12 Eylül Yargısı Ve Bugünkü Yargı
12 Eylül 1980 döneminde Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesinin Başsavcısı olarak görev yapan, bizim de yakından tanıdığımız meslektaşımız rahmetli Nurettin SOYER'in oğlu Tunç SOYER'in, CHP tarafından İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı adayı yapılmasından sonra, Nurettin SOYER üzerinden başlatılan Tunç SOYER'i yıpratma kampanyası çok üzücü olmuştur, ne yazıktır ki; bu tartışmanın fitilini ateşleyen de, Tunç SOYER'in adaylığında bile bile ısrarcı olan CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU'dur.
Şimdi, KILIÇDAROĞLU'na soruyoruz, koskocaman çınar, ATATÜRK'ün partisi CHP de, Tunç SOYER'den başka aday gösterebileceğiniz donanımlı ve iyi yetişmiş başka bir kişi bulamadınız mı? Bu soruyu sizlere, seçmenler de soracaklar ve belki de CHP'yi kadrosuzlukla suçlayarak oy dahi vermek istemeyeceklerdir.
CHP Genel Başkanı'nı, bu aymazlığından, partisinin ve kendisinin bindiği dalı bile bile kesmesinden dolayı kutluyoruz!
Gelelim asıl konumuza,12 Eylül Yargısına.
12 Eylül yargısının bel kemiğini dönemin askeri savcı ve yargıçları teşkil ederler. O dönemde, yurdun tümünde sıkıyönetim ilan edilerek askeri yargıç ve savcıların yargı yükleri artınca, sivil hakim ve savcılardan da takviye almışlarsa da, tüm rol askeri savcı ve hakimlere düşmüştür.
12 Eylül yargısında, bu yazının yazarı ben de, İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesinde askeri savcı olarak görev yaptım. O dönem de, kamuoyunda CMUK tabir edilen reform niteliğindeki yasal değişiklikler yapılmamış, antidemokratik ve faşist usul yasaları ile görev yapılmıştır. Suçlama ile savunma aynı anda devreye girmemektedir, gözaltına alınan şüphelinin, derhal bir avukat talep etme ve avukatı ile görüşme ve ifadesi alınırken avukatını yanında bulundurma ve susma hakkı dahi yoktur. Hatta, şüpheli sıfatı dahi yoktur, gözaltına alınan şahıs, bugün ancak hakkında dava açılınca kazandığı sanık ünvanını, gözaltına alınır alınmaz kazanıyordu, kendisine şüpheli bile denmiyordu.
Şüpheli; bugün olduğunun aksine, savcının emriyle değil, sıkıyönetim komutanının emriyle gözaltına alınmaktadır. İnisiyatif, tamamen Sıkıyönetim Komutanı ve onun emrindeki sivil asker kolluk kuvvetlerindedir. Askeri Savcı'nın; ilk başta, başlatılan operasyonlarda hiçbir görev ve yetkisi ve müdahalesi bulunmamaktadır. Zira, Askeri Yargılama Usul Yasasına göre, askeri savcılar, asıl görev ve yetkileri, bir memur olan subay, astsubay, askeri memur ve erat gibi askeri şahısları soruşturup yargılamak olduğu için, bazı acele el koymayı gerektiren suçlar hariç, kural olarak resen hazırlık soruşturmasına başlayamazlar,12 Eylül Yargısında Askeri mahkemelerde Askeri Yargılama Usul Yasası uygulandığı için, soruşturmaları resen askeri savcılar başlatamazlar. Soruşturmalar ve operasyonlar, Sıkıyönetim Komutanı'nın emrine giren sivil ve asker kolluğa verdiği emir ve talimatla başlar ve şüpheliler; askeri savcının haberi, emir ve talimatı, hiçbir inisiyatifi olmadan gözaltına alınırlar.
Şimdi sıkı durun, gözaltı süresi de, yasaya göre 90 gündür, dile kolay tam üç ay, sanki bir ceza süresi kadar uzun. Emniyet, kolluk gözaltına aldığı kişiyi sorgular, delilleri toplar, suç evrakını ikmal eder ve Sıkıyönetim Komutanlığına gönderir, komutan da bu suç evrakını, üzerine taktığı yazılı bir soruşturma isteminin ekinde, Askeri Savcılığa gönderir, bu arada doksan günlük gözaltı süresinin kaç günü kullanılmıştır, onu savcı evrak kendine gelince görür, şüpheli emniyette, gözaltı süresince işkence de görmüş olabilir, görmüşse de askeri savcının bunda hiçbir emir ve talimatı ve bilgisi ve katkısı asla yoktur, sanık tarafından, işkence ile alındığı söylenen ifadeler, askeri yargı tarafından hükme esas alınmazlar, bu konuda Askeri Yargıtay'ın bir çok yüzakı emsal kararları mevcuttur.
Tutuklanan sanıkların kapatıldıkları askeri cezaevlerinin yönetimi ve denetimi de askeri savcılara ait olmayıp, bu yetki ve görevler, Sıkıyönetim Komutanlığına aittir,12 Eylül döneminde bu cezaevlerinde yapıldığı iddia edilen işkenceler gerçekse, bunların sorumlusu askeri savcılar ve askeri yargı değildir. Askeri yargı, sanığın işkence altında alındığını savunduğu ifadesine itibar etmeyip bu ifadeleri hükmüne esas almamak suretiyle, işkence edenlerin yargıyı yanıltmalarına meydan vermemişlerdir. Bu şekilde, işkence ile sonuç alınamayacağını göstererek işkenceyi önlemeye çalışmışlardır.
Bugün ise, en modern usul yasalarımız mevcut olup, suçlama ile savunma aynı anda başlamakta, gözaltına almalar, doğrudan savcının emir ve talimatıyla olmakta, tüm soruşturma ve operasyonlar bizzat savcının bilgisi ve yönetiminde yapılmakta, gözaltı süreleri yasal sınırları içinde savcılar tarafından belirlenmekte ve kullandırılmakta, şüpheli gözaltına alınır alınmaz avukat talep ederek avukatından hukuki yardım alabilmektedir. Gözaltı süreleri de çok kısadır, bu nedenle sistematik işkence sonlanmıştır, ama yargının tarafsız ve bağımsız olmaması nedeniyle, bugünkü yargı, yukarıda açıkladığımız antidemokratik yasalarla zor şartlarda görev yapmış olan 12 Eylül yargısını mumla aratmaktadır.
12 Eylül yargısının bir süjesi olarak bir anımı paylaşmak istiyorum. İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesinde askeri savcıyım. Başka bir savcı arkadaşımın davasını açmış olduğu iddianamesini düzenlediği YEHOVA ŞAHİTLERİ davasının tutuklu sanıklarının duruşmasına savcı olarak çıktım, bazı sanıkların avukatı, İstanbul Hukuk Fakültesinin ünlü hocası rahmetli Prof.Dr.Çetin ÖZEK, sanık sorguları yapıldı ve o celse itibariyle, ara kararına esas olmak üzere, görüşümüz soruldu, ben iddia makamını temsil eden savcı olarak, bana göre Yehova Şahitliği bir suç teşkil etmediği için, tüm tutuklu sanıkların tahliye edilmeleri yolunda görüş bildirdim ve sanıkların tahliye edilmelerini talep ettim. Benden sonra, savunma avukatı olarak Çetin ÖZEK hoca söz aldı, ama iddia makamı olarak bizim müvekkillerinin tahliyesini talep etmiş olmamız onun keyfini kaçırmıştı, o da şevki kırılmış olarak tahliye yönünde gönülsüz bir savunma yaptı ve tüm sanıklar tahliye edildiler, duruşmadan indikten sonra, sanıklar avukatı rahmetli Prof.Dr.Çetin ÖZEK odama gelerek, ”savcı bey bizden önce tahliye talep ettiniz hiç iyi olmadı bizim rolümüzü çaldınız” diyerek tatlı bir sitemde bulunma gereği duymuştu. Bu anımı hiç unutmam, biz böyle savcılık yaptık. Şimdi bakıyoruz,17/25 Aralık 2013 rüşvet ve yolsuzluk operasyonundan önceki tarihlerde, Fetullah GÜLEN'in yasal bir dini cemaat lideri olarak itibar gördüğü, iktidarın yardım ve yataklığı ile devleti parsellediği dönemde, askeri okulda toy bir öğrenci iken ankesörlü telefonla arandığı gerekçesiyle, arayanı ve ne konuşulduğu belli olmayan görüşmeleri Fetö örgütüne üye olmanın delili kabul ederek, varsayımlarla ve şüphelerle kişilerin tutuklandığı, devletin izniyle açılan ve siyasal iktidar tarafından darbe girişimine kadar çalışma izinleri kaldırılarak kapatılmayan bazı okullarda çocuklarını okuttukları, yasal olarak açılan ve darbe girişimine kadar siyasal iktidar tarafından kapatılmayan Bank Asyada hesap açtırıp cüzi paralar yatırdıkları, yasal olarak kurulan bazı derneklere, yasal görünümleri altında illegal çalıştıklarının farkında olmadan üye oldukları için, masum kişilere Fetöcü damgasını vurarak ağır cezalar yağdıran ve tutuklayan bugünün yargısını görünce, tüm hatalarına rağmen, kırk yıl öncesinin 12 Eylül yargısına yapılan eleştirilere üzülmemek, mümkün değil.
Haklarını teslim edelim,12 Eylülün Sıkıyönetim Komutanları, şüphelilerin gözaltı dönemlerinde, dolduruşlara gelerek emrindeki kollukla birlikte yasa dışı muamelelere tevessül etmiş olsalar da, şüphelilerin evraklarıyla birlikte askeri savcılığa sevk edildikleri andan itibaren o soruşturmadan ellerini çekip askeri savcı ve hakimlerin yargı görevlerine asla karışmamışlardır. Ben İzmir olarak bunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Elli yıllık hukukçu olarak biz sürekli şunu bilir ve söyleriz; önemli olan uygulama ve uygulayıcılardır. Kötü bir yasa, iyi uygulayıcılar elinde iyi sonuçlar, iyi yasalar da, kötü uygulayıcılar elinde kötü sonuçlar doğurur.
Sonuç olarak, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; şu sıralar, oğlunun aday yapılması nedeniyle tartışmaya açılan Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Başsavcısı Nurettin SOYER ve diğer 12 Eylül yargısının savcı ve hakimleri, çağ dışı, faşist ve antidemokratik yasalarla, günün ağır koşullarına rağmen fedakar bir şekilde adalet dağıtmaya çalışmışlar, ancak dönemin antidemokratik ve faşist yasalarından kaynaklı kaçınamadıkları kötü bazı uygulamalardan, haksız bir şekilde akeri savcı ve hakimler sorumlu tutulmuşlardır, gerçek olan şudur;12 Eylül döneminde, istekleri dışında atandıkları için fedakarca görev yapmak zorunda kalan askeri savcı ve yargıçlar, tüm yasal ve dönemsel zorluklara rağmen, adaleti sağlamaya çalışmışlar ve bugünün terör suçlarına bakan yargısına fark atmışlardır, bu yadsınamaz bir gerçektir.
31/01/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu
Şimdi, KILIÇDAROĞLU'na soruyoruz, koskocaman çınar, ATATÜRK'ün partisi CHP de, Tunç SOYER'den başka aday gösterebileceğiniz donanımlı ve iyi yetişmiş başka bir kişi bulamadınız mı? Bu soruyu sizlere, seçmenler de soracaklar ve belki de CHP'yi kadrosuzlukla suçlayarak oy dahi vermek istemeyeceklerdir.
CHP Genel Başkanı'nı, bu aymazlığından, partisinin ve kendisinin bindiği dalı bile bile kesmesinden dolayı kutluyoruz!
Gelelim asıl konumuza,12 Eylül Yargısına.
12 Eylül yargısının bel kemiğini dönemin askeri savcı ve yargıçları teşkil ederler. O dönemde, yurdun tümünde sıkıyönetim ilan edilerek askeri yargıç ve savcıların yargı yükleri artınca, sivil hakim ve savcılardan da takviye almışlarsa da, tüm rol askeri savcı ve hakimlere düşmüştür.
12 Eylül yargısında, bu yazının yazarı ben de, İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesinde askeri savcı olarak görev yaptım. O dönem de, kamuoyunda CMUK tabir edilen reform niteliğindeki yasal değişiklikler yapılmamış, antidemokratik ve faşist usul yasaları ile görev yapılmıştır. Suçlama ile savunma aynı anda devreye girmemektedir, gözaltına alınan şüphelinin, derhal bir avukat talep etme ve avukatı ile görüşme ve ifadesi alınırken avukatını yanında bulundurma ve susma hakkı dahi yoktur. Hatta, şüpheli sıfatı dahi yoktur, gözaltına alınan şahıs, bugün ancak hakkında dava açılınca kazandığı sanık ünvanını, gözaltına alınır alınmaz kazanıyordu, kendisine şüpheli bile denmiyordu.
Şüpheli; bugün olduğunun aksine, savcının emriyle değil, sıkıyönetim komutanının emriyle gözaltına alınmaktadır. İnisiyatif, tamamen Sıkıyönetim Komutanı ve onun emrindeki sivil asker kolluk kuvvetlerindedir. Askeri Savcı'nın; ilk başta, başlatılan operasyonlarda hiçbir görev ve yetkisi ve müdahalesi bulunmamaktadır. Zira, Askeri Yargılama Usul Yasasına göre, askeri savcılar, asıl görev ve yetkileri, bir memur olan subay, astsubay, askeri memur ve erat gibi askeri şahısları soruşturup yargılamak olduğu için, bazı acele el koymayı gerektiren suçlar hariç, kural olarak resen hazırlık soruşturmasına başlayamazlar,12 Eylül Yargısında Askeri mahkemelerde Askeri Yargılama Usul Yasası uygulandığı için, soruşturmaları resen askeri savcılar başlatamazlar. Soruşturmalar ve operasyonlar, Sıkıyönetim Komutanı'nın emrine giren sivil ve asker kolluğa verdiği emir ve talimatla başlar ve şüpheliler; askeri savcının haberi, emir ve talimatı, hiçbir inisiyatifi olmadan gözaltına alınırlar.
Şimdi sıkı durun, gözaltı süresi de, yasaya göre 90 gündür, dile kolay tam üç ay, sanki bir ceza süresi kadar uzun. Emniyet, kolluk gözaltına aldığı kişiyi sorgular, delilleri toplar, suç evrakını ikmal eder ve Sıkıyönetim Komutanlığına gönderir, komutan da bu suç evrakını, üzerine taktığı yazılı bir soruşturma isteminin ekinde, Askeri Savcılığa gönderir, bu arada doksan günlük gözaltı süresinin kaç günü kullanılmıştır, onu savcı evrak kendine gelince görür, şüpheli emniyette, gözaltı süresince işkence de görmüş olabilir, görmüşse de askeri savcının bunda hiçbir emir ve talimatı ve bilgisi ve katkısı asla yoktur, sanık tarafından, işkence ile alındığı söylenen ifadeler, askeri yargı tarafından hükme esas alınmazlar, bu konuda Askeri Yargıtay'ın bir çok yüzakı emsal kararları mevcuttur.
Tutuklanan sanıkların kapatıldıkları askeri cezaevlerinin yönetimi ve denetimi de askeri savcılara ait olmayıp, bu yetki ve görevler, Sıkıyönetim Komutanlığına aittir,12 Eylül döneminde bu cezaevlerinde yapıldığı iddia edilen işkenceler gerçekse, bunların sorumlusu askeri savcılar ve askeri yargı değildir. Askeri yargı, sanığın işkence altında alındığını savunduğu ifadesine itibar etmeyip bu ifadeleri hükmüne esas almamak suretiyle, işkence edenlerin yargıyı yanıltmalarına meydan vermemişlerdir. Bu şekilde, işkence ile sonuç alınamayacağını göstererek işkenceyi önlemeye çalışmışlardır.
Bugün ise, en modern usul yasalarımız mevcut olup, suçlama ile savunma aynı anda başlamakta, gözaltına almalar, doğrudan savcının emir ve talimatıyla olmakta, tüm soruşturma ve operasyonlar bizzat savcının bilgisi ve yönetiminde yapılmakta, gözaltı süreleri yasal sınırları içinde savcılar tarafından belirlenmekte ve kullandırılmakta, şüpheli gözaltına alınır alınmaz avukat talep ederek avukatından hukuki yardım alabilmektedir. Gözaltı süreleri de çok kısadır, bu nedenle sistematik işkence sonlanmıştır, ama yargının tarafsız ve bağımsız olmaması nedeniyle, bugünkü yargı, yukarıda açıkladığımız antidemokratik yasalarla zor şartlarda görev yapmış olan 12 Eylül yargısını mumla aratmaktadır.
12 Eylül yargısının bir süjesi olarak bir anımı paylaşmak istiyorum. İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesinde askeri savcıyım. Başka bir savcı arkadaşımın davasını açmış olduğu iddianamesini düzenlediği YEHOVA ŞAHİTLERİ davasının tutuklu sanıklarının duruşmasına savcı olarak çıktım, bazı sanıkların avukatı, İstanbul Hukuk Fakültesinin ünlü hocası rahmetli Prof.Dr.Çetin ÖZEK, sanık sorguları yapıldı ve o celse itibariyle, ara kararına esas olmak üzere, görüşümüz soruldu, ben iddia makamını temsil eden savcı olarak, bana göre Yehova Şahitliği bir suç teşkil etmediği için, tüm tutuklu sanıkların tahliye edilmeleri yolunda görüş bildirdim ve sanıkların tahliye edilmelerini talep ettim. Benden sonra, savunma avukatı olarak Çetin ÖZEK hoca söz aldı, ama iddia makamı olarak bizim müvekkillerinin tahliyesini talep etmiş olmamız onun keyfini kaçırmıştı, o da şevki kırılmış olarak tahliye yönünde gönülsüz bir savunma yaptı ve tüm sanıklar tahliye edildiler, duruşmadan indikten sonra, sanıklar avukatı rahmetli Prof.Dr.Çetin ÖZEK odama gelerek, ”savcı bey bizden önce tahliye talep ettiniz hiç iyi olmadı bizim rolümüzü çaldınız” diyerek tatlı bir sitemde bulunma gereği duymuştu. Bu anımı hiç unutmam, biz böyle savcılık yaptık. Şimdi bakıyoruz,17/25 Aralık 2013 rüşvet ve yolsuzluk operasyonundan önceki tarihlerde, Fetullah GÜLEN'in yasal bir dini cemaat lideri olarak itibar gördüğü, iktidarın yardım ve yataklığı ile devleti parsellediği dönemde, askeri okulda toy bir öğrenci iken ankesörlü telefonla arandığı gerekçesiyle, arayanı ve ne konuşulduğu belli olmayan görüşmeleri Fetö örgütüne üye olmanın delili kabul ederek, varsayımlarla ve şüphelerle kişilerin tutuklandığı, devletin izniyle açılan ve siyasal iktidar tarafından darbe girişimine kadar çalışma izinleri kaldırılarak kapatılmayan bazı okullarda çocuklarını okuttukları, yasal olarak açılan ve darbe girişimine kadar siyasal iktidar tarafından kapatılmayan Bank Asyada hesap açtırıp cüzi paralar yatırdıkları, yasal olarak kurulan bazı derneklere, yasal görünümleri altında illegal çalıştıklarının farkında olmadan üye oldukları için, masum kişilere Fetöcü damgasını vurarak ağır cezalar yağdıran ve tutuklayan bugünün yargısını görünce, tüm hatalarına rağmen, kırk yıl öncesinin 12 Eylül yargısına yapılan eleştirilere üzülmemek, mümkün değil.
Haklarını teslim edelim,12 Eylülün Sıkıyönetim Komutanları, şüphelilerin gözaltı dönemlerinde, dolduruşlara gelerek emrindeki kollukla birlikte yasa dışı muamelelere tevessül etmiş olsalar da, şüphelilerin evraklarıyla birlikte askeri savcılığa sevk edildikleri andan itibaren o soruşturmadan ellerini çekip askeri savcı ve hakimlerin yargı görevlerine asla karışmamışlardır. Ben İzmir olarak bunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Elli yıllık hukukçu olarak biz sürekli şunu bilir ve söyleriz; önemli olan uygulama ve uygulayıcılardır. Kötü bir yasa, iyi uygulayıcılar elinde iyi sonuçlar, iyi yasalar da, kötü uygulayıcılar elinde kötü sonuçlar doğurur.
Sonuç olarak, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; şu sıralar, oğlunun aday yapılması nedeniyle tartışmaya açılan Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Başsavcısı Nurettin SOYER ve diğer 12 Eylül yargısının savcı ve hakimleri, çağ dışı, faşist ve antidemokratik yasalarla, günün ağır koşullarına rağmen fedakar bir şekilde adalet dağıtmaya çalışmışlar, ancak dönemin antidemokratik ve faşist yasalarından kaynaklı kaçınamadıkları kötü bazı uygulamalardan, haksız bir şekilde akeri savcı ve hakimler sorumlu tutulmuşlardır, gerçek olan şudur;12 Eylül döneminde, istekleri dışında atandıkları için fedakarca görev yapmak zorunda kalan askeri savcı ve yargıçlar, tüm yasal ve dönemsel zorluklara rağmen, adaleti sağlamaya çalışmışlar ve bugünün terör suçlarına bakan yargısına fark atmışlardır, bu yadsınamaz bir gerçektir.
Güner Yiğitbaşı
31/01/2019Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu