Benim cansız bedenimi Anıtkabir’e defnettiniz, milli bayramlarda ve diğer özel günlerde, özellikle ölüm yıldönümüm olan 10. Kasımlarda, kabrime gelerek, beni anıyorsunuz, mutlu oluyorum. Hepinize teşekkürler ediyorum.
Ancak, ülkenin gidişatı beni çok endişelendiriyor, hiç huzurlu yatmıyorum.
Herkesin ağzında bir ATATÜRK sözüdür gidiyor.
Görünüşe bakarsanız; herkes, beni seviyor ve ATATÜRK'çü olduğunu savunuyor.
Ama ben, kimlerin ve hangi kesimlerin beni sevmediklerini çok iyi biliyorum, inanın bana, bir kesimin beni sevmemelerine hiç de üzülmüyorum, hatta seviniyorum. Herkesin beni sevmesini, ilkelerimi benimsemesini de beklemiyorum, bu benim için akılcı ve gerçekçi bir beklenti olamaz.
Kalben, beni çok sevdiklerinden emin olduğum, bir araya geldiklerinde “Mustafa Kemal'in, ATATÜRK'ün askerleriyiz” diye slogan atıp bağırarak, sonra hiçbirşey olmamış gibi susarak, seslerini çıkaramayanlaradır, benim asıl üzüntüm ve kızgınlığım.
Ben sizlere; demokratik, laik ve özgür bir devlet bıraktım, birilerinin beni sevmeme özgürlükleri de vardır tabi, ama hakaret etmeden.
Duydum ki; devletimizin yönetim sistemi değiştirilmiş, parlamenter sistem rafa kaldırılarak, kurtuluş savaşını yöneten, kurucusu olduğum Türkiye Büyük Millet Meclisi, işlevsiz bırakılmış, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi adı altında, benim hiç duymadığım ve bilmediğim, ülkenin tüm kaderini sarayda oturan bir şahsın iki dudaklarının arasına bırakan, ucube bir sistem tesis edilmiş ve sizler de oylarınızla bu ucube sisteme onay vermişsiniz.
Beni çok yanılttınız, bu sisteme onay verenlerin çoğunlukta olduğu bir Türkiye Cumhuriyeti; benim kurarak sizlere ve Türk Gençliğine emanet ettiğim Türkiye Cumhuriyeti olamaz.
Sizler ne biçim ATATÜRKÇÜ'sünüz, bana söyler misiniz?
Bu ülkenin; emperyalistlerden ve onların yerli işbirlikçisi, işgal altında bulunan İstanbul’daki Osmanlı Saraylarında oturan hainlerden kurtaran benim dahi, tek başıma sahip olamadığım, sahip olmak da istemediğim, sınır ve denetim tanımayan yetkileri, hangi hakla ve akılla o tek adama verebildiniz?
Hangi hakla, benim kurduğum ve kurtuluş mücadelesinin mabedi gazi meclisi devre dışı bıraktınız, işlevsiz bir siyasi dernek haline getirdiniz, bu mudur sizin ATATÜRK severliğiniz?
Ben sizlerden; sözde değil, özde ATATÜRKÇÜ olmanızı, beni özde sevmenizi ve sizlere bıraktığım eserlere, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetine sahip çıkarak korumanızı istiyorum ve hatta emrediyorum.
Cumhurbaşkanlığı sarayı da ne demektir, benim dahi oturduğum ve Türkiye Cumhuriyetini yönettiğim, o tek adama kadar ülkeyi yöneten tüm Cumhurbaşkanlarının oturup çalışmalarını yürüttüğü Çankaya Köşkü neyine yetmemiş, o tek adamın, 0 kişi, saraylarda doğup saraylarda mı yaşamış ki?
Ben, saraylara yakışan, saraylarda oturan ve oradan ülkeyi yönetmeye çalışan, saraylarla özdeş saltanatı, boşuna mı kaldırdım, benim canım yok muydu saraylarda oturmak için?
Ben, milletimin gönül saraylarında oturarak, ülkeme yararlı çalışmalarımı mütevazi Çankaya Köşkünden yürüttüm, milletimden uzaklaşmadım, sarayların kalın duvarları arkasında milletimden gizlenmedim, milletimden korkmadım, kendimi uzun koruma konvoylarıyla koruma altına alarak özgürlüğümü kısıtlamadım, yaşarken öldürmedim kendimi.
O tek adam saray yönetiminin, Osmanlı saray ve saltanat rejiminden dahi otoriter, can sıkıcı ve özgürlükler düşmanı olduğunu, devletin temeli olan adaletin yok edildiğini, adalet sağlayan yargının, saraydaki tek adamın emir kulu haline getirildiğini, insan hak ve özgürlüklerinin, basın özgürlüğünün yok edildiğini, herkesin saraydaki o tek adam gibi düşünmesinin istenildiğini, liyakatin değil, itaatin, saray yönetiminin önceliği olduğunu, anayasanın rafa kaldırıldığını, İstanbul belediye seçimlerinde olduğu gibi, millet iradesine saygının kalmadığını, Türk Milletinin yaklaşan seçimleri endişe ile beklediklerini görüyorum.
Saraydaki tek adamın; halk oylaması ve anketlere göre, gidici olduğunu sarayı boşaltmak zorunda kalacağını bildiği için, bir arayış içinde bulunduğuna, muhalefeti ve demokrasi cephesini parçalamak için elinden gelen çabayı gösterdiğine, tanık oluyorum.
Ben, kurucusu olduğum CHP'nin altı okundan birisi olan milliyetçilik ilkesini; Bir üst kavram olarak, Türk Milletini oluşturan tüm yurttaşların etnik, dinsel ve mezhepsel kökenlerine bakmaksızın, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin çatısı ve bayrağı altında toplanan, yürekleri hep birlikte ve aynı amaçlarla, devletimizin, güzel yurdumuzun ve asil milletimizin yararları doğrultusunda çarpan, ülkesinin yararlarını, kendi yararlarının üzerinde tutan insanların yüreklerinde hissettikleri bir değer ve güzel bir duygu olarak anlıyorum ve kabul ediyorum, bu nedenle, sizlerden de milliyetçiliği, ayrıştırıcı değil, birleştirici bir değer olarak kabul edip benimsemenizi istiyorum.
Saraydaki tek Adam’ın; anayasaya göre bağlayıcı ve uyulması zorunlu olan Anayasa Mahkemesinin ve Avrupa İnsan hakları Mahkemesinin kararlarına uyulmamasını savunarak, mahkemeleri bu şekilde etkisi altına alıp, uygulanma bekleyen bağlayıcı yargı kararlarını uygulatmazken, anayasanın değiştirilmesi zamanı gelmiştir diye ortaya çıkmasındaki gerçek sebebi, kavrayın lütfen.
Demokratik devletlerde, anayasalar; zaman içinde özgürlükleri daha da artırmak, genişletmek ve ülkeyi daha demokratik kılmak amacıyla değiştirilir.
Saray yönetiminin; sarayın kalın duvarları ardından ülkeyi şeffaf olmayan antidemokratik usullerle yönettiğine bakarak; bu yönetimin, milletin hayrına ileri ve özgürlükçü bir anayasa değişikliği yapmasının mümkün olmadığını, asla aklınızdan çıkarmayın ve bu değişiklik tekliflerine kulak asmadan, yapılacak olan ilk seçimlerde birlik olun ve bu saray yönetimine, geldikleri gibi demokratik seçimlerle son verin.
Saray yönetiminin yeni anayasa girişimi; seçim anketlerine göre sona erecek olan saltanatlarını devam ettirme arayışı ve gayretidir. Tek adam, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yine kırmızı çizgileri olacak ve bu ucube yönetim, yerini parlamenter sisteme bırakmayacak, tavşana sunulacak bir iki göstermelik havuç karşılığında, cumhurbaşkanı seçim koşulları değiştirilerek, yüzde elli artı bir seçim oranı terk edilerek, en fazla oyu alan şahsın cumhurbaşkanı seçilmesi yolunun önünün açılması, denenecektir. Asıl amaç budur.
Mevcut anayasayı bile uygulamayan, sürekli ihlal eden, Anayasa Mahkemesinin bağlayıcı kararını uygulatmayan saray yönetiminin iyi niyetine inanmak, büyük bir gaflet ve hatta vatana ihanettir.
İktidar böyle de, sanki muhalefet hırlı mıdır?
Muhalefet de aklını başına toplamalı ve yaklaşan seçimlerin, kendileri ve ülkeleri için son şansları olduğunu, akıllarından çıkarmamalıdır.
Benim kurucusu olduğum, ülkeye büyük hizmetler yapmış olan CHP içindeki kaynamalara da canımın çok sıkıldığını belirtmeliyim.
Benim de mezun olduğum Kara Harp Okulu mezunu, mevcut iktidarın ve ortağı bir cemaatin gadrine uğrayarak, kendisine CHP tarafından sahip çıkılan ve kendisini ATATÜRKÇÜ ilan eden bir eski teğmen, kalkmış benim adımı da kullanarak, bu kritik dönemde CHP'yi ağır bir şekilde suçlayarak istifa etmiş.
Bu, nasıl bir Harp Okulu olmaktır?
Parti yönetimini beğenmiyorsan, uygun bir ortam ve zamanda, parti içinde demokratik olarak mücadele ederek, gördüğün hataların düzeltilmesi için, çaba sarf edersin, parti içinde kalarak mücadeleni verirsin.
Bu teğmenin yaptığı şey, harp meydanından kaçmaktır. Bir de ATATÜRK'çü olduğunu söylüyor ve eleştirdiği yönetimdeki partili arkadaşlarının ATATÜRK'çülüklerine dil uzatıyor, bu ülkenin kurtuluşu adına, ben de; kafa yapılarımız, Dünya görüşlerimiz asla uyuşmayan insanlarla, ülkenin kurtuluşu ve özgürlüğüne kavuşturulması ortak paydasında birlikteliğimi sürdürdüm, pes etmedim, ülkenin kurtuluşu için yapmam gereken mücadeleden, cepheden asla kaçmadım, gemiyi terk etmedim. Sonunda millet kazandı.
Bu, milliyetçi ve ATATÜTK'çü olduğunu iddia eden teğmen; CHP'nin, yasal bir parti olan HDP'ye yakınlaşmasını da içine sindirememiş. Bunu asla kabul edemem, hakimiyet kayıtsız şartsız millete ait olduğuna ve o partinin taraftarı olan Kürt seçmen vatandaşlarımız da, benim etnik olmayan Türk Milleti anlayışımın bileşenleri olduğuna göre, o teğmen dahil, hiç kimsenin kurtuluş savaşında yanımda savaşan Kürt kökenli vatandaşlarımı; oy verdikleri partinin üzerinden dışlayıp, itibarsızlaştıramazlar, buna hak ve yetkileri asla yoktur.
İktidarıyla, muhalefetiyle aklınızı başınıza toplayınız, ülkenizi seviniz, ülkenizin yararını, kendi yararlarınızın üzerinde tutunuz.
Beni üzmeyiniz.
Aksi halde, gelmeyiniz yanıma ve beni rahat bırakınız.
Olmadı, ayaklarıma, çizmelerimi giymek zorunda bırakmayınız. ”
Der miydi sizce?
Güner Yiğitbaşı
02/02/2021
Hukukçu
Yorum Gönder