Yarın (10/Kasım/2020), ülkemizin kurtarıcısı, Devletimizin ve Cumhuriyetimizin kurucusu büyük ATATÜRK'ün; bedenen aramızdan ayrılışının, 82. yıl dönümü.
ATATÜRK; ilke ve devrimleriyle, engin Dünya görüşleri ve önsezileriyle, yüreğimizde ve belleklerimizde sonsuza kadar yaşamaya devam edeceği için, biz 10 Kasımları, ATATÜRK'ün ölüm yıl dönümü olarak değil, Türk Milletinin gönüllerinde yeniden doğduğu gün olarak kabul ediyoruz ve 10 Kasımları o düşünceyle kutluyor ve ATA'mızı her 10 Kasımda sevgi. saygı ve minnetle anıyoruz.
Geçtiğimiz gece, bu duygular içinde yatağımıza yattığımız için olsa gerek, rüyamda sevgili ATATÜRK'ü gördüm.
Yatağımın başucuna kadar geldi, alnımı ve yanaklarımı okşadı, bakışları gözlerimi kamaştırıyor, karanlık gecemi güneş gibi aydınlatıyordu.
Sevgili ATATÜRK ile aniden yüz yüze gelmenin heyecanı sardı tüm bedenimi, heyecandan adeta titriyordum, beni saran heyecan ve titremeden, yatağımın sallandığını hissediyordum.
ATATÜRK'ü, rüyamda da olsa, baş ucumda görmek, beni çok mutlu etmişti.
Tek endişem; bana, ülkenin içinde bulunduğu bugünkü durumunu sorarsa, ben ona nasıl cevap veririm, çok kötü olan doğruları anlatırsam, onu üzer ve yeniden öldürür müyüm, korkusuydu.
Sevili ATATÜRK; beklediğim gibi, bana ülkenin durumunu, milletimizin bu durumdan memnun ve mutlu olup olmadığını sordu.
Bu soruyu yöneltirken de, olumlu ve güzel cevaplar alacağından çok emindi.
Nasıl emin olmasın ki; her 10. Kasımlarda ve milli bayramlarda, ülkeyi yönetenler; huzuruna çıkarak, çelenk bırakıyorlar, sevgi ve bağlılıklarını bildiriyor ve kendisi için açılan özel deftere, ülkenin durumuyla ve laik cumhuriyetle ilgili çok güzel şeyler yazıyorlardı. ATATÜRK de, haklı olarak, bu güzel sözlere ve kendisi için yazılanlara inanıyor olmalıydı.
Gençliğe Hitabesinde dile getirdiği; harici ve dahili bedhahların çıkabileceğini düşünmek istemiyordu.
Çok zor anlar yaşadım. Bir yanda, ATATÜRK'ün baş ucumda oturarak benim yanaklarımdan okşamasının büyük sevinç ve mutluluğunu yaşarken, öbür yandan da, bana sorduğu soruya vereceğim olumsuz ve üzücü cevapların, ATATÜRK'ü üzeceği korkusu ve üzüntüsü sarmıştı içimi.
Sevinç ve mutluluk ile üzüntü, endişe ve korku duygularını, aynı anda yaşamaya başlamıştım.
SEVGİLİ ATATÜRK'e; onu üzmemek için, ister istemez, yalan söyledim.
-ATATÜRK devrim ve ilkelerinin yok edilmeye çalışıldığını,
-En başta laiklik ilkesi olmak üzere; Cumhuriyetin kurucu nitelik ve ilkelerinin, değerlerinin neredeyse tamamen yok olma aşamasına getirildiğini,
-Laik eğitimin asgari düzeye indirildiğini, Öğretim Birliği Yasasının ihlal edilerek, ihtiyaç dışı imam hatip okulları açılarak, eğitimin din temelli hale getirildiğini,
-Kaldırılan tekke ve zavilerin yerini, cemaat ve tarikatların aldığını, cemaat ve tarikatların laik cumhuriyetin tüm kuruluşlarını ellerine geçirdiklerini, Fetö denen cemaatin, siyasal iktidar tarafından beslenerek, korunup kollanarak devlete sızdırıldığını ve sonunda 15. Temmuz. 2016 tarihinde darbe girişiminde bulunduğunu, gazi meclisi bombaladığını,
-Teröristlerle müzakere masalarına oturulduğunu, bunun aslında çözüm amaçlı ve ülkenin yararı için değil, iktidar koltuklarının muhafazası için yapıldığının, sonra yürürlüğe konulan terörle mücadele politikalarıyla gün yüzüne çıktığını,
-Milletin; iktidar yandaşları ve muhalifler olarak bölünerek kutuplaştırıldığını,
-Bölünmenin din ve mezhep eksenli olarak da derinleştirildiğini,
-Kimlik, din ve mezhep eksenli siyaset yapıldığını,
-Gazi meclisin dışlanarak, egemenliğin milletten alındığını ve tek adama emanet edildiğini, ülkenin; yasama, yürütme ve yargısıyla tek adam tarafından ve monarşinin sembolü saraylardan yönetildiğini, Çankaya köşküne kilit vurularak yıkama terk edildiğini,
-Gazi Meclisin üyeleri milletvekillerinin, saraydaki tek adamın gözünün içine baktıklarını ve onun talimatı, istek ve arzularıyla parmak kaldırıp indirdiklerini, saraydaki kişiye kulluk ettiklerini, emir ve talimatla parmaklarını kaldıran ve indiren robotlar haline getirildiğini,
-Bugüne kadar, muhalefet milletvekillerinin bir kanun tekliflerinin dahi kanunlaştırılamadığını, meclisin; sarayın ve iktidar partisi ve küçük ortağının tahakkümü altında bırakıldığını,
-Yargının; bağımsızlığını kaybettiğini ve iktidar yanlısı taraflı bir yargı haline getirildiğini, bağlayıcı olan ve her kişi ve makamı, yargıyı bağlayan Anayasa Mahkemesi kararlarına, yargını dahi uymadığını,
-Sivil toplum kuruluşlarının yok sayıldığını,
-Kişi hak ve özgürlüklerinin yok edildiğini, düşünce ve düşünceyi açıklama, haber alma özgürlüğünün temsilcileri görsel ve yazılı basının baskı altına alındığını, basının iktidar tarafından satın alınarak yandaşlaştırıldığını, birkaç muhalif basına da sansür uygulanarak, para ve kapatma cezalarıyla susturulmaya çalışıldığını,
-İslam dininin gereklerini öğretmek için kendi elleriyle kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığının, kuruluş amacının çıkarak, siyasetin batağına sürüklendiğini, siyasal iktidarın fetvacısı ve en yakın destekçisi olduğunu, topluma siyaseten yön vermeye çalıştığını, Diyanet İşleri Başkanının; vatan haini, ATATÜRK düşmanı Fesli Kadir'in en yakın arkadaşı ve destekçisi olduğunu, aynı kafa yapısında olduklarını,
-Devlet yönetiminde; liyakatin değil, sadakatin ön planda tutulduğunu, devlet kadrolarına, iktidar yandaşlarının doldurulduğunu,
-Dış politikada, devlet aklının terk edildiğini, devletin ve diplomasinin yerleşmiş kurallarının uygulanmadığını, günü birlik politikalarla devletin yönetilmeye çalışıldığını, uluslararası ilişkilerde, ülke yararına değil, din ve mezhep odaklı politikalar üretilerek uygulandığını, yurtta sulh ve cihanda sulh ilkesinin terkedilerek, din ve mezhep odaklı politikalar yüzünden komşu ülkelerin içişlerine müdahale edildiğini, savaşlara girildiğini, ülkemizin, Katar dışında tüm komşu ve yakın devletlerle kavgalı hale getirildiğini,
-Cumhuriyetin ilk yıllarında tesis edilen ve ülkenin ekonomisine ve kalkınmasına büyük katkılar sunan, tüm iktisadi devlet teşekküllerinin ve fabrikaların, özelleştirme adı altında yok pahasına satıldıklarını ve yerine yenilerinin konulamadığını, ülkenin üretiminin düştüğünü, cari açıklar verdiğini, ihracatımızın, ithalatımızı karşılamakta yetersiz kaldığını, döviz yokluğu çektiğimizi, istihdamın düştüğünü, işsiz sayısının her geçen gün arttığını,
-Ülkenin milli gelirinin eşit ve adil dağıtılamadığını, vasıtalı vergilerin vergi gelirlerindeki payının sürekli artırılarak, gelir dengesinin her geçen gün yoksullar aleyhine bozulduğunu,
-Açlık ve safaletin her geçen gün arttığını,
-Yapılan özelleştirmeler ve fakir halktan adil olmayan şekilde toplanan vergilerden oluşan yaklaşık 2. 5 trilyon dolarlık devlet parasının, 19 yıldır iktidarda olan yönetim tarafından, üretime dönük olmayan döviz getirmeyen inşaat sektöründe yok edildiğini, yap işlet devret yoluyla ve kar garantili olarak, iktidar yandaşı iş adamlarına yaptırılan tünel, yol, köprü, havaalanı ve şehir hastaneleri yoluyla, devletin parası, taşa ve toprağa yatırıldığını, verilen kar garantileri nedeniyle, yoksul halkımızın geçmedikleri köprü, tünel ve yollar, kullanmadıkları havaalanları için paralar ödediklerini,
-İş başındaki, iktidarı 19 yıldır tek başına elinde tutan AKP'nin genel başkanı da olan partili Cumhurbaşkanının; orta halli mütevazi bir aileden gelmesine rağmen, lüks ve şatafatı, saraylarda yaşamayı, uçan saraylarla uçmayı, lüks makam otomobillerine binmekten çok hoşlandığını, bu aşırı lüks yaşantının ve israfın, devletin itibarıyla bir tutulduğunu, devletin itibarının, gereksiz lüks ve şatafatta arandığını,
-Devlet yatırımlarında, ihtiyaç önceliğine göre bir sıralama ve planlama yapılmadığını, üretime değil, tüketime yönelik yatırımlara öncelik verildiğini,
-Tarım ülkesi olan ülkemizde, tarımın yok edildiğini, çiftçinin desteklenmediğini, tarım ürünlerinin dahi, döviz ödeyerek dış ülkelerden ithal edilmeye başlandığını,
-ATATÜRK Orman Çiftliğinin, talan edilerek yok edildiğini,
-Osmanlı'nın dış borçlarının; yoksulluk içindeki, Cumhuriyet'in o gençlik yıllarında, kuruşu kuruşuna ödenmesine karşılık, şu anda yarım trilyon dolarlık dış borç batağında yüzen ve bu nedenle bağımsızlığı tehlikeye giren bir ülke konumuna düşürüldüğümüzü,
-Döviz rezervlerinin; israftan ve üretimsizlikten eritilmesi sonucunda, Türk parasının kıymetinin yok edildiğini, paramızın pul olduğunu,
-Dün akşam saatlerinde istifa eden Maliye ve Hazine Bakanının, istifasını sosyal medyada duyurmasına ve aradan 24 saate yakın bir süre geçmesine rağmen, bu istifanın doğruluğu ve kabul edilip edilmediği hakkında, henüz resmi bir açıklamanın yapılmadığını,
-Gençliğe Hitabesinde yer alan, ülkenin düşürüleceği kötü durumlara ilişkin öngörülerinin çoğunun gerçekleştiğini, ancak, siyasal iktidarın; uyguladığı antidemokratik baskılar ve özellikle yarattığı, gençliği dindar ve kindar gençlik ve diğerleri olarak kutuplaştırarak böldüğü için, Türk Gençliğinin; kendi vasiyetini yerine getirmeye güçlerinin yetmediğini,
-Türk Milletinin, millet olma niteliğinin ve milli duygularının yok edilerek, ümmetleştirilmeye, kul edilmeye çalışıldığını,
-Milli Bayramların etkisizleştirildiğini, kutlanmalarının asgari düzeye indirgenerek unutturulmaya çalışıldığını,
-Yarın, 10. Kasım günü, iktidar temsilcilerinin, yine bir formalitenin yerine getirilmesi amacıyla ve istemeden huzuruna çıkıp, mezarına çelenk bırakacaklarını, sahte bir saygı gösterisinde bulunarak, özel deftere birçok yalanları, inanmadıkları şeyleri yazıp imzaladıktan sonra, siyasal iktidarın paralı askerleri tarafından atılacak olan iktidar yanlısı sloganlar eşliğinde, kaçarcasına Anıtkabirden ayrılacaklarını,
Bu üzücü gerçekleri ve daha nicelerini, SEVGİLİ ATATÜRK'e, utancımdan ve üzüntümden, onu da üzmemek adına, söyleyemedim.
Ama, umudumuzu asla yitirmedik. Ülkemizin üzerinde dolaşan kara bulutlar, er ya da geç dağılacak, ATATÜRK devrim ve ilkelerinin güç verdiği güneş, karabulutlardan çıkarak ülkemizi aydınlatmaya devam edecektir.
Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi, yarın 10. Kasım. 2020 asla ve asla, ATATÜRK'ün ölüm yıl dönümü değil, yeniden doğduğu ve gönüllerimizde yaşamaya devam etmeye başladığı gündür. Zira, ATATÜRK; 10. Kasım. 1938 de sadece aramızdan bedenen ayrılmıştır, onun devrim ve ilkeleri, kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, onun deyimiyle, ilelebet var olacak ve yaşayacaktır.
Bu duygular içinde, ATATÜRK'ü; bir daha çıkmamak üzere yüreklerimize ve gönüllerimize nakşettiğimiz 82. yeniden doğum yıl dönümünde, saygı, sevgi, özlem ve minnetlerimizle, anıyoruz.
Ruhun şad olsun, ülkemizin kurtarıcısı, Devletimizin ve Cumhuriyetimizin kurucusu, ezeli ve ebedi tek liderimiz, sevgili ATATÜRK.
Güner Yiğitbaşı
09/Kasım/2020
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu