. İnsan hakları çizgisini, çerçevesini iyi çizmişti, o şekilde gidiyordu zaten anılarımda bunu ortaya koyuyordum.
Şimdi bizim Fakir Baykurt’tan öğrendiğimiz başka bir şey.
Örgütün Saygınlığı: Yine anılarında anlatıyor, o zaman TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’dı. TÖS’ün genel kurul toplantısında veya başka bir toplantıda, konu, iyi hatırlıyorum. Önceden haber veriyorlar, “sayın genel başkan gelecek” diye. “Buyursun gelsin,” diyor. Sonra birileri önden geliyor tekrar, “genel başkan yolda geliyor” falan, gelsin diyor. Geliyor, kalkıp “hoş geldin” filan diyor. Aybar ayrılırken, Aybar da saygıdeğer bir insan ama sol eli cebinde elini uzatıyor, vedalaşırken. O da sol elini cebine sokup öyle vedalaşıyor. Fakir Baykurt çok bilen yanında çok çelebi, inanılmayacak dercede kibar birisi. Dövüşeceği zaman dövüşmesini de bilen birisi ama.
Bize geldiğinde çocuklarım yeni yetmeydi, ona bayıldılar. Bazen bana “siz köylüsünüz” diyenler ama Fakir Baykurt’u, ben onun kadar kibar değilim demek ki, çok sevdiler. Öyle birisi, bir bu sayının sonuna kadar korudu, mahkeme dâhil. Çoğu TÖS’ün kapatıldığını zanneder, TÖS kapatılmadı, hala de TÖS kapatılmadı. 1974 çok geniş kapsamlı bir af çıktı, buna göre eğer TÖS le TÖS üyeleri ki 186 kişi olarak hatırlıyorum. Koca bir karar kitabı teksir halinde elimde duruyor halen. Hala basacak bir babayiğit lazım, 460 sayfa.
Şimdi orda isim listeleri tek tek sayılmış. Ceza alanlar berat edenler. 7 buçuk yıla kadar ceza alanlar var. Başta Fakir Baykurt, uzunca bir süre yatmış bir insan. O İçerdeki Oğul Kitabı hapishaneye dair bir kitaptır, çok güzel bir kitaptır. BU af yasasından yararlanmak için başvurmak gerekiyor. TÖS başvurmuyor. “Af istemiyoruz, biz suç işlemedik”. Eğer bu davayı mahkemede kaybetselerdi yedişer buçuk yatacaklardı. Neyse Askeri Yargıtay bozdu 76 da, böylece aklandı TÖS. Ama TÖS kapanmadı çünkü sendikaların yerine 61 Anayasasının 46. Maddesi çalışanlar ve çalıştıranlar sendika kurabilir” diye genel bir çerçeve çizmişti. Sonra o değiştirildi. Bir yerde memurların mesleki menfaatlerini korumak için kuracakları birlikler yasayla düzenlenir diye. O birlik yasası çıkmadı, altı ay içinde çıkması gerekiyordu. TÖS büyük bir akıllılık ve kıvraklıkla yöneticilerinin çoğunluğu hapishanede olduğu halde TÖB-DER, kurdu. Bu hukuk tekniği bakımından da, mücadele yöntemi bakımından da son derece önemliydi. Hatta Nevzat Helvacı bir şey anlattı, hem TÖS ün hem TÖB-DER in avukatıyım” diyor; ben mal varlığımı hem aldım hem verdim” diyor. Yok, çünkü TÖS yok, TÖB-DER kuruldu, bu TÖS ün oluruyla bir kurul oluştu. İlk Genel Başkanı Haydar abi herhalde rahatsızlandı İstanbul’da, 90 yaşını herhalde bulmuştur. Öğretmenler kendilerinden bir kadro lider çıkarmayı başardılar. Kuşkusuz Fakir Baykurt’un yeri ayrı kaldı. Kendisine defalarca tekrar gelmesi için öneri getirildi, 1975 de ikna olur gibi olur gibi oldu ama kazanmamak için ne mümkünse yaptı, beş oyla kaybetti.
“DİYANET İŞLERİ BAŞKANI LÜTFİ DOĞAN GECEKONDUDA OTURURDU”
Bir de bu günlerde din konusu hassas konuydu, yaşayanlar bilirler. Devrimci olmanın temel koşulundan biri ateist olmaktı; böyle dini çevrelerden olabildiğince uzak kalma gibi. Fakir hiçbir zaman gerçekçiliği bırakmadı. Annesi çoğu zaman yanında kaldı ve bunu söyledi de, o namazını kıldı Elif Ana. Kayseri konuşmasında, “bizim yakın dostumuz o zamanki Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan’ dostmuşlar. Sağ mı bilmiyorum hayli aşlandı, çok değerli bir insandı gerçekten, bakanlık da yaptı. Diyanet İşleri Başkanı o zaman gecekonduda oturuyordu” diyor. Gecekonduda oturuyordu, şimdikini bilmiyorum nerede oturduğunu. Fakir Baykurt yazdığı anı kitabında “O da (Lütfü Doğan) emperyalizme karşı bizimle beraberdi” diyor. Mücadele eden bir insandı; herhalde eline bir pankart alıp çıkmamıştı ama bunun bir yolu muhakkak var. Onu başarmış biri ve “biz halkın dini inançlarına saygılıyız, bizim düşman olduğumuz dini kullananlar, emperyalizme uşaklık edenler”, o anlama gelecek. Şimdi neler söylüyor.
Bir de örgüt içi işleyişte, o zaman çok güçlü muhalefeti vardı Fakir’in. İyi yetişmiş hepsi, akademisyenler var, öğretmenler var, bayağı güçlü bir şekilde muhalefet etmelerine rağmen Fakir’in öğretmen kamuoyunun nabzını iyi tutması, onlarla olan iletişimi sürekli onun kazanmasına yol açtı ve muhaliflerinden de çok şey öğrendi. Rahmetli Hamdi Konur Hocamız da bunu söylerdi. “Çok iyi öğrenen yetişen biriydi” diye. Kısa zamanda kendi özgün çizgisini bulabilmişti. Onları usturuplu bir şekilde eleştirmiş de. TÖS gazetesinin galiba Ocak 1970 de çıkan bir sayısında, hepimizin böyle görüşleri olabilir, bunlar yararlıdır da, ama bir yere kadar, sendikayı kendi karar organları yönetir. Hatırlı, bilgili insanların dışarıdan fikir vermesiyle sendika yönetilmez. Sendika bundan etkilense de karar verecek olan sonuçta karar organıdır.
Bir de bu 12 Mart darbe sırasında olmamış devrimci bir darbe doğmuş. Fakirin sağ duyusu çok güçlü. Zannediyorum darbeden üç gün sonra falan bir yazısı vardır, “Yeni Durumun Gerekleri” diye, TÖS gazetesinde çıkmıştı bu yazı. Orada kendimize güvenmemiz gerektiğini söylüyor, saman alevi gibi gelici geçici şeylere heveslenmemiz gerektiğini apaçık yazmaktadır. Şimdi çok şey söyleyebilirim ama bazen de duygusallaşıyorum, biz aynı okuldan mezunuz Mehmet abi ile aynı okulda. Ama çok sonra 1958 de Yunus Nadi armağanını aldığında yer yerinden oynadı. Bizim okulumuzdan mezun, diye. Önceden adını duyuyorduk, iki öykü kitabı vardı. Demet dergisini biz izlerdik, Göller Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneğinin organıydı. Oradan yazılarını okuyorduk. Galiba o zaman Çilli, Efendilik Savaşı öykü kitapları çıkmıştı, tanıyorduk yani, fakat roman ödülü alınca çok heyecanlandık ve kitap daha sonra basıldı, yanılmıyorsam. O arada Onuncu Köy tefrika edilmeye başladı. Efkar Tepesi, Şavşat’ta geçen olayları anlatan kitaplar arka arkaya geldi ve biz günü gününe Fakir Baykurt’u nerdeyse izledik. Onunla övündük durduk o genç yaşımızda. Tabi birçok arkadaş da ona özenerek yazarlığa soyundular. Öyle bir de etkisi de oldu.
İstanbul’a gömülmesi iyi olmadı, Muzaffer ablanın tercihi bu, kendisi de bir sene sonra Ankara’ya göçtü geldi. Burdur Belediye başkanı vardı, “eğer köyü istemiyorsanız Burdur’a gömelim, en iyi yer orası” diye. Razı olmadılar. Neyse orda da ziyaretçileri var. Geçende sendikaya mesaj gelmiş, arkadaşlar gösterdiler fotograflı falan, ama Fakir Baykurt yalnz kalmaz da biraz gariban kaldı şimdi”.
Konuşmalardan sonra karşılıklı soru cevap, tamamlama konuşmaları ile sona erdi.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
SONNOTLAR
[1] Fakir Baykurt
Fakir Baykurt (15 Haziran 1929, Yeşilova, Burdur - 11 Ekim 1999, Essen), Türk yazar ve sendikacı.
Çocukluğu
Fakir Baykurt (Asıl adı Tahir'dir) Burdur'un Yeşilova ilçesine bağlı Akçaköy'de doğdu, doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber şu sözleri ile 1929 yılının haziran ortası olduğu varsayılmaktadır: “1929 doğumlu olduğum doğru. Ay, gün bilinmiyordu. Anamla konuştuk. Köyde orak mevsimi. Tarlada sancılanıp eve gelmiş. Haziran ortasıdır...” Tahir Baykurt’un annesinin adı Elif ve babasının adı Veli’dir. Doğduğunda ona savaşlarda vurulup geri dönmeyen amcasının adı olan Tahir adı verilir. Tahir 1936 yılında Akçaköy İlkokulu'na başlar ve iki yıl sonra babasını kaybeder. Babasının ölümünden sonra dayısı Osman Erdoğuş tarafından Balıkesir iline bağlı Burhaniye' ye götürülür ve orada dayısının yanında dokumacılık yapmaya başlar. II. Dünya Savaşı'nın başlaması ile dayısı askere alınır ve Tahir Akçaköy’e dönerek okula devam etme imkânı bulur. 1942 yılında ağır bir sıtma geçirir bu dönem aynı zamanda şiir yazmaya başladığı dönemdir.
Köy Enstitüsü yılları
İlkokulu bitirdikten sonra Isparta Gönen Köy Enstitüsü' ne yazılır. Köy enstitüsü yıllarında özellikle şiire olan ilgisi artar, kendini okumaya verir. Bu dönemde özellikle Türkçe'ye çevrilen klasikleri okur. Fakir Baykurt Köy enstitüsündeki yıllarını ve kendisine kazandırdıklarını şu şekilde anlatmıştır;
. Köy enstitüsü benim için olağanüstü bir fırsat oldu. İlkokulu bitirdikten sonra gidebileceğim başka hiçbir okul yoktu. Ailemin gücü yetmezdi. Ben okumak istiyordum enstitü benim gibi köy çocuklarını çağırıyordu...
...Klasiklerin en iyi okuru enstitülü gençlerdi. Ceplerimizi ona göre yaptırırdık, kitap sığsın. Kız arkadaşlarımız koyun kuzu gütmeye giderken, torbaya azıkla birlikte kitap da katardı...
Bu yıllarda Bursa Cezaevi'nde olan Nazım Hikmet’in şiirleri ise gizli gizli yayılmaktadır. Tahir Baykurt da bu dönem Nazım Hikmet’in şiirlerini bulur ve gizli gizli okumaya başlar
...Kitaplıkta Nazım Hikmet’in kitapları yoktu. Yasaklandığını öğrenince Denizli Çivril’in bir köyüne gidip onları buldum. Nazım’ın yedi kitabını kendi yaptığım defterlere kitap harfleri ile yazıp defalarca okudum.
Köy enstitüsü yıllarında ilk şiiri Fesleğen Kolum Eskişehir’ de çıkan Türke Doğru dergisinde çıkar. Edebiyata olan ilgisinden dolayı enstitüde de kitaplığın yönetimine seçilir ve daha fazla okuma fırsatı bulur. 1947 yılında Köy Enstitüleri ve Kaynak Dergisi' nde şiirleri çıkar ve bu yıllarda once şiirlerinde daha sonra tüm yazılarında Fakir Baykurt adını kullanmaya başlar. Köy enstitüleri üzerindeki baskıların artması ile birlikte tüm enstitülere daha baskıcı yönetimler atanmaya başlar. Bu dönemde enstitüler daha önceki birçok özelliğini yitirmeye başlarken eski öğrencilerin yaşam alışkanlıkları da bu yeni yönetimlerce sorun olmaya başlar. Fakir Baykurt da yeni atanan müdürle sorunlar yaşar ve defalarca kovuşturmaya maruz kalır. Ancak 1947 yılında Köy enstitüsünü başarı ile bitirir ve Yeşilova’ nın Kavacık Köyü' ne öğretmen olarak atanır.
Öğretmenlik ve yazarlık yılları
1951 yılında ölene kadar birlikte olacağı Muzaffer Hanım’la evlenir. Bu yıl ayrıca körbağırsağı patlar ve iki kez ameliyat olur. Öğretmenliği Dereköy’e aktarılır. Üzerindeki baskılar devam eder, savcılıkça evine baskın yapılır ve kovuşturma geçirir. 1953 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’ ne girer ve bir sene sonra bu sefer Gayret Dergisi’ nde çıkan bir yazısı nedeni ile yargılanır. 1955 yılında Gazi Enstitüsü' nü de başarı ile bitirirerek Hafik’te açılan ortaokula atanır. Aynı yıl ilk kitabı olan Çilli yayınlanır. 1957 yılında askere alınır ve Ankara Piyade Yedek Subay Ortaokulu’na öğretmen olarak atanır. İlk kızı Işık da bu yıl dünyaya gelir. 1958 yılında ilk romanı Yılanların Öcü, Cumhuriyet gazetesinin açtığı Yunus Nadi Roman Ödülleri'nde birinci olur. Ancak roman nedeni ile hem Baykurt hem Cumhuriyet gazetesi kovuşturma geçirir. Baykurt bu dönemden sonra Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başlar. Askerlikten sonra Şavşat Ortaokulu'na öğretmen olarak atanır ve ikinci kızı Sönmez dünyaya gelir. Yılanların Öcü adlı romanı da Remzi Kitabevi tarafından basılır. Ardından Köy ve Eğitim Yayınları tarafından Efendilik Savaşı adlı kitabı yayımlanır. Cumhuriyet’teki bazı yazıları yüzünden öğretmenlikten alınıp Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı Yapı İşleri Bölümü’nde görevlendirilir. Sürüp giden yazıları ve Yılanların Öcü romanı yüzünden Bakanlık buyruğuna alınarak cezalandırılır. Altı ay açıkta kaldıktan sonra 27 Mayıs 1960’ta Ankara İlköğretim müfettişliğine atanır ve aynı yıl Efkar Tepesi adlı kitabı basılır.
1961 ve 1962 yıllarında yazarın Yılanların Öcü adlı romanı tiyatroya ve filme uyarlanır. Tiyatro gösterimi yasaklanır, film ise ancak Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in konuya el koyması ile gösterime girer ancak filmin gösterimi sırasında olaylar çıkar. Bu yıl ayrıca yazarın Onuncu Köy, Karın Ağrısı, Irazca'nın Dirliği kitapları yayımlanır. Bir sene sonra yazarın oğlu Tonguç dünyaya gelir. Baykurt Amerika Birleşik Devletleri'ne giderek, Bloomington'daki Indiana Üniversitesi'nde göze kulağa hitap eden ders araçları ve yetişkinler için yazma öğrenimi görür. 1963 yılında yurda dönerek Ankara İlköğretim müfettişliği görevini sürdürür. Onuncu Köy Bulgarcaya çevrilir ve kitapları Bulgaristan'da Türkçe olarak da basılır. Yılanların Öcü ile Irazca'nın Dirliği de Almanya’da, Die Racheder Schlangen adıyla basılır. Yılanların Öcü Rusçaya çevrilir.
Türkiye Öğretmenler Sendikası
1965 yılında TÖS'ün kuruluşuna katılır ve genel başkan seçilir. 1966 yılında İlköğretim müfettişliğinden uzaklaştırılarak yeni kurulan Milli Folklor Enstitüsü’ nde uzman olarak atanır. Kaplumbağalar ve Amerikan Sargısı romanları yayımlanır. 1967 yılında Onuncu Köy adlı eseri de Rusçaya çevrilir. Yazıları ve TÖS’ teki çalışmaları yüzünden sık sık kovuşturma geçiren Baykurt Gaziantep’ in Fevzipaşa bucağına sürülür. TÖS “Devrimci Eğitim Şurası” nı düzenler. Bir yıl sonra da TÖS “Büyük Eğitim Yürüyüşü”nü bir sene sonra da Genel Öğretmen Boykotu’ nu düzenler. Bu faaliyetlerinden sonra tekrar görevden alınarak bakanlık emrine alınır ancak Danıştay kararı ile görevine geri döner. 1970 yılında Fevzipaşa’dan Ankara’ya Ortadoğu Teknik Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Yayın Müdürlüğü görevine getirilir. Anadolu Garajı ve Tırpan kitapları yayımlanır. Tırpan ve Sınırdaki Ölü ile TRT Ödülleri' ni kazanır. Ardından Onbinlerce Kağnı adlı kitabı yayımlanır.
Sıkıyönetim yılları
1971’de ordunun yönetime el koyması ile başlayan sıkıyönetim döneminde Baykurt iki kere gözaltına alınır. Aynı yıl Tırpan ile Türk Dil Kurumu Ödülü'nü kazanır. Kitaplarının yeni basımları yapılırken yazar askeri tutukevinden Ankara Merkez Cezaevi'ne aktarılır. 1973 yılında Can Parası ve Köygöçüren basılır. Baykurt’un yurt dışına çıkışı da yasaklanmıştır. 1974 yılında İçerdeki Oğul basılır. Keklik romanını yazar. Can Parası ile Sait Faik Ödülü'nü kazanır. Askeri Yargıtay’da TÖS Davası’ndan beraat eder. Sınırdaki Ölü ve Keklik kitap olarak basılır. 1976 yılında Sakarca basılır.
Emeklilik Yılları[değiştir | kaynağı değiştir]
Sosyal Sigortalar Kurumu’ndan emekli olan Baykurt Madaralı Roman Ödülü’nün kuruluşuna yardımcı olur. 1977 yılında İsveç’te öğretmen yetiştirme çalışmalarına katılır ve Yayla romanı basılır. Frankfurt Uluslar arası Kitap Fuarı’na katılır ve Almanya, Hollanda ve İsviçre’ye geziler yapar, göçmen işçilerle iletişim kurar. 1978 Yılında Sakarca sahneye uyarlanarak İstanbul Şehir Tiyatroları'nca oynanır. Kara Ahmet Destanı ile Orhan Kemal Ödülü’ nü kazanır ve Kültür Bakanlığı'na danışman olur. 1979 yılında Tırpan adlı eseri de tiyatroya uyarlanır. Devlet Tiyatrosu tarafından İzmir, Ankara ve Antalya’da oynanır. Baykurt, göçmen işçi konusunu incelemek üzere tekrar Almanya’ya gider. Duisburg şehrinde yaşamaya başlar. Yandım Ali kitap olarak basılır. Bu dönemde ODTÜ’de öğrenci olan oğlu Tonguç da tutuklanır. 1980 yılında Tırpan İstanbul Şehir Tiyatroları'nca da sahneye konulur ve iki mevsim oynanır. Tırpan’dan ötürü Baykurt ve Taner Barlas, “Avni Dilligil En Başarılı Yazar” ödülü kazanırlar. Suna Pekuysal da “En Başarılı Oyuncu” seçilir. Rur Havzası’nda Türk işçi çocukları için başlatılan RAA programında görev alır ve bir İngiltere gezisi yapar. Kızı Işık da bu yıl tutuklanır. Baykurt, Taner Barlas ve oyunda rol alan sanatçılar “İsmet Küntay Ödülü” kazanırlar. Tırpan’daki oyunu nedeniyle Suna Pekuysal “Ulvi Uraz Ödülü”nü kazanır.
1981’de Sakarca İsveç’te çizgi film yapılır ve Macarcaya da çevrilir. DDR’de bir inceleme gezisi yapar. Öyküleri Gürcistan’da da kitap olarak basılır.
Kaplumbağalar filminin senaryo çalışmalarına katılmak üzere İsviçre’nin Neuchatel şehrine gider. Almanya’daki göçmen işçilerin yaşamını konu alan öyküleri Gece Vardiyası adıyla basılır. İşçi çocuklarının yaşamını dile getiren öyküleri de Barış Çöreği adıyla basılır. Kitaptan yapılan seçmeler Almanya ve Hollanda’da iki dilli olarak yayımlanır. 1983 yılında Yüksek Fırınlar kitap olarak basılır. Oğlu Tonguç’la birlikte Sovyetler Birliği gezisi yapar. Moskova, Bakü, Batum ve Leningrad şehirlerine ve Yasnaya Poliana’ya giderek Lev Nikolayeviç Tolstoy’un Yurtluğu’nu ziyaret eder.
1984 yılında Berlin Senatosu Çocuk Yazını Ödülü’nü kazanır. Gece Vardiyası ve Kara Ahmet Destanı Almanca, Yılanların Öcü ile Irazca’nın Dirliği Bulgarca basılır. Türkiye’de “Barış Derneği İkinci Davası”nda sanık olarak aranır. 1985 yılında Gece Vardiyası ile Alman Endüstri Birliği BDI’nin Yazın Ödülü’nü alır. Dünya Güzeli ve Saka Kuşları adlı Kitapları Türkçe ve Almanca olarak basılır. 1986 yılında Duisburg’ta öğretmenliğe başlar ve yurt dışında oluşan Türkiye Aydınlarıyla Dayanıma Girişimi’nin yönetiminde görev alır. Duisburg Treni adlı eseri basılır. Kopenhag’ta Dünya Barış Kongresi’ne katılır aynı yıl Koca Ren basılır.
1987 yılında Keklik romanı 20 öyküsüyle birlikte Rusça’ya çevrilip basılır. Londra’ya bir gezi yaparak Highgate’te Karl Marx’ın gömütünü ziyaret eder. Aynı yıl aralarında birçok yabancı dile çevrilen kitabının da bulunduğu 19 kitabı Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Halikarnas Balıkçısı, Mihail Şolohov, Ernest Hemingway, İvan Gonçarov, Tolstoy, Gogol, Panait Istrati gibi yazarlarla beraber gerekçe göstermeden yasaklanır. Aynı yıl Sakarca adlı eseri de Hollandaca ve Almanca olarak basılır. Türkiye – Yunanistan Dostluk Gelişimi’nin Avrupa’da kuruluşunda görev alır. Tiflis’te İlaya Cavcavadze’nin 150’nci doğum yıldönümü konferansına katılır.
1988 yılında İçerdeki Oğul’u oyun olarak tekrar yazar. A. Çetinkaya ile birlikte Fridan Halvaşi’nin şiirlerini Türkçe’ye çevirir; Kitap Eninde Sonunda adıyla Almanya’da basılır.
1989 yılında Kuru Ekmek romanını yazar. İçerdeki Oğul, Amersfoort Halk Tiyatrosu’nda oynanır. Şiirleri de Bir uzun yol adıyla basılır. Moskova’ya yeni bir gezi yaparak Nazım Hikmet’in evinde ve arşivinde çalışır.
Baykurt ders vermeyi Pestalozzi Okulu’nda sürdürür. Şiirleri Hollanda’da “Vuurdoorns – Ateşdikenleri” adıyla basılır. 1991 yılında Ortaokul öğrencileri için, “KALEM – Schreiber” dergisini çıkarmaya başlar aynı yıl boynundan bir ameliyat geçirir. 1992 yılında, bugün Literaturcafé Fakir Baykurt adıyla varlığını sürdüren Duisburg Edebiyat Kahvesi'ni kurar. Bir Uzun Yol’un Almanca’sı “Ein langer Weg” adıyla çıkar. Yazar bu yıl bir de Çin gezisi ertesi yıl da Avustralya gezisi yapar. 1995 yılında Almanya’da öğretmenlik yaptığı çalıştığı Pestalozzi Okulu’ndan emekliye ayrılır. Öykü Kitabı bizim İnce Kızlar basılır ve 7 kitaptan oluşan Özyaşam öyküsünü bititir. 10 Mart'ta Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Yardımlaşma Vakfı tarafından “Fakir Baykurt’a Saygı Gecesi” düzenlenir. Bu yıl Yarım Ekmek romanı da yayımlanır. 1998 yılında Telli Yol öykü kitabı ile birlikte, “Özyaşam” dizisinin ilk cildi “Özüm Çocuktur” yayımlanır. Gezi yazılarının bir bölümünü Dünyanın Öte Ucu (Avustralya Gezi İzlenimleri) adıyla yayımlanır. Benli Yazılar deneme kitabıyla birlikte “Özyaşam” dizisinin ikinci ve üçüncü ciltleri (Köy Enstitülü Delikanlı; Kavacık Köyünün Öğretmeni) çıkar. 1999 Nisan genel seçimlerinde Özgürlük ve Dayanışma Partisi İzmir milletvekili Adayı olur. 11 Ekim 1999 Pazartesi günü tedavi gördüğü Almanya’da Essen Üniversitesi Kliniği’nde pankreas kanserine yenik düşerek ölmüştür.
Fakir Baykurt’un 40 dan fazla kitrabı, 13 de çeşitli kurumlardan aldığı ödüller vardır.
Kaynak: Vikipedi,
[2] TÖS ÜN KAYSERİ GENEL KURULUNA SALDIRI İLE İLGİLİ O ZAMANKİ BİR YAZI
7 Temmuz 1969'da Kayseri'de yapılan TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) genel kurulu için sekiz yüz öğretmen bir araya geldi.
Gece saat 22 civarında elektrikler kesildi. Patlama sesleri duyuldu karanlıkta.
İki cami ve imam hatip okulu bombalanmıştı. "Öğretmenler bombalamış" söylentisi hızla yayıldı kente.
8 Temmuz sabahı, Adı Fakir yüreği zengin bir adam dayanışmanın güzelliğinden ve çocukların eğitiminden söz ediyordu, Alemdar Sineması'nda toplanan öğretmenlere.
Tekbir getirerek saldırıya geçen taşlı sopalı karanlık adamlar tarafından benzin dökülerek yakılmak istendiler.
Sinemanın tutuşan perdelerini çekip indiren kadın öğretmenin ellerindeki yanıklar hiç çıkmadı görenlerin aklından. Kadın kahraman kıtlığından söz ederken tarih, onun adını öğrenmeden unuttu toplumsal belleğimiz.
Amaçlarına ulaşamayan yobazlar, ilerici kişilere ait işyerlerini, dükkânları, kitabetlerini, öğretmenler lokalini yağmalayıp tahrip ettiler.
O sırada Kayseri'de bulunan AP milletvekili Mehmet Ateşoğlu, Milliyet gazetesinin manşetinde şu sözleriyle yer aldı: "Moskof uşaklarını köpek gibi geberteceğiz."
Saldırganların o gün, çırılçıplak soyarak kentin işlek caddelerinde faytonla dolaştırdığı kadının kirpiklerinden akarak büyüyen kaç çocuk olduğu istatistiklere geçmedi.
"Bana bunu yapmayın abiler!!!" yakarışı kulaklara erişmedi.
Yitip gitti kederli çığlıkları gazete sayfalarında.
Hiç olmamış gibi oldu. Her şey.
Babası yakılmak istenen bir çocuk olarak tanıklık ettiğim o günden sonra, ana-babası yakılmak istenen çocuklar çağının karanlığı hiç dağılmadı ortalıktan.
“İnsanlığa karşı suç işleyenler, yıllarca süren duruşmalar sonrasında zamanaşımından yararlanıp, elini kolunu sallayarak aramızda dolaşıyor.
Kitapların, ormanların, köylerin, insanların yakıldığına tanık olduğumuz memleketimizde, geçmişi hatırlayıp bugünü unutmaktan, iki yakası bir araya gelmiyor zamanın”. (Gİ/YY)
* Fakir Baykurt TÖS Genel Başkanı
https://bianet.org/biamag/insan-haklari/139569-insanlari-yakarak-oldurmek
Yorum Gönder