Bir Ağıdın Anımsattığı

Bir Ağıdın Anımsattığı Osmanlı’nın Yemen macerasını anlatan “Yemen Ah Yemen”(1)adlı kitabı okumaktayım. Okuduğum bölümleri paylaşmak istedim

Bir Ağıdın Anımsattığı

Osmanlı’nın Yemen macerasını anlatan “Yemen Ah Yemen”(1)adlı kitabı okumaktayım. Bununla ilgili olarak okuduğum yere kadar çok etkilendiğim bölümleri sizinle paylaşmak istedim. O Yemen ki, Osmanlı’dan koptu kopalı, Yemen’de can veren Türk şehitlerinin ahını almış gibi başı beladan kurtulmuyor, Yemen’de kabileler, mezhepler iç savaşı günümüzde de devam edip gidiyor. Devlet geleneği olmayan, aşiretlerle, kabilelerle yönetilen ülkelerin sağlıklı yönetim geleceği olmuyor, bunu Yemen, Libya gibi Araplarda görmekteyiz. Günümüzden yüz yıl önceki zamanda Osmanlı ile Arap asileri arasında Yemen’de yaşanmış, hazin dehşet verici olaylardan sadece bir iki kesit almak istedim. Orada can veren şehitlerimizin ruhları şad olsun.

“Ben gidiyom Rüştü beyim ağlama
Köz goyup da ciğerimi dağlama
Alay gitti beni burda eyleme
Yemen'e de benim ağam Yemen'e
Endi m'ola Mehrali Bey Yemen'e
Gurdu m'ola çadırları çimene
Oğul köz düştüğü yeri yakar kime ne
Dert benim vallah kime ne

Ben gidiyom Rüştü Beyim sana bir nişan
Susuzluktan alaylarım perişan
Hiç iflah mı olur Yemen'e düşen
Yemen'e de benim ağam Yemen'e
Endi m'ola Mehrali Bey Yemen'e
Gurdu m'ola çadırları çimene
Oğul köz düştüğü yeri yakar kime ne
Dert benim vallah kime ne

Mehrali'yi sokaklarda duttular
Ağamı da bir gurşuna sattılar
Mehrali'yi Yemen'e de attılar
Yemen'e de benim ağam Yemen'e
Endi m'ola Mehrali Bey Yemen'e
Gurdu m'ola çadırları çimene
Oğul köz düştüğü yeri yakar kime ne
Dert benim vallah kime ne.       Derleyen Kemal Keskin Sivas
Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu ağıtı çok severmiş, Yemen ağıtları üzerine yazılmış türküler söylenirken gözleri dolar gelirmiş.
II. Abdülhamit zamanında Yemen’de Osmanlıya 1904 yılında isyan eden İmam Yahya’ya karşı Yedinci orduyu bastırmak için gönderirler. Bu yedinci orduda yurdun her tarafından erler ve subaylar vardır. Ordunun içinde en meşhuru da, içinde seçme gönüllü askerlerin oluşturduğu Miralay Mihralı Bey’in komutanlığını yaptığı “Hamidiye Alayı” idi. Bir ara İsmet İnönü de Yemen’de komutanlık yapar. Fakat Yedinci ordu devletçe gerekli teçhizat, yiyecek vb yönleri ile desteklenemediği için askerlerimiz açlık, hastalık, mühimmat sıkıntı içindedirler. Birliklerde bulunan doktorlar, ilaçlar kalmadığı için yaralı askerlere müdahale edemezler.   Akerlerimiz açlık ve hastalıktan kırılmaya başlar. Askerlerimiz açlık yanında İmam Yahya’nın asilerinin saldırı ve suikastlarına maruz kalırlar, böylece askerlerimiz Arap militanlarının baskın ve suikastları ile erime başlar.
Bu birliklerde, Sultan’ın “Yularsız Aslanım” dediği Mihralı Bey çok tanınan kahraman bir miralay (albay) askerimiz vardır. Bu Miralay, İmam Yahya’nın militanları tarafından bir baskın sırasında sırtından vurularak yaralanır. Yeterli tedavi ilaçları bulunamadığı için bu yaradan 10 gün sonra şehit olur ve Yemen’e defnedilir. Bu yiğit asker için arkasından böyle destanlar ağıtlar söylenir. Yukarıdaki ağıt, bu albayımız için yakılmıştır. İşte Atatürk de, Yemen’deki askerlerimizin trajik savaşlarını anımsattığı için, bu yukarıdaki ağıtı dinlerken gözyaşlarını tutamazmış. Lütfen Googleden “Mihralı Bey’in ağıtı” yazıp bir izleyin. Askerlerimiz öylesine açlık çekerler ki, açlıktan avurtları çökmüştür, her askere bazen yemek olarak bir yavan ekmek bir de kuru soğan verirler.
Şimdilerde, Yemen ellerinde kalan binlerce askerimiz ve arkasından söylenilen ağıtları duyan birçok aydınımız “Yemen’de ne işimiz vardı”  diye sitem ederler, eleştirirler. Yüzyıllardır Osmanlı toprağı olan Yemen Osmanlının bir vilayeti idi; o zaman, 1839 da “kömür deposu yapacağım” bahanesiyle Yemen’i işgal eden “İngilizlerin Yemen’de ne işi var” diye de sormak gerekir. Yemen Çin’e denizden giden İpek yolunun durak ve açılım yeri idi.
Yemen’de bir devlet geleneği yoktu, ülke Zeydi İmamları, Şafii ve Hanefi kabile reisleri tarafından yönetiliyordu. Çok eski yıllardan günümüze kadar ülke içinde bitmek bilmeyen kabileler arasında savaşlar sürüp giderdi. İşte Osmanlının Yedinci ordusu Yemen’de, İngiliz emperyalizmi ile işbirliği yapan kabile reisi İmam Yahya’ya karşı savaşıyordu. Yemen’de Aynı mezhep ve kabile grupları günümüzde bile birbirleri ile savaşıyorlar, o zamanlarda olduğu gibi bu gün de halk açlıktan kırılıyor.
Açlığı sadece askerlerimiz çekmiyordu, Yemen halkı da açlıktan kırılıyordu. Sanki Yemen ellerinde can veren askerlerimizin ahının çekilircesine şimdilerde bile Yemen halkı birbirlerini kırıyor.  Yemen nasıl bir belalı ülke ki, günümüzde de iç savaşın olduğu bu yerlerde Arap kabileleri birbirini kırıyor, Yemen’de şimdilerde bile kan revan içinde halk açlık çekiyor. Yemen halkı öylesine açlık çekiyormuş ki, küçük çocukları öldürüp etlerini yiyorlarmış.
Yemen’deki acıları anlatan, “Yemen Ah Yemen” adlı Mehmed Niyazi’nin(2) bir kitabını okuyorum. Kitabın 36 ncı sayfasına geldiğimde halkın muhalif grupların çocuklarını kaçırıp etlerini yediklerini dehşetle anlatıyordu. Ravza’da Yedinci ordunun birlikleri tarafından her yeri kana bulanmış, fesli asker, sarıklı sivil insanların cesetleri ile dolu asilerin kışlasına girerler. Kışlanın mutfak kapısının arkasında etleri tifsinmiş (soyulmuş) öbek öbek insan kemikleri kafatasları üst üste yığılmış biçimde, bir yanda da insanların kanlı giysileri yığılmış halde görürler.(sf 41-42)
Askerlerin arasında bir Arap kadın, etinin yenilmesinden korktuğu oğlunu aramaktadır. Kadın etleri yenilen insanların giysileri arasında oğlunun kavuniçi rengindeki kanlı fesini tanır, fesi feryat ederek bağrına basıp “Zeyd Zeyd” diye bağırır, yani oğlunun da eti asiler tarafından yenilmiştir. Etleri yenilen insan kemiklerini gören askerler dehşet içinde kalırlar.
Günlerdir aç kalan insanların, bu insanların etlerini yemesinden doğacak salgın hastalıklardan korkulduğu için şehrin dışında pek çok toplu mezar kazılır, cesetler, kemiler bu toplu mezarlara defnedilir.
Komutan Muhyiddin Paşa ölü ve yaralılar hakkında doktordan rapor ister. Ertesi gün birlik doktoru Dr. Fehim Bey, şu raporu verir, 23 kişinin etleri yenmiştir, bunlardan ikisinin subay çocuğu olduğu tespit edilir”. Bu dehşetli olayın şoku geçmeden Kaymakam Seyfi Bey komutanın karşısına çıkarak, “kumandanım tespitlerimize göre, 30 subayımız, 821 er ve erbaşımız şehit olmuştur, pek çok da yaralımız var, onların tedavileri ile uğraşıyoruz” der.İşte Yemen böylesine bir yerdi. Bir yanda yığın yığın şehitler, yaralılar, bir yanda açlıktan insan eti yiyenler.       
1904’den sonra İmam Yahya Osmanlıya karşı isyan başlatmış. On dört yıl sonra 1918 da Yemen tamamen İmam Yahya’ya teslim edilmişti. Ama binlerce Anadolu evladımızı da o çöllerde bırakmıştık, yollarda heder etmiştik. Bize de yürek yakan bu Yemen Türküleri kalmıştır.
Osmanlı böylece binlerce şehit vererek Yemenden çekilmiş ama sağ kalan askerini getirecek gemi dahi bulamamış. Gelebilenler yollarda dökülerek gelmiş, bir kısmı Yemen’de evlenip kalmış, çocukları Türklüğünü yitirmiş, asimle olmuş.
Anadolu’da bir töre vardır, ölen askerin dul karısını “aile bölünmesin” diye, ailenin bekâr oğlu ile evlendirirlerdi. Şimdiki gibi ulaşım ve iletişim araçları olmadığından ve oğullarından yıllarca zaman geçtiği halde, haber alamadıklarından “herhalde ölmüştür” düşüncesi ilekarısını kaynı ile yani ölen askerin kardeşi ile evlendirme âdeti vardı. Askerdeki oğulları da üç beş yıl daha fazla yıl ailesinden haber almadığından, karısının kardeşi ile evlendirilme olasılığı karşısında, “bu olaya dayanamam” diyerek evine dönmek istemediği olayını, Yemen’den dönmeyenler için de anlatırlardı.
Atatürk’ün ebediyete göçtüğünün 82 nci yılında, rahmete vesile olması için onun sevdiği Yemen Türkü ve ağıtlarına yer vermek istedik, Yemen yollarında can veren Anadolu evlatlarının da ruhlarının şad olması için, o yıllara ait bazı küçük anılara yer verdik, hepsinin ruhları şad olsun.
Yemene giden iki kardeş, birinin adı Mehmet, birinin de Memiş... Bu da analarının feryadı:
“Şu Yemen’de biter kamış,
Uzun olur vermez yemiş,
Şu Yemen’de iki kardeş
Biri Mehmet, biri Memiş ...

Kutnu kumaş soldu mola,
Yiğidimin gözlerini
Karıncalar oydu m’ola...

Bir başka ana, Şarkışla köylerinden bir ana böylediyor:
”Ahırın yanı yıkıldı
Oturacak yer kalmadı
Üç yiğidi asker ettim
Hani ya biri dönmedi...

Haniya bacım haniya.
Bunu duuanlar acıya.
Künye gelmiş okunuyor
Kardaş koysun salacaya...

Ya Erzurum’lu gelin bacının ağıtına ne demeli?

Mızıka çalındı düğün mü sandın
Al yeşil bayrağı gelin mi sandın
Yemen’e gideni gelir misandın
Tez gel ağam tez gel dayanamirem
Uyku gaflet basmış uyanamirem
Ağam öldüğüne inanamirem

Koyun gelir kuzusunun adı yok
Sıralanmış küleklerin sütü yok
Ağamsız da bu yerlerin tadı yok
Tez gel ağam tez gel dayanamirem
Uyku gaflet basmış uyanamirem
Ağam öldüğüne inanamirem

Ağamı yollarlar Yemen eline
Çifte tabancayı takmış beline
Ayrılmak olur mu taze geline
Tez gel ağam tez gel dayanamirem
Uyku gaflet basmış uyanamirem
Ağam öldüğüne inanamirem

Akşam olur mumlar yanar karşımda
Bu ayrılık cümle âlem başında
Gündüz hayalimde, gece düşümde
Tez gel ağam tez gel dayanamirem
Uyku gaflet basmış uyanamirem
Ağam öldüğüne inanamirem
Karaman’dan yola çıkan yağız Anadolu delikanlısı Yemen yollarındadır. Geri dönmeyeceğini bilmektedir. İçini kimselere açamaz da seher yeline seslenir:
“Karaman’dan çıktım yolum Yemen’e
Asker çantasını vurdum sineme
Ayrılık namesini verdim eline
Tenhalarda bul da ver seher yeli.”
http://www.istanbulgazetesi.com.tr/yemen-agitlari-makale,75027.html

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız

Sonnotlar

(1)Yemen Ah Yemen Mehmed Niyazi  Ötügen Yayınevi 2004 

(2) Mehmed Niyazi Özdemir, (d. 8. Nisan 1942, Akyazı - ö. 11 Mayıs 2018, İstanbul. Türk tarihçi, yazar ve mütefekkir. 

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget