Şubat 2021
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

İş Allaha Ve Maneviyata Kaldıysa Kelime-İ Şehadet Getirebilirsiniz
Gazetelerde yer alan bir haber,  ilgimizi çekti. 

İktidarın arka bahçesi, destekçisi ve savunmanı Diyanetin;  bu haftaki,  ”Zor Zamanlarda Maneviyatımızdan Destek Almak” başlıklı Cuma hutbesi,  çok ilginç ve hayret verici. 

Bu hutbede yer alan; ”sonuçları ne olursa olsun başımıza gelen her olay, Dünya imtihanının bir parçasıdır, olaylara soğukkanlı ve metanetli yaklaşmak, çözüm için çaba sarf etmektir. Asla umutsuzluğa kapılmamak, inancımızı ve direncimizi kaybetmemektir. İsyan ve taşkınlıkla değil, teslimiyet ve sekinetle hareket etmelidir. Korku endişe ve karamsarlıktan uzak kalarak, Rabbinin mutlak iradesine sığınmalıdır” ibareleri, adeta ülke insanını aç ve işsiz bırakan iş başındaki ERDOĞAN iktidarına destek çağrısıdır. 

İktidarın arka bahçesi ve savunucusu konumundaki,  siyasete bulaşmış Diyanet; bu hutbesinin satır aralarında,  insanlarımıza;  bu iktidardan bir şey beklemeyin, işiniz Allaha ve maneviyatınıza kalmıştır, maneviyatınızdan destek alın, soğukkanlılığınızı ve metanetinizi kaybetmeyin, umutsuzluğa kapılmayın, karamsarlıktan uzak durun, inancınızı ve direncinizi yitirmeyin, iktidara isyan  ve taşkınlık yapmayın, iktidara teslim olun, Rabbinizin mutlak iradesine sığının gerisine karışmayın, bu dünyada aç ve işsiz kalmış olsanız da,  isyankar olmayın, bir imtihan yeri olan bu dünyada ezilseniz de, öbür dünyada bunun mükafatını göreceksiniz, ERDOĞAN'a ilişmeyin,  Rabbinize sığının, kelime-i şehadet getirin ve uslu uslu oturarak,  akıbetinizi bekleyin, demek istemektedir bize göre. 

Hani,  hasta olup yaşamından umut kesilen insanlar vardır ya, eli Kur’an tutan yakınları yatağının başucuna geçerek dualar okurlar veya idama mahkum olan ve infaz aşamasına gelen hükümlünün sabaha karşı koğuş kapısı çalınır ve sarıklı hoca yanına gider ve idam mahkumunun infazından önce, ona,  idamdan ve ölümden kaynaklı korkusunu bastırmak için dini telkinlerde bulunarak maneviyatını kuvvetlendirir ve moral verir ya, işte insanlarımıza da,  bugün içinde bulundukları önlenemez ağır ve zor koşulları nedeniyle,  ölüm döşeğindeki hasta ve infaz öncesi idam mahkumlarına verilen dini telkin misali,  cuma hutbeleriyle moral takviyesi yapılmaktadır. 

Bize göre,  bu hutbesiyle Diyanet; insanlarımızı, bu pandemi ortamında aç ve işsiz adeta ölüme terk eden siyasi iktidara,  iyilik değil,  kötülük yapmakta, siyasal iktidarın ve insanlarımızın işlerinin Allaha kaldığını itiraf etmektedir. 

Diyaneti mi kıracağız, ondan daha iyi mi bileceğiz, Diyanetin dediği gibi, bir imtihan yeri olan bu geçici Dünyada, asla umutsuzluğa kapılmayalım, inancımızı ve direncimizi kaybetmeyelim, isyan ve taşkınlıkla değil, teslimiyet ve sekinetle hareket edelim, haydi hep birlikte kelime-i şehadet getirelim ve akıbetimizi bekleyelim!

"Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü" 

Güner Yiğitbaşı

28/02/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

 Şeriatın ağına düşen bazı devletler.
 “Bizi yanlış yola sevk eden habisler, büyük ölçüde din perdesine bürünmüşler, saf ve nezih halkımızı, hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar, hep din kisvesi altındaki küfür ve melânetten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırdılar.
Hâlbuki elhamdülillah hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız.
Artık bizim dinin icabını öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında aldığımız dersler, bize dinimizin esaslarını anlatmaya kâfidirler.”  Gazi Mustafa Kemal Atatürk

Devlet din baskısı altında ise o devlet ileri gidemez

Bir devlette, ister Müslüman olsun, ister Hıristiyan olsun veya başka bir din olsun, dinsel yönetim ve dinsel baskı devlet yönetimine hâkimse o devlet asla çağdaş devlet olamaz. Çağımızda bütün Müslüman devletler dincilik yarışı güderek nasıl geride kaldıklarını, ilerlemiş laik demokratik ülkelere muhtaç olduklarını yaşayarak, görerek biliyoruz.
Dinci devlet yapılanmasını çoğunlukla darbeci, dinci liderler eliyle hile ve baskı kurarak dinci devleti oluşturmaktalar. Dinci devlet oluşumundan sonra, toplum, halk, medya baskı altında tutulup toplum dinciliğe şartlandırılmaktadır.  Öylesi bir ülke artık çağdaş olamaz, ileri gidemez, çağın gerisinde kalır.  Pakistan Ziya ül Hak, İran Humeyni eliyle nasıl din yapılanma şeriat düzenine sürüklenmişse, Türkiye de, son 19 yıldır, Atatürk’ün kurduğu Laik TC rotasından saptırılıp dinci devlete doğru sürüklenmektedir. Bunu anayasa değiştirme, seçim hileleri, dinsel şartlandırma ile sürekli denemekteler. Zaten yönetimdekiler, “dinci kinci nesil yetiştireceğiz” demiyorlar mıydı? Bir ülkede bilimsel ve çağdaş kurallar es geçilip dincilik yarışı başlamışsa artık o devlet ileri gidemez.
Bu durumu, bazı ülkelerde şeriat girişimi, gericilik örnekleriyle açıklamaya çalışacağız. Pek çok örnek varsa da, okuyucuyu sıkmamak için bazı örnekleri sunacağız.
Köktendincilerin, din ve mezheplerin insan aklını, düşüncesini körelten baskı ve telkinlerini birçok zaman ve olayda görmekteyiz. Günümüzde bazı mezhep liderlerinin müritlerini çeşitli nedenlerle topluca intihara sürüklediklerine hepimiz tanık olup gördük. Dini baskı ve telkinler insanlar üzerinde o denli bilim dışı telkin ve sürükleyici rol oynadığını tarihte Hasan Sabah müritleri, Hizbullahlar vb. daha nice dinci terör olaylarında tarih tanık olmuştur.

 

Devlet din baskısı altında ise o devlet ileri gidemez

1983 yılında Pakistan’da olan acı sonuçla biten bir olay cahil insanların bilim dışı telkinlere ne denli kapıldıklarını görmekteyiz. 1983 yılında Pakistan’ın Kuzey bölgesinde bir köylü kızın rüyasına kapılan yüzlerce Pakistanlı, soğuk bir sabah, Hawkes Körfezinde Karaçi sahilinden, Kerbela’ya kutsal yerlere haç için gitmek amacı ile kendilerini Umman Denizinin fırtınalı sularına atarlar. Rüya ve dini telkinlere o denli kendilerini kaptırmışlardı ki, Umman Denizi kendilerini kazasız belasız kutsal topraklara götürecekti. Onlar bilim ve gerçeklere karşı kulaç atmışlardı. Ne yazık ki sahiller suda boğulmuş cesetlerle dolmuştu. Pakistan sahil güvenliği, pek çok cesedi sahillerden toplarken sağ kalabilen birkaç Kerbela haç yolsunu da tutukladılar.  (Aynı kitap İslam ve Bilim)
Demek ki dini telkin ve baskılar, insanları bu denli felaketlere sürükleyebiliyor. Hele özellikle dinci Müslüman örgütlerin kışkırttığı ve telkinle insanları nasıl “canlı bombalar” yaptığını, meydanlarda kendilerini patlatarak pek çok insanın ölümlerine neden olduklarını yaşayarak gördük.
Pakistan’da 1981 de General Ziya ül Hak her alanda geniş çaplı bir İslamlaşma programına girişti, medeni hukuk yerine Şeriat yasalarını uyguladı. Devlet hukuk sitemini şeriat kurallarına uydurmak İslami bir bilim oluşturma çabaları amacı ile bilim adamları sayısız toplantılar yapmışlar. Bütün Pakistan’da orta dereceli okullar ve fen fakültelerindeki biyoloji derslerinden Evrim teorisini çıkarma kararı almışlar. Ayrıca birçok bilimsel kurallar Kuran, sünnet, hadislerle bağlantılar kurulmaya çalışılmıştır. Yani Pakistan Ziya ünl. Hak döneminde Şeriat yönetimine geçmiştir.
Kaynak: İslam ve Bilim Dr. Pervez Hoodbhoy sf 122-123
*
Bilime karşı tavır ve uygulamaları zaman zaman Türkiye’de de görmekteyiz. Deprem bilgesinin bir belediye başkanı, encümen toplantısında aldığı bir kararla “fay hattını değiştirdiğini,  belde dışına çıkarıldığını” bir mizah örneği olarak izlemiştik.
*
1990 yılında Sudan’ın Hartum Üniversitesinden tanınmış biyologlarından Faruk Muhammed İbrahim, üniversitede Darwin’in Evrim Teorisini okuttuğu için hapse atılmış. Bilim adamı tekmelenmiş, kamçılanmış işkence görmüştü.
Kaynak: İslam ve Bilim Dr. Pervez Hoodbhoy Cem Yayınları 1993 sf. 78
*
Orta Çağ’da Cahil ve çıkarcı Hıristiyan din adamlarının Tanrı adına, bilim adına,  bilim ve bilim adamlarına ve de insanlığa yaptıkları dinsel baskı ve sömürü çarkını gören Fransız düşünürlerinden Emile Zola (1840-1902), şu sözü ile sitem ediyor: “Kilisenin son tuğlası din adamlarının başına düşmedikçe insanlık huzura kavuşmayacaktır”. Bu sözleri ile Emile Zola, dinin, din adamlarının bilim adamları ve bilimin üzerindeki baskının kaldırılmasını sitemle, adeta feryatla istemektedir. O düşünür ve bilim adamlarının yol göstericiliği ile Batı ülkeleri dinin ve din adamının devlet yönetimindeki baskı ve etkisini aydınlanma devrimi ile kaldırmışlar,  yönetime laik düzeni getirmişlerdi.
*
Batı’nın bütün resmi okullarının biyoloji derslerinde Evrim Teorisi bilimsel bir kural olarak okutulurken, AKP-RTE hükümetleri okul kitaplarından evrim teorisini çıkartmıştır. Yaratılışı eleştirip Evrim Teorisini savunanları camilerde imamlar nerede ise kâfirlikle suçlamaktalar. Oysa bütün Batı üniversitelerinde evrim okutulmakta ve savunulmaktadır. Dünyada bütün canlılar bir anda yaratılmamış,  binlerce yüzbinlerce yıl evrimleşerek şimdiki halini almıştır. Yani Darvin’in Evrim Teorisi bilimsel bir gerçek ve doğrudur.
*
Halen bütün müritleri ile terör örgütü kurma suçlaması ile yargılanmakta olan Adnan Oktar,  davada "cinsel saldırı", "çocuğun cinsel istismarı", "kişisel verilerin kaydedilmesi", "şiddet kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma", "siyasal ve askeri casusluk suçuna teşebbüs", "nitelikli dolandırıcılık" ve "kaçakçılık" gibi suçlardan suçlu bulundu ve yargılamada 1075 yıl 3 ay hapis cezası verildi. Hele bir bilim adamı olan Prof. Dr. Cevat Babuna’nın oğlu Dr. Oktay Babuna ile iki kızının bu suç örgütüne katılma ve yandaş olmaları ayrı bir üzüntü kaynağıdır. Dr. Oktay Babuna ilik kanserine yakalandığı bildirilince, ilanlarla binlerce vatandaştan kan örnekleri topladıktan sonra ortadan kaybolması, sonra birden iyi olması ve sonraları İsrail’de İsrail Başbakanı ile fotoğrafla görüntülenmeleri ülkede ayrı bir şüphe ve insanların kafasında soru işaretlerinin doğmasına neden olmuşlardı. Acaba götürdüğü binlerce kan örneğini İsrail’de ne yapmışlardı?
Adnan Oktar ve seksi müritleri,  militanları 30 yıldan fazla bir zamandır,  devletin gözü önünde, yurt topraklarında bu suçları işlerken, bilim dışı gayretler içinde bulunurken, Laik TC nin yönetimi bunlara karşı neden bir engelleyici davranış göstermemiştir? 
Adnan Oktar, Harun Yahya takma adıyla Evrim teorisi aleyhinde “Evrim’in Çöküşü” gibi bilim dışı, yaratılışı savunan binlerce kitap yazdırıp halka dağıttırmış, üstelik hem de valilerin resmi yazıları ile devlet okullarına da dağıtmıştır.
Halk arasında “Adnan Hoca” diye bilinen Adnan Oktar, örgütünü kamufle etmek, dinci iktidarlardan çıkar sağlamak amacı ile İstanbul’da “Bilim Araştırmalar Vakfı”                diye bir çakma vakıf kurmuştur. Hocalık, imamlık konusunda bir okul görmediği halde; bilimsel bir kariyeri, bir yüksekokul bitirmediği halde, kurduğu o vakfı ile sanki bilimsel bir kuruluşmuş gibi, çevresine topladığı yakışıklı zengin çocukları ile özellikle seçmece güzel kızlardan oluşan örgütü ile devletin gözü önünde cinsel rezaletlerle yıllardan beri acayip bir saltanat sürüyordu.
Dinci çevreler, Fazilet Partisi-Refah Partisi, AK Parti gibi dinci görülen partiler Darwin’in Evrim teorisi aleyhine şiddetle karşı çıkmaktalar ve “Adnan Hoca” gibi kişi ve grupları maşa gibi kullanıp vakıflarıyla kollamaktalar.
Bu uyduruk “Bilim Araştırmalar Vakfı” adına Adnan Oktar’ın müritleri,  bilim adamı ve bilim dalında bir uzman olmadıkları halde, yurdun her tarafında yaptıkları konferanslarla Darvin’in Evrim Teorisi aleyhine uyduruk hipotezler öne süren şarlatan kimseleri de kaynak göstererek Evrim Teorisini çürütmek için hiç bilimsel değeri olmayan “Evrim Teorisinin Çöküşü” adlı kitabı binlerce basıp ücretsiz dağıttılar.  Uygar bir devlet bilime karşı her türlü girişimi önlemelidir, önlemeli idi.
Antalya’da 1999 da görmüştüm, bu grubun genç elemanları, Antalya AKM de bu doğrultuda konferanslar verdiler,  Evrim aleyhine basılmış binlerce kitap kamyonetler dolusu halka bedava dağıtmışlardı. Müritleri, yandaşları uyduruk arkeolojik buluntularla, şehir şehir dolaşıp Evrim Teorisi aleyhine konferanslar yanında,  arkeolojik buluntularla seyyar müzeleri halka sunmuşlardı.
Ayrıca,  Evrim aleyhine birinci hamur lüks kâğıda Fransızca olarak bastırdıkları “Evrimin Çöküşü” adlı atlasları Fransa’da bile bedava dağıtmaya başlamışlardı.  Fransa eğitim bakanlığınca bedava dağıtılan bu atlasların incelenmesinde, bilime karşı bir yayın olduğu görülmüş, hemen toplattırmış ve yasaklamışlardı.  Başka devletler, bilim aleyhinde böylesi yayınları ve propagandaları hemen engellerken, ne yazık ki laik TC nin yöneticileri bunlara göz yumuyorlar, ne ki destekliyorlardı. 
Türk okullarındaki ders kitaplarından Evrim teorisini çıkartan Türk Milli Eğitim Bakanlığı ve hükümet, Evrim’in aleyhinde olduğu için,  terör örgütü gibi çalışan Adnan Oktar’in  (Harun Yahya) bilim dışı bu faaliyetine, kitaplarına neden göz yummuştur. Adnan Oktar, tutuklu yargılanırken mahkemede verdiği ifadede “bu kitapları ben yazmadım” dediğine göre,  bu bilim dışı kitaplar, iktidar yanlısı ve evrim karşıtı birilerine Harun Yahya takma adıyla yazdırılıp halka, hem de yönetimce parasal destek sağlayarak, parasız olarak dağıttırmıştır.

 

Devlet din baskısı altında ise o devlet ileri gidemez

Darvin’in Evrim Teorisi bilimsel bir gerçek olmasına karşın, köktendincilerin şiddetli tepkisi ile birçok yöneticilerin bu konuda ödün veren tavırlarına tanık oluyoruz. 1980 den sonra Turgut Özal döneminin Milli Eğitim Bakanlarından Hasan Celal Güzel zamanında bütün orta öğretim okullarına gönderilen bir genelge ile Evrim Teorisi hakkında öğretmenlerin görüşü alınarak oylama niteliğinde anketler yapılmıştı. Bu uygulama biz öğretmenler arasında gerginlik ve huzursuzluk yaratmıştı. Okulumuzda tabi tüm fen öğretmenleri evrimin gerçek olduğunu bildirmiştik. Bilimsel bir gerçek, bir tutucu belediye başkanının “biz fay hattını encümen kararı ile değiştirdik” demesi gibi oylama ile değiştirilebilir mi? Bilimsel, çağdaş gerçekleri oylamak bile gülünç olur.
Atatürk, Cumhuriyetimizi kurmadan önce, halkın önüne sandık koyup, “cumhuriyeti mi istersiniz, şeriatı mı istersiniz” diye oylatsa idi, 500 yıldan beri şeriatla yönetilen, yüzde 95 i okuma yazma bilmeyen bilinçsiz halk, elbette “şeriat” diyecekti. En doğrusu bilim, en erdemlisi cumhuriyet değil mi? O zaman, Hasan Celal Güzel, evrimin gerçek olduğunu iyi bilen ve iyi özümseyen bir bakan olsaydı, bunu öğretmenlere kesinlikle oylamayı genelge ile sunamazdı.
Çağdaş bir devlet din sömürüsü yapıp bilime aykırı olan bir kitapları ve başka dokümanı halka sunulmasına göz yumamaz, bilimin koruyuculuğunu öncülüğünü yapar.  Çağdaş bir devlet, çağdaş bir yönetim, dini hükümleri değil, bilimi savunur.
Bilime karşı olan, AKP-RTE gibi dini ön plana çıkaran, sürekli din okulları, din kurumları açan bir toplum ve yönetim çağdaş olamaz, çağın gerisinde kalır. Batı, dinsel hurafeye değil, bilime ve laikliğe önem verdiği için çağın ilerisindedir. Dünyada hemen bütün Müslüman ülkeler, böylece bilime önem vermemişler ve çağın gerisinde kalmışlar, bilime hemen hemen hiç katkıları olmamıştır. Bakınız, ABD de Kimya Nobel’i alan Türk bilim adamı Prof. Dr. Aziz Sancar, “Müslüman ülkelerin 500 yıldır bilime hiçbir katkısı yoktur” demektedir.
Gerçekten de matbaanın gelmesine karşı üç yüz yıla yakın (270 yıl) direnen Osmanlı,  bilime karşı direndiği için ilgisiz kalmıştır.
Uygarlığın, bilimin gelişmesinde, ilerlemesinde çok büyük etkisi olan matbaa, 1450 yılında Alman Jean Gutenberg tarafından bulunmuş, Osmanlı da matbaanın gelmesine direnirken,  İstanbul’da azınlıklar, el yazması da olsa, 1455 yılında yayınevi açmışlardı.  Ülke yönetimine hâkim olan bağnaz din adamları,  devlet ricali, Avrupa’daki ilerlemeleri, buluş, keşifleri küçümsüyorlar, her yeniliğe “kefere icadı”  diye tepeden bakıyorlardı. Avrupa Rönesans ve dindeki reform ivmesi ile ilerlerken, Osmanlı elinde yalın kılıç, tek Türk’ün yaşamadığı Viyana kapılarından Yemen çöllerinde can veriyor zaman kaybediyordu. Osmanlının bilimsel düşünceye, bilimsel buluşlara bu denli ilgisiz tavrını gören, “Kutsal Roma İmparatorluğunun İstanbul’daki sefiri Ghiselin de Busbecq’in 1560 tarihli başkentine gönderdiği bir mektubunda şunları yazmaktadır:
Hiçbir ulus başkalarına ait faydalı icatları benimsemekte onlar kadar isteksiz davranmamaktadır; örneğin, büyük ve küçük gülleleri ve bizim icatlarımızın daha birçoğunu kendi kullanımlarına sunmuşlardır. Ancak kitap basmak v meydan saatleri kurmak gibi şeyleri bir türlü benimsememektedirler. Kutsal kitapların basıldıkları takdirde kutsal metin olmaktan çıkacağına inanmaktadırlar. Meydan saatleri kurmaları halinde de, müezzinlerin otoritesi ile eski rintlerinin önemlerini kaybedeceğini düşünmekteler”. (Kaynak İslam ve Bilim Pervez Hoodbhoy sf 180)
Osmanlının bilim, buluş, icat ve keşiflere ilgisiz kalmaları yüzyıllarca sürerken, Osmanlının bir sefiri Mustafa Hatti Efendi 1748 yılında Viyana’ya görevli olarak gider. O sırada Avrupa peş peşe bilimsel buluşla ilerlemenin içindedir. Elçi Mustafa Hatti Efendi, Viyana’da garip cihazların bulunduğu bir gözlemevine davet edilir.
Osmanlı elçisi Hatti Efendi, gözlemevinde gördükleri buluş, alet ve cihazlardan hiç etkilenmez görünür. Ne acıdır ki 200 yıl önce Batı’lı bir Elçi Ghiselin’in teşhisini doğrulayan, bağnaz gerici tutumun, ilgisizliğin devam ettiğini, Mustafa Hatti Efendi’nin şu raporundan seziyoruz:
…Küçük darbelere karşı dayanıklı cam imal edilen atölyede fırından çıkan camın soğuk suyla temas edince cam şişenin un ufak olduğunu gören Efendi bunun sebebini sorduğumuz zaman fırından çıkar çıkmaz soğuk suda soğutulduğu zaman böyle olduğunu söyler. Bu akıl almaz yanıtı Frenk hilekârlığına bağlıyoruz”. (İslam ve Bilim Pervez Hoodbhoy sf 180) (Oysa mutfakta soğuk çay bardağını sıcakla, sıcak bardağın soğukla temasından ısı farkına dayanamadığından çatladığını hepimiz biliriz. Elçi Mutafa Hatti Efendi bu fiziksel olayı Frenk hilekârlığına yorumluyor.
Batı, bilimsel ve laik düşünce ile hızla ilerlerken; Şeriatın baskısı ile bilime ilgisiz kaldıkları için İslam ülkeleri çok geri köylü tarım toplulukları halinde kalıyorlar.  “Avrupa bilimini düşmanın İslam dinini ve kültürünü yıkmak için hazırladığı bir oyun” olarak görüyorlardı. Bilime karşı direnen Müslümanlarla kibirli Batı, Lord Macaulay 2.2.1935 de bir konuşmasında Müslümanları şöyle alaya alıyordu:
-Müslümanların bir İngiliz nalbantını utandıran tıbbi doktrinleri; bir İngiliz yatılı okulundaki kızları güldüren astronomileri; otuz ayak boyunda kralların ve otuz bin yıl süren yöntemlerle dolu tarihleri ve pekmez ve tereyağı denizlerinden oluşan coğrafyaları…( Aynı kitap sf 185)
*
Müslüman ülkeler böyle de Hıristiyanlar farklı mıydı? Ama onlar aydınlanma devrimi yaparak, dinin, kilisenin baskısını devlet yönetiminden ayırmışlardı.  Orta Çağ’da Roger Bacon bilimsel çalışma yapıyor iddiası ile kilise tarafından hapse atılmıştır. (Aynı kitap sf 112)
*
İlk rasathane
Osmanlı İmparatorluğu'nda padişah III. Murat’ın izniyle Mısır Medresesi müderrislerinden Takiyüddin tarafından ilk rasathane kuruldu. 1577
Kütüphanesi de bulunan gözlemevinde Takiyüddin, 1577'de görülen kuyruklu yıldız izlendi
Bu gözlem rasathanenin ilk bilimsel çalışmaları arasında yerini aldı.
1578'de veba salgınında insanların ölümü üzerine uğursuz sayılarak Şeyhülislam Ahmet Şemseddin Efendi'nin Sultan'a mektup yazarak verdiği fetvayla rasathane 21 Ocak 1579'da Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa tarafından top ateşiyle yıkıldı.
https://www.trthaber.com/haber/kultur-sanat/osmanlidan-gunumuze-441-yillik-rasat-tarihi-385430.html#:
*
1763 de Padişah Sultan Mustafa’nın çok sevdiği ve Osmanlının 137 sadrazamı Koca Ragıp Paşa (1698-1763) ölünce, arkasından padişah gözyaşı dökerek ağlamıştı.  Koca Ragıp Paşa, ömrünün çoğunu kitap okuyarak geçirmiş, Laleli’de halen hizmet veren kendi adını taşıyan bir kütüphane yaptırmıştı. Arkasından üzüntüsünü, ümitsizliğini dile getiren şu dizeleri söyleyerek feryat ediyordu:
Yıkılıpdur bu cihan sonmaki bizde düzele,
Devleti çarhı deni vidi kamu mübtezele
Abvab-ı saadetle gezenler hep hazele
İşimiz kaldı hemen her hameti lem yezele”
İşin o kadar da Allah’a kalmadığını, kurtuluşun Batı usulü eğitimden geçtiğini görenler için Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın önderliğinde tek bir odada Mühendishane-i Bahri-i Humayun’u kurdular.  III. Mustafa zamanında tersane ve donanmanın geliştirilmesi ve de tersane halkının eğitilmesi amacıyla açılmış teknik okuldur. Okulda sınıflara ilk defa tahta ve sıra konulmuştur. Bir okul matbaası kurulmuş ve ders kitapları basılmıştır. Ne yazık ki 29 Mayıs 1807 de bir irtica ayaklanmasında bu okulun baş hocaları dâhil 3 ü şehit edildi. Ondan sonra Sultan Mahmut yenilik hareketlerine başladı.
Bu örneklerde olduğu gibi, daha nice örnekleri sayabiliriz.
Günümüzde halkının çoğunluğu Müslüman olan 52 devlet bulunmakta ve bunlardan beş tanesi İslam Şeriatına göre yönetildiklerini iddia etmekteler. Bu ülkeler Libya, Suudi Arabistan, Afganistan, Pakistan ve İran. Bu beş devletin her biri İslamiyet’i çok farklı bir biçimde uygulamakta, diğer ülkelerdeki uygulamaları İslami uygulama olarak kabul etmemektedirler. Bu beş devlet bile şeriatı farklı uyguluyor, birbirinin İslamiyet kuralını, şeriatını beğenmiyor.
Bu duruma göre, devlet düzeninde İslami kuralları, şeriatı uyguladığımız zaman bile, Müslüman ülkeler arsında birlik ve dayanışma sağlanamıyor. Gerçekten de Orta Doğudaki Müslüman ülkelere baktığımız zaman, her Müslüman devlet başka bir Müslüman devlet ile kırgın ya da birbirine düşman gibiler. İçlerinden her türlü dini terör grupları doğuyor, birbirine saldırıyorlar ne ki canlı bomba olup kendilerini bombayla parçalattırıp, başka Müslümanların ölmelerine neden oluyorlar.  Öyleyse dinci devlet yönetiminden vaz geçip, çağdaş Batı’nın uyguladığı gerçek bir demokrasiye dayalı laiklik düzenine sarılacağız. Başka çare yok, yoksa yine yüzyıllarca bilimsel düşünceden uzakta geriliğin batağında bocalayacağız.
Bu noktanın bilincinde olan Atatürk, birden Cumhuriyet ve laiklik düzenini ülkede uygulamaya başlamıştı.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız 

Oyuna Gelmeyin - Güner Yiğitbaşı
AKP Genel Başkanı ve partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın tek amacının;  kendi elleriyle yaptırdığı sarayında ömür boyu oturarak  bu ülkeyi tek başına yönetmek olduğunu bu amacına ulaşmak için değil  ülkenin ve milletin yararını düşünmeyeceğini anlamayan muhalefet partisi yöneticileri kalmışsa yarından tezi yok partilerini kapatsınlar ve politikayı bırakarak köşelerine çekilsinler lütfen. 

Şöyle bir düşünsenize siyasi çıkarı için; gizlice PKK ile masaya oturarak müzakere edeni açılım süreçlerini başlatanı Dolmabahçe mutabakatına imza koyanı çözüm sürecinde PKK militanlarını özgür bırakanı PKK'nın güçlenmesine  hendek kazmalarına göz yumanı Diyarbakır meydanlarında PKK lideri ÖCALAN'ın mesajlarını okutanı Habur’da seyyar mahkemeler kurdurarak  PKK militanlarını aklayanı 7/Haziran/2015 seçimlerinde tek başına iktidarını kaybedince 180 derece dönüş yaparak yine siyasi ikbali içini bu defa PKK'ya yönelik stratejisini değiştirerek barışçıl çözüm içeren siyasetine son verip  PKK'ya yönelik şahin ve silahlı mücadele politikasına geri döneni bu sayede yenilenen 2/Kasım/2015 seçimlerinde yeniden tek başına iktidar olma başarısını göstereni daha birçok örneğini sunabileceğimiz; kısacası devleti kendi siyasi çıkarlarına göre yönetmeyi ve politikalar üretmeyi alışkanlık haline getireni ERDOĞAN değil midir?

Kendi siyasi geleceğini ve ikbalini ülkemizin ve ülke insanlarımızın çıkarlarının da üzerinde gören bu aynı ERDOĞAN; şimdi de  emrindeki yargıyı kullanarak HDP milletvekilleri hakkında hazırlattığı fezlekeleri Meclisin gündemine aldırarak HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılarak tutuklu yargılanmaları ve HDP''nin hukuken kapatılmadan fiilen içinin boşaltılması planını icraya başlamıştır. 

ERDOĞAN; sanki  kendisi doğrudan PKK ile masaya oturmamış gibi yasal bir parti olan ve 6 milyon Kürt seçmenin oy’ unu alarak mecliste temsil yetkisi kazanan HDP ile önümüzdeki seçimlerde dirsek temasında bulunacak olan CHP ve İYİ Parti'yi;  HDP üzerinden  PKK'lı ilan etmeyi teröre destek vermekle suçlamayı ve itibarsızlaştırmayı hedeflemektedir. 

Maalesef ERDOĞAN'ın;  kendi siyasal geleceği içini  Millet İttifakını parçalamaya yönelik olarak uygulamaya koyduğu bu planının farkında değil  bazı muhalefet partilerimiz. 

Özellikle İYİ Parti;  ERDOĞAN'ın bu oyununa gelmek üzere sanki. HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması oylamasında  evet oyu verecekleri anlaşılıyor. 

Millet İttifakı bileşeni partilerini ERDOĞAN'ın; Millet İttifakını parçalamaya yönelik bu oyuna gelmemeleri gerekir. 

Ülkemizin bugün en önemli ve acilen çözülmesi gereken öncelikli sorunu; iş başındaki iktidar ve dolayısıyla dia hak ve özgürlükler ve  demokrasi sorunudur. 

Terör dahi ondan sonra gelmektedir. 

Ülkemizde demokrasi olmadan demokrasi sorunu çözülmeden  terör sorununun asla çözülemeyeceği unutulmamalıdır. 

Bu nedenle CHP ve İYİ Parti başta olmak üzere demokrasiye inanmış olan tüm muhalefet partilerinin; ERDOĞAN'ın dokunulmazlıklar üzerinden HDP'nin içinin boşaltılması ve Kürt vatandaşlarımızın partisiz bırakılarak oylarının çarçur edilmesi planına karşı koymaları ve dokunulmazlıkların kaldırılması oylamasında anlamsız ve manası teröre destek veriyorlar suçlamasına aldırış etmeden ve korkmadan  ilkesel olarak HDP milletvekillerinin yanında yer olarak  onlara destek vermeleri ve ERDOĞAN'ın;  iktidardan gitmemek için sahneye koyduğu oyununa gelmemeleri ve bu oyunu bozmaları  zorunludur. 

Bu oylamada  Millet İttifakı bileşenlerinin birlikte hareket etmemeleri halinde Millet İttifakının çatlayacağı ve yara alacağı kesindir. 

Ülkemizde  yargının bağımsız ve tarafsız olmadığı dokunulmazlıkları kaldırılan HDP milletvekillerinin tutuklanarak etkisiz hale getirilecekleri Kürt seçmenlerin kendilerini dışlanmış hissedecekleri sandığa küsecekleri ve bunun da ERDOĞAN'a yarayacağı ülkenin zifiri karanlığa sürükleneceği demokrasinin sonlanacağı  asla unutulmamalıdır. 

Gerçekten suç işleyen HDP milletvekili varsa bile dokunulmazlıklarının bu kritik seçim ortamında kaldırılmasının ülkeye ve demokrasiye vereceği zararın faydasından daha fazla olacağı  asla unutulmamalıdır. 

Lütfen oyuna gelmeyiniz. 

Unutmayınız bu ülkenin önceliğinde;  demokrasinin kurtarılması kendi rüyalarını ve hayallerini gerçekleştirecek hayali ve gereksiz projeleri  milletin gerçek ihtiyaçlarının üzerinde gören ve bu hayali projelerini milletimize inat ve inadına gerçekleştireceğini açıkça beyan eden ve milletimizle inatlaşan ERDOĞAN ve iktidarının 2023 de yapılacak olan seçimlerde sandığa gömülmesi vardır terörle mücadele dahi içinde bulunduğumuz bu ağır koşullarda insan hak ve özgürlüklerine yargının bağımsızlığına ve hukukun üstünlüğüne dayalı laik demokrasinin kurtarılmasından öncelikli değildir. 


27/02/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Şeyh Sait İsyanından Bazı Ayrıntılar Günümüze Verdiği Sinyal
Şeyh Sait İsyanından Bazı Ayrıntılar Günümüze Verdiği Sinyal yaparak bir göz atalım dedik.
Genç, Pirhan ve çevresinde Şeyh Sait İsyanı başlarken Başbakan Fethi Bey, şöyle dedi: “Genç vilayetinde bazı asiler devlet kuvvetlerine karşı ayaklanmışlardır” diyor.(1)
İsyancıların dağıttığı belgelerde isyan nedeni hilafetçiliğin, şeriatçılığın isyanın temelinde yattığı bildirildi.  Yine Başbakan Fethi Bey’in dediğine göre:
-Ele geçen bir vesikadan anlaşıldığına göre Abdülmecid’in oğullarından birine halifeliğin verilmesi düşünülmektedir.
Başbakan Fethi Bey’in Meclise verdiği bilgide ısrarla şunları söylüyordu:
“-­Diyarbakır’da, isyanla ilgili bazı kimseler 19 Şubat’ta hükümet konağına el yazısıyla yazılmış iki beyanname asmışlardı. Bunlarda Gazi’ye, orduya, memurlara ağız dolusu küfrediyordu”
Bir başka beyannamede Şeyh Sait’in İslam dinini yeniden kurmak üzere Allah tarafından memur edildiği bildiriliyordu. (sf 35)

-Şeyh Sait, Kozan eşrafından birine bir mektup göndermiş, mektup hükümetin eline geçmişti. Şeyh Sait bunda şöyle diyordu: “1300 seneden beri Cenabı hakkın Peygamber Efendimizi göndermekle neşir ve tebliğ ettiği dinimizi imhaya çalışanlara karşı harp ilan ettim. Bunda bana yardım edilmezse, cümlece mahvoluruz”.

“Arnavutluk isyanı, 31 Mart hareketi gibi olaylarla “Şeyh Sait vakası” arasında paralellik” kurdu ve bunların hepsinin altında “din mahvoluyor! Şeriat elden gitti” temasının bulunduğunu söyledi. (Sf 36)
Şeyh Sait ve atlıları Piran’da bekleniyorlardı. Piran’da Sait’in kardeşi Abdurrahim oturuyordu. Oranın sahibiydi. Köylülerini toplamış ve kardeşini karşılamaya çıkmıştı. Köylüler, Şeyh Sait’i gördüklerinde yerlere kapandılar, tekbir getirmeye koyuldular. Kafile hep birlikte köye girdi. Şeyh Sait tekbirler arasında Abdürrahim’in evine yerleşti. Sf 39
Şeyh Sait ve ailesinin hayvanları sürekli artması, elbette ki, cahil Kürt köylülerinin şeyh aracılığıyla cennette bir yer sağlayabilmek için koyunlarını, kuzularını seve seve ona hediye etmelerinin sonucudur. Şeyh aynı zamanda orada devlettir de. O zaman hediyeler bir çeşit vergi de sayılabilir.
Şeyh Sait sürüleri gittikçe böylece artarken, bu sürüleri zaman zaman, kuzeyden aldıkları bu hayvanları Güney’e götürür Halep’te satardı. Yüzlerce defa Hınıs Halep arasında sürülerle gidip gelmiş, yoksulun malı ile ticaret yapmış servetini gittikçe artırmıştı.
Beşi kız, beşi erkek on çocuğuyla Şeyh Sait, bir hanedanın başında geliyordu. Sf 41
Şeyh Sait, o bölgede Hınıs, Varto, Genç, Palu, Pirhan gibi yerlerde atlıları ile geziyor, bölgenin ağalarından atlılar temin ediyordu. Gittiği her yerde vaazlar veriyor, vaazlarında işlediği tema, dinin elden gittiği ve hilafetin kaldırılmasıyla dinsizlerin hükmü altına düşüldüğü idi. Genç Valisi İsmail Hakkı da, bu söylem ve hareketlere göz yumuyor gibiydi.
Şeyh Sait’in üç karısı vardı, 25 Haziran 1925 de asılacağı sırada iki karısı olduğunu söyledi.
Palu ilçesi 1925 yıllarında nüfusu 20 binin üstünde imiş. Şeyh Sait isyanında Palu ilçesinin alınması için Şeyh Sait’in komutanlarından Şeyh Eşref’i görevlendirmiş. Şeyh Şerif ilçeyi bir tek kurşun atmadan aldı.
Bunun nedeni, Şeyh Sait tarafından “Elazığ’ın fethi” ne memur ettiği Şerif’in, Palu’yu kuşattığında yaptığı bir açıkgözlülüktür. İlçenin kuşatıldığında ilçenin yöneticileriyle bazı eşraf Şeyh Şerif’e bir “heyet-i nasiha” (nasihat heyeti) gönderdiler. İlçenin muteber simaları heyetin içindeydi. Şeyh, bunları derhal tutukladı ve bütün önlemler alınmış olduğu halde, şeyhin bu kimseleri öldüreceği korkusu, karşı koymayı engelledi. Devletin subayları ateş ettirmediler.
Palu böylece düşünce Elazığ’ın yolu açılmıştı. Hele 21 Şubat 1925 de 14. Süvari Alayımız Hani’de, 11. Süvari Alayımız Cüz’ide pusuya düşürülüp esir alındıktan sonra Şeyh Sait’in ilerlemesi büsbütün kolaylaştı.
Asiler Şeyh Sait’i “Emir-ül mücahidin” yani asilerin başkomutanı olarak biliyorlardı. Asiler ellerinde yeşil bayraklar ağızlarında “Sallahü-aleyhum! Ya Allah, teslim… Teslim..” haykırışları ile köylüleri, yoksulları başlarına topluyorlardı. 24 Şubat 1925 de Elazığ Şeyh Sait kuvvetlerinin eline geçti.  Güya din adına savaşan Şeyh Sait asileri Elazığ’a girince bütün devlet dairelerini, birçok evi yağmaladılar.
Elazığlıların son anda sopalarla direnmeleri üzerine, asiler “Malatya’ya gidiyoruz! Müslüman olan arkamızdan gelsin”! Sesleri arasında Malatya’ya doğru yola çıktılar.
Şeyh Sait, din adına, şeriat adına cahil köylüleri kandırarak, başına binlerce silahlı adamları toplamış, Elazığ, Diyarbakır civarında pek ilçe ve köyleri işgale devam ederken, Ankara’daki Cumhuriyet hükümeti, genç cumhuriyete kastetmek isteyen, ihanet eden bu hainlere karşı kesin darbeyi vurmak için hazırlıklara başlıyordu.

Atatürk’ün Başbakanı nasıl değişti? Başbakanı değiştiren davranış
Doğu’da Şeyh Sait isyanının devam ettiği günlerin birinde, Atatürk arkadaş ve dostlarını Köşkte bir oyun partisine davet etti. (O zaman şimdiki köşk yapılmamıştı). Davette Gazi, Başbakan Fethi Bey, İsmet Paşa, Falih Rıfkı, Yakup Kadri ve bazı bayanlar bulunuyordu. Masalarda poker ve briç oynanıyordu. Gazi bir masada, Başbakan Fethi Bey başka masada, İsmet Paşa da başka masada oyun oynuyorlardı.
Gazi’nin masasında oyunun en fazla kızışmış olduğu bir sırada, Cumhurbaşkanının emir subayı kendisine bir kâğıt getirdi. Bu Doğu’dan gelen bir haberdi. Gazi yazıyı dikkatle okudu, yüzünün ifadesinden memnun kalmadığı, önemli bir mesaj olduğu anlaşılıyordu. Gazi’nin gözünde bir şimşek çaktı, emir subayına yazıyı geri verdi ve dedi ki:
“-Al bunu, Fethi Beyefendiye götür.”
Gazi, masasında beraber oyun oynamakta olduğu arkadaşlarına döndü:
“-Çocuklar, dikkat ediniz!”
Gazi, kendisinden biraz genç arkadaşlarının hepsine, sevgi, şefkat ifadesi olarak “çocuk”  demek âdetindeydi.
Gazi ve masadakiler, oyun oynamakta olan öteki masadaki Başbakan Fethi Bey’in masasına yan gözle olayın sonrasını izlemeye koyuldular.
Emir subayı, Başbakan Fethi Bey’in masasına gitti. Orada da oyunun kızışmış bir hali olmalıydı ki Başbakan Fethi Bey, emir subayına kendisini rahatsız ettiğinden dolayı kızgın bir tavırla:
“- Ne var?” diye sordu.
Emir subayı, raporu Başbakana uzattı. Başbakan Fethi Bey kâğıda şöyle bir göz attı. “Sonra bakarız”  diyerek geri verdi, tekrar oyuna döndü. Gazi, alçak bir sesle emir subayına seslendi,  kendisini yanına çağırdı.
“-Yazıyı İsmet Paşa’ya götür…” dedi.
Emir subayı bu defa İsmet Paşa’nın oyun oynadığı masaya yaklaştı. Raporu verdi. İsmet Paşa da önce bir göz attı. Sonra oyunu bıraktı, yazıyı dikkatle okumaya koyuldu.
Gazi’nin masasından İsmet Paşa’yı seyrediyorlardı. İsmet Paşa, hükümette değildi ve bir sorumlu mevki işgal etmiyordu. İskemlesini biraz geriye doğru aldı, bir sigara yaktı. Okumaya devam ederken düşünceli bir hali vardı. Sigarasından derin nefesle çekiyor, satırlar üzerinde duruyordu. Raporu bitirdikten sonra gözleri bir an daldı, kâğıdı emir subayına geri verdi, oyun arkadaşlarına bir şey söyleyerek kalktı.
Gazi her şeyin farkındaydı. İsmet Paşa yanından geçerken sordu:
“-Nereye?”
İsmet Paşa soruyu bir soruyla karşıladı:
“-Raporu sen okuyup göndermedin mi?”
Gazi:
“-Evet,” dedi.
“-Tedbir almak lazım.”
Gazi, İsmet Paşa uzaklaşınca Falih Rıfkı’ya ve Yakup Kadri’ye döndü:
-İşte fark!”
Bahsettiği, Başbakan Fethi Bey’le İsmet Paşa arasındaki farkı vurgulamak istiyordu.
Fethi Bey’in Başbakanlıktan istifasını, Anadolu Ajansı hemen o gece bir resmi bildiri halinde duyurdu. Cumhurbaşkanı Gazi, Fethi Bey’in istifasını kabul etti, sonra İsmet Paşa’yı çağırdı. Cumhurbaşkanı İsmet Paşa’ya Başbakanlığı verirken yanında Meclis Başkanı Kazım Paşa da bulunuyordu. Gazi Paşa, İsmet Paşa’ya, Fethi Bey Hükümetinin istifası haberini verdi ve yeni hükümeti kurmasını ondan istedi. Sf 61-62-63
İsmet Paşa, Meclis’ten tam yetki yanında Takriri Sükûn Kanunu ve İstiklal Mahkemesi yasalarını çıkartıp Doğu’da kolordu ile Şeyh Sait İsyanının üzerine yürüdü. Biz nice öteki ayrıntıları tarihin sayfalarına bırakarak sadece sonucu sunalım.
Şeyh Sait kolordunun yoğun takibinden kurtulamadı, güya din ve şeriat adına nice kanlar döküldükten sonra heybesinde, nice cahil, yoksul insanlardan dini sömürü ile elde ettiği 4 bin 500 lira para, binlerce altınla 15 Nisan 1925 de Türk ordusuna teslim oldu.
Diyarbakır’da kurulan İstiklal Mahkemesinde tüm suçlular yargılandı, Şeyh Sait dâhil 29 kişi 28-29 Haziran 1925 gecesinde asıldılar. Yargılamaları ve idamları seyreden Diyarbakır halkı, “yaşasın inkılap, yaşasın Cumhuriyet”  diye alkışlıyorlardı. Asılanlar arasında Genç Tahrirat Kâtibi Tahir, Bucak Müdürü Tayyip de vardı. Çapakçur Kaymakamı Çerkez Hüseyin Hilmi, idama mahkûm olduğu halde, İstiklal Savaşı’nda hizmeti geçtiğinden Konya’da 15 yıl kürek cezası çekecekti.   
Genç Cumhuriyet’e kafa tutan, isyan eden Şeyh Sait idam sehpasına giderken, mahkeme başkanına, “keşke Edirne’de 101 yıl hapis verseydin”  diye sitem ediyor, “paralarımı evlatlarıma verin” diyordu.(2)
Laik TC, din ve şeriat adına Şeyh Sait ve Kubilay olayı, isyanları, kalkışması ile kan dökülerek suikasta uğradı. Atatürk, laiklik, aydınlanma düşmanları baktılar ki silahla baş edemiyorlar,  1950 den sonra siyasi partilerle gizli açık hainliklerini sürdürdüler. Son olarak 2 Temmuz 1993 de Sivas Madımak katliamında da yine din ve şeriat adına 34 aydını yakarak tarihe kapkara bir leke olarak yazıldılar. Halen din şeriat adına, laiklik aleyhine Fetullah’ından bilmem kimine kadar en şeytani siyasi gayretlerini sürdürüyorlar.  
(2014 de Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin aldığı meclis kararıyla ve AKP lilerin desteği ile 1925 yılında İstiklal Mahkemesi tarafından 47 arkadaşıyla Dağ kapı meydanında idam edilen Şeyh Said’in ismi asıldığı yere verildi).
Bu tehlikeyi gören Gazi Mustafa Kemal Atatürk ne demişti:
“Bizi yanlış yola sevk eden habisler, büyük ölçüde din perdesine bürünmüşler, saf ve nezih halkımızı, hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar, hep din kisvesi altındaki küfür ve melânetten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırdılar.
Hâlbuki elhamdülillah hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız.
Artık bizim dinin icabını öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında aldığımız dersler, bize dinimizin esaslarını anlatmaya kâfidirler.”(3)
Her Türk Genci, Şeyh Sait İsyanı, Kubilay Olayı, Madımak Katliamı gibi gerici kalkışmalarını iyi analiz etmeli, Atatürk’ün bu sözü ile kıyaslayıp, özümseyip Laik TC ne tehlikenin nereden geldiğini iyi öğrenmelidir.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız 


SONNOTLAR

(1) İlçenin eski adı kelime anlamı olarak çeşme ağacı anlamına gelen "Dara hini"dir. Ancak bu ad bir efsaneye göre, simdi ki Genç ilçesi yakınında günümüzde Kral Kızı Kalesi olarak bilinen ve Pers hükümdarı Dara tarafından yaptırılmış olup, o günler Dara Hini olarak adlandırılan kaleden gelmektedir. Cumhuriyet döneminde bu ad Genç olarak değiştirilmiştir. Genç ilçesi il olmadan önce komşu sancak ve eyaletlere bağlı kalmış eski bir ilçe merkezidir. Osmanlı Devletinde 1878 yılında yapılan idari teşkilatlanma sonucunda kurulan Bitlis vilayetine bağlanan Genç ilçesi 1924-1927 yılları arasında Genç vilayeti haline getirilmiştir. 1927 yılında ilçe haline getirilerek Elazığ'a bağlanmıştır. 1936 yılında Bingöl vilayeti kurulunca Genç ilçesi bu vilayete bağlanmıştır. İl merkezine uzaklığı 20 km' dir.    https://bingol.ktb.gov.tr/TR-91583/genc-ilcesinin-tarihcesi.html

(2) Şeyh Sait ve İsyanı Metin Toker Bilgi Yayınevi 1994

(3)1923’te Adana Türk Ocağı’nda esnaf ve sanatkârlara yaptığı konuşmadan

Liyakatin Önemi
13 Rehinenin kurtarılması için yapılan ve rehinelerin infaz edilerek öldürülmeleriyle sonuçlanan başarısız Gara operasyonu, daha uzun süre tartışılacağa benziyor. 

Yasalara göre, 13 rehinenin ölümüne neden olan  bu başarısız operasyonun siyasi sorumlusu;  devlet adına, devleti yöneten ve  yürütmenin başı olan partili cumhurbaşkanıdır. 

Partili Cumhurbaşkanı’nın;  ana muhalefet partisi liderinin gerçekleri dile getirerek,  bu başarısızlığın sorumlusu ERDOĞAN'dır demesi üzerine,  sinirlenerek,  ana muhalefet partisi liderine hakaretler yağdırması,  haksız ve devle adamlığı ciddiyeti ile bağdaşmamaktadır. 

Partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın;  hakaret ile de yetinmeyerek, doğruları söyledi ve seçmenleri adına görevini yerine getirdi diye,  KILIÇDAROĞLU hakkında 500 bin liralık manevi tazminat davası açmasını da anlamak mümkün değildir. Bağımsız bir yargı varsa,  bu dava geri dönmeye mahkumdur. 

ERDOĞAN; sorumluluğunu hatırlatarak görevini yapan ana muhalefet partisi liderine ağır hakaretler yağdırdığı konuşmasında ”. . . . Terbiyesiz herif.  Sana Savunma Bakanımı,  İçişleri Bakanımı gönderiyorum.  Sen bunlara layık değilsin.  Utanmadan,  sıkılmadan Cumhurbaşkanı’na fatura kesmeye kalkıyorsun. ”demektedir. 

Bir defa,  o bakanlar,  devletin bakanlarıdır ve ana muhalefet partisine önemli bir konuda bakan düzeyinde bilgi vermek, demokrasinin bir gereği olup, bir lütuf değildir. 

Aslında, Türk Milletinin temsilcileri olan ana muhalefet ve diğer muhalefet partilerinin liderlerine,  memleketin önemli ve milli bir meselesi hakkında bakan düzeyinde bilgi sunma adeti ve alışkanlığı, AKP iktidarı döneminde pek rastlanan bir uygulama olmadığı için, doğrusunu söylemek gerekirse biz çok yadırgamıştık, bu da nereden çıktı şimdi diyerek sorgulamaya başlamıştık.  

ERDOĞAN; bu operasyonun başarısızlığından kendisini sorumlu tutan ana muhalefet partisi liderine hakaretler yağdırdığı konuşmasında, bakanları göndererek bilgi sunmaktan pişmanlık duyduğunu belirtiyor. Bu da talihsiz bir beyandır. 

Aslında, pek alışık olmadığımız bakan düzeyindeki bilgilendirmenin; ana muhalefet ve diğer muhalefet partilerinin gazını alma, başarısızlığı perdeleme ve eleştirme konusu yapılmasını önleme amacına yönelik, suçluluk duygusu içinde yapılan bir alttan alma girişimi  olduğu anlaşılmaktadır. 

Bize göre, ERDOĞAN;  bu başarısızlığın siyasi sorumluluğunu kabul ederek, bundan dersler çıkarmalı, bu operasyonda hatası olan, Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının üstü bir konumdaki, alınan tüm askeri kararlarda en etkin kişi ve aynı zamanda eski genelkurmayı olan Milli Savunma Bakanını sorgulamalı ve gerekirse görevden almalıdır. 

Milli Savunma Bakanı, hain FETÖ'nün 15. Temmuz darbe girişimi sırasında genelkurmay başkanı olup, ordunun savaş gücü ve disiplininden sorumlu en üst düzey komutan olup, darbe girişiminde bulunulacağı bir subay tarafından MİT'e ihbar edilmiş olmasına rağmen, bugünün Milli Savunma Bakanı olan, zamanın genelkurmay başkanı AKAR, darbe girişimini önleyememiş ve darbeciler tarafından esir alınmış,  tartaklanmıştır. 

Ordunun, Fetöcüler tarafından işgal edildiğinden,  yanı başına kadar sızdıklarından habersizdir. Bu genelkurmay başkanı, sanırız sadakatinden, görevinin başında tutulmuş ve daha sonra da genleri bozulan ordunun Genelkurmay başkanın da üzerinde,  tüm askeri yetkilerini muhafaza ederek,  Milli Savunma Bakanı yapılmış, genelkurmay başkanı işlevsizleştirilmiştir. 

Bugün,  genelkurmay başkanının ismini bilen var mıdır?

Ordumuz siyaseten de askeri taktik ve savaş gücü itibariyle de,  tek yetkili ve sorumlu olarak,  Milli Savunma Bakanı AKAR'a emanet edilmiştir. 

Devlet idaresinde olduğu gibi, ordunun sevk ve yönetiminde de,  tek adam devri söz konusudur. 

Gara operasyonunun başarısızlığından dersler çıkarılarak, ordudaki bu yeni oluşum ve ordunun başına tek yetkili olarak getirilen Milli Savunma Bakanının;  sadakatinden önce,  liyakati sorgulanmalıdır. 

Bize göre,  partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın, acilen yapması gereken budur.  

Güner Yiğitbaşı

19/02/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Anladık  Sorumlu Devlet Ama,  Devlet Kim Acaba?
İş başındaki siyasi iktidar ve başındaki her konuda tek yetkili ve karar verici olan partili Cumhurbaşkanı;  planlamasının  ve icrasının, askeri,  taktik ve istihbarat  açısından başarısız olduğu tartışmasız kabul edilen, hain terör örgütü PKK tarafından, çözüm süreci dönemindeki örgüte yönelik hoşgörü döneminde kaçırılan 13 asker ve polisimizin,  Gabarda rehin olarak tutuldukları bir mağarada,  PKK teröristleri tarafından infaz edilerek öldürülmelerinin sorumlusu;  askerinden,  polisinden, istihbaratına kadar devlettir demiş. 

Peki, devlet kim acaba?

Devleti temsil edenler, devlet adına devlet yetkisini kullananlar ve onların en başındaki siyasi karar organı ve kişi veya kişiler,  kim acaba? KILIÇDAROĞLU ve de bizim gibi sade vatandaşlar değil,  herhalde. 

Bu operasyonda bir hata ve başarısızlık varsa, devlet adına bunun siyaseten bir sorumlusu veya sorumluları olmayacak mıdır?

Bunun sorumlusu devlettir diyerek,  sorumluluktan kaçamazsınız. 

13 cana mal olmuş bir operasyon. 

Bu, yandaşlara kredi olarak dağıtılarak, kamu bankalarının batan ve geri dönmeyen paraları değil ki; görev zararıdır diyelim ve sineye çekelim. Söz konusu olan 13 insanın yaşamları. 

Devlet; siyaseten bu operasyona onay veren ve Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin gereği olarak, bu konuda tek yetkili olan partili cumhurbaşkanıdır. 

Cumhurbaşkanının;  her konuda,  tek başına karar alma ve kararnamelerle ülkeyi istediği gibi yönetme yetkisinin diğer yüzü ve karşılığı da,  bu kullandığı yetkilerin başarıları kadar, başarısız sonuçlarının da sorumluluklarına katlanmaktır. 

Yetki ve sorumluluk, bir paranın iki yüzü gibidir. 

Ülkemizi en geniş yetkilerle tek başına yöneten partili Cumhurbaşkanı; bu başarısız operasyonun siyasi sorumluluğunu da üstlenmek ve kabul etmek zorunda olup, kendi siyasi sorumluluğunu;  elle tutulur maddi bir varlığı olmayan,  aynı masaya oturarak birlikte yemek yiyemediğimiz, elini tutup tokalaşamadığımız, sadece  bir kavramdan ibaret ve manevi varlığı olan devletin üzerine atamaz.  

Bu operasyonun yapılması için herhalde, asker ve Milli Savunma Bakanı kendiliğinden karar almadılar. 

Bu operasyonun yapılmasına,  siyasi irade olarak,  devleti temsilen ve devlet adına nihai kararı ve onayı veren, kararlarının başarısından ve başarısızlığından sorumlu olan kişinin; her konuda tek başına yetkili olan ERDOĞAN olduğunda,  hiçbir şüphe yoktur. 

Bu operasyon başarılı olup, PKK terör örgütünün elindeki 13 rehin asker ve polisimiz sağ salim kurtarılarak ülkemize getirilselerdi, bu başarının;  siyaseten,  ERDOĞAN tarafından kabul edileceği ve siyasi geleceği için propaganda malzemesi olarak kullanılacağı,  kesin değil midir, ERDOĞAN;  bu başarı, Devletin başarısıdır benim başarım değildir,  diyecek miydi?

Tabii ki; hayır. 

Bu ülkenin;  milyonlarca seçmeni olan,  ana muhalefet partisi liderine; bu operasyonun siyaseten sorumlusunun ERDOĞAN olduğuna ilişkin haklı beyanlarına karşı; ”. . . . Terbiyesiz herif.  Sana Savunma Bakanımı,  İçişleri Bakanımı gönderiyorum.  Sen bunlara layık değilsin.  Utanmadan,  sıkılmadan Cumhurbaşkanı’na fatura kesmeye kalkıyorsun. ”şeklinde ağır beyanlarda bulunması,  ERDOĞAN'a, bu ülkenin Cumhurbaşkanı olması bir yana, AKP Genel Başkanı sıfatıyla dahi,  hiç yakışmamıştır.  

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin seçilmiş cumhurbaşkanının, bu şekilde konuşmaya hakkı ve yetkisi yoktur. 

Cumhurbaşkanı olarak, bu ülke maddi ve manevi fedakarlıklar yaparak kendisini sırtında taşımakta olup, başarısızlıklarının da hesabını kendisinden  soracaktır elbette. 

Kimse, ben sadece yetki kullanırım, oturduğum makamın nimetlerinden ve imkanlarından yararlanırım, sorumluluklarına katlanamam diyemez, alınganlık gösteremez. ERDOĞAN'ı; kimse,  o makama zorla getirmiş değildir, kendi istek ve arzusuyla o makama talip olmuş ve seçim kazanarak o koltuğa oturmuş olup, o koltuğun yetkileri gibi,  sorumluluklarına da katlanmak zorundadır. 

Aksi halde, kendisini o makamda zorla tutan da yoktur, ben hassas ve alıngan bir adamım,  başarısızlıklarımın yüzüme vurulması beni üzüyor diyorsa,  istifa kurumu vardır.  

Bir hususa daha değinmek istiyoruz. 

Gabarda infaz edilerek şehit edilen 13 asker ve polisimiz,  beş altı sene önce kaçırılarak,  PKK tarafından rehin alınmışlar ve aradan geçen uzun zamana rağmen,  bugüne kadar öldürülmeden tutulmuşlardır. Anlaşılıyor ki; PKK terör örgütü,  bu asker ve polislerimizi öldürmeden rehin tutacak ve yeri geldiğinde,  belki de bir pazarlığa konu edeceklerdi, PKK teröristleriyle karşılıklı takasta kullanacaklardı. Hayatın olağan akışı bunu göstermektedir. 

Öyleyse,  niçin ani karar değiştirerek, rehineleri öldürdüler?

İşte, açıkça sorulmayan soru budur. 

Bu sorunun cevabı açıktır. 

Rehineleri kurtarmakta istihbarat ve taktik açıdan başarısız olan bu operasyon, PKK militanlarını,  misilleme olarak bu infazı yapmaya mecbur kılmıştır. Bu canilerden aksini beklemek de,  büyük bir saflıktır. Operasyona karar verenler ve icra edenler, bir başarısızlık halinde bu sonucu da düşünmüş olmalıdırlar. 

Bu başarısız operasyon yapılmasaydı;  hiç değilse,  rehin asker ve polislerimiz öldürülmemiş ve halen sağ kalmış olacaklardı ve daha başarılı bir operasyon veya diplomatik girişimlerle kurtarılmaları ümidimiz devam edecekti. 

Bu operasyonu başarısız kılan da; 13 rehin asker ve polisimizi PKK'nın elinden kurtarmak isterken, yapılan hatalarla, göz göre göre, onların ölümlerine neden olmaktır. 

Güner Yiğitbaşı

18/02/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Şehitlerimizin Kanlarından Siyasi Çıkar Sağlamayı Bırakınız
Kuzey Irak Gara bölgesindeki PKK mağaralarında katledilen 13 vatan evladı asker, polis ve Mit görevlileri, ulus olarak ciğerlerimizi yaktı, acımız çok büyük. 

Şehitlerimize Allahtan rahmet, yakınlarına ve milletimize başsağlığı diliyoruz. 

Acımızın büyüklüğü, bazı gerçeklerin göz ardı edilmesine neden olmamalıdır,  iktidardaki gerçek suçluların, suçluluk psikolojisi ile kendi suçlarını muhalefete ve sosyal medya kullanıcılarına atma gayretlerini kınıyoruz. 

Kimdir,  şehit edilen bu 13 vatan evladı?

Hepsi,  2015 ve 2016 yıllarında ülkemizde yolları kesilerek hain PKK militanları tarafından kaçırılan,  beş,  altı yıl boyunca rehin olarak tutulan ve kurtarılmayı bekleyen polis ve askerlerimiz. 

Kendi ülkemiz topraklarında, bu vatan evlatlarının illegal hain PKK militanları tarafından güpegündüz yollarının kesilerek kaçırıldıklarında,  iktidar olan kimlerdir, kendi ülkemizi polis ve askerlerimizin dahi can güvenliklerinin ve özgürlüklerinin olmadığı,  eşkıyanın kol gezdiği güvensiz ortamı sağlayan kimlerdir?

Barış süreci adı altında, o yıllarda meydanı bu hain PKK teröristlerine terk eden, onlara bu cüreti sağlayanlar kimlerdir?

Aradan geçen beş altı sene gibi uzun süreye rağmen, PKK'nın elinde rehin tutulan vatan evlatlarını, diplomatik yaklaşımlarla, sağ salim kurtaramayan kimlerdir?

Altı yıldır sabrettiniz, kurtaramadınız, şimdi karda kışta, olumsuz hava  şartlarında, çok özel ve incelik, gizlilik ve büyük bir başarı isteyen, kesin istihbaratlara dayalı, ani ve nokta operasyonu yapma yerine, davul zurna ile ilan ettiğiniz genel ve başarısız askeri bir operasyonla, rehineleri kurtarmayı planlamak,  kimin veya kimlerin dahiyane fikridir? Açıklamak zorundasınız. 

Biz artık,  onlardan da elli kişiyi öldürdük, şehitlerimizin kanı yerde kalmadı açıklamalarınızdan bıktık, biz bağcı dövmek değil,  üzüm yemek, şehit vermemek istiyoruz artık. 

Sizlerden,  bu soruna kalıcı ve kesin bir çözüm bulmanızı, bataklığı kurutmanızı, sivrisineklerle uğraşmamanızı istiyoruz. 

Bırakın, şehit kanlarından siyasi çıkar sağlamayı, hamaset yapmayı, muhalefeti PKK destekçiliği ile suçlayarak zeytinyağı gibi suyun üzerine çıkmayı, insan olun utanın biraz. 

Şehitlerimizin haklarını savunmak, başka şehitler vermemek için, acı içinde bu satırları yazıyoruz, sakın ola ki; sizleri haklı olarak eleştirdiğimiz için, bizi de PKK yanlısı ve propagandisti olarak suçlama aymazlığına kalkmayınız, ne kadar inkar ederseniz ediniz, gerçek suçlu ve PKK yandaşı sizlersiniz. 

Sicilinize bir bakın, görsel ve yazılı medyayı geçmişe doğru bir tarayın, PKK'nın değirmenine su taşıyanların, daha yakın bir tarihte,  İstanbul seçimleri öncesinde, siyasi çıkarlarınız için PKK liderinden mektuplar devşiren, PKK liderlerinden Osman Öcalan'ı devlet televizyonuna çıkararak konuşturan ve PKK'nın propagandasını yapanın,  kendiniz olduğunu açıkça göreceksiniz. 

Bir tutarlı ve adil olun, karar verin artık,  ne yapacağınızı bilelim, politik çıkarlarınız için her yolu mubah gören politikalarınızdan vaz geçin, biraz dürüst olun. 

Bay Kemal ve sosyal paylaşım siteleri suçluymuş,  13 vatan evladının şehit edilmesinden. 

Pardon ya, siz bu ülkeyi yöneten, PKK terörünün önlenmesinden sorumlu, iktidarda olan kişiler  değil misiniz, sizler iktidarın nimetlerinden yararlanan, sorumluluğunu ise,  ana muhalefete ve sosyal medya kullanıcılarına yıkan sorumsuz kişiler misiniz?

Nerede o bolluk ve sorumsuz iktidar, var mı Dünya da bir örneği?

İster kabul edin, ister etmeyin, yaklaşan seçimlerde düşen oylarınızı yükseltebilmek ve iktidarda kalabilmek,  siyasi çıkar elde etmek amacıyla giriştiğiniz başarısız bir operasyon sonunda,  13 vatan evladı maalesef hain PKK militanları tarafından, göz göre göre şehit edildiler. 

Halkımıza müjde sunmayı beklerken, müjdeli (A) planınız ne yazık ki gerçekleşmedi, acılı (B) planınızı halkımıza duyurmak da, her zaman yaptığınız gibi, Malatya Valisine düştü. 

Acılara sığınarak, muhalefete baskı ve tehditler savurarak, başarısızlıklarınızı örtbas etmek, gerçekleri gizlemek,  daha büyük acılara neden olacaktır,  sakın unutmayınız. 

PKK vahşetini lanetliyoruz. 

Güner Yiğitbaşı

15/02/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Yeniden Kuruluş Anayasası Yapacaklarmış
AKP Genel Başkanı ve partili Cumhurbaşkanı,  birden ortaya çıktı ve yeni anayasa yapmanın koşulları oluşmuştur,  deyiverdi. 

Bayram değil,  seyran değil, eniştem beni niçin öptü misali. 

Adama sorarlar, kardeşim;  ne oluyor,  anayasa daha yeni değişmedi mi, sürekli ihlal ettiğin anayasa,  senin yarattığın anayasa dışı  fiili duruma uydurulmadı mı, millete ait olan yasama, yürütme ve yargı yetkisinin tümünü, kendi vesayetin altına almadın mı, senden habersiz bir kuşun dahi uçamaz olduğu bir tek adam diktası yaratmadın mı, ne kaldı ki;  sana ait olmayan, ne istiyorsun bu milletten? Allah gözünü doyursun. 

Sayın ERDOĞAN;  senin iddia ettiğin gibi, yeni anayasa yapmanın koşulları oluşmadı, ülkenin çözemediğin ve sürekli halının altına süpürdüğün birçok sorununun çözümü için, senin;  yaklaşan demokratik seçimlerde, geldiğin usullerle,  iktidar koltuğundan gitmenin koşulları oluştu sadece. 

Sen de biliyorsun ki; yapılacak olan ilk seçimlerde,  bu halk seni sandığa gömecek ve iktidardan uzaklaşacaksın. 

Bunu bildiğin için, iktidarda nasıl kalırım diye kıvranıp duruyorsun ve her gün ortaya bir şeyler atarak,  milleti oyalamaya çalışıyorsun. 

Senin niyetin belli, artık hiçbir gizli yanı kalmadı. Sen,  ne yapıp,  yapıp hayatın boyunca başımızda kalmak, saraylarından tek başına ülkeyi istediğin gibi yönetmek istiyorsun, bu isteklerine hayat verecek yeni bir anayasa arayışı içindesin. 

Yani, anayasa;  yine, senin o doyumsuz ve bitmez tükenmez arzularına,  senin ömür boyu ve mutlak yetkilerle,  bu ülkeyi tek başına keyfi olarak yönetmenin önündeki kırıntı engelleri de kaldırarak,  tümüyle sana uydurulsun istiyorsun. 

Bu arada, nihai hedefin olan siyasal İslam’a dayalı yeni bir İslam ERDOĞAN Cumhuriyetini de hukuken kurmak istiyorsun. 

Bu nedenle, senin Meclis grup başkan vekilin olan bir zat; yapmayı düşündüğünüz yeni anayasanın, yeniden kuruluş anayasası olacağını söyleyerek,  baklayı ağzından çıkardı, Ayasofya Camisinin baş imamı olan kamu görevlisi de; yeni kuruluş anayasasına,  devletin dini, din-i İslam’dır hükmünün konulmasını buyurdular. 

Geçtiğimiz yıllarda da bir milletvekiliniz, Cumhuriyetin 90 yıllık reklam arası sona erdi diyerek, bir şeyleri ima etmişti. 

Aklınızı başınıza toplayınız. 

Hukukun üstünlüğüne dayalı, demokratik ve laik,  sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti 29. Ekim. 1923 de, onun deyimiyle ilelebet payidar kalmak üzere,  Büyük ATATÜRK tarafından kuruldu ve Dünya var olduğu sürece de,  o şekilde kalacaktır. 

Anayasamızın ilk dört maddesinde yer alan, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez olan Cumhuriyetin kuruluş değerleri ve ilkeleri, Türk Milletinin kırmızı çizgileridir. 

Yeniden kuruluş anayasası yapıyoruz gerekçesiyle, Türkiye Cumhuriyetini ve kuruluş değerlerini ortadan kaldırarak, kendi sapık nihai hedeflerinizi gerçek kılıp, otoriter  bir İslam Devleti şeklinde yeniden bir oluşum girişmenize,  bu millet asla müsaade etmeyecektir. Oturun oturduğunuz yerde. 

Siyasi ömrünün sandıkta sonlanması için,  iki yıl gibi çok  kısa bir süre kalmış olan bir siyasal iktidarın, yeni bir anayasa yapmanın koşulları oluşmuştur, yeniden kuruluş anayasası yapacağız diye ortaya çıkmasının anlamı,  çok açıktır, biz ülkenin yönetimini değiştireceğiz ve hayat boyu iktidarda kalacağız demenin kibarcasıdır. 

Sakın ha, bunu hiç denemeye kalkmayınız. 

Büyük ATATÜRK'ün sevdalısı Türk Milletinin;  yasalara ve demokrasiye, seçimle gelen iktidarlara olan saygısını zorlamayınız, Türk Milletinin sabrını sınamaya kalkmayınız, demokrasiye ve seçilmişlere olan saygıları nedeniyle, anayasayı ve özgürlükleri yok etmenize rağmen, sizlere tahammül ettiklerine sakın aldanmayınız. 

ATATÜRK'ün ne mutlu Türküm diyene diyerek; her dinden, ırktan ve mezhepten tüm insanları,  TÜRK ortak paydası altında ve Türk Vatandaşı olarak birleştirerek yarattığı Türk Milletini,  Devletin dini,  din-i İslam’dır saçmalığını anayasa hükmü haline getirerek, din üzerinden milletimizin birliğini bozmaya, ”Ne mutlu İslam’ım diyene” gibi,  bu ülkeye zarar verecek girişimlerde bulunmaya sakın kalkmayınız. 

Bu Millet, demokrasiye saygısı gereği, demokratik seçimlerle iş başına gelen iktidarlara sabır gösterdiği gibi,  demokrasiyi ve demokratik seçimleri ortadan kaldırmaya kalkışacak iktidarlara karşı, demokrasiye sahip çıkarak,  anayasal bir hak olan direnme haklarını da kullanmasını bilir. 

Sizler, bizim öyle niyetimiz yok, biz şu anda uygulamasak da halkımıza daha çok özgürlük tanıyan bir anayasa yapacağız diyorsanız, buyurun bunun için anayasa yapmaya gerek yok. Sadece,  mevcut anayasayı uygulayın bizler çoktan razıyız. 

Milletin özgürlüklerini artırmak istiyoruz diyorsanız; buyurun, Anayasanın tanımadığı bazı özgürlükleri,  bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya yasa çıkararak da milletimizin istifadesine sunabilirsiniz. sizi engelleyen mi var? 

Anayasalarda yazmayan özgürlükler kullandırılmaz diye bir kural yoktur. 

Anayasalar, özgürlüklerin sınırlandırılmasında önemlidir. Bir özgürlüğü,  ancak anayasada belirtilen koşullarla ve ölçüde, yasalarla  sınırlayabilirsiniz.  Ancak, anayasada yer almayan bir özgürlüğü,  yasalarla dahi insanlara tanıyabilirsiniz. Sizin elinizi tutan yok, çıkarın yasaları ve özgürlüklerimizi daha da genişletin, niyetiniz özgürlükçü bir anayasa yapmaksa. 

Ama sizin niyetiniz başka, siz üzüm yemek değil, bağcıyı dövmenin peşindesiniz. 

Ateşle oynamayın lütfen.  

Güner Yiğitbaşı

13/02/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Anayasa Mahkemesinin Hak İhlali Kararını Fırsata Çevirme Kararı
Anayasa Mahkemesinin;  Enis BERBEROĞLU hakkında verdiği ilk hak ihlali kararına,  tüm bağlayıcılığına rağmen,  yerel mahkeme ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tarafından uyulmamış, BERBEROĞLU hakkında yeniden yargılanma kararı verilmediği gibi,  milletvekilliğine de  döndürülmemiş,  avukatlarının ikinci başvurusu üzerine,  Anayasa Mahkemesinin;  ilk kararını aynen tekrarlayarak, ikinci kez oy birliğiyle aldığı hak ihlali kararına ise, yerel ağır ceza mahkemesi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı uymak zorunda kalmışlar, mahkeme kararının bugün(11/02/2021) Mecliste okunması ile BERBEROĞLU düşen milletvekilliği sıfatını ve statüsünü yeniden kazanmıştır. 

Aslında, yerel mahkemenin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Anayasa Mahkemesinin çift dikiş kararı üzerine, bu hak ihlali kararına kerhen uymuş olmaları, üzüntü vericidir. 

Bu çift dikiş karara, sarayın kerhen verdiği onaya dayalı, kerhen verilen bir uyma ile yüz yüze olduğumuz anlaşılmaktadır. 

Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararına uyulmasının ardında yaşadığımız gelişmeler göstermiştir ki; saray, pes etmemiş ve  BERBEROĞLU ile uğraşmaya ve yargıyı da bu intikamı için kullanmaya devam edecektir. 

Saray ve onun talimatıyla hareket eden yerel ağır ceza mahkemesi, beğenmediği ve ilk önce uymadığı Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararını, BERBEROĞLU'nun aleyhine fırsata çevirmeyi uygulamaya koymuşlardır. 

Hak ihlali kararına kerhen uymak zorunda kalan yerel mahkeme; adeta,  sen misin hakkım ihlal edildi diyen, ben sana gösteririm mantığıyla, hak ihlali kararına kerhen uyarken, istinaf ve Yargıtay denetiminden geçerek BERBEROĞLU'nun suçluluğunun sabit olduğunun kabulü halinde dahi, eyleminin hangi suça vücut vereceği hukuken kesinleşmiş olmasına rağmen, yerel mahkeme kendisini iddia makamının yerine koyarak, tarafsızlığını açık bir şekilde ihlal edip, istinaf ve Yargıtay denetimlerinden geçerek kesinleşen BERBEROĞLU'na atılı olan eylemi ve bu eyleme yönelik hukuki nitelendirmeyi dikkate almadan, yüksek yargı denetiminden geçerek belirlenen ve somutluk kazanan eylemi ve hukuki nitelendirilmesini yok sayarak, BERBEROĞLU hakkında; yasama dokunulmazlığı nedeniyle durma kararı verdiği davayla ilgili olarak, yeniden yargılamaya devam edebilmek için,  dokunulmazlığının kaldırılması talebiyle düzenlediği ve Adalet Bakanlığı vasıtasıyla Meclise gönderdiği fezlekede,  daha ağır cezalar içeren üç ayrı suçlamada, üç ayrı fiil atımında  bulunarak,  BERBEROĞLU'nun dokunulmazlığının kaldırılmasını talep etmiştir. 

Yerel Mahkeme; Anayasa Mahkemesinin ilk kararına uymayarak sergilediği hukuk dışı tutumunu, ikinci Anayasa Mahkemesi kararı üzerine kerhen verdiği uyma kararında da yinelemiştir. 

Ceza Muhakemesi Kanununun 225. maddesi çok açıktır. Yerel Mahkeme; meclise gönderdiği fezlekede,  BERBEROĞLU'na kesinleşen eylem ve hukuki nitelendirmeye aykırı olarak,  daha ağır cezalar içeren üç ayrı fiil ve suçu yüklemeye kalkışmıştır. 

Ceza Muhakemesi Kanununun 225. maddesi aynen şöyledir. 

(1)Hüküm,  ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir. 

(2)Mahkeme,  fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir. 

Hukukçu olmayanların anlayacağı şekilde basit olarak açıklamak gerekirsek,  CMK'nın 225.  maddesine göre, hakim; ancak,  iddia makamının,  iddianame ile kendi önüne koyduğu suç'a ilişkin fiil ve fail hakkında hüküm verebilir. Amiyane tabiri ile hakim;  ancak,  savcının kendi önüne koyduğu yemeği yiyebilir. Kendi kafasından yemek ısmarlayamaz. 

Ancak, hakim;  savcının önüne koyduğu fiilin, yani maddi eylemin hukuki nitelendirilmesinde, savcının nitelendirmesiyle bağlı değildir. Fiilin hukuki adını kendisi koyabilir. Yani, Fiil (a) suçunu değil,  (b) suçunu oluşturuyor diyebilir. Amiyane tabiriyle, hakim savcının önüne koyduğu yemeği, savcı çatalla ye dese bile, hakim kaşıkla veya avuçlayarak yiyebilir veya savcı sana verdiğim yemeğin üzerine kara biber serp dese de, hakim hayır ben  kırmızı biber serperek yiyeceğim diyebilir,  bu onun taktirindedir. 

BERBEROĞLU'na iddianame ile yüklenen ve hakim önüne sunulan suç oluşturan eylem ve bunun hukuki nitelendirilmesi, denetim mercileri olan istinaf ve yargıtay hakimleri tarafından yapılmış ve bu fiil ve  nitelendirme kesinleşmiştir. 

Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararına uyan yerel mahkemenin; yapacağı yeni yargılama sonunda, BERBEROĞLU'nun suçlu bulunması halinde hükmüne esas alacağı eylem ve bunun hukuki nitelendirilmesi belirlenmiş ve kesinleşmiş olup, buna rağmen, CMK'nın 225 ci maddesinin açık ihlali niteliğindeki fezlekesi, yerel mahkemenin bağımsız ve tarafsız bir yargı mercii olmayıp, bir intikam makamı olduğu ciddi  şüphesini doğurmuştur. 

Güner Yiğitbaşı

11/02/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Gazeteci Can Dündar Soruyor:
Cep telefonuma, bir dostun gönderdiği videoda, Avrupa’da kaçak olarak yaşayan Gazeteci Can Dündar, görüntülü olarak ülkemiz gündeminde de eleştiri konusu olan bazı olmuş ve olası olgular hakkında sorular sorarak ne yapmamız gerektiğini bize şöylece bildiriyor.

Biliyorsunuz, kendisi Türkiye’de gazeteci olarak çalışırken, yazdığı ve haber yaptığı MİT tırları konusundaki haberi yüzünden yargılandı, “vatan haini” diye suçlandı; şimdilerde Avrupa’da yaşamakta.


1-Hepimizin aklı karıştı. Bir akademisyenin yazdığı makalede başka birisinin makalesinden çaldığını anlarsanız, ne yaparsınız, rektöre gidersiniz. Ya çalan rektörse ne yaparsınız?


2-Ya yolda sakince yürürken, biri size saldırırsa ne yaparsınız, polise gidersiniz. Ya saldıran polisse ne yaparsınız.


3-Cinsel tercihinizden ötürü “sapkın” olarak suçlanırsanız, yetkililere bildirirsiniz. Ya sapkınlığı bildirdiğiniz kişi de LGBT li ise ne yaparsınız?


4-Biri de anayasayı ihlal ederse Anayasa Mahkemesine (AYM) başvurusunuz. Ya anayasayı ihlal eden Anayasa Mahkemesi ise ne yapacaksınız?


5-Yargıtay’da hiç görev yapmamış biri, Yargıtay adına Anayasa Mahkemesine aday gösterilirse Yargıtay’ı ayağa kaldırışınız. Peki, aday gösteren Yargıtay üyeleri ise ne yapacaksınız.


6-Birisi size yargı kararı olmadan “terörist” dese “hakaret” davası açarsınız. Peki, suçlamayı yapan İçişleri Bakanı ise ne yapacaksınız?


7-Ailenizden birisi kaybolursa emniyete gidersiniz, ya onu kaybeden emniyetse ne yatacaksınız?


8-Bütün uzmanların karşı çıkmasına rağmen, ülkenin ekonomisini yönetenler “enflasyonun nedeni faizdir” diyerek ülkeyi batırıyorsa ekonomi yönetimini uyarırsınız. Ya tezi savuna ekonomi yönetimi ise ne yapacaksınız?


9- Salgınla ilgili kamuoyuna sürekli yanlış bilgiler veriliyorsa Sağlık Bakanlığına başvurursunuz. Ya yanlış bilgileri veren Sağlık Bakanlığı ise ne yapacaksınız?


10-Bir din adamı çıkıp, “babanın öz kızına şehvet duymasına fetva verirse, Diyanete haber verisiniz. Peki, Fetvayı veren Diyanet Görevlisi ise ne yapacaksınız?


11-Diploması olmayan biri, varmış gibi yapıp kamuda yönetici olursa devlete haber verirsiniz. Ya diploması olmayan birisi cumhurbaşkanı olursa ne yaparsınız?


12-Evinize hırsız girerse otoriterlere bildirisiniz. Ülkenize hırsız girmişse, hatta yönetime gelmişse ne yapacaksınız? Zor değil mi? Evet çok zor.

Cevat Kulaksız

Videodan yazıya aktaran Cevat Kulaksız 

Oynatmaya Az Kaldı Doktorum Nerde?
(Müjde Ay'a Gidiyoruz)

AKP Genel Başkanı ve  partili Cumhurbaşkanı; sonunda,  müjdeyi verdi. 

Hazırlanın Ay'a gidiyoruz. 

Eksik olmasınlar, kadınlarımızı da unutmadığını gösterdi. Hatta,  kadınlarımız bile diyerek. 

Emin bir kaynaktan aldığımız bilgilere göre,  Ay'da pandemi de yokmuş!

Ama bir dakika. 

Pamuk eller cebe. 

İban numaralarınızı hazırlayın. 

Biliyorsunuz, hazine de para kalmadı ama, itibardan da tasarruf olmaz. 

Dünyada Ay'a ilk ayak basan Devlet Başkanının ERDOĞAN olması, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin itibarını parlatır. 

Cumhurbaşkanını Ay'a götürecek en pahalı ve donanımlı bir uzay aracını vakit geçirmeksizin milletçe satın alıp saray'a teslim etmemiz, bir vatan borcudur,  unutmayınız. 

Hay Allah az daha unutuyordum. 

2023 de Ay'a ayak basacak olan partili cumhurbaşkanına; bu müjdesinin karşılığı olarak, Marmaris Yazlık Sarayı, Ahlat Kışlık Göl manzaralı sarayı yanında, 2023 yılını temsilen, Ay'da 2023 metre karelik toprak parçasına oturacak olan, Dünyanın İstanbul Boğazı ve İstanbul Kanalının manzaralarına nazır lüks bir Uzay Sarayı da,  yakışır doğrusu!

Tekrarda fayda var, unutmayın. İtibardan tasarruf olmaz. 

Ay'daki saray işini de mutlaka halletmeliyiz,  2023 yılına kadar!

İki buçuk milyar dolar parayı sokağa atarak, Putin'in gönlünü hoş etmek için satın aldığımız ve depoda beklemeye aldığımız S-400 hava savunma füzeleri, 

Yoğun işsizlik, 

Hayat pahalılığı, 

Pandemi ile mücadelede yeterli olamama, insanlarımızı aşılayamama, işyerlerini zorla kapattırdığımız esnafımızı kendi kaderine terk etme, 

Merkez Bankası döviz rezervlerinin eksiye düşürülmesi, 

Cari açık, 

Her gün artan iç ve dış borçlar, artan faiz ve enflasyon, 

Üretimin ve büyümenin azalması, 

Tarımın çöküşü, tarım ürünlerini dahi ithal edişimiz, 

Çözülemeyen dış sorunlarımız, 

Açılmış ve üzerleri örtülmemiş birer çukur olarak beklemekte olan; Suriye, İdlip, Fırat’ın Doğusu, Kuzey Irak, Doğu Akdeniz, Libya cepheleri, 

Yargının acınacak hali, 

Ve daha nice sorunlar çözüm beklerken, 

Ay'a gidiyoruz sürpriz çıkışı, artık bir müjdemidir, halkımızla alay etmek midir, millete yapılan bir küfür müdür? Bilemiyoruz. Nasıl kabul ederseniz ediniz. Ama, müjde olmadığı kesin. 

Bilmem hiç tanık oldunuz mu?Bir insan,  diğer bir insana çok kötü haksız ve yersiz bir söz söylediğinde; söze muhatap olan kişi çok kızdığında,  karşısındaki sözü söyleyen şahsa aynen; ”Bunu bana söyleyeceğine, keşke anama küfür etseydin daha iyi olurdu, bu kadar üzülmezdim” der ya. 

Partili Cumhurbaşkanının; bunca öncelikli sorunlarımız varken, kovid salgınından her Gün yüzlerce insanımız, Dünyada hayata tutunamayarak,  acı çekerek, nefes alamayarak ölürlerken, hem de ciddi, ciddi, müjde olarak; AY'a gidiyoruz demesini, şahsen kendime  ve Türk Halkına  edilmiş bir küfür olarak algılıyorum. 

Allah, Türk Milletinin yardımcısı olsun, hepimize sabırlar versin. 

Hepimiz,  birer sinir hastası veya sinir hastası adayı olduk. 

Gerçekten;  o şarkıda olduğu gibi, “oynatmaya az kaldı, doktorum nerde” diye,  avaz avaz bağırarak, bir deli doktoruna koşar adım gitmek aşamasına geldik. 

Allah, aklımıza mukayyet olsun. 

Güner Yiğitbaşı

10/02/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

İhtirası Aklının Önüne Geçen Adama Açık Mektup
Kimden bahsettiğimi,  aklı başında olanlar anlamışlardır. 

Baş olmak siyasi ihtirasıyla yanıp kavrulan, ihtirasının önüne geçemeyerek,  aklını ihtirasının öne alıp kullanamayarak, kendince uydurduğu,  zamanlaması ve koşulları itibariyle,  haksız gerekçeler ileri sürerek,  CHP'den nihayet istifa edip parti kurma iradesini kamuoyuna açıklayan, çoğumuzun hayal kırıklığına yol açan Muharrem İNCE'den bahsediyoruz. 

Muharrem İNCE; sen kimsin be kardeşim?

Ben, hiçbir mesleği kötülemem, her meslek yücedir, hele bizleri yetiştiren öğretmenler yücelerin yücesidir ama,  sen nihayetinde bir öğretmensin. 

Sen,  bugün kendini CHP'den bile büyük görerek CHP'den istifa edip,  yeni bir parti kurma gücünü, cesaretini ve birikimini kendinde görebiliyorsan,  bunu öncelikle CHP'ye borçlusun sakın unutma. 

Binada yangın çıkmış, alevler çatıyı ve bacayı sarmış, çatı çökmek üzere, sen yangına su dökmek ve yangının sönmesi için bir çaba sarf etmiyor, yangını uzaktan seyrederek boş boş konuşup, nefesinle yangına körük oluyorsun. 

Ağır ve haksız suçlamalarda bulunarak istifa ettiğin CHP'de demokrasi olmadığını söylüyorsun. 

Belki haklısın. Ülkemizde mevcut siyasal partiler ve seçim yasalarının içerdiği hükümler itibariyle,  hiçbir partimizde, parti içi disiplini bozmamak koşuluyla,  parti içi demokrasi yok. 

Ama, bu olumsuz  koşullara rağmen, ülkemizde; yeterli olmasa da,  parti içi demokrasiyi kısmen sağlayabilen tek partinin CHP olduğunu da teslim etmelisin. 

Sen, 19 senedir iktidarda olan AKP içinde parti içi demokrasinin “d” sinin bile olmadığını bilmene rağmen,  haline niçin şükretmiyorsun?

Demek ki; bizim gibi demokrasi karnesi kırıklarla dolu,  geri kalmış ülkelerde,  bir siyasi partinin iktidar olarak, 19 yıl iktidarda kalabilmesi için, parti içi demokrasiye hiç de gerek yokmuş. 

Sen, az da olsa eski partin CHP de olan parti içi demokrasiden en çok yararlanan ve iki kez genel başkanlığa aday olabilen, bir kez de partin tarafından Cumhurbaşkanlığına aday gösterilme şansını bulabilen, ama sana tanınan bu hakları kullanarak seçilemeyen çok azınlık, hatta tek kişisin. Bu imkanlara rağmen, seçilerek CHP'ye genel başkan olamaman, ülkenin Cumhurbaşkanı olamaman,  demokrasinin cilveleridir. Bu başarısızlıklarının vebalini,  niçin CHP'ye yükleyerek,  CHP'yi parti içi demokrasi olmamakla suçluyorsun?

Sanırım sen, parti içi demokrasiyi, aday olduğun seçimleri kazanmakla eşdeğer görüyorsun. 

Muharrem İNCE; iki kez aday olduğu parti genel başkanlığı seçimlerini kazanamadığın için, CHP'de parti içi demokrasi yoktur sonucuna varıyorsun. Sen aday olabildiğine, AKP de siyaset yapmadığına  şükret kardeşim.  

Kötü emsal olamaz ama, şöyle bir etrafına, AKP'ye bir  bak, AKP'de, ERDOĞAN'a rağmen genel başkanlığa aday olunamadığı gibi, sesini yükselterek genel başkana söz söylemek, onu eleştirmek bile ağır suç, AKP de kurucu üye kalmadı,  hepsi partilerinden ya atıldılar,  ya da ayrılmak zorunda bırakıldılar. 

Sen kalkmışsın, CHP de demokrasi yok diyorsun, insanda biraz insaf ve utanma duygusu olur. Türkiye’de yaşayıp da bu gerçeklere gözlerini kapatarak, kendini İngiliz ve Alman demokrasilerinde yaşayan bir siyasetçi gibi hayal edersen,  hiç siyaset yapmamalısın. 

Sen,  CHP genel başkanı dahil,  CHP yönetimini alenen özgürce eleştirebiliyorsun,  genel başkanlığa aday olabiliyorsun, cumhurbaşkanlığına aday gösteriliyorsun, partine bayrak açarak, şehir şehir dolaşıp yeni bir hareket başlatabiliyorsun, CHP tüm bunlara tahammül ederek seni partiden ihraç etmiyor, sen daha ne istiyorsun Muharrem İNCE, partinin tapusunu cebine koymalarını mı istiyorsun?

Muharrem İNCE; teşbihte hata olmaz. Şu anda Dünya'yı kasıp kavuran ve milyonlarca insanı, önünde diz çöktüren,  hasta eden ve öldüren, ancak insan vücuduna ağız, burun ve hatta göz yoluyla girerek, ancak insan vücudunda hayat bulabilen ve çoğalan etkisini gösterebilen, tek başına,  insan vücuduna girip yerleşmeden,  bir hiç, etkisiz eleman olan  kovid virüsü gibi, sen tek başına bir hiçsin. Sen,  Muharrem İNCE olarak siyasette bir yerlere gelebilmişsen, CHP sayesinde, CHP içinde ve ortamında siyaset yaparak, siyasette bir yerlere gelebildin, milletvekili oldun,  CHP Meclis Grup Başkan vekili ve CHP Cumhurbaşkanı adayı oldun,  kendi kişisel katkın ve yeteneğin ne olursa olsun, CHP sayesinde tanındın kamuoyunda. 

KILIÇDAROĞLU yönetimini, ATATÜRKÇÜ olmamakla, ATATÜRK'ün ismini ağızlarına almamakla suçluyorsun. 

Burada da yanılıyorsun. ATATÜRKÇÜ olmak için aklına geldiğinde ATATÜRK'ün ismini anmak gerekmiyor. 

Bizler, sözde ATATÜRKÇÜ'lerden bıktık usandık, sözde değil, ATATÜRK'ün ilke ve devrimlerini, Cumhuriyetin en başta laiklik olmak üzere, tüm kurucu değerlerini savunan,  özde ATATÜRKÇÜ'ler istiyoruz. 

Sen, bu ülkede yaşamıyor musun, ülkenin;  ATATÜRK'ün kurduğu cumhuriyetin temel değerlerinden uzaklaştırıldığını,  siyasal islam bir diktatörlüğün ülkede kurulmak üzere olduğunun farkında değil misin?

Zaman,  ATATÜRK'ün ismini anma değil, ATATÜRK'ün kurduğu Cumhuriyete,  tüm değerleriyle sahip çıkma zamanıdır. En büyük ATATÜRKÇÜLÜK budur günümüzde. 

Sen çıkmışsın ATATÜRK'ün kurduğu cumhuriyete sahip çıkmak yerine,  iş başındaki demokrasi, cumhuriyet ve ATATÜRK düşmanlarını demokratik seçimlerle iş başından uzaklaştırmayı kendisine ilke edinmiş CHP'yi ve onun iş başındaki yöneticilerini,  dilden ATATÜRK dememekle suçlayarak,  ATATÜRK'ün yadigarı Cumhuriyeti ve değerlerini, demokrasiyi kurtarma gayreti içindeki CHP'yi suçlayarak, ATATÜRK'ün kurduğu CHP'den, zamansız istifa ediyorsun. 

KILIÇDAROĞLU yönetiminin; işi şansa bırakmadan, demokrasiyi ve ATATÜRK'ün kurduğu laik Cumhuriyeti mutlak surette kurtarmak ve düze çıkarmak için,  ATATÜRK ve Cumhuriyet değerlerine sahip bazı muhalefet partileriyle işbirliği yaparak,  onlara dostlarım demesini, dostlarımızla demokrasiyi AKP iktidarından kurtaracağız demesini, niçin içine sindiremiyorsun?

Zaman çok kısaldı, zamanla yarış içindeyiz,  ATATÜRK'ün kurduğu Cumhuriyet ve demokrasi,  elimizden kaymak üzere, bu nedenle işi şansa bırakmak istemeyen KILIÇDAROĞLU yönetiminin bu işbirliği gayretini niçin eleştiriyorsun?

ATATÜRK adına, ATATÜRK'ün kurduğu CHP gemisini, bu zor koşullarda terk etmen affedilir gibi değildir, bu satırların yazarı ben de; bir zamanlar,  senin CHP'nin başına gelmeni isteyen kişilerden biriydim, içinde bulunduğumuz bu zor şartlarda CHP gemisini terk edeceğini biliyor olsaydım,  asla destek vermezdim, iyi ki kazanıp CHP'nin başına geçmemişsin, bu da ülkenin bir talihi olsa gerek. 

Sen;  ne hakla,  ATATÜRKÇÜLÜĞÜ ve ATATÜRK değerlerini kendi tekelinde görüyorsun? Bu ülkenin muhafazakar kesimleri ve orta sağdaki muhafazakar partileri de,  en az senin ve benim kadar,  ATATÜRKÇÜ  ve ATATÜRK ilke ve devrimlerine sadık kişilerdir. 

Sayın İNCE; yeri gelmişken, size bir şeyi itiraf edeyim. Bu ülkede en nefret ettiğim ve gayri samimi bulduğum slogan nedir biliyor musun?

ATATÜRKÇÜ' lüğümden ve demokratlığımdan hiçbir okurumun şüphesinin olmadığını bilmemin rahatlığı içinde söylüyorum. Bu ülkede en nefret ettiğim ve samimi bulmadığım slogan; salonlarda ve meydanlarda toplanarak kitle psikolojisi ile “Mustafa Kemalin, ATATÜRK'ün askerleriyiz”  diye bağıran ve daha sonra arkasını dönerek gidip kış uykusuna devam eden, sizin çok sevip hoşlandığınız, sözde ATATÜRKÇÜLERİN haykırdıkları slogandır. 

Muharrem İNCE; ayinesi iştir kişinin,  lafa bakılmaz. 

İstifa etmekle, kendinizi yok ettiniz. 

İstifanızın, CHP ve Millet, demokrasi ittifakına zerre kadar zararı olmayacaktır, ancak Cumhur İttifakına moral kazandırdınız, onlara ve yandaş yalancı medya'ya sarhoş mezesi oldunuz, ne kadar övünseniz yeridir. 

Muharrem İNCE; siz önceki beyanlarınızla çelişerek inandırıcılığınızı da çoktan kaybettiniz. Yanlış hatırlamıyorsam,  Cumhurbaşkanı adayı olduğunuz dönemde, bir daha KILIÇDAROĞLU'nun karşısına rakip olarak çıkmayacağım sözünü vermiştiniz, şimdi ne yaptınız? Bırakın parti içinde kalarak, CHP genel başkanlığına aday sıfatıyla rakip olmayı, yeni parti kurarak ülke yönetiminde rakip olmaya kalkıştınız. 

Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde de, seçim gecesi seçmenlerimi yalnız bırakmayacağım,  avukatlar ordusu kurarak Yüksek Seçim Kurulu önünde nöbet tutacağım,  oylarınıza sahip çıkacağım sözünü vermiş olmanıza rağmen, kayıplara karıştınız,  ortalıkta hiç gözükmediniz, ilerleyen saatlerde pes edip, adam kazandı dediniz. 

İstanbul seçimlerinde, adaylığında,  beğenmediğiniz KILIÇDAROĞLU'nun imzası bulunan, onun eseri İMAMOĞLU;  aslanlar gibi savaştı, kendisine verilen oylarına sahip çıkarak, daha oyların sayımı bitmeden, işi olup bittiye getirerek, İstanbul Belediye Başkanlığını kazandıklarını ilan etmeye kalkışanlara pabuç bırakmadı ve söke söke seçimleri iki kez kazandı. 

Sayın İNCE; sen, başarısını ve dirayetini;  seçim kazanarak ve zorluklar ve engeller içinde görev yaptığı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğunda kanıtlayan, senden daha genç ve başarılı,  CHP'nin müstakbel genel başkanlığının en yakın adayı olan İMAMOĞLU gerçeğini görerek, CHP de kendine ekmek bulamayacağını, genel başkanlık veya başka bir başkanlık koltuğuna kavuşma ihtirasına kavuşamayacağını anlayarak, çok sevdiğini söylediğin ATATÜRK'ün kurduğu CHP gemisini terk ederek bir filikaya binip meçhule doğru yol alıyorsun. 

Yolun açık, kürekçilerin bol olsun, selametle bir karaya çıkarsın umarım. 

Güner Yiğitbaşı

09/02/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget