Beni sürekli takip eden okuyanlarım hatırlayacaklar.
İsmini ağzıma almaya bile gerek duymadığım, Sakarya Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görevli Profesör ünvanlı bir zat, çıktığı bir televizyon programında, üniversitelerimizi fuhuş yuvaları olarak damgalamıştı. Bu beyanı ile üniversitede okuyan genç kızlarımızı fahişelikle suçluyordu.
Bu haksız ve adi suçlamaları duyan; ben dahil, vicdanları sızlayan ve yaralanan kamuoyu ayağa kalkmış ve bu zatı ağır şekilde eleştirmişler ve beyanlarını protesto etmişlerdi.
Biz de, bu sözlerle vicdanı sızlayan Türk kamuoyunun bir ferdi olarak, bu beyanlar karşısında büyük bir üzüntü duymuş ve hiddete kapılmıştık ve bu hiddet ile sıcağı sıcağına ”SEN DE GAVAT VE PEZEVENK MİSİN O ZAMAN?” başlıklı bir makale yazarak, bu zata; sadece dikkatini çekmek kastıyla, sözlerinin yaratacağı ağır sonuçları düşünmesi amacıyla, makale başlığındaki soruyu sormuştuk. Amacımız ve kastımız hakaret değildi. Kendisine doğrudan hakaret etmiyorduk, beyanların karşısında sen de başlıktaki duruma düşersin, aman konuşmalarına dikkat et demek istemiştik sadece. Aslında, ortada doğrudan bir hakaret ve hakaret kastı olmadığı gibi, Profesör ünvanlı bu zat, üniversiteler fuhuş yuvalarıdır demek suretiyle, fahişe ilan ettiği kız öğrencilerden, bir öğretim üyesi olarak, kendisinin de sorumlu olması nedeniyle, bindiği dalı kesiyor ve kendi kendisine hakaret ediyordu bilmeden. İşte biz bunun dikkatini çektik bu makalemizde.
Ama, binlerce üniversiteli genç kızlarımızı fahişelikle suçlayarak hakaretler yağdıran bu zat, teşbihte hata olmaz, akıllı hırsız ev sahibini bastırır lafını haklı çıkarırcasına, üniversite öğrencisi genç kızlarımıza yaptığı hakaretlerin hesabını vermeden, tarafımızdan hakarete uğradığı iddiasıyla, hakkımızda Sakarya C. Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu, savcılık Sakarya 3. Asliye Mahkemesinde hakkımızda dava açtı, basit yargılama usulüne göre duruşmasız olarak yapılan ilk yargılama sonunda, suçsuz olmamıza rağmen, suçumuz sabit görüldü. Ancak, bizim de savunmalarımızda dile getirdiğimiz gibi, ”müştekiden kaynaklanan haksız fiil nedeniyle, bu haksız fiile tepki olarak, suça konu hakaret içeren makaleyi yazmış olduğumuz kabul edilerek, TCK madde 129/1 madde ve fıkrası uyarınca, hakkımızda CEZA VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA”karar verildiği halde, bu karara yaptığımız itiraz üzerine, genel hükümlere göre yapılan duruşmalı yargılama sonunda, değişen hakim nedeniyle, TCK. nın 129/1 maddesindeki lehe hüküm; “müştekinin beyanlarıyla, sanığa veya bir yakınına yönelik zarar doğuran ve haksız tahrik teşkil eden, haksız bir fiil ve haksız bir tahrikinin olmadığı” gerekçesiyle hakkımızda uygulanmadığı için, sonuç olarak 2600 TL para cezası ödemeye mahkum edildik. Ceza miktarı da o kadar güzel ayarlanmış ki; cezanın nevi ve miktarı itibarıyla hakkımda verilen ceza hükmü kesindi maalesef. Bu nedenle istinaf ve temyiz yoluna gidemedik.
Kesin olarak verilen ve yasal üst başvuru yolları hakkımız bulunmadığı için, uğradığımız hak ihlali nedeniyle biz de konuyu bireysel başvuru hakkımızı kullanarak Anayasa Mahkemesine taşıdık.
Bireysel başvuru talebimizde yer alan bazı pasajlara burada yer vermek istiyoruz.
“ Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında; kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin, bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiş ise de; . . . . . verilen mahkumiyet kararı; kanun yoluna kapalı olup kesindir. Karara karşı istinaf ve Yargıtay gibi tüketilmesi gereken denetim ve kanun yoluna başvurma hakkımız bulunmamaktadır. Karar, üst denetim ve başvuru yolundan geçme şansına erişememiş olup, karar; bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası ve açık bir keyfilik içermektedir.
Yasama yürütme ve yargı yetkilerinin tek adamda toplandığı Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde, sadece kağıt üzerinde yazılı kalan fiiliyatta uygulanmayan anayasanın 138. maddesine göre; Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Olması gereken budur. Ama, maalesef siyasallaşan ve tek adama bağlanan yargının içinde bulunduğu ve düşürüldüğü durum ortadadır.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Ancak, gerçekte maalesef uygulama bu yönde değildir. Anayasa Mahkemesinin kararları dahi, yerel mahkemeler tarafından uygulanmamaktadır. Yargının bağımsız ve tarafsız olduğuna ilişkin toplumdaki inanç yok olmuş, maalesef yargı bağımsızlık ve tarafsızlığını yitirmiş ve siyasallaşmıştır.
Yargılamayı yapan yerel mahkeme hakiminin de, tarafsız ve bağımsız olduğu çok kuşkuludur.
Adil yargılanma hakkı, çok geniş bir tanımı gerektirmekte olup, adil yargılanmadan bahsedebilmek için aranması gereken ilk koşul; hükmü veren hakimin, bağımsız ve tarafsız olduğundan asla şüphe edilmemesi olmalıdır. Müvekkilin yargılandığı mahkemenin hakiminin; müvekkil hakkında verdiği yasa ve hukuka aykırı kararıyla, bağımsız ve tarafsız olmadığı ciddi şüphesini uyandırması, başvurucu müvekkilin adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilmelidir.
Başvurucu müvekkilin eyleminde; müştekiye yönelik hakaret suçunun maddi ve manevi unsurları oluşmadığı halde, hakaret suçunun yasal unsurlarıyla oluşup sabit olduğunun kabulü bir yana, basit yargılama usulü uygulanarak duruşmasız yapılan ilk yargılama sonunda başvurucu hakkında kurulan ilk kararda, ”müştekiden kaynaklanan haksız fiil nedeniyle, sanığın bu haksız fiile tepki olarak suça konu hakaret içeren paylaşımı yaptığı anlaşılan sanık hakkında, TCK madde 129/1 fıkrası hükmünün mahkememize verdiği yetkiye binaen, müştekiden kaynaklı haksız fiilin ağırlığı ve kusurunun yoğunluğu nedeniyle, CMK 223/4-c maddesi uyarınca CEZA VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA” karar verilmiş olmasına rağmen, itiraz üzerine genel hükümlere göre duruşmalı olarak yapılan ikinci yargılama sonunda ise; yasaya göre, mahkeme itirazdan önce basit yargılama usulüyle verdiği kararla bağlı olmamakla birlikte, aynı delillerle, sadece hakim değişikliği nedeniyle, yasal koşulları fazlasıyla mevcut olmasına rağmen, başvurucu müvekkil hakkında, TCK. 129/1 fıkrası hükmünün uygulanmayarak, adli para cezasına hükmedilmesi, buna ilaveten de yargısal üst denetim yollarının kapatılması amacıyla, cezanın kesin hüküm sınırları içinde kalacak, başvuru yollarını tıkayacak şekilde belirlenmiş olması, bariz bir takdir hatası ve açık bir keyfîlik içermektedir.
Yerel mahkemenin gerekçeli kararında yer verdiği; müştekinin, beyanlarıyla, başvurucu sanığa veya bir yakınına yönelik zarar doğuran ve haksız tahrik teşkil eden, haksız bir fiil ve haksız bir tahrikinin olmadığını savunan gerekçelerine katılmak, asla mümkün değildir.
Müşteki, bu beyanlarıyla, somut olarak sadece bir genç kızımıza kişisel, ya da çok sınırlı sayıdaki genç kızlarımıza değil, üniversitelerde okuyan genç kızlarımızın tümüne yönelik, kitlesel ve genel bir itham ve suçlamada bulunmuştur.
Müştekinin beyanları; gerici bir zihniyetin, kadın düşmanlığının dışa vurumu olarak, topluma, kamuoyuna ve ammeye, kamu vicdanına yönelik, kamu ve toplumsal vicdanı ağır şekilde yaralayan ve sızlatan haksız ve gerçek dışı beyanlardır.
Başvurucu müvekkil de, aynı toplumun ve kamunun bir ferdi ve üniversitede okuyarak mezun olan iki kız çocuğunun babası olarak, müştekinin somut bir ayrım yapmaksızın, genellik içeren bu sözlerinden dolayı, büyük üzüntü duymuş ve manevi zarara uğramıştır. Sızlayan toplumsal kamu vicdanının içinde, bu toplumun bir ferdi olarak müvekkile yönelik, müvekkile de doğrudan zarar veren içini ve vicdanını sızlatan, üzen ve bunun sonucu olarak, müştekiye yönelik tepki koymasına neden olan bir pay bulunmaktadır.
Bu nedenle; yerel mahkemenin gerekçe yaptığı, müştekinin beyanlarından, başvurucu müvekkil sanığın ferden zarar görmediğine, müştekinin söyleminde başvurucu sanığa yönelik bir haksız fiil ve tahrikin bulunmadığına ilişkin hukuk dışı değerlendirmesinin, hiçbir hukuki değeri bulunmamaktadır.
Yasaya göre; mahkeme, itirazdan önce basit yargılama usulüyle verdiği kararla bağlı olmamakla birlikte, lehe verilen ilk karar hilafına, yasal koşullarının var olmasına rağmen; bu lehe hükümden, başvurucu müvekkilin yararlandırılmaması, dikkat çekicidir ve adil yargılanma hakkının açıkça ihlalidir.
Anayasanın 12. maddesine göre; Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.
Biz ve müvekkil başvurucu, bu hükümden şunu anlıyoruz, günlük olayları değerlendiren, toplumu aydınlatan ve haklarını savunan, bugüne kadar yaklaşık dört bin makale kaleme alan aydın bir yazar ve hukukçu olan, aydın sorumluluğu taşıyan müvekkil başvurucu; sahip olduğu, düşünce ve düşünceyi açıklama, bilgilendirme hak ve özgürlüğünü, müştekinin, kamu vicdanını ağır bir şekilde yaralayan üniversite öğrencisi genç kızlarımızı fahişelikle suçlayan beyanlarına karşı kullanmayarak, sessiz kalma ve susma, müşteki ve müşteki gibilere, hak ettikleri gereken cevabı vermeme gibi bir lüks ve hakkının olmadığını, çok iyi bilmekte olup, bu bilinçle suça konu makaleyi yazmakla, düşünce, düşünceyi açıklama ve ifade özgürlüğünü kullanmış olmanın, topluma, kamuya ve genç kızlarımıza karşı yüklendiği ödev ve sorumluluğunu yerine getirmenin iç huzurunu yaşamakta ve hakkında başvuru yolları kapalı ve kesin olarak verilen adli para cezasını içeren mahkumiyet kararı ile yukarıda belirttiğimiz anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına altına alınan temel haklarının açıkça ihlal edilip çiğnendiğini düşünmekte ve değerlendirmektedir. ”
Evet, hakkımızda yasal başvuru yolları kapalı ve kesin olarak, haksız olarak verilen para cezamızı şimdilik ödedik ama, bu iş burada bitmeyecek, hak ihlaline dayalı bireysel başvuru hakkımız dahil, haksız bir şekilde ceza almamıza ve sabıkalanmamıza neden olanlarla, yargı önünde yasalar çerçevesinde hesaplaşacağız.
ÖNEMLİ NOT; Bu yazıyı, bugün tazelenen üzüntümü, ilgilenecek olan okur dostlarımla paylaşmak için yazdım. Okumak zorunda değilsiniz, bu nedenle lütfen uzun olduğu yorum ve şikayetinde bulunmayınız. Selam, sevgi ve saygılar.
Güner Yiğitbaşı
25/11/2022
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu