Mesleki ömrü, sıkıyönetim ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinde, bu tür davalarda hakim ve savcılık yaparak geçen 52 yıllık bir hukukçu olarak, 28 Şubat eyleminin; eski ve yeni ceza kanunlarımıza göre; asla ve asla bir darbe veya darbe girişimi olmadığını, bu mahkumiyet kararının; darbe paranoyası yaşayan, kendilerinin ülke yönetiminde gösterdikleri beceriksizliklerini örtmek isteyen, özeleştiri yapmaktan aciz, basiretsiz, koltuğa zamkla yapışan ve koltuktan asla kalkmak istemeyen siyasilerin; bağımlı yargıyı alet ederek, laik ve demokratik T . C . Devletini kuran ATATÜRK'e ve onun eseri, onun da içinden çıktığı Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik düşmanlık ve kinden kaynaklı bir öç alma ve intikam operasyonu olduğunu, en baştan belirtmek istiyoruz .
Milli Güvenlik Kurulu (MGK) anayasal bir kurul olup, ülkenin iç ve dış güvenliğine, selametine, meşru rejimine yönelik içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere dikkat çekilerek alınması ve hükümete tavsiye edilmesi gereken kararların alındığı ve tartışıldığı bir kurul olup, darbe girişiminde bulundukları iddiasıyla yargılanarak mahkum olan onlarca emekli general de, bu kurulun anayasal üyeleridir .
Mahkum olan kurul üyesi generallerin; bu toplantıda, kurula başkanlık eden zamanın Cumhurbaşkanı rahmetli DEMİREL ile zamanın Başbakanı rahmetli ERBAKAN'a ve kurulun diğer sivil üyelerine, emirlerindeki silahlı kuvvetleri cebir, şiddet ve baskı unsuru olarak kullanarak ve darbe ima ederek, bu kararları zorla dikte ettirip imzalamaları için cebir ve şiddet uyguladıklarına dair, en küçük bir kanıt, beyan ve iddia mevcut değildir .
Türk Ceza Yasalarımızda (eskisinde ve yenisinde) mevcut olan ve genel anlamda darbe ve darbeye teşebbüs olarak nitelendirilen; Anayasayı ihlal, yasama organına ve hükümete karşı suçlar olarak nitelendirilen Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar'ın tümünün ortak özelliği ve suçun oluşması için gerekli olan en önemli unsur; hedefe ulaşmak için, cebir ve şiddet kullanılmış olmasıdır .
28 Şubat 1997 de toplanan MGK da alınan 18 maddelik kararların altına, Cumhurbaşkanı ve Başbakan dahil, tüm kurul üyeleri, hür iradeleriyle imzalarını atmışlar ve daha sonraki günlerde de, kurulun asker kanadına mensup üyelerin cebir ve şiddetine maruz kaldıklarına, kararları cebir ve şiddet altında imzalamak zorunda kaldıklarına dair, bir itiraz ve şikayette bulunmamışlardır .
Dönemin Başbakan'ı rahmetli ERBAKAN, hükümetine tavsiye edilen MGK kararlarının uygulanması için, bakanlıklara yazılar göndermiş ve dört ay sonra 18 Haziran 1997 tarihinde kendi isteğiyle başbakanlıktan istifa etmiştir . İstifası da askerlerin cebir ve şiddetine dayalı değildir, ÇİLLER ile yaptıkları protokol gereği, başbakanlık nöbetini ÇİLLER'e teslim etmek amacıyla istifa etmiş olup, Cumhurbaşkanı DEMİREL, yeni hükümeti kurma görevini ÇİLLER'e vermemiş, Mesut YILMAZ'ı görevlendirmiştir . Bu itibarla, Başbakan ERBAKAN'ın istifasının ve ÇİLLER yerine hükümeti kurma görevinin Mesut YILMAZ'a verilmesini, ERBAKAN hükümetini istifaya zorlamak, görev yapmasını cebir ve şiddet uygulayarak engellemek olarak nitelendirmek öküz altında buzağı aramaktan farksız ve hukuk dışıdır .
Şu da unutulmamalıdır ki; 28 Şubat kararlarının alınarak hükümete tavsiye edildiği MGK'nın asker üyelerinin tüm özlük hakları, terfi, atama ve emekli edilmeleri konusundaki yetki, kurulun sivil kanadına mensup, bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkanına ait olup, asker üyeler hakkında MGK toplantısını takip eden günlerde herhangi bir yaptırım da uygulanmamıştır .
İş başındaki sivil otoritenin, askerlerin tehditlerine, cebir ve şiddetlerine maruz kaldık deme hakları olmadığı gibi, böyle bir iddia ve şikayetleri de hiç olmamıştır .
28 Şubat MGK toplantısında alınan kararların içeriklerine bakıldığında; hepsinin laiklik ilkesinin savunulmasına, cemaat ve tarikatlarla mücadele, ATATÜRK'e saldırıların önlenmesine, Türk Silahlı Kuvvetlerine dinci kesimlerin, cemaat ve tarikatların sızmasının önlenmesine, demokratik ve laik T . C . Devletinin, laiklik karşıtı tehlikelerden korunmasına yönelik kararlar olduğu görülmekte olup, 28 Şubatta alınan kararların ne kadar isabetli kararlar olduğu, o kararların sulandırılmadan siyasiler tarafından harfiyen ve titizlikle uygulanması halinde, FETÖ dahil, hiçbir cemaat ve tarikatın, en başta Türk Silahlı Kuvvetleri ve emniyet teşkilatı olmak üzere devleti işgal edemeyecekleri ve nihayetinde 15 Temmuz hain FETÖ darbe girişiminin olmayacağı, onlarca şehit ve gazi verilmeyeceği, meclisin bombalanmayacağı, bugün laik Türkiye Cumhuriyetinin yurttaşları olarak, bizim ülkemiz de Taliban gibi mi olacak korkusuna kapılmayacaktık .
Bu açıdan bakıldığında, 28 Şubat darbe olmadığı gibi, 15 . Temmuz darbe girişimini ve benzerlerini önlemeye yönelik, bir darbe savar olarak değerlendirilmelidir .
Bu itibarla, 28 Şubat darbe girişimi davası ve çıkan ağır mahkumiyet kararları, hukuki değil siyasidir . Anti laik kesimlerin, laiklik ilkesini savunan ATATÜRK'ün silahlı kuvvetlerine yapılan bir karşı darbe ve intikam operasyonudur .
Emekli olmuş, yaşlarını ve başlarını almış, bu ülkeye yıllarca hizmet etmiş üst düzey generallerin, unsurları itibariyle hukuken oluşmayan uyduruk ve zorlama bir darbe suçlamasıyla müebbet hapis cezasına çarptırılarak hapse konulmaları, kamu vicdanını ağır şekilde yaralamıştır .
Bazı kesimler, generalleri Cumhurbaşkanı affetsin diyorlar, biz generallerin bu teklifi kabul edeceklerini hiç zannetmiyoruz, aslında şu anda mevcut olmayan gerçek anayasal düzene seçimlerle ulaşıldıktan sonra bu generallerin yeniden yargılanarak aklanacakları veya seçimler dahi beklenmeden, Anayasa mahkemesinin hak ihlali kararıyla bu mağduriyetlerin sonlanacağına inanıyoruz .
Burada, bir hukukçu olarak içimizde ukte kalan bu konuya, zamanında makalede yazıp yayınlamış olduğumuz, başka bir hukuk garabesi siyasi yargı kararına değinmek istiyoruz .
Kenan EVREN ve arkadaşları tarafından 12 . Eylül . 1980 tarihinde gerçekleştirilen ve başarı ile tamamlanarak teşebbüs aşamasında kalmayan, kendi yeni anayasasını yaparak, anayasası ve kurduğu yeni anayasal düzeni ezici bir halk çoğunluğu ile kabul edilen ve anayasası hala uygulamada olan 12 Eylül darbecilerinin; buna rağmen, anayasayı ihlalden yargılanmaları da, hukuken asla mümkün değildi . Ama, bizim ülkemiz korkak ve bağımlı yargı sayesinde bu hukuk dışı garabeti de gördü .
Şimdi birileri bizi darbecileri savunmakla suçlayacaklar ama gerçek bu .
Biz de demokrat ve hukukçu kimliğimizle her türlü darbeye karşıyız .
Ancak, darbeciler darbe girişimlerinde başarılı olurlar ve anayasal düzeni yok ederek yeni bir anayasal düzen kurarlarsa meşruiyetlerini kazanırlar, suçlu olmazlar, yıktıkları eski anayasal düzenin savunucuları ve yöneticileri suçlu olurlar ve yeni yönetim tarafından yargılanırlar .
Beğenelim beğenmeyelim, destekleyelim desteklemeyelim, hukuki gerçeklik budur .
Biz de 12 Eylül darbesine karşıydık ve anayasalarına hayır oyu verdik . Siz bakmayın yıllar sonra bugün, 12 . Eylül darbe karşıtçısı geçinen iki yüzlü sözde demokratlara . Hepsi, başımızdan gitmezler gerekçesiyle evet oyu verdik diye günah çıkarıyorlar .
Kenan EVREN ve arkadaşları darbeyi başarmışlar ve yeni anayasa yaparak meşruiyet ve milletten güven oyu almışlardır, şimdi mızıkçılık yaptıklarına bakmayın, o sözde demokratların .
Sizlere soruyorum; Kenan EVREN ve arkadaşlarının darbeci oldukları gerekçesiyle haklarında dava açan o savcılar ve karar veren mahkeme hakimleri, anayasal meşruiyetlerini ve Türk Milleti adına yargı yetkisini nereden alıyorlar?
İşte darbeci diye mahkum ettikleri, halen yürürlükte olan Kenan EVREN darbe anayasasından .
Sivil iktidarların da yok bir farkları onlardan, hala onların anayasasını tamamen yok edip kaldırabilmiş değiller, en acısısı da, Kenan EVREN darbe anayasası diye kötüledikleri burun kıvırdıkları anayasadaki özgürlükleri dahi şu anda millete çok görüyorlar, 12 Eylül darbe anayasasını dahi çok fazla özgür buluyor olmalılar ki; milletten, o özgürlükleri kullanmalarını dahi esirgiyorlar .
Aralarındaki fark nedir biliyor musunuz?
Birisi postallı, öbürü rugan ayakkabı giyiyor .
Ha, Kenan EVREN ve arkadaşları, yeni anayasal düzenlerini kurarak meşruiyet kazanmalarına rağmen, faşist uygulamalara imza atmışlar, halkımıza eziyet ve işkenceler uygulamışlar ve buna göz yummuşlar, yolsuzluk yapmışlar ve darbeden sonra bazı insanlık dışı suçlar işlemişlerse, ki; işlemişlerdir, tabi bu suçlarının hesabını vereceklerdi . Ancak, bu suçun adı darbe, anayasal düzeni yok etme olamaz . Türk Ceza Kanunu; darbeye teşebbüsü, darbe girişiminde bulunup da başarı gösteremeyenleri işaret etmektedir . Aynen, 15 . Temmuz da olduğu gibi . Evrensel ceza hukuku ilkesi vardır, kanunsuz suç ve ceza olamaz . Kenan EVREN bu ilke çiğnenerek yargılanmıştır .
Bu ülke; kullandığı yargı yetkisini, her türlü özlük haklarını ve meşruiyetini kendisinden aldığı anayasayı yaparak uygulamaya koyan ve hukuken meşruiyet kazanan 12 Eylül darbecilerini, hukuk adına koruyamayan, hukuki düşünemeyen, hukuki karar veremeyen savcı ve hakimler görmek istemiyor artık .
Güner Yiğitbaşı
20/08/2021
Hukukçu
Yorum Gönder