Genç, Pirhan ve çevresinde Şeyh Sait İsyanı başlarken Başbakan Fethi Bey, şöyle dedi: “Genç vilayetinde bazı asiler devlet kuvvetlerine karşı ayaklanmışlardır” diyor.(1)
İsyancıların dağıttığı belgelerde isyan nedeni hilafetçiliğin, şeriatçılığın isyanın temelinde yattığı bildirildi. Yine Başbakan Fethi Bey’in dediğine göre:
“-Ele geçen bir vesikadan anlaşıldığına göre Abdülmecid’in oğullarından birine halifeliğin verilmesi düşünülmektedir.
Başbakan Fethi Bey’in Meclise verdiği bilgide ısrarla şunları söylüyordu:
“-Diyarbakır’da, isyanla ilgili bazı kimseler 19 Şubat’ta hükümet konağına el yazısıyla yazılmış iki beyanname asmışlardı. Bunlarda Gazi’ye, orduya, memurlara ağız dolusu küfrediyordu”
Bir başka beyannamede Şeyh Sait’in İslam dinini yeniden kurmak üzere Allah tarafından memur edildiği bildiriliyordu. (sf 35)
-Şeyh Sait, Kozan eşrafından birine bir mektup göndermiş, mektup hükümetin eline geçmişti. Şeyh Sait bunda şöyle diyordu: “1300 seneden beri Cenabı hakkın Peygamber Efendimizi göndermekle neşir ve tebliğ ettiği dinimizi imhaya çalışanlara karşı harp ilan ettim. Bunda bana yardım edilmezse, cümlece mahvoluruz”.
“Arnavutluk isyanı, 31 Mart hareketi gibi olaylarla “Şeyh Sait vakası” arasında paralellik” kurdu ve bunların hepsinin altında “din mahvoluyor! Şeriat elden gitti” temasının bulunduğunu söyledi. (Sf 36)
Şeyh Sait ve atlıları Piran’da bekleniyorlardı. Piran’da Sait’in kardeşi Abdurrahim oturuyordu. Oranın sahibiydi. Köylülerini toplamış ve kardeşini karşılamaya çıkmıştı. Köylüler, Şeyh Sait’i gördüklerinde yerlere kapandılar, tekbir getirmeye koyuldular. Kafile hep birlikte köye girdi. Şeyh Sait tekbirler arasında Abdürrahim’in evine yerleşti. Sf 39
Şeyh Sait ve ailesinin hayvanları sürekli artması, elbette ki, cahil Kürt köylülerinin şeyh aracılığıyla cennette bir yer sağlayabilmek için koyunlarını, kuzularını seve seve ona hediye etmelerinin sonucudur. Şeyh aynı zamanda orada devlettir de. O zaman hediyeler bir çeşit vergi de sayılabilir.
Şeyh Sait sürüleri gittikçe böylece artarken, bu sürüleri zaman zaman, kuzeyden aldıkları bu hayvanları Güney’e götürür Halep’te satardı. Yüzlerce defa Hınıs Halep arasında sürülerle gidip gelmiş, yoksulun malı ile ticaret yapmış servetini gittikçe artırmıştı.
Beşi kız, beşi erkek on çocuğuyla Şeyh Sait, bir hanedanın başında geliyordu. Sf 41
Şeyh Sait, o bölgede Hınıs, Varto, Genç, Palu, Pirhan gibi yerlerde atlıları ile geziyor, bölgenin ağalarından atlılar temin ediyordu. Gittiği her yerde vaazlar veriyor, vaazlarında işlediği tema, dinin elden gittiği ve hilafetin kaldırılmasıyla dinsizlerin hükmü altına düşüldüğü idi. Genç Valisi İsmail Hakkı da, bu söylem ve hareketlere göz yumuyor gibiydi.
Şeyh Sait’in üç karısı vardı, 25 Haziran 1925 de asılacağı sırada iki karısı olduğunu söyledi.
Palu ilçesi 1925 yıllarında nüfusu 20 binin üstünde imiş. Şeyh Sait isyanında Palu ilçesinin alınması için Şeyh Sait’in komutanlarından Şeyh Eşref’i görevlendirmiş. Şeyh Şerif ilçeyi bir tek kurşun atmadan aldı.
Bunun nedeni, Şeyh Sait tarafından “Elazığ’ın fethi” ne memur ettiği Şerif’in, Palu’yu kuşattığında yaptığı bir açıkgözlülüktür. İlçenin kuşatıldığında ilçenin yöneticileriyle bazı eşraf Şeyh Şerif’e bir “heyet-i nasiha” (nasihat heyeti) gönderdiler. İlçenin muteber simaları heyetin içindeydi. Şeyh, bunları derhal tutukladı ve bütün önlemler alınmış olduğu halde, şeyhin bu kimseleri öldüreceği korkusu, karşı koymayı engelledi. Devletin subayları ateş ettirmediler.
Palu böylece düşünce Elazığ’ın yolu açılmıştı. Hele 21 Şubat 1925 de 14. Süvari Alayımız Hani’de, 11. Süvari Alayımız Cüz’ide pusuya düşürülüp esir alındıktan sonra Şeyh Sait’in ilerlemesi büsbütün kolaylaştı.
Asiler Şeyh Sait’i “Emir-ül mücahidin” yani asilerin başkomutanı olarak biliyorlardı. Asiler ellerinde yeşil bayraklar ağızlarında “Sallahü-aleyhum! Ya Allah, teslim… Teslim..” haykırışları ile köylüleri, yoksulları başlarına topluyorlardı. 24 Şubat 1925 de Elazığ Şeyh Sait kuvvetlerinin eline geçti. Güya din adına savaşan Şeyh Sait asileri Elazığ’a girince bütün devlet dairelerini, birçok evi yağmaladılar.
Elazığlıların son anda sopalarla direnmeleri üzerine, asiler “Malatya’ya gidiyoruz! Müslüman olan arkamızdan gelsin”! Sesleri arasında Malatya’ya doğru yola çıktılar.
Şeyh Sait, din adına, şeriat adına cahil köylüleri kandırarak, başına binlerce silahlı adamları toplamış, Elazığ, Diyarbakır civarında pek ilçe ve köyleri işgale devam ederken, Ankara’daki Cumhuriyet hükümeti, genç cumhuriyete kastetmek isteyen, ihanet eden bu hainlere karşı kesin darbeyi vurmak için hazırlıklara başlıyordu.
Atatürk’ün Başbakanı nasıl değişti? Başbakanı değiştiren davranış
Doğu’da Şeyh Sait isyanının devam ettiği günlerin birinde, Atatürk arkadaş ve dostlarını Köşkte bir oyun partisine davet etti. (O zaman şimdiki köşk yapılmamıştı). Davette Gazi, Başbakan Fethi Bey, İsmet Paşa, Falih Rıfkı, Yakup Kadri ve bazı bayanlar bulunuyordu. Masalarda poker ve briç oynanıyordu. Gazi bir masada, Başbakan Fethi Bey başka masada, İsmet Paşa da başka masada oyun oynuyorlardı.
Gazi’nin masasında oyunun en fazla kızışmış olduğu bir sırada, Cumhurbaşkanının emir subayı kendisine bir kâğıt getirdi. Bu Doğu’dan gelen bir haberdi. Gazi yazıyı dikkatle okudu, yüzünün ifadesinden memnun kalmadığı, önemli bir mesaj olduğu anlaşılıyordu. Gazi’nin gözünde bir şimşek çaktı, emir subayına yazıyı geri verdi ve dedi ki:
“-Al bunu, Fethi Beyefendiye götür.”
Gazi, masasında beraber oyun oynamakta olduğu arkadaşlarına döndü:
“-Çocuklar, dikkat ediniz!”
Gazi, kendisinden biraz genç arkadaşlarının hepsine, sevgi, şefkat ifadesi olarak “çocuk” demek âdetindeydi.
Gazi ve masadakiler, oyun oynamakta olan öteki masadaki Başbakan Fethi Bey’in masasına yan gözle olayın sonrasını izlemeye koyuldular.
Emir subayı, Başbakan Fethi Bey’in masasına gitti. Orada da oyunun kızışmış bir hali olmalıydı ki Başbakan Fethi Bey, emir subayına kendisini rahatsız ettiğinden dolayı kızgın bir tavırla:
“- Ne var?” diye sordu.
Emir subayı, raporu Başbakana uzattı. Başbakan Fethi Bey kâğıda şöyle bir göz attı. “Sonra bakarız” diyerek geri verdi, tekrar oyuna döndü. Gazi, alçak bir sesle emir subayına seslendi, kendisini yanına çağırdı.
“-Yazıyı İsmet Paşa’ya götür…” dedi.
Emir subayı bu defa İsmet Paşa’nın oyun oynadığı masaya yaklaştı. Raporu verdi. İsmet Paşa da önce bir göz attı. Sonra oyunu bıraktı, yazıyı dikkatle okumaya koyuldu.
Gazi’nin masasından İsmet Paşa’yı seyrediyorlardı. İsmet Paşa, hükümette değildi ve bir sorumlu mevki işgal etmiyordu. İskemlesini biraz geriye doğru aldı, bir sigara yaktı. Okumaya devam ederken düşünceli bir hali vardı. Sigarasından derin nefesle çekiyor, satırlar üzerinde duruyordu. Raporu bitirdikten sonra gözleri bir an daldı, kâğıdı emir subayına geri verdi, oyun arkadaşlarına bir şey söyleyerek kalktı.
Gazi her şeyin farkındaydı. İsmet Paşa yanından geçerken sordu:
“-Nereye?”
İsmet Paşa soruyu bir soruyla karşıladı:
“-Raporu sen okuyup göndermedin mi?”
Gazi:
“-Evet,” dedi.
“-Tedbir almak lazım.”
Gazi, İsmet Paşa uzaklaşınca Falih Rıfkı’ya ve Yakup Kadri’ye döndü:
“-İşte fark!”
Bahsettiği, Başbakan Fethi Bey’le İsmet Paşa arasındaki farkı vurgulamak istiyordu.
Fethi Bey’in Başbakanlıktan istifasını, Anadolu Ajansı hemen o gece bir resmi bildiri halinde duyurdu. Cumhurbaşkanı Gazi, Fethi Bey’in istifasını kabul etti, sonra İsmet Paşa’yı çağırdı. Cumhurbaşkanı İsmet Paşa’ya Başbakanlığı verirken yanında Meclis Başkanı Kazım Paşa da bulunuyordu. Gazi Paşa, İsmet Paşa’ya, Fethi Bey Hükümetinin istifası haberini verdi ve yeni hükümeti kurmasını ondan istedi. Sf 61-62-63
İsmet Paşa, Meclis’ten tam yetki yanında Takriri Sükûn Kanunu ve İstiklal Mahkemesi yasalarını çıkartıp Doğu’da kolordu ile Şeyh Sait İsyanının üzerine yürüdü. Biz nice öteki ayrıntıları tarihin sayfalarına bırakarak sadece sonucu sunalım.
Şeyh Sait kolordunun yoğun takibinden kurtulamadı, güya din ve şeriat adına nice kanlar döküldükten sonra heybesinde, nice cahil, yoksul insanlardan dini sömürü ile elde ettiği 4 bin 500 lira para, binlerce altınla 15 Nisan 1925 de Türk ordusuna teslim oldu.
Diyarbakır’da kurulan İstiklal Mahkemesinde tüm suçlular yargılandı, Şeyh Sait dâhil 29 kişi 28-29 Haziran 1925 gecesinde asıldılar. Yargılamaları ve idamları seyreden Diyarbakır halkı, “yaşasın inkılap, yaşasın Cumhuriyet” diye alkışlıyorlardı. Asılanlar arasında Genç Tahrirat Kâtibi Tahir, Bucak Müdürü Tayyip de vardı. Çapakçur Kaymakamı Çerkez Hüseyin Hilmi, idama mahkûm olduğu halde, İstiklal Savaşı’nda hizmeti geçtiğinden Konya’da 15 yıl kürek cezası çekecekti.
Genç Cumhuriyet’e kafa tutan, isyan eden Şeyh Sait idam sehpasına giderken, mahkeme başkanına, “keşke Edirne’de 101 yıl hapis verseydin” diye sitem ediyor, “paralarımı evlatlarıma verin” diyordu.(2)
Laik TC, din ve şeriat adına Şeyh Sait ve Kubilay olayı, isyanları, kalkışması ile kan dökülerek suikasta uğradı. Atatürk, laiklik, aydınlanma düşmanları baktılar ki silahla baş edemiyorlar, 1950 den sonra siyasi partilerle gizli açık hainliklerini sürdürdüler. Son olarak 2 Temmuz 1993 de Sivas Madımak katliamında da yine din ve şeriat adına 34 aydını yakarak tarihe kapkara bir leke olarak yazıldılar. Halen din şeriat adına, laiklik aleyhine Fetullah’ından bilmem kimine kadar en şeytani siyasi gayretlerini sürdürüyorlar.
(2014 de Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin aldığı meclis kararıyla ve AKP lilerin desteği ile 1925 yılında İstiklal Mahkemesi tarafından 47 arkadaşıyla Dağ kapı meydanında idam edilen Şeyh Said’in ismi asıldığı yere verildi).
Bu tehlikeyi gören Gazi Mustafa Kemal Atatürk ne demişti:
“Bizi yanlış yola sevk eden habisler, büyük ölçüde din perdesine bürünmüşler, saf ve nezih halkımızı, hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar, hep din kisvesi altındaki küfür ve melânetten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırdılar.
Hâlbuki elhamdülillah hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız.
Artık bizim dinin icabını öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında aldığımız dersler, bize dinimizin esaslarını anlatmaya kâfidirler.”(3)
Her Türk Genci, Şeyh Sait İsyanı, Kubilay Olayı, Madımak Katliamı gibi gerici kalkışmalarını iyi analiz etmeli, Atatürk’ün bu sözü ile kıyaslayıp, özümseyip Laik TC ne tehlikenin nereden geldiğini iyi öğrenmelidir.
Cevat Kulaksız
SONNOTLAR
(1) İlçenin eski adı kelime anlamı olarak çeşme ağacı anlamına gelen "Dara hini"dir. Ancak bu ad bir efsaneye göre, simdi ki Genç ilçesi yakınında günümüzde Kral Kızı Kalesi olarak bilinen ve Pers hükümdarı Dara tarafından yaptırılmış olup, o günler Dara Hini olarak adlandırılan kaleden gelmektedir. Cumhuriyet döneminde bu ad Genç olarak değiştirilmiştir. Genç ilçesi il olmadan önce komşu sancak ve eyaletlere bağlı kalmış eski bir ilçe merkezidir. Osmanlı Devletinde 1878 yılında yapılan idari teşkilatlanma sonucunda kurulan Bitlis vilayetine bağlanan Genç ilçesi 1924-1927 yılları arasında Genç vilayeti haline getirilmiştir. 1927 yılında ilçe haline getirilerek Elazığ'a bağlanmıştır. 1936 yılında Bingöl vilayeti kurulunca Genç ilçesi bu vilayete bağlanmıştır. İl merkezine uzaklığı 20 km' dir. https://bingol.ktb.gov.tr/TR-91583/genc-ilcesinin-tarihcesi.html
(2) Şeyh Sait ve İsyanı Metin Toker Bilgi Yayınevi 1994
(3)1923’te Adana Türk Ocağı’nda esnaf ve sanatkârlara yaptığı konuşmadan
Yorum Gönder