Aralık 2020
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Yılbaşında Hatırlanan Koronavirüs
Bu iktidar; halka hiçbir şey vermeden, pandemi nedeniyle işleri bozulanlara parasal yardımlar yapmadan, halkımızdan  sadece isteyen, halka yasak üzerine yasaklar koyan, halka koyduğu yasakları kendisi için yok sayan, her fırsattan kendi ideolojisi için ganimet elde etmesini çok iyi beceren, gerçekten yasakçı ve insaftan yoksun bir iktidar. 

Yılbaşına, yılbaşı eğlencelerine ve yılbaşında halkın içki almasına karşılar ya, koronovirüs salgınını fırsat bilip, halka bir yılbaşı kutlamasını dahi çok gördüler. 

Evet, umumi yerlerde, otellerde ve eğlence yerlerinde kalabalıkların toplanarak yılbaşı eğlencesi yapılmasını yasaklayabilirsiniz, halkın maske ve mesafe kuralını ihlal etmelerini önleyecek tedbirleri,  alabilirsiniz. 

Ancak bu tedbirlerde bir aşırılık,  ayrımcılık ve çifte standart uygulamamak gerekir. 

Halkın kalabalık topluluk haline gelmelerine ve mesafe kuralına uymamalarına yol açan organizasyonlar, kutlamalar yasaklansın ama, Allah'tan gelen bir pandemi nedeniyle,  toplu Cuma namazlarına da yasak getirilmesi sanırım Allah'ı kızdırmaz, o yüce yaratık kullarını anlar ve günah yazmaz. 

Hal böyleyken,  siz kalabalık toplu Cuma namazlarını engellemeyin, halkın neredeyse evlerinde ve evlerinin önündeki yılbaşı kutlamasına kadar uzanan yasaklar getirin. 

Olmaz böyle bir saçmalık. 

Yılbaşı kutlamaları hakkında önemli uyarılarda bulunan Erdoğan,  “Bütün güvenlik güçlerimiz tedbiri alacak.  Bunlara müsaade etmemiz mümkün değil.  Gerekli operasyonlar yapılır.  İnsanımızın hayatı her şeyin ötesinde.  Başta İçişleri Bakanlığımız olmak üzere her türlü tedbiri alarak bunların üzerine gidecek” ifadelerini kullanmıştır. 

İçişleri Bakanı da yayınladığı genelge ile “Kovid-19 salgınıyla mücadelede alınan diğer önlemlerle birlikte,  konaklama tesisleri ve kiralık villa benzeri yerler de dahil olmak üzere hiçbir mekanda yılbaşı partisi veya kutlama organizasyonu yapılmamasına yönelik gerekli planlama,  koordinasyon ve denetim faaliyetleri eksiksiz şekilde yerine getirilecek. " diyerek yılbaşı kutlamalarını yasaklamıştır. 

Genelgedeki; ”hiçbir mekanda “tabiri, ucu açık bir tabir olup, güvenlik güçleri evlerdeki kutlamalara dahi müdahale edebilecektir. 

BOLU Valisi Ahmet Ümit de Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanından geri kalır mı hiç,  o da Koronavirüs'le mücadele kapsamında yılbaşında alınan tedbirleri en üst seviyeye yükselterek, "Bir evde eğer normalin üzerinde insan varsa o evdeki herkese cezai müeyyide uygulanacak" şeklinde ferman çıkarmıştır. 

Bolu Valisinin koyduğu yasakta yer alan “ Bir evde eğer normalin üzerinde insan varsa” tabirinden ne anlamak gerekecektir, kaç insan normal, kaç insan normalin üzerinde sayılacaktır?

Anlaşılıyor ki; insanlar, mesafeye dikkat ederek,  yakınlarıyla bir evde toplanarak mütevazi bir yılbaşı kutlaması yaptıklarında dahi, acımasız ve işgüzar bir komşu ihbarı ile gözaltına alınacaklar, haklarında cezai işlem uygulanabilecek ve yılbaşıları zehir olacaktır. 

Ama,  toplu Cuma namazları serbest olacak, saraydaki sazlı ve sözlü davetler koronovirüse rağmen devam edecektir. 

Böyle bir saçmalık olamaz. 

Olursa da,  bizim gibi muz cumhuriyetlerinde olur sanırım. 

Tüm yasaklara rağmen; 

Evlerinizdeki eğlenceniz;  bol ve neşeli, 

İçtiğiniz içkileriniz afiyet, 

2021 yılı,  olabildiğince mutlu ve sağlıklı, 

Yapılacak bir erken seçimle, 2020 yılı, bu yasakçı iktidarın son yılbaşısı olsun inşallah. 

Güner Yiğitbaşı

31/12/2020

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


Yeni Yıla Girerken - Güner Yiğitbaşı
Bizim de kullanmakta olduğumuz takvime göre; 1. Ocak. 2021 günü, içinde bulunduğumuz 2020 yılının tamamlanarak sonlandığı ve içine gireceğimiz yeni yılın ilk günüdür. 

Yılbaşı, İsa'nın doğum günü olarak kabul edilen 25 Aralıkta kutlanan Hristiyanların Noel Bayramı ile karıştırılmamalıdır. Yılbaşının,  dini ve kutsal bir yanı bulunmamaktadır. 

Bunu karıştıran bazı dini kesim,  biz Hristiyan değiliz, Müslümanız,  yeni yılı kutlamayız diyerek,  yılbaşı kutlamalarına ve kutlayanlara eleştirel bir gözle yaklaşmaktadırlar. Bu değerlendirme ve yaklaşım yanlıştır. 

Yılbaşı bir bayram değildir, bir takvim olayıdır. 

İçinde bulunduğumuz 2020 yılının bittiği günü, yeni 2021 yılının ilk gününe bağlayan 31. Aralık gecesi; pandemiden kaynaklı alınan yasak ve tedbirler nedeniyle, bu sene  kutlayamayacak olsak da,  normal koşullarda,  insanların,  evlerinde veya evlerinin dışındaki eğlence mekanlarında,  masalar kurarak ve özel olarak hazırlanan yemekleri yiyip içkiler içerek eğlendikleri, yeni yılı kutlayarak karşıladıkları, yeni yıla mutlu bir şekilde girdikleri, bir gelenek ve kültürü yaşayıp yaşattıkları bir gecedir. 

Eski yılın bitimi ve yeni yıla girilmesiyle,  aslında insanlarımız bir yıl daha yaşlanmakta ve ömürlerinden bir yıl daha azalmaktadır, bunun bilincindeki insanlarımız,  o zaman yeni yıla niçin eğlenerek neşeli ve mutlu bir şekilde girmek istemektedirler, bu bir çelişki değil midir? Diye sorup düşünenler olabilir. 

Ben,  şahsen öyle düşünmüyorum, hepimizin bir yaşam ömrü vardır ve her geçen yıl bu ömürden çalıp gitmektedir bunu biliyoruz ama,  korkunun da ecele bir faydası yoktur, her yeni yılla birlikte yaşlanıyoruz diye, oturup ağlayacak da değiliz tabi. 

Bir de bardağın dolu yanından bakacak olursak, insanların;  gelecek her yeni yıldan ve yıllardan bir beklentileri, gayeleri ve umutları vardır. İnsanlar;  gayesiz, umutsuz,  umutlarını yitirerek asla mutlu olamazlar, umut fakirin ekmeğidir sözü boşa söylenmemiştir. 

İnsanların umut ve beklentileri bir yıl ile sınırlı olmadığı için, her yeni yıl insanların umut ve beklentilerinin tazelendiği yepyeni bir dönemi ifade etmektedir. 

Örneğin, insanlar bir an önce okullarını bitirmek ve hayata atılmak, daha sonra evlenip yuva kurmak, çocuk sahibi olmak ve çocuklarını okutarak meslek sahibi yapmak, emekli olup gezip tozmak isterler ve bu istek ve umutlarının gerçekleşmesi için,  yılların çabucak geçmesini,  yeni yıllara ulaşmayı iple çekerler. 

İşte, insanların  bu ileriye dönük istek ve umutlarının gerçekleşmesi,  yeni yılları ve  yeni yılbaşlarını zorunlu kıldığı için, insanlar yaşlanmalarını, ömürlerinden kopup giden yılları düşünmezler bile. 

Bana sorarsanız, sizler de; yaşlanacağım korkusuyla, ileriye dönük isteklerinizden,  gayelerinizden,  arzularınızdan,  umutlarınızdan ve bunların gerçekleşmesinden,  asla vaz geçmeyiniz, ileriye dönük gayeleri,  beklentileri ve umutları olmayan insanların,  yaşlanmaya fırsat bulamadan yaşayan ölü haline geldiklerini unutmayınız. 

Bu vesileyle; pandemi nedeniyle, gelişini eğlenerek ve coşkuyla karşılayamayacak olsak da,  hepinizin yeni yılını kutluyor ve 2021'in; pandemiden kurtulacağımız ve sizlere sağlık, mutluluk, huzur, başarı,  ekonomik açıdan insanca yaşama koşulları ve siyaseten özgürlükler getirecek bir yıl olmasını, gönülden diliyorum.  

Güner Yiğitbaşı

28/12/2020

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Anayasal Meşruiyetini Yitiren Bir İktidar
ATATÜRK'ün kurduğu ve halen hukuken  yürürlükte olan anayasasında;  hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına dayalı,  demokratik, laik ve sosyal  bir hukuk devleti olduğu yazılı bulunan Türkiye Cumhuriyetini; üzülerek söylemek gerekirse, anayasal meşruiyetini yitirmiş ERDOĞAN'ın başkanlığındaki AKP iktidarı yönetir gözükmektedir. 

Demokratik hukuk devletlerinde,  seçimler; demokrasinin olmazsa olmaz zorunlu,  ama yeterli tek koşulu değildir. 

Evet, iktidarlar demokratik seçimlerle iş başına gelirler. 

Ama bu yeterli değildir, seçimle işbaşına gelen iktidarlar;  devletin, en başta anayasası olmak üzere,  tüm yasalarına ve evrensel hukuk hukuk kurallarına uygun olarak ülkeyi yönetmekle mükelleftirler. 

Seçmen oy verirken, seçtiği ve iş başına getirdiği iktidarın, mevcut anayasaya ve yasalara saygılı olacağını öngörmektedir. 

Bu nedenle, iş başına gelen iktidarların, anayasaya ve yasalara bağlı kalmak ve iş başındayken,  anayasaya uygun yasalar çıkarmak sorumlulukları vardır. 

Siyasal iktidarlar;  seçmen bizi seçti, artık biz anayasaya ve yasalara bağlı kalmadan,  ülkeyi istediğimiz gibi, keyfi bir şekilde yönetebiliriz demeye hak ve yetkileri yoktur. 

Aksi halde, halkın oylarıyla aldıkları emanete hıyanet etmiş ve seçimle kazandıkları meşruiyetlerini yitirmiş olurlar. 

İşte, bugün  ülkemizde bu manzara ile karşı karşıyayız maalesef. 

Uzun süreden beri ülkemizi anayasal meşruiyetini yitirmiş AKP iktidarı yönetir gibi gözükmektedir. 

Adalet devletin temelidir. 

Buradaki adaletten maksat; hak, adalet ve hukuktur. 

İş başındaki siyasal iktidar; ülkeyi,  en başta anayasa olmak üzere,  yasalara ve hukukun evrensel kurallarına açıkça aykırı bir şekilde yöneterek, anayasaya aykırı yasalar çıkarmaya kalkışarak,  devletin temelini yok etmiş ve devleti yıkılma aşamasına getirmiştir. 

Ülkeye, devletimize ve milletimize, bundan büyük ihanet olamaz. 

AKP iktidarının başında bulunan, yasama, yürütme ve yargı yetkilerini tek başına uhdesinde toplamış olan tek adam konumundaki, denetlenemeyen ve hesap sorulamayan zat, koskocaman,  saygın T. C. Devletini,  babasının çiftliği gibi istediği şekilde,  keyfi, anayasa ve yasa tanımaz bir şekilde yönetmeye kalkışmakta, elinde bulundurduğu aşırı yetkilerle, içeride ve dışarıda önüne gelene pervasızca meydan okumakta, bu yetkilerini dahi yeterli görmemektedir. 

Anayasa Mahkemesinin; anayasaya göre herkesi ve her kurumu bağlayan hak ihlali kararlarına, korkusuzca meydan okumakta, Anayasa mahkemesinin,  en son BERBEROĞLU hakkında verdiği kararda olduğu gibi,  alt mahkemelere talimatlar vererek,  bu kararı uygulatmamaktadır. 

Avrupa Konseyi Üyesi olarak imzaladığımız, bağlayıcı,  iç hukuktan ve anayasamızdan dahi üstün olan İnsan Hakları Sözleşmesine rağmen, İnsan Hakları Mahkemesinin DEMİRTAŞ hakkında verdiği hak ihlali ve derhal salıverilmesine ilişkin bağlayıcı kararını yok sayarak tanımamakta, takmamakta ve Avrupa Konseyi tarafından ülkemize yaptırım uygulanmasının, Avrupa Konseyinden ihracımızın, Avrupa’dan dışlanmamızın  kapısını aralamaktadır. 

ERDOĞAN;  bu kontrolsüz ve denetlenemeyen yetkiyi ve gücü nereden almaktadır?Böyle bir gücü ve yetkisinin olmadığının bilince varmalıdır artık. 

Bu milletin sağduyu ve sabrını kötüye kullanmaya hakkı yoktur. 

ERDOĞAN; bu milletin, 2023 de önüne konacak sandıktan başka kendisine ceza kesme olanağının olmadığını bilmenin rahatlığı içinde, bu hukuksuzluğa ve keyfiliğe devam edeceğinin, halk desteğini kaybettikçe daha fazla otoriterleşeceğinin işaretlerini vermeye devam etmektedir. 

Belediyelere atanan kayyumlardan sonra,  sıra muhalif dernek, vakıf ve sivil toplum örgütlerine gelmiş olup, buralara da,  sudan sebeplerle el koyarak kayyum atamanın yollarını açacak yasal düzenleme yapılmaktadır. 

Yargının iddia ve karar ayaklarını eline geçirmesi yetmemiş gibi, yargının üç ayağından en önemlisi olan savunmayı da bölüp, parçalayıp yönetmeye kalkışması yetmemiş gibi, avukatlık mesleğinin namusu olan,  avukatların aynı zamanda yetkileri olan  sır saklama vecibelerine de tırmık atarak,  avukatları;  meslekleri icabı, karşılıklı güvene dayalı olarak öğrendikleri müvekkillerine ait sırları ihbar etme alçaklığına alet etmenin hazırlığı yapılmaktadır. 

Ülkede; el atıp oynamadıkları,  gevşetmedikleri, laçka etmedikleri,  çivisini çıkarmadıkları kurum bırakmamaya ant içmiş bir siyasal iktidar vardır karşımızda. Yetkiye ve halka saldıkları yasaklara, asla doymamaktadırlar. 

ERDOĞAN; bu anayasa ve hukuk tanımayan icraatını; tarafsız ve partiler üstü cumhurbaşkanları için getirilen Türk Ceza Kanununda suç sayılan Cumhurbaşkanına hakaret suçunu ve bağımlı yargı sopasını kullanarak, korkusuzca ve fütursuzca uygulamaktadır. 

Ülkemizde,  cumhurbaşkanına hakaret suçundan açılan soruşturma ve davalar,  rekor seviyelere ulaşmıştır. EDOĞAN buna bakarak,  hatanın;  kendi yönetiminde ve tutumunda  olduğunun farkına varmalıdır artık. 

ERDOĞAN'ın 18 yıllık iktidarı döneminde,  200 den fazla yüksek korumalı cezaevi yapılıp hizmete açılmış ve inşaatları devam eden birçok cezaevi mevcuttur. 

ERDOĞAN; özgürlükleri yok ederek, yargıyı esir alarak ve baskıcı yönetimiyle,  ülkemizi; açık ve inşa ettiği cezaevleriyle de kapalı cezaevi haline getirmiştir. 

ERDOĞAN; muhalefetten de,  muhalefet partilerinden de memnun değildir.  Muhalefete tahammülü yoktur. MHP gibi, CHP, İYİ PARTİ, HDP ve diğerlerini de kendisine biat etmesini beklemektedir. 

MHP dışındaki muhalefet partilerinin kendisine biat etmemeleri nedeniyle, bu partileri de yola getirmenin hazırlığı içinde olduğunu, grupta yaptığı konuşmasında; "Muhalefetin de yerli ve millisini ülkemize kazandırmak inşallah bize nasip olacaktır" sözleriyle dile getirmiştir. 

Kazandırmak istediği yerli ve milli muhalefetin; kendisine biat eden, eleştirmeyen muhalefet olduğunda,  hiçbir kuşku yoktur. 

ERDOĞAN; oy oranı düştükçe, elindeki devlet yetkisini kötüye kullanarak,  daha da otoriterleşecğinin, kendisini anayasa ve yasaların üzerinde göreceğinin, siyasi iktidarda kalabilmek için,  özgürlükleri, muhalefeti tamamen yok edebileceğinin işaretlerini vermektedir. 

Çok korkunç bir gelecek,  bizi beklemektedir. 

ERDOĞAN; aklını başına toplamalı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyindeki beş daimi üye devleti suçlayarak, Dünya beşten büyüktür söylemini hatırlayarak, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de ERDOĞAN'dan büyük olduğunu, demokrasilerde iktidarın geçici olduğunu, korkunun ecele faydası olmadığı gerçeğini kabul ederek,  kendine gelmelidir artık.  

Güner Yiğitbaşı

27/12/2020

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Sizler Bu Ülkeye Daha Çok Zarar Veriyorsunuz
Neymiş efendim,  DEMİRTAŞ teröristmiş. 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesinin;  DEMİRTAŞ'ın derhal tahliyesine ilişkin kararı,  bu beyleri bağlamazmış, bu karar bu beyleri rahatsız etti. Hukuk batıyor onlara, kabus görüyorlar adeta. 

Sanki, T. C. bu beylerin babalarından miras kalan şahsi mülkleri. 

Bu ülke; Kürdüyle Türküyle, Ermensiyle, Rumuyla ve sair etnik kökenden gelenleriyle, ayrımsız bir şekilde, tüm Türk Vatandaşlarınındır. 

DEMİRTAŞ'ın terörist olup olmadığına yargı karar verir. 

Velev ki; terörist,  size ne?

AİHM derhal salıverilmesine karar vermişse; bu karar, imzaladığımız Uluslar arası anlaşmalara ve Anayasanın 90. maddesine göre,  herkesi bağlar. 

DEMİRTAŞ bir teröristtir,  serbest kalırsa ülkeye zarar verir demeye,  kimsenin hakkı yoktur. 

Bu ülkenin menfaati için değil, kendi şahsi ve siyasi geleceğiniz için tehlikeli gördüğünüz, Kürt seçmen üzerinde etkili bir siyasetçi olan DEMİRTAŞ'ın serbest kalmasından,  siyaseten korkuyorsunuz, ülkenin yararı selameti sizin umurunuzda bile değil. 

Sizler,  ülkenizi düşünüyor ve seviyor olsanız; komşu devletlerle iyi geçinirsiniz,  anayasayı sürekli ihlal etmezsiniz, halkınızı hukuksuzluklarınızla boğmazsınız, ülkede terör estirmezsiniz, yargıyı bağımsız kılarsınız, basını özgür kılarsınız, yabancı sermayeyi ülkemizden kaçırmazsınız, devletin imkanlarını yap işlet devret yöntemiyle beş müteahhide peşkeş çekmezsiniz. Siz,  bu olumsuzluklarınızla, terörist ilan ettiğiniz DEMİRTAŞ' dan çok daha fazla zarar veriyorsunuz bu ülkeye. 

Devletimizi itibarsızlaştırıyorsunuz, altını oyuyorsunuz. 

DEMİRTAŞ kararını yok sayan, biz bu kararı takmayız diyen,  anayasaya ve hukukun üstünlüğüne meydan okuyan, Türkiye Cumhuriyetini kabile devleti mertebesine indiren böyle bir iktidar görmedi ve bir daha görmeyecek,  bu ülke. 

Yazıklar olsun. 

Bize bu iktidarı reva görenler, oylarıyla bunları başımıza saranlar, ne kadar övünseler azdır(!) kına yaksınlar.  

Güner Yiğitbaşı

25/12/2020

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

AİHM'in Demirtaş Kararı T. C. Devletini Bağlar
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi; DEMİRTAŞ'ın tutuklanması hukuki değil,  siyasi bir karardır,  derhal tahliye edilmelidir kararını vermiştir. 

AKP Genel Başkanı ERDOĞAN;  bu karala ilgili olarak yaptığı değerlendirmede; “AİHM terörle ilgili Türkiye’den giden her kararı onaylıyor.  Daha kendi mahkemelerimizden bir karar çıkmadı.  İç hukuk yolları tüketilmeden bu kararı alıyorlar.  Türkiye aleyhine hareket ediliyor.  Kendi adamlarını koruyorlar.  Bu karar bizi bağlamaz” demiş. 

Siz kimsiniz Beyefendi, T. C. Devletinin ve Hukukun üstünde misiniz?

Bağlar efendim,  hem de bal gibi bağlar. 

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine imza koyan, Avrupa Konseyi Üyesi olan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yetkisini tanıyan ve bu mahkemeye üye hakim veren, bireysel başvuruyu kabul eden Türkiye Cumhuriyeti Devletini,  bu karar bağlar. 

AKP Genel Başkanı ERDOĞAN'ı bağlaması gerekmiyor. Hukuka saygılı olmayan insanları bu karar bağlamaz tabi. 

Ama,  Anayasasına göre,  demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devletini bağlar. 

ERDOĞAN, kendisini Türkiye Cumhuriyeti Devletinin üzerinde mi görüyor yoksa?

ERDOĞAN'ın;  siyasi rakibi DEMİRTAŞ'ı hapiste tutmak için T. C. Devletini bağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararını tanımama ve uygulatmama gibi bir yetkisi ve lüksü yoktur. 

Asıl beşinci kol faaliyeti,  işte tam da budur, yani; Anayasanın 90. maddesine göre; usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmünde olmasına, bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamamasına, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümlerinin esas alınacak olmasına rağmen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin DEMİRTAŞ kararını yok saymak; T. C. Devletine zarar veren, itibarını ve güvenilirliğini yok eden,  Avrupa’dan, uluslararası arenadan soyutlayan, Avrupa Konseyi Üyeliğini tartışılır hale getiren,  beşinci kol faaliyetidir. 

ERDOĞAN; kendisini T. C. Devletinin yasalara, anayasaya ve Uluslar arası anlaşmalara saygılı meşru bir Cumhurbaşkanı olarak kabul ediyorsa, DEMİRTAŞ'ı sevse de,  sevmese de, bu karara saygı göstermek ve uymak, bu kararı yok saymamak zorundadır. Bu karar; gücüne gidiyorsa,  Cumhurbaşkanlığını bırakıp gitmelidir. 

Bu kadarı da fazla artık. 

Bir hukuk devleti olan T. C. Devleti;   ERDOĞAN'ın siyasi kaprisleri, kini, siyasi çıkarları ve hukuk tanımazlığıyla,  demokrasi ve insan hakları liginde küme düşmüştür. 

T. C. Devletini bu duruma düşürmeye;  ne ERDOĞAN'ın,  ne de bir başka kişinin hak ve yetkisi ve de haddi yoktur. 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararına uymak, T. C. Devletinin egemenlik hakkının ihlali ve sınırlandırılması değildir. 

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini imzalayan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yetkisini ve bu mahkemeye bireysel başvuru hakkını tanıyan ve onaylayan , Avrupa Konseyine üye olan, usulüne göre yürürlüğe konulan Milletlerarası antlaşmaların kanun hükmünde olduğunu kabul eden Türkiye Cumhuriyeti Devleti; hukukun ve insan haklarının üstünlüğü adına, egemenlik hakkının sınırlanmasına zaten baştan razı olmuştur. 

Zamanımızda; her alanda işbirliği ve dayanışma  içinde olan devletlerin, sınırsız ve sonsuz egemenlik haklarından söz edilemez. Egemenlik hakları, Milletlerarası anlaşmalarla,  karşılıklı olarak sınırlandırılmıştır. 

Devletlerin gücü vardır, sınırsız egemenlik hakları yoktur. Askeri ve ekonomik olarak güçlü, hukuka ve insan haklarına saygılı ve itibarlı bir devletsen,  egemenlik hakkın vardır. Aksi halde egemenlik hakkından bahsedemezsin, yetkisini baştan tanıdığın İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını yok sayarsan ve tanımazsan, egemen bir devlet olmazsın, sözde  egemenlik hakkı gösterisi yapmış olursun, sana kimse inanmaz kendini güldürürsün.  

Avrupa Konseyi de, ERDOĞAN'ın bu hukuk tanımaz tavrına karşı tavır almak zorundadır. 

Bizim, Avrupa Konseyini göreve davet etmemizi;  kimse, Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhinde tavır aldığımız, devletimizi Avrupa Konseyine ihbar ettiğimiz, DEMİRTAŞ'ı savunduğumuz şeklinde yorumlamaya kalkışmasın, biz hukuku ve hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunuyoruz sadece. Herkes,  her şeyin farkındadır, her şey apaçık meydandadır, Türkiye Cumhuriyeti Devleti;  ERDOĞAN değildir. ERDOĞAN yolcu, T. C. Devleti ise; hancı ve ilelebet kalıcıdır. ERDOĞAN seçimlerde gider, başka bir ERDOĞAN gelir,  ancak T. C. Devleti ilelebet payidar olur. 

Asıl olan,  T. C. Devletinin itibarı,  hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına saygılı,  saygın ve itibarlı bir devlet olarak varlığını sürdürmesidir. 

Güner Yiğitbaşı

23/12/2020

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Son kale de yıkıldı
Yargının,  Saray'ın emrine girdiği,  biliniyordu. 
Ancak, milletin yargıdan umudu, yine de tamamen kesilmemişti. 
Milletimiz, hiç değilse Yargıtay, Sayıştay, Danıştay ve Anayasa Mahkemelerine az da olsa güvenmeye devam ediyorlardı. 
Bu dahi, yargı adına bir umuttu. 
Yargıtay kontenjanından Anayasa Mahkemesine aday üye seçimlerinde baş gösteren kriz, yüksek mahkemelere olan güveni de yerle bir etmeye yetti. 
Saray; tüm atamalarında, liyakatten çok sadakate önem veriyordu. Bu bilinen ve beklenen bir sonuçtu ve sarayın bu yerleşik tutumu, milletimizce hiç yadırganmıyordu. 
Anayasa Mahkemesinin Yargıtay kontenjanından emekli olan üyesinin yerine yine Yargıtay kontenjanından Saray tarafından atanacak üyesinin belirlenmesi için üç aday üyeyi Yargıtay kendi üyeleri içinden yine kendisi belirleyecekti. 
Saray'ın gönlünden geçen sadık kişi, henüz Yargıtay üyesi bile değildi. 
Sarayın gönlünden geçen ve sadakatini,  imzaladığı kararlarla ispatlayan güvenilir kişi İrfan FİDAN olup; bu zat,  İstanbul C. Başsavcısıydı ve Sarayın has adamıydı, bir dediğini iki yapmıyordu. Bu kişinin, Yargıtay kontenjanından  Anayasa Mahkemesi üyesi yapılması,  kafaya konulmuştu. 
Planlar yapıldı, önce Yargıtay üyeliğine atandı. 
Henüz Yargıtay’da mesai yapıp hiçbir karara tek imza atmadan, Anayasa Mahkemesi üyeliği seçiminde adaylığını ilan etti. 
Yargıtay'ın en kıdemsiz ve çömez üyesiydi, bırakınız ayağının tozuyla Anayasa Mahkemesi üyesi seçimlerinde aday olmayı, Yargıtay'ın kapısından girerken, bir adım geri çekilerek diğer kıdemli üstad  üyelere yol açıp, yol verip beklemesi ve kapıdan en son kendisinin girmesi gerekirdi. 
Bunu yapmadığı gibi, utanmadan adaylıkta öncelik aldı. 
Zira, emir büyük yerden gelmişti. 
Her şey güzel de, Yargıtay’da tek karara imza atmayan,  henüz Yargıtay üyeliğinde mesaiye başlamayan, kendisinden tecrübeli ve kıdemli Yargıtay Üyelerine saygı göstermeyen İrfan FİDAN'ı bir kenara koyalım, ona oy veren 107 Yargıtay üyesine ne demeli. İşte bizi ve Türk Milletini asıl üzen onlardı. 
İrfan FİDAN'a hak etmediği oyları veren bu 107 Yargıtay Üyesi de, Saray'ın adamları olduklarını halkımıza gösterdiler ve yüksek yargıya olan son güveni de ayaklar altına aldılar. 
Yargının ve adaletin son kalesi de yıkıldı. 
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu yıkılan enkazın altında kaldı ne yazık ki. 

Güner Yiğitbaşı

23/12/2020
Hukukçu

Bak sen şu hurilere(1)  

Recep Tayyip Erdoğan’ı Halife sanıyorlar

Videodan iki hurafeli konuşma

Hurafeciler, din sömürücüleri, bağnazlıklarını, geri düşüncelerini yaymak için yeni bir alan buldular, internet. İnternette zaman zaman, aşağıda göreceğiniz, onların garip ve akıl dışı geri düşüncelerini yansıtan videolara rastlıyoruz. Bu videoları dinledikçe, dinledikçe insan çok şaşırıyor, böylesine çağ dışı insanların, düşüncelerin olduğuna inanası gelmiyor. Ben de bunlardan iki bandın konuşmalarını çözüp sizinle paylaşmak istedim. Okuyun bu konuşmaları akıl süzgecinden geçirin. 
İnternetten gelen bir videoda başı kırmızı sarıklı bir konuşmacı şunları söylüyordu:
Videoda Hüseyin Çevik yazısı okunuyordu, vaizin sakalı ve arkasında Osmanlı arması vardı.
Bu huriler nasıl bir şeymiş öyle
“Biraz hurilerden bahsedelim. Bir huri, dünyaya tükürse, dünyadaki bütün okyanuslar, denizle, göller, ırmaklar bal olur tadından içilmez. Bir huri başındaki yaşmağı sallasa onun kokusundan dünyadaki herkes o kokudan bayılır. Bir huri serçe parmağını dünyaya uzatsa, dünya onun parmağından çıkan nurla bembeyaz olur. Bir huri dünyadaki bilezikleri dünyaya sarkıtsa güneş söner, ay söner, yıldızlar söner. Bir huri dünyaya inse dünyadaki erkekler-bütün erkekler onunla evlenmek için kendilerini öldürür. Hurilerin hepsi 18 yaşında, hepsi bakire, her ilişkiden sonra tekrar bakire oluyorlar. Bunlar Kuranda geçiyor, hepsi tomurcuk memeli, Kuranda ayet var, tomurcuk memeli huriler diye. Bunu Kâbe’nin karşısında okuyor, okumazsa namaz olmuyor. O kabenin karşısında okuyor bir şey olmuyor, ben bunu okuyunca sapık oluyorum anasını satayım, yav. Ne sapığı kardeşim olanı söylüyorum yav.
Bir hurinin üzerinde yetmiş kat elbise olacak, amma hepsi de şaffaf, hepsi ayrı ayrı renk, o kadar ince ki, aynı sinek kanadı gibi teni gözükecek, teni bembeyaz, huriler bunlar.
Gelelim dünya kadınlarına, işte bunları anlatınca, “ben kocamı bunlara kaptırmam, adam utanmasa döner bıçağı ile girecek. Vallahi yav adam Cennete bozuk atacak, hurileri öldüreceğim ben, vallahi billahi çok duydum yav. “ben kocamı yedirmem, hepsi bağcı bunlar, anlamıyorum yav.
Hah kadınlara müjdeyi verin kardeşim. Dünya kadınları şu anlattıklarımdan, hurilerden çok daha güzel olacak. Bunu diyorsun, bu mu yav diyor, daha ne diyeyim sana. Deminden beri sayıyorum, dünya kadınları daha güzel olacak diyorum, bu mu yav diyor. Daha ne istiyon.
Bir şey daha söyleyeyim, Cennette yüz pazarları var, yüz. Yüz satılıyor ama parayla değil. Hanıma abla gidiyor, katoloğdan seçiyor, dünya tabiri ile söylüyorum, boşalma adrenalin var, isimleri nerden biliyon dersen her şeyi bilmem lazım ki buraya oturayım; bir şey bilmesen ne anlatacağım sana.
Hanım abla seçecek katoloğdan, sen de kocanı seç kardeşim, Allah Alllah”.
Bir başkası da sarayda nasıl para ile hacı olunacağını anlatıyor.
6 Bin Euro Diyanete yatırıp Saray’ın etrafında dolanırsan “hacı” olacakmışsınız.
R. Tayyip Erdoğan Halife mi?
Bir ülkede dincilik yarışı başladığı zaman o ülke artık iflah olmaz, gericiliğin, cehaletin, hurafenin içinde savrulur gider, çağın gerisinde kalır, dünyada hazin ve gülünç duruma düşer.  İktidara gelirken “ileri demokrasi” vaatlerini veren, iktidara geldikten sonra “dinci kinci nesi yetiştireceğiz” diyen Recep Tayyip Erdoğan için, değil “ileri demokrasi” getirmek,  kesinlikle demokrasiye inanmayan, “demokrasi bizim için bir tramvaydır” diyen bir tavır içinde olan kişiliği vardı. Gerçekten de devlet eliyle 18 yıldır ülkemizde, iktidar beledilerinden dinci vakıf ve cemaatlere aktarılan milyonlarca liralarla tüm kurumlarıyla dincilik yarışı sürdürülmektedir. 
Kapatılan 3 Mart 1924 tarihinde “Şer'iye ve Evkaf Vekâleti’nin” yerine kurulan  Diyanet İşleri Başkanlığı,  İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevlendirilen ve Başbakanlığa bağlı bir genel müdürlük durumunda olan bu kurumun bir de bu günkü durumuna bakın, nice kaç tane bakanlığın bütçesinden kat be kat bütçesi olan devasa bir kurum.  Bu kurum un bilim ve teknolojiye, ülke kalkınmasına asla bir katkısı olmadığı gibi,  üstelik hurafe ve gericiliği kollayan, laikliği kemiren yapısı ile çağdaşlaşma yolunda mücadelede ülkeye asla bir katkısı yoktur. 
Diyanet, bir turizm şirketi gibi Hac organizasyonu yapmakta;  ne farz, ne sünnet  olduğu halde sürekli umre haccını pompalamakta.  Normal Hac farzdır, ona itiraz edilemez, ancak şart olmadığı halde umre haccını telkin etmek yanlış olması gerekir.  Tabi işin ucunda  6 bin Evroluk bir rant var.  Her vatandaş umreye gitmek için bu parayı yatırmak zorunda.
Bu kurum bu devasa bütçe ile hiç umulmadık yerlere camiler yaparken, kendi ülkemizi de bakmışlar başka ülkelere de cami yapmaya başladıklarını görüyoruz. Duyuşuma göre, bu devasa bütçe ile yandaş, aşırı dinci kimseler de Diyanetin bütçesinden umreye götürülmekte. Benim bir komşum var,  ailece aşırı dinciler, Hacca gidecek kadar zengin olmadıkları halde aynı evden,  ana baba, çocuklar beş kişi birden son umre haccına gittiler. Soruyorum kendilerine umreye kaça gidip geldiniz diye, “bilmiyoruz vakıf götürdü”  diyorlar. İşte düzen böyle. 
Dünyada sadece ibadethane yaparak kalkınan, çağdaşlaşan, ileri giden bir ülke yoktur. Çağın en ilerisinde olan Batı ülkeleri, oraya buraya kilise yaparak mı çağdaşlaştılar. Bir de Müslüman ülkelere bakın hangisi ileri düzeyde ve çağdaş bir devlet;  hepsi her yönden Batı ülkelerine muhtaç.
Kısaca öyleyse ülkeler dinle, ibadethane ile değil, sadece bilim ve teknolojiye önem vererek kalkınıp aydınlanabilir, bilim ve teknolojide ileri gitmekle itibar kazanır. Diyanet İşleri, günümüzde böylesine hurafelerle mücadele etmediği gibi, bilime, ekonomiye de hiçbir katkısı yoktur. Batı’nın hiçbir ülkesinde böylesine devlet bütçesinden devası bütçesi olan bir din kurumu yoktur.
Bu girişten sonra,  cep telefonuma gelen bir video görüntüsünde sesini çözüp aşağıya aldığım, Hac, R.T. Erdoğan’ın Halifeliğinden bahseden,  beni dehşete düşüren çağ dışı bir konuşmayı sunmak istedim ve bu konuşmayı sizinle paylaşmak için aşağıya aldım.
Recep Tayyip Erdoğan Halife mi? 
Bana gelen videodaki kişinin fotoğrafını çekerek yazıma ekledim. Sanırım bu çağda, ülkemizde dinci vakıflarıyla,  dinci cemaatleri ile ülkemizin nerelere sürüklenmesini isteyen, gösteren bu konuşma yazısını okuyunca siz de şaşıracaksınız. Fotoğrafı görülen kişi aynen şunları söylüyordu:
“Merhaba arkadaşlar, 2020 2025 yılları arasında Suudi Arabistan, Türkiye’den hacı kabul
etmeyeceklerini duyurdu. Bu bir sürü insan da moral bozukluğuna neden oldu. Ama üzülmeyin, ben özelikle bu konuda Menzil tarikatı ve Cübbeli Ahmet Hoca ile konuştum. Onlar bana şunu söylediler, dediler ki:
“Mevcut durumda Osmanlı İmparatorluğundan kalma halifelik halen bizde. Zaten Recep Tayyip Erdoğan’ın da bir halifenin sahip olabildiği bütün vasıflara sahip olduğu için, kendisi dünyadaki ümmetin doğal halifesi kabul ediliyor. Onun için halkımız üzülmesin, Haca gidecek kişiler, paralarını götürüp Diyanete teslim etsinler 6000 )altın Evro) Evro Diyanete teslim etsinler. Üç sefer de halifenin oturduğu sarayın etrafında dönerse zaten onlar otomatikmen Hacı sayılıyor ve böylelikle Hacı olma vecibelerini de yerine getiriyor. Yani diyor ki, parayı da Evro veya Dolar bazında yatırdığı zaman, o zaman da Dolar ve Evro kalktığı zaman bu haca gitmek isteyen, hacı olmaya aday olanların da sevapları artıyor. Yani dolar arttıkça, Evro arttıkça onların da sevapları artıyor, o konuda da, yani artık çok rahat olabilirler, çünkü biliyorsunuz Dolar ve Evro sürekli artıyor, onun için de bizim Mümin kardeşlerimizin sevapları da artması lazım.
Bir de bana şunu da söyledi, dedi ki, “birçok insanımızın bu konuda paraları yetmeyebilir, yani altı bin Evro’yu bir anda yetmeyebilir o konuda da hani bir moral bozukluğu, ya da dini vecibelerinin yerine getirmedi, diye üzüntüye girebilirler. Onun için de üzülmesinler onun için de  biz bir fetva hazırladık, üç taksitte bunu yapabilirler. Mesela altı bin Evro’nun iki bin Evro’sunu bu yıl verip, bir sefer halifenin oturduğu sarayın etrafında döner, ondan sonraki yıl iki bin Evro’sunu verip tekrar bir daha halifenin oturduğu sarayın etrafında döner. Son yılda en son taksiti olan iki bin Evro’yu verip sarayın etrafında döndüğü zaman üç turunu gerçekleştirdiği zaman hacı oluyor. Ama diğer hacı ile eşit olabilmeleri için onlar bir seferde verip hacı oldu, bunlar üç seferde olduğu için eşit olabilmesi için son yılda ekstradan bin Evro fazladan verip diğer hacılarla aynı sevaba girmiş olacaklar”.
Halife sözcüğü İslam devletlerinde Muhammed'den sonraki devlet başkanlığı kurumunu ifade eder.   Peygamberin ölümünden sonra, Halifelik anlaşmazlığı yüzünden dört Halifeden üçü (Osman, Ömer, Ali ) katledilmiş, Halifelik kabileden kabileye, devletten devlete geçmiş, Kerbela Olayı gibi şimdilere kadar uzanan Müslümanlara onulmaz acılar bırakmış, buna rağmen Müslümanlar arasında birliği sağlayamamış bu kurum bütün Müslüman âleminin başına felaketler acılar getirmiştir.  Halifeliğin acılarla dolu tarihsel sürecini gören Atatürk,  Halifelik makamını Devrim Kanunlarına paralel olarak 3 Mart 1924 tarihinde tamamen kaldırılmıştır.
Hal böyleyken,  salt Tayyip Erdoğan’ı iktidarda tutmak için, böylesine bir hurafeli halifelik yaratmak çağdaş Türkiye’ye yakışır mı?  Böylesine çağ dışı bir girişimler için, Devrim Kanunlarına muhalefetten Laik TC nin C Savcıları daha bir özenle ilgilenmeli değiller midir? Artık aşırı dinci kişiler, Laik TC nin aleyhinde şeytanı planlar yapan dinci vakıflar, dinci cemaatler  (Menzilcileri ile, Cübbeli’leri ile) TC nin önünde takoz olmaktan vaz geçmelidirler. Yoksa ülke daha da geriye gidecek,  “çağdaş uygarlık” tan geriye kalacaktır.

Cevat Kulaksız 

Cevat Kulaksız
Fotoğraf. Yukarıdaki konuşmayı yapan kişidir, internetten çektim.
Sonnotlar

(1)Huri sözcüğü muarreb (Arapça dışından Araplaştırılmış) kelimelerden sayılır. Dil bilimci Nişanyan’a göre Aramice (ilkel Arapça)’de beyaz anlamına gelen “hwr” kökünden yapılan türetmeler dayanaksızdır. O’na göre sözcük Avesta dini metinlerinde de kullanıldığı gibi “güzel kadın” anlamına gelen pehlevice veya Partça bir kelimedir.  https://tr.wikipedia.org/wiki/Huri 1

BOZLAK DESTANI Bozlaklar Üstüne
Ben Kırşehir’liyim, Kırşehir dediniz mi akla Abdallar ve bozlaklar gelir. Bir ağıt, bir feryat, bir isyan gibi olan bozlakları Kırşehir ve Kaman’lı Abdallar havalandırırlar ve yaşatırlar; dolayısıyla Abdallar ve bozlaklar Kırşehir kültürünün en önemli unsurdurlar.
Divan-ı Lügat-it Türk'de "bozlak", "bozlamak" ses vermek bağırmak anlamına gelmektedir. Dede Korkut'ta ise bozlatmak, böğürmek manasında kullanılmakta, Kırgızcada ise "botasın olgan tüyiidey bozlayı bozlayı kaldım men", "yavrusu kaybolmuş, çalınmış bir deve gibi bozlaya bozlaya, feryat içinde kaldım ben" denmektedir.
Kısaca, feryad etmek, haykırmak, ayrıca deve bağırması anlamına bozulamaktan, bozlamaktan gelen bir kelimedir.
Bozlak, İç Anadolu ve Güney Anadolu'da, Toroslar'da yaygın olan Avşar ve Türkmen oymaklarına ait bir uzun hava türüdür.(1)
Bu vesile ile, ekmeğini sazı ile kazanan “Abdallar” diye anılan sevgili Kırşehir’li ustalara selam olsun.
Kırşehir, Anadolu’nun ortasında kırsal kesimin en zor yerlerinden biridir. Bu belde nice kıtlıklar yokluklar çekmiş, bunların acıları ile yaşamış olduğundan dolayı böylesine ağıt feryat gibi bozlaklar yakılıp söylenegelmiştir. Çeşitli savaşlarda, isyanlarda, Toros-Avşar Türkmenlerinin iskânında devamlı göçler de almıştır. Bu nedenlerle yöre insanı tarihsel süreç içinde çok çile çekmiş, çok dertli oldukları için, türküleri de bir ağıt, bir feryat, bir isyan gibidir. Bunu en somut şekilde “Abdallar” denilen yerli çalgıcı, türkücü insanlar dillendirirler, havalandırırlar. İsterseniz bir de, Kırşehir tarihinde kıtlık ve yoksullukla ilgili bazı kaynaklardan hazin örneklere yer vererek, Kırşehir’den neden böylesine feryat gibi bozlakların çıktığına bakalım.
9 Mayıs 1874 günlü Basiret gazetesinin yazdığına göre, Ankara-Kırşehir yöresinde kıtlıktan açlıktan günde 1500-2000 kişi ölmekteydi. Aynı gazetenin 24 Mayıs 1874 günlü sayısında yer alan bir habere göre, Kırşehir’de halk açlıktan ağaç kabuklarını, hayvan leşlerini yemekteydi. 29 Şubat 1875 günlü Levant Herald gazetesinden de, Keskin-Kırşehir yöresinde 5000 kişinin açlıktan öldüğünü öğreniyoruz. Tabi bu rakamlar merkez ve çevre köyleriyle birliktedir.(2)
İşte onun içindir en yanık bozlaklar, en yakın türküler bu yörede söylenir. Böylesine acılarla yoğurulmayan, böylesine bozlakları türkülerle söyleyemez. Savaşlar, acılar, yokluklar, kıtlıklarla, her şeye hasretle yoğurulan insan en acılı bozlakları söyleyecekti.
Orta Asya’dan beri gelip Toros zirvelerine yerleşen Avşar Türkmen boyları, Osmanlının hiçbir faydasını, hizmetini görmedikleri için Osmanlı ile hiç bağdaşıp uzlaşamamışlar. Bakmışlar ki Osmanlı halkı soyan ağır vergiler alıyor, Torosların zirvelerinde 300 yıl Osmanlıya, vergi vermemek askere gitmemek için de direnmişler. Bir omuzunda sazı, bir omuzunda tüfeği ile Avşarların yiğit ozanı Dadaloğlu şu dizeleri ile halkının isyanını, Osmanlıya kızgınlığını dile getiriyor.
“Dadaloğlum der bu nasıl haldir,
Seneler sayılmaz kaç tane bıldır,
Ayını bilmiyom tam dokuz yıldır,
Puşt Osmanlı dara bastı bizinen”.

BOZLAK DESTANI Bozlaklar Üstüne
Toros Avşarları Şah Hatayi’nin (Şah İsmail) aşağıdaki destansı deyişini dağlarda söyleyip özgürce yaşamışlar. Ancak Osmanlı bakmış ki dağ başlarında hiç eğitim almamış, adeta yabani gezen bu insanları belli yere iskân etmek istemiş (1692-1865). Buna da direnseler de, İskân Ordusu karşısında dayanamamışlar, Kayseri, Kırşehir, Sivas’a Uzun Yaylaya doğru Orta Anadolu Bozkırlarına doğru sürgün edilmişler. Bu arada çok acı direnme, kavgalar, isyanlar olmuş, nice beyler paşalar öldürülmüş, sürgün yollarında bin bir acılar yaşanmış. Bu acılardan şimdiki bozlaklar üretilip günümüze kadar Abdallar eliyle havalandırılmış.  İşte bu acıları Dadaloğlu, Kozanoğlu gibi daha nice Avşar ozanları sözlerinde, sazlarında dillendirmişler.  Günümüzün Muharrem Ertaş, Neşet Ertaş, Çekiç Ali, Haci Taşan, Ekrem Çelebi, Bahri Altaş, Tufan Altaş gibi tanınmış Abdal ozanları Avşarların sürgünlerde çektikleri bu acıları yine sazları sözleri ile dillendirip havalandırmakta, yaşatmaktalar.  Toros Avşarları,  Osmanlıya küsmekte, kızmaktalar, isyan edercesine kafa tutmaktalar. Ozanların mısralarında sıkıntılarını, dargınlıklarını şöylesine mısralarla dile getirmekteler:

“Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı
Ekende yok biçende yok
Yiyende ortak Osmanlı

Âlemi yaratan yetiş imdada
Kati çok bunda kaldı fukara
Günden güne oldu zulüm ziyade
Bir acaip halde kaldı fukara

Haneye dokuz yüz düştü salyana
Şüphe yok eriştik ahir zamana
Niceler muhtaç oldu aziz nana
Elleri koynunda kaldı fukara

Bütün malım aldın ey kanlı zalim
Şikâyet ederim Hüda’ya seni
Garip mecnun gibi perişan halim
Şu fani dünyada ağlattın beni

Demirden kuşluk öşürcüler geldiler
Zahirem samanım bütün aldılar
Bir tek yaba ile beni saldılar
Ki beyler başladı zulme
Ve rağbet kalmadı ilme
Gözün ağla hiç gülme
Zaman ahir zaman oldu
Alırlar kadılar rüşvet
Edip müminlere himmet
Fakire yoktur şefkat
Zaman ahir zaman oldu.    Şah Hatayi (Şah İsmail)

Avşar Türkmenlerinin iskân yollarında çektiği acılarını, kavgalarını anlatan Avşar Ozanı Dadaloğlu’nun şu söyleyişini, Kırşehir’li halk ozanı Abdallardan Muharrem Ertaş’ın bir feryat gibi söylediği, havalandırdığı aşağıdaki Avşar Bozlağını bir dinleyiniz, burnunuzun direği sızlar:

Avşar Bozlağı Sözleri:

Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eder ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir

Belimizde kılıcımız Kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın, dağlar bizimdir

Dadaloğlu’m bir gün kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koç yiğitler yere serilir
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir. Dadaloğlu

BOZLAK DESTANI- Bozlaktır bizim türkümüz

Kırşehir’dir bizim aslımız,
Avşar’dan gelir neslimiz,
Bozlaktır bizim destanımız,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Bozlaklar bizim telli sazımızda,
Türkü var kışımızda yazımızda,
Türkü olur çoğumuzda azımızda
Bozlaktır bizim türkümüz.

Bitti mola Kırşehir’in gülleri,
Acep değişti mola garip halleri,
Yine bozlak söyler mi dilleri,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Sazımızdır ekmeğimiz, aşımız,
Dertten azade değil başımız,
Türkü olur bize gözyaşımız,
Bozlaktır bizim ele türkümüz.

Muharrem Ertaş Hacı Taşan’lar,
Türkülerle coşup taşanlar,
Gurbetten sıladan koşanlar.
Bozlaktır bizim türkümüz.

Bozlak söyleriz şu dillerde,
Türkü ile gurbet ellerde,
Bozlak var dertli hallerde,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Bağbaşı, Denekdağı, Âşık Paşa,
Rahmet Muharrem, Neşet Ertaş’a
Bozlak söyleriz coşa, taşa.
Bozlaktır bizim türkümüz.

Türküler dilde avazımızda,
Varlık da yokluk da azımızda,
Ağıtlar türkü olur sazımızda,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Bizde bozlak bir ağıt feryattır.
Türkümüz bizlere bir ağıttır,
Atadan dededen bir öğüttür,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Bozlaktır bize bizim türkümüz,
Dost yar, sevmektir ülkümüz,
Aşıklar diyarıdır bizim ülkemiz,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Bozlakta var gizli derdimiz,
Sazın avazındadır sırrımız,
Türkü olur bozlakta sesimiz,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Çekiç Ali, Hacı Taşan Neşet,
Bize bir dertli bozlak bahşet,
Sazımıza Ahiler kuşattılar şed (3),
Bozlaktır bizim türkümüz.

Ağıdımız derdimiz olur türkü,
İçimizdedir o ulu Atatürk’ü
Severiz hep türküyü Türk’ü
Bozlak bizim türkümüzdür.

Bir fırgat gelir Kızılırmak’tan,
Ağıt, türkü olur yakın ıraktan,
Bozlak olur ağıttan feryattan,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Türkü çalar dertli sazımız,
Allı turnadan gelir avazımız,
Bozlak söyler adımız ağzımız,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Yiğit olan biner arabatına,
Dağlar aşıp gider yâdına,
Kemlik getirmez adına.
Bozlaktır bizim türkümüz.

Bize engel mi karşıki dağlar,
Bu dağları aşıp giden turnalar,
Gurbetteki yar yaren ağlar,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Bayram, seyran, düğünler,
Bozlak ile geçip gitti günler,
Bizde türkü ile öğünürler,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Kızılırmak nettin yiğidimi,
Kanlı suyun yiğidimi yedimi,
Mahzun koydun çifte yetimi,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Gurbet olur bize dağlar arası
Döne dolana sılaya varası,
Bozlak olur bize gönül yarası,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Dostluk barış var adımızda,
Sıla gurbet başımızda yâdımızda,
Türkü ağıt bozlak ağzımızda,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Gözde sürme kaşta kalem,
Yardan gelmez se bir selam,
Sonra bozlak olur bu çilem,
Bozlaktır bizim türkümüz,

Irağa hızlı aşardı arabatları,
Avşardadır koç yiğitleri,
Bozlakla yakardık ağıtlar,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Gökte kara kara bulutlar,
Nerde kaldı ak umutlar,
Sılayı yareni eli unuttular,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Ferman eyledi bize Osmanlı,
Avşarlar vuruldu kanlı şanlı,
Yiğitler serildi yere evli nişanlı,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Kırşehir elleri Kırşehir elleri,
Yine bozlak söyler mi dilleri,
Acep nasıldır garip halleri,
Bozlaktır bizim türkümüz.

“Yine gurbete düştü yolumuz”,
Neşet Ertaş’a ayandır halimiz
Bozlak söyler mi dertli dilimiz,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Aslımız Avşar, neslimiz Türkmen,
İşimiz mertlik boşuna ürkmen,
Oğuzem, Türkmen hem Türkem,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Irmaklar dertli dereler seller,
Kırşehir’e selam getiren yeller,
Yadlar mı oldu yoksa bu eller,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Avşarı dağdan aşıran arabatlar,
Yiğit gölgesinde yiğit saklanır,
Saklanır gölgesinde yiğitler,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Ölen öldü nerde bizim sağlar,
Arabatlara yol veren dağlar,
Avşarın yiğidine analar ağlar,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Bir durna olup göğe uçsam,
Bir yanık bozlaklar söylesem,
Kırşehir’e de bir selam versem,
Bozlaktır bizim türkümüz.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız
Sonotlar:

(1) https://kirsehir.ktb.gov.tr/TR-249491/bozlak-nedir-.html

(2) Kaynak: Gazete Müdafaa-i Hukuk sayı 9, 19.5.2000 Büyük Yalan Prof. Dr. Çetin Yetkin

(3) Esnaf ve sanatkârların birlik ve dayanışmasını sağlayan ve Kırşehir’de yaşamış Ahilik (Ahi Evran) töresine göre, bir usta yanında çalışan çırak ustalığa geçtiği zaman, Ahi Babası nezaretinde özel bir törenle usta olan çırağa “şed” kuşak kuşatılır.

Sen de gavat ve  pezevenk misin o zaman?
Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.  Dr.  Ebubekir Sofuoğlu’nun;  katıldığı bir televizyon programında,  üniversiteler için: “Fuhuş evleri” demesi,  akıl almaz bir skandaldır. 

Bu adam kılıklı sözde profesör hakkında soruşturma açılmış güya. 

Adamı,  anında işten el çektirip kapının önüne koysanıza. 

Bu adam kılıklı mahluka sorsanız, Allah'a şükürler olsun ben Müslüman'ım der. 

Adamın adına baksanıza, Ebubekir SOFUOĞLU, adından bile İslam akıyor. 

Bu adamın sadece adında var İslamlık. 

Bu adamın İslam olması için,  önce adam ve insan olması gerekiyor. Adam olmadığına göre orada durmak lazım. 

Bu rezil, üniversiteler fuhuş evleri diyerek, üniversitede okuyan kızlarımızı fahişelikle suçlamaktadır. 

Bu,  genel ve çok ağır, yüz kızartıcı bir suçlamadır. 

Bu adam kılıklı mahluk ‘un bu sözlerinin altında; bize göre,  kendisinin çirkin ve gerçekleştiremediği,  bu nedenle içinde kalan ve  şuur altında yer eden,  cinsel bir isteğinin dışa vurumu yatıyor olmalı. 

Üniversitede hocalığını yaptığı ve göz koyduğu bir genç kız tarafından reddedilerek haddi bildirilmiş olmalı ki; masum üniversiteli kızlarımızı fahişelikle suçlayan bu pespayeliği yapabilmiştir. 

Bu adam kılıklı yaratığa sormak lazım; 

Üniversiteler fuhuş evleri olduğu için mi, senin cenahında yer alan başı türbanlı inanç sahibi genç kızlarımız, bir zamanlar kendilerine konulan yasağa rağmen,  üniversitelerin kapılarını aşındırarak bu yasağı delmek için çaba sarf ettiler, niyetleri fuhuş evlerine mi girmekti?

Üniversiteler fuhuş evleri ise, üniversiteden sorumlu, orada ders veren bir öğretim üyesi olarak;  sen de gavat ve pezevenk misin, onu mu anlatmak istedin, üniversiteler fuhuş evleri demekle?

Bak,  utanmadan ve sıkılmadan söylediğin bir söz;  nerelere kadar uzanıyor, insanların akıllarına neler geliyor, haydi bakalım bu soruların cevaplarını da sen düşün ve kamuoyu ile paylaş. 

Güner Yiğitbaşı

18/12/2020

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Seçim Falan Yok Diye Boşuna Yazmadık
Bu ülkenin bazı muhalefet partilerinin saf ve iyi niyetli lider kadrosunun, erken seçim beklentisi içine girerek, zaman zaman erken seçim tarihi dahi vermeleri nedeniyle, makaleler yazmış ve bu ülkede, normal koşullarda gidici olduklarını gören AKP iktidarının,  bırakınız erken seçim yapmayı, 2023 de zamanında dahi seçim yapmayacağını dile getirmiştik. 

Bizimkisi,  sadece yaşananlara bakıp değerlendirme yaparak ulaştığımız bir öngörüydü. 

AKP iktidarının başı, başarısız olduğunu, ülkenin sorunlarını çözmek bir yana,  sorunlara sorunlar eklediklerinin ve bir çıkmaz sokağa girdiklerinin, bu koşullarda yapılacak bir demokratik seçim sonunda iktidarı sandıkta kaybedeceklerinin farkındaydı. 

Bu nedenle,  daha önünde üç yıllık iktidar dönemi olan ERDOĞAN'ın; haklı olarak,  bir erken seçimle, iktidarının üç yıl önce sonlanmasını istememesi çok doğaldır. 

Biz daha da ileriye giderek, bırakınız erken, zamanında dahi seçim yapılmayacağını dile getirmiştik. 

Niçin bu sonuca vardık derseniz?

İktidarın uygulamaları, hiç gidici gibi görüntü vermemeleri, iktidarda kalmaya devam edecek gibi,  büyük bir rahatlık içinde bulunmaları, Türkiye Cumhuriyetini AKP parti Devleti ve bir anonim şirket gibi yönetmeleri, israf ekonomisini sürdürmeleri, yazlık ve kışlık saray inşaatlarına aynı hızla devam etmeleri, biz yapıyoruz ama, acaba seçim kaybedersek  oturma fırsatı bulamayız gibi bir kaygı hissetmemeleri, koltuklarına ve saraylarına, iktidar geleceklerine,  garanti gözüyle bakmaları, tüm kurum ve kuruluşlarıyla devlet içindeki yapılanmaları ve iktidarlarını sürdürme konusundaki her türlü yasal tahkimata hız vermeleri ve gözü karalıkları. 

Bunları hep birlikte değerlendirdiğimizde,  böyle bir öngörüye vardık. 

Bugün, sarayın etkisiz ama ağzı sadece laf yapan Dış işleri Bakanı Mevlüt ÇAVUŞOĞLU, bakanlığının bütçe görüşmelerinde mecliste öyle bir laf etti ki; baklayı ağzından kaçırdı. 

İYİ Parti Milletvekili Ahmet Erozan'ın "Bütçeyi iktisatlı kullanın.  Yılın ikinci yarısı alacağız" sözlerine cevap niteliğinde yaptığı konuşmasında; "Hayrola,  ne oluyor? Siz de mi Biden'dan umut bekliyorsunuz yoksa? Ülkede seçim yok.  Seçim olsa da iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz.  Yoksa darbe beklentiniz mi var nereden devralacaksınız,  kimden devralacaksınız?" ifadelerini kullandı. 

Mevlüt ÇAVUŞOĞLU; ne demek istiyor?

Ülkede seçim yok derken, erken seçi mi yok demek istiyor?

Hayır, erken seçim yok demek istemiyor. Zira, konuşmasına devamla; seçim olsa da, iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz, iktidarı nereden ve kimden devralacaksın? Diye soruyor. 

Velev ki; farz edelim ki;  seçim olsa da, iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz, iktidarı nereden ve kimden devralacaksınız demek,  ne anlama geliyor?

Çok açık bu beyanların anlamı. 

Öncelikle; ne erken ve ne de zamanında seçim yok, hiç beklemeyiniz, 

İkinci olarak da; velev ki; seçim olsa da,  seçim sonuçları bizim aleyhimize çıksa da, muhalefete iktidarı devretmeyeceğiz, biz iktidarı devretmezsek, iktidarı; seçim kaybeden bizden, bizim yapacağımız darbeye yönelik, bir karşı darbe ile mi devralacaksınız, buna gücünüz yetecek mi? demek istiyor olmalı. 

ÇAVUŞOĞLU Efendi; muhalefet,  iktidarı erken veya zamanında yapılacak demokratik seçimleri kazanarak, milleten, sandıktan devralacak,  bunu bilmeyecek ne var?

Demek ki; sizin, milletin bilmediği,  başka bildikleriniz var olmalı. 

Siz,  demokratik seçimlere rağmen, milletin iradesine uymaz ve bir oldu bittiyle elinizdeki devlet gücünü kullanarak, bir darbe yapıp,  iktidardan gitmezseniz, bu millet sizi zorla seçim sonuçlarına göre iktidardan uzaklaştırmasını bilir ve milletin bu demokratik refleksine de,  darbe denmez,  direnme hakkı denir,  efendi. 

Bu ülke babanızın tapulu malı değil, korkunun ecele faydası yok.  

Aklınızı başınıza toplayınız. 

Güner Yiğitbaşı

15/12/2020

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Ülkenin Çıkarları İle Siyasal İktidarın Çıkarları Çatışırsa
Siyaset kurumu niçin vardır?

Seçim kazanarak,  ülkeye ve ülke insanına, onların çıkarları ve yararları doğrultusunda hizmet etmek için değil mi?

Evet öyledir, öyle olması da, çok  doğal ve  zorunludur. 

Bunun için, iş başındaki siyasal iktidar ve onun başı olan kişinin çıkar ve yararlarının, ülkenin ve halkın yarar ve çıkarlarıyla çelişmemesi ve çatışmaması gerekir. 

Normal olarak, siyasal iktidar ile ülke ve ülke insanlarının çıkar ve yararları çatışmaz, paralel seyreder.  

Bugün içinde bulunduğumuz koşullarda, 18 yıl tek başına ülkemizi idare eden ülkenin yaklaşık 2, 5 trilyon dolarını harcayarak hazineyi boşaltan, buna rağmen halkımızı işsiz ve yoksul bırakan,  ekonomisini çökerten, özgürlükleri yok eden,  borç bulmakta,  borçlarını ve borçlarının faizlerini, yine daha yüksek faizlerle aldığı yeni borç ve kredilerle ödemekte dahi zorlanan,  yasama, yürütme ve yargı erkini tek başına elinde tutan tek adam ERDOĞAN iktidarının çıkar ve yararlarıyla, ülkemizin ve halkımızın çıkar ve yararları,  maalesef çatışma halindedir. 

Yasama, yürütme ve yargı erklerinin tüm yetkilerini tek başına elinde tutan, ülkenin her sorununu tek başına çözmeye ve ülkeyi yönetmeye kalkışan ve bunda da başarılı olamayarak, ülkeyi yönetilemez kılan, seçmen nezdindeki tüm kredisini hoyratça kullanarak yok eden, önümüzdeki seçimleri kaybedeceği kesinleşen ERDOĞAN;  yapılacak ilk seçimlerde koltuğunu kaybetmemek için,  özgürlükleri daha da kısacak, batının zorlamasıyla, ekonominin düze çıkması için kamuoyuna ilan ettiği adalet hukuk ve demokrasi reformunu,  asla gerçekleştiremeyecektir. 

Yargının bağımsız olması, düşünce ve düşünceyi açıklama ve basın  özgürlüklerinin önündeki engellerin kaldırılması, toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüklerinin sınırlarının genişletilmesi,  uyguladığı politikalara zarar vereceği ve muhalefetin daha da güçlenmesine neden olacağı, bunun sonunda iktidarda kalmasının daha da zorlaşacağı için, ERDOĞAN; kendisinin siyasal yarar ve çıkarlarına zarar veren, kendi siyasal  çıkarlarıyla çelişen, ama halkın yararına ve çıkarlarına uygun olan bu reformu gerçekleştirip uygulamaya sokamayacaktır. 

Bu nedenle, ABD ve AB ülkelerinin; ülkemizi,  adalet ve demokrasinin asgari koşullarının içine sokmak amacıyla, ülkemizle ilgili olarak uygulamaya koymak istedikleri zorlayıcı yaptırımlarla, halkımızın da çıkarlarına uygun adalet ve demokrasi reformunun siyasal geleceğine vereceğini düşündüğü zarar arasında sıkışıp kalan ERDOĞAN'ın; kendi siyasal çıkar ve yararlarına öncelik vereceğini, reform vaadinin sözde kalacağını, buna rağmen, sonuç olarak kaybedenin,  yine de ERDOĞAN olacağını söylemek,  kehanet olmayacaktır.  

Güner Yiğitbaşı

14/12/2020

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Yağmur Tamam Sırada Dolar Ve Döviz Duası Olmalı
Millet aya biz yaya. 

Millet, çağdaş bilime dayalı eğitim yaparak kalkınıyor, sürekli iyiye ve ileriye doğru  gidiyor, biz ise; dinin dogmatik ve katı esaslarına dayalı,  düşünmeyi, sorgulamayı, yenilenmeyi ve pozitif bilimi öngörmeyen dini eğitimi,  giderek yaygınlaştırmanın uğraşı içindeyiz. 

Bu nedenle;  ne düşünce, ne bilim ve ne de sanayileşme yönünde bir adım ilerleyemiyor ve sürekli gerilere gidiyoruz. 

Bu sene;  küresel ısınmaya,  doğayı hoyratça kullanmaya dayalı olarak,  havalar kurak gitti ve bir türlü mevsim yağmurlarını yaşayamadık. 

Eksik olmasınlar,  bizim Diyanet İşleri Başkanımız da olmasa, yağmursuzlukdan barajlar kuruyacak ve susuzluktan kırılacaktık. 

Milletimizi düşünen, her şeyi bilen, nefesi ve dini bilgileri kuvvetli Diyanet İşleri Başkanımız devreye girip,  Cuma hutbesinde camilerimizde yağmur duası yaptırdı da,  Allah'a derdimizi iletti ve ülkemiz birden yağmura kavuştu, ben de Kuşadası'ndayım ve şu anda ve iki günden bu yana sürekli yağmur yağıyor, Diyanet İşleri Başkanımızdan Allah razı olsun,  tuttuğu altın olsun!

İroni bir yana, şu Diyanet İşleri Başkanının yaptığı maskaralığa bir bakar mısınız?

Meteoroloji, ülke çapında aşırı yağmur yağacak uyarısı yapmış olmasına rağmen, bir mucize yaratma peşinde koşan ATATÜRK düşmanı Diyanet İşleri Başkanı, yağmur duası yaptırıyor ve bir doğa hareketi olan yağmurun yağışında bile,  din simsarlığına soyunuyor. 

Ülkemizde, dinin siyasete karıştırılması yetmiyormuş gibi; din,  şimdi de yağmura, doğa olaylarına bulaştırılıyor ve istismar ediliyor. 

Diyanet İşleri Başkanına buradan bir öneride bulunuyoruz. 

Merkez Bankasının dolar ve döviz rezervleri eksilerde, hazine bomboş, yağmuru dua ile yağdırdığına göre, o kuvvetli imanını ve nefesini bir de dolar ve dövize kullanıp şöyle derin bir üflemede bulunsa da, Merkez Bankasının kasaları dolar ve dövizle doluverse,  fena mı olur?

Başkan, haydi bekliyoruz Türk Milleti olarak, bir dua edip üfle de, hazinemiz parasızlıktan kurtuluversin!

Allah, sizlere akıl fikir versin!

Hepinize iyi, güzel ve keyifli pazarlar. 

Güner Yiğitbaşı

13/12/2020

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


“Hem devlet malını çalan hırsız,  hem de Müslüman nasıl olunur”?

Bir Osmanlı’dan bir Cumhuriyet’ten

Bir Osmanlı’dan
        
Zaman buldukça, bir Fransız’ın yazdığı 1000 sayfadan fazla kalınlıkta olan Osmanlı Tarihi’ni(1) okumaya çalışıyorum.
567. sayfaya gelince, öldükten sonra, birçok değişik mal ve servetleri yanında yirmi kasa külçe altın biriktiren Sadrazam (devrin başbakanı sayılan) Sinan Paşa’nın durumunu kafamda düşünürken, birden bire Cumhuriyet’in devlet adamlarından ve ikisi de aynı konumda olan Necmettin Erbakan geliverdi. Çünkü ikisi de yani Osmanlı Paşası Sadrazam Sinan Paşa ile Cumhuriyet’in devlet adamı N. Erbakan, hemen aynı mevkide iken, kendi yönetimleri zamanında değişik biçimlerde elde ettikleri altın ve servetleri düşününce içim burkuldu.  Devletin verdiği ulufe ve maaşı hiç harcamadan biriktirseniz bile bu kadar servet biriktiremezsiniz. Öyleyse geriye ne kalıyor? Çalma- hırsızlık! O zaman vatandaşın sorduğu soruyu biz de soralım, “hem Müslüman hem hırsız nasıl olunabiliyor?”  Bu iki devletadamının servet durumunu kısaca bir irdeleyelim.
Önce,  Fransız tarihçinin 200 yıl önce yazdığı Osmanlı Tarihi’nden 567 ncı sayfayı Osmanlı Sadrazamı Sinan Paşa’nın anlatıldığı bölümü ilginç bulduğum için size aktarmak istedim. Bu tarih kitabında, Fransız Tarihçi, Osmanlı Türk tarihçilerinin yer vermediği bazı ilginç ayrıntıları kitabına almış.  Size Sadrazam Sinan Paşa’nın servetini aşağıya alıyorum.
Osmanlı artık gerilemeye başlamıştı. Sadrazam Sinan Paşa  peş peşe gelen yenilginin sebebini başkasına yüklüyor,  Divan toplantısında İbrahim Paşa’ya dönerek:  “Kaymakam sıfatınla milletin üzerine bu felaketleri çeken sensin, cepheye daima isyancı askerlerle yeteneksiz komutanlar gönderdin! , dedi.
Tam İbrahim Paşa padişahın huzurunda suçlamalara yanıt vermeye çalışırken Sinan Paşa onun kemerinden tuttuğu gibi salonun dışına çıkardı ve şöyle dedi:
“-Benim ihtiyar ve aciz olduğum söyleniyor. Eğer İbrahim benim kudretsiz olduğuma inanıyorsa çıksın, avluya insin ve benimle ister elleriyle, isterse at üzerinde kılıçla dövüşsün ve padişah galip gelene hükümeti versin!”
İhtiyar Devlet Adamı Sinan Paşa’nın çabasını gören padişah, gençliğinden utandı ve sonunda Sinan Paşa’yı yüz elli bin kişinin başında Tuna’ya doğru sefere çıkardı.  Sinan Paşa seferin başında ölüverdi.
Arkasında bıraktığı miras bir kralın hazinesine eşitti. Uzun yaşamı sırasında Avrupa’dan, Asya’dan ve Afrika’dan oluk gibi servet akmıştı. Ölen Sinan Paşa’nın hazinesinde şunlar bulunuyordu:
          “Yirmi kasa külçe altın,  iri inci tanelerinden on beş tespih, otuz parça elmas,  içi altın tozu dolu yirmi kavanoz, yine altından yirmi ibrik, çok değerli satranç takımı, üzeri pırlanta işlemeli deriden masa kilimi,  on altı değerli şömine siperi, on altı at eyeri,  otuz dört üzengi, otuz dört üzengi,  yakut işlemeli otuz iki zırh, yüz kırk miğfer,  yüz yirmi kuşak, değerli taşlarla bezenmiş on altı pazıbent, oyma gümüşten yemek takımları, altı yüz samur ve vaşak kürkü,  yakaları tilki kürkü kaplı otuz üstlük, ipek ve simle dokunmuş iki yüz parça kumaş, dokuz yüz  Rusya sincabı  kürkü,  altı yüz bin duka altını ve iki milyon gümüş akçe”.
İşletilmeyen ya da saklanan servetler ülkeyi zenginleştireceğine ülkeyi fakir düşürüyordu. Yararlı olan tek zenginlik toprağa bağlanan ve emekle geri alınan tarımdaydı”.
Şimdi burada bir parantez açalım. Osmanlı artık gerilemeye başlamış, bilimde, sanatta, buluşlarda geri kalırken, sınırlarda binlerce, sonraları milyonlarca km2 toprak kaybediyor.  Sınır boylarında can hıraş feryatlı yardım bekleyen askerlerimize yardım götürülemiyor.  Ya gerilerde devlet adamları rüşvetle zengin oluyordu.  Oysa Osmanlı halkı devlet kapısını şeriat, Hilafet kapısı görüyor, o kadar saygı duyuyor ki, kendini de ona karşı “kul” olarak görüyordu. Sadrazam Sinan Paşa’nın ölümünden sonra hazinesinden çıkan servete bir bakın.  Sadece 20 kasa külçe altının parasal değerini, alım gücünü günümüzün parası ile kıyaslayıp düşünün.  
Batı ülkelerinde ise, matbaa bulunalı 200 yıldan fazla yıl olmuş, harıl harıl bilim kitapları basılıyor, şehir şehir kasaba kasaba matbaa makineleri kuruluyor; Batı aydınlanma ve sanayi devrimine girmekte. Osmanlı işte bu halde. Sinan Paşa ve öteki devlet adamları o gizledikleri servetleri halkın aydınlanmasına harcasa idi, muhakkak ki Osmanlı daha ileri giderdi.
Üstelik Sadrazam Sinan Paşa,  bu serveti kazancı ile değil, imparatorluğun çeşitli bölgelerinden gelen rüşvetle stoklamış.  Stoklanan bu servet yoksulun etinden, canından, ekmeğinden kesilerek stoklanmış.  Başkent İstanbul’da devletin ileri gelenleri böylesine rüşvetle zenginleşirken,  Osmanlı İmparatorluğunun uzak beldelerinde halk kıtlıktan, eşkıya elinden perişanken, İslam Halifesinin yardımcısı konumundaki sadrazam böylesine rüşvetle zenginleşiyordu. 600 yıllık Osmanlı saltanatında böylesine kısa yoldan rüşvetle servet sahibi olan bir tane Sadrazam Sinan Paşa değil, bundan çok daha fazla servete sahip olan nice vezirler vardır. Sinan Paşa okumama denk geldiği için örnek olarak aldım.

Bir de Cumhuriyet’ten
Şimdi buradan 300 yıl kadar beriye Cumhuriyet Devrine gelelim, devran nasılmış.
Kim ne derse desin, bu ülkede dini kullanarak servetlere kavuşan,  dini kullanarak siyasi itibar sağlayan bu ülkenin en büyük sorunudur. Muhalefette de olsa, Türk demokrasi yaşamına renkli katkılarda bulunan Osman Bölükbaşı, dinsel sömürü, dini çıkar için kullanma konusunda şöyle demişti: ‘‘Hayatım boyunca bütün sektörleri tetkik ettim. En karlısının din ticareti olduğunu gördüm.''  Bölükbaşı’nın bu sözü dinsel sömürüyü ne güzel anlatır.
Bu bağlamda şunu açıkça söyleyelim ki,  Türk toplumuna en büyük zararı dini kullananlar, dinsel sömürü yapanlar zarar vermiştir.  Hiçbir düşman, cahil din adamı kadar ve de  dini kullananlar kadar bu ülkeye zarar vermemişlerdir. Bu gerçeği gören Laik TC nin kurucusu Atatürk şöyle demişti: Türk toplumuna en büyük melanet (kötülük) “din kisvesi altında yapılmıştır”.
İşte dini kullanarak siyasi itibar, rant sağlayan Cumhuriyet devrinin devlet adamlarına örnek olarak Necmettin Erbakan’ı örnek verebiliriz. 
Bazı devlet adamlarının devletten aldıkları maaşlarından kat be kat gelir, servet edindiklerini, sonradan ortaya çıkan mahkeme kayıtlarından öğreniyoruz. Kısaca devlet adamlarının çalmadan, rüşvet almadan olağanüstü servet edinmek mümkün değildir. Kötü niyetli o kişi, devletin idaresinde siyasi, yüksek ve önemli bir konuma gelmişse, hırsızlık yapması çok daha kolay hale gelir.
Dinimiz, hırsızlığı haram saysa da, kimi siyasilerin dini siyasi amaçlarına alet etmesi yanında, “bu adam haram yemez.” diyen halkın nezdinde, onlar güven kazandılar. İşte, kazanılan bu güvenle hırsızlık, onlar için daha da kolaylaştı.
Türkiye’de dini, siyasi amaçları için en iyi kullananların başında, eski Başbakanlardan merhum Necmettin Erbakan (1926-2011) gelir. Burada devletin parasını nasıl çalmaya teşebbüs edildiğini kısaca anlatmaya çalışalım.
28 Şubat, 1997'de Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller hükümetinin laikliğe aykırı davranışları yüzünden silahlı kuvvetler tarafından istifaya zorlanmasıyla yaşandı, yani “balans ayarı” yapıldı.
Yargıtay C.Başsavcısı, laiklik dışı davranışları nedeni ile Necmettin Erbakan’ın lideri olduğu Refah Partisi için Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davası açar. Davadan kısa bir süre önce, hazinenin siyasi partilere dağıttığı yardımdan, Refah Partisi de tam “bir trilyon lira” alır.
Kısa süre sonra parti hakkında kapatma davası açılınca, harcanamayan bu paranın iade edilmemesi için, sahte belgeler düzenlenerek Maliye’ye, paranın harcandığı bildirilir.
Para, Necmettin Erbakan ve arkadaşlarının zimmetindedir. Müfettişler, bu yolsuz durumu ortaya çıkarınca, Ağır Ceza’da yargılanan Erbakan, ‘kayıp trilyon davası’ denilen bu davadan 2 yıl 4 ay, 68 arkadaşı da, muhtelif cezalar alırlar.
Ceza kesinleşir, ama para geri ödenmez. Para, faizi ile birlikte önce 11, daha sonra da 14 trilyon liraya yükselir.
Bu arada para için, Erbakan’ın bütün taşınmaz mallarına tedbir konur. Parayı ödemesi için değil de, aksine ödememesi için çok uğraşılır, ama kılıf bulunamayınca, kendisine taksitle ödeme imkânı sağlanır. O, önce borcun 1 trilyon lirasını öder. Kalanı da, 2.4 trilyonluk taksitlere bağlanır.
Necmettin Erbakan bu arada, kendi nakit parasını (ki, 10 trilyon liranın üzerindedir) damadının hesabına aktarırken erken davranıp, kimi taşınmazlarını da güvendiği adamlarının üstüne tapular. Çünkü ne kurtarırsa, onun için kardır.
2011 yılında Necmettin Erbakan ölüp mirasçıları mahkemeye başvurunca her şey ortaya
dökülmeye başlar.
1990 yılında 3628 numaralı Mal Bildirimi Kanunu çıkarıldığında, Necmettin Erbakan bankada hatırı sayılır nakit parayla birlikte, göz kamaştıran gayrimenkuller ve hepsinden önemlisi,
Necmettin Erbakan  Ankara Yenimahalle’de bir bina, Milda Kağıt A.Ş. ve Konya Un Sanayi İşletmeleri, Fatih’te iki daire, Sinop’ta tarlalar, Kocaeli’de tarla hissesi, Çubuk’ta bir arsa, Altınoluk ve Balgat’da birer bahçeli ev, toplam 1 milyon 230 bin 500 dolar değerinde döviz ve 148 kilo altın olduğu iddia edilmişti.(2)
Erbakan’ın zaman içinde artış gösteren mal varlığına daha sonra, Konya Un Fabrikası, Ankara/Demetevler’de büyük bir bina ve İstanbul Boğazı’nda da, muhteşem bir yalı eklenmişti. Diğerleri de cabası.
Siyasi yaşamında “din iman, Kuran” diyerek siyasi itibar toplayan ve yaşı 80 lere dayanmış dinci görülen riyakâr siyasetçi Erbakan, haksız edindiği malları oraya buraya kaçırarak,  bin bir çeşit hile ile devletten aldığı paraları vermemek için sahte faturalara sığınan bu siyasetçi Cumhuriyet in ayrı ilginç bir şahsiyeti idi.  Ta Osmanlıdan beri, devlet katında böylece vurgunla dini, makamı kullanarak zenginleşen yöneticileri neden önleyen bir sistem kuramıyoruz? İşte yönetimlerimizin can damarı buradadır. Çağdaş devlet bunu nasıl yargısal sistemle kurgulamışsa neden biz aynısını yapamıyoruz.
Bütün tek tanrılı dinlerde hırsızlık, haramdır ve günahtır. İster kişilerin, ister devletin olsun, başkasının malını, onun rızasına aykırı olarak sahiplenenler, “hırsızlık” yapmış sayılır. Onların bu eylemine “çalmak”, onlara da “hırsız” denir.
Erbakan’ın dizinin dibinden ayrılmayan,  bir zamanları bakanlık da yapan Oğuzhan Asiltürk fazla dayanamayarak ağzındaki baklayı çıkarır ve şöyle der:
“Milli Görüş’ün paralarını, Erbakan’ın çocukları yedi. Erbakan’ın çocuklarının resmi bir sıfatı ve yetkileri yok ki, o paraları yesinler. Yani kısaca “Erbakan yedi”  demektedir.
Erbakan öldüğü zaman “evliyalara  yakışan bir cenaze merasiminin yapılırken bazı vatandaşlar arkasından, “hem dinci hem hırsız nasıl olunur “ diye söyleniyorlardı.(3)
Ayrıca, 2006 yılında da, Alpaslan Türkeş’in kızları arasında bir miras kavgası yaşanmış, Türkeş’in İngiliz Bankalarındaki trilyonları için kızları birbirini mahkemeye vermişlerdi.
Birileri çıkıp da, “Türkeş, bu paraları nereden buldu?” dememişti.
Kısaca, Sinan Paşa makamını,  Erbakan, vatandaşın dinini, Türkeş de Türk Milliyetçiliğini sömürüp kullanarak bayağı servet yapmışlar. Böyle giderse Osmanlı vezirlerini de, bu Cumhuriyet sömürücülerini de sollayacak yeni rekorlar çıkacağı görülüyor gibi.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız

Sonnotlar

(1) (Osmanlı Tarihi Alphonse de Lamatine (1790-1869) Kapı Yayınları 2008)   

(2) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/erbakanin-mirasinda-sona-gelindi-58147

(3) http://www.trakyagozlem.com/m-haber-5590.html

Demokrasi-ve-demokrasiyi-onarma-ittifak
AKP iktidarının ve başının;  ülke demokrasisini, ekonomisini, rejimini, milletin birlik ve beraberliğini kökünden yok ettiği, ülkemiz için tek çıkış yolunun, Recep Tayyip ERDOĞAN başkanlığındaki AKP iktidarından kurtulmak olduğu,  inkar edilemez bir şekilde açığa çıkmış bulunmaktadır. 

Ülkenin içine girdiği demokrasi ve ekonomi kaosundan kurtulması için, ilk önce ERDOĞAN başkanlığındaki AKP iktidarının,  demokratik yollarla iş başından uzaklaştırması şarttır. 

Siyasal İslam soslu, partili Cumhurbaşkanlığı Hükumet sisteminin ülkemize getirdiği felaket,  herkesin gözleri önünde durmaktadır. 

Ülkenin;  tekrar,  insan hak ve özgürlüklerine, hukukun üstünlüğüne  dayalı,  laik demokrasiye geri dönebilmesi, ekonomik sorunlarını çözebilmesi için, AKP iktidarından kurtulması, sadece zorunlu bir ön koşul olup, tek başına yeterli değildir. 

AKP iktidarından kurtulduktan sonra, yeni seçilen Cumhurbaşkanı ve meclis çoğunluğunun uyumlu bir şekilde çalışarak, daha demokratikleştirilmiş, kuvvetler ayrımına dayalı parlamenter sisteme geçmek, siyasi partilerdeki lider sultasına son vermek, parti disiplinini gözeterek parti içi demokrasiyi sağlamak, milletvekili adaylarının belirlenmesindeki parti lider sultasına son vererek,  demokratik yöntemleri hayata geçirmek için Anayasa, Siyasi Partiler ve Seçim Yasalarında gerekli değişikleri yapmaları zorunludur. 

Bu değişiklikleri yapabilmek için, AKP iktidarına son vermenin yanı sıra, parlamenter sistemi ve demokrasiyi hedefleyen tüm muhalefet partilerinin,  mecliste büyük bir çoğunluğu sağlamaları şarttır. 

Bunun için, Cumhur İttifakının dışındaki tüm muhalefet partilerinin, önümüzdeki seçimler için güç birliği yapmaları, Millet İttifakının genişletilerek bir demokrasi ve demokrasiyi onarma ittifakının kurularak seçimlere gidilmesi zorunludur. 

Muhalif tüm partilerin ve seçmenlerinin, sen ben kavgası yapma, birbirlerini şucu bucu diyerek suçlama ve birbirlerine burun kıvırma, özellikle ana muhalefet partisi CHP seçmenlerinin; bu ortamda canla başla samimi olarak çalışan ve iktidarı korkusuzca eleştiren, somut çözüm önerileri sunan KILIÇDAROĞLU'nu beğenmeme ve dışlama, hatta partinin oylarına menfi etki yapacak,  ağır eleştirilerde bulunma lüksleri yoktur. 

Bugünkü AKP ve MHP ittifakından oluşan mevcut iktidardan memnun olmayan muhalefet partileri ve seçmenleri,  bilmelidirler ki; muhalefetin, aralarında ittifak kuramayarak bölünmeleri,  iş başındaki iktidarın yararına olacaktır. Zaman birlik ve beraberlik zamanıdır. 

Özellikle,  muhalefet partilerinin seçmenlerine büyük görevler düşmektedir.  Seçmenlerin; ne kendi partilerinin,  ne de ittifaka dahil olacak diğer muhalefet partilerinin liderlerini dört dörtlük ve kusursuz bir lider olarak arzulama lüksleri yoktur. 

Burada ortak payda, ülkeyi felakete sürükleyen AKP iktidarından demokratik yollarla kurtulmak, parlamenter sisteme ve şeffaf ve özgürlükçü demokrasiye dönmenin yolunu açmak  olmalıdır. 

Bu konuda, muhalefet partilerinin lider ve yönetim kadrolarına önemli görevler ve sorumluluklar düşmektedir. 

AKP iktidarından memnun olmayan, demokratik parlamenter sisteme tekrar geri dönülmesini gönülden arzu eden muhalefet partileri ve onların lider ve lider kadroları,  demokrasi ittifakı adı altında birleşmek ve güç birliği yapmak zorundadırlar. 

Bunun için,  partilerin lider kadroları bir araya gelerek, partili cumhurbaşkanının tüm yetkileri üzerinde topladığı bugünkü ucube sisteme son vererek, demokratik ve güçlü bir parlamenter sisteme dönüş ve parlamenter sistemi daha demokratik ve güçlü hale getirmek için Anayasa, Siyasi Partiler ve Seçim Yasaları en başta olmak üzere diğer ilgili yasalarda köklü değişikleri yapma konusunda anlaşmalılar ve bunu bir protokole bağlayarak,  kamuoyu ile paylaşmalılar. 

Tüm muhalif seçmenlerin kolaylıkla benimseyebilecekleri, mazisi temiz, liyakatli,  deneyimli, şu anda aktif politikanın içinde bulunmayan, insan hak ve özgürlüklerini ve demokrasinin ilkelerini içselleştirmiş, parti liderlerinin dışında, seçmenlere güven verici, ittifakın üzerinde anlaştığı ve  protokole bağladıkları ilkelere bağlı kalacak ortak bir Cumhurbaşkanı adayı üzerinde anlaşarak ilan etmelidirler. 

İttifaka dahil partilerin lider ve lider kadrolarından bir kişi, asla cumhurbaşkanı adayı olmamalı ve milletvekili olma şanslarını yitirmemelidirler. 

İttifaka dahil olacak partiler; parlamenter sisteme dönülerek demokrasinin onarımı tamamlandıktan sonra,  dönem sonu beklenmeden yenilenecek bir seçimle,  parlamentonun demokratik bir şekilde yeniden oluşturulması, parlamentonun kendi içinden bir kişiyi tarafsız bir Cumhurbaşkanı seçerek, onun da Başbakanı, Başbakanın da bakanları belirleyerek parlamenter sisteme hukuken ve fiilen geçilmesi üzerinde anlaşmalıdırlar.  

Güner Yiğitbaşı

10/12/2020

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget