O nedenle ben bir şey anlatmaya çalıştığımda lafı döndürür dolaştırır domatese getirmeye çalışırım.
Domates “üretimdir” çünkü.
Domates üretici için “geçim”idir,
Domates fakirin sofrasındaki “yiyecek”tir.
Domates “ihraç malıdır”
Domates çarşıda-pazardaki en somut “fiyat endeksi”dir.
Domatese şöyle bir bak, memleketin de ahalinin de halini anlarsın.
Bu günlerde iki nedenle yine gündemde bizim domates:
Birincisi şu ruslara bir türlü satamıyoruz gitti. Gidip devlet başkanlarına bile anlatmadık mı? Adamlar hala almıyorlar.
Neymiş, “Biz kendi domatesimizi kendimiz yetiştirmeyi planladık.”
İkincisi, bir zamanlar milletin birbirinin kafasına attığı domatesin fiyatı şimdi 10 lirayı bulmuş.
Neden bunlar?
İhracatımızın artması gelip gelip şu rusların bizden alacağı domatese mi takılıyor?
Domates borsası birkaç tamahkar kabzımalın eline mi kaldı? Ya da manavlar hepten mi kazıkçı?
Şimdiki domates teknolojisine mi akıl erdiremiyoruz?
Lisansı, patenti bizde değil de ondan mı yeteri kadar ekemiyoruz?
Nedir şu domatesin stratejik önemi? Niye bu erişilemez fiyatlar? Hiç düşündünüz mü?
Başımız her taraftan dertte ama bak her şeyden vazgeçtik, hiç olmazsa şu ülkenin domates meselesi çözülsün yahu...
*
Şimdi gelelim bu konuda ufak tefek fikir yürütmeye…
1.Dış ticarette bir ülkenin diğer ülkeye bütün diplomatik gücünü kullanıp ille de benim domatesimi alacaksın diye yüklenmesi kadar garip bir durum olamaz.
Üretirsin tas gibi domatesi, çıkarsın uluslararası piyasaya, malın gerçekten iyiyse, hesaplıysa; havada karada, elini öpene satarsın.
Satamıyor ve işi bu derecelere getiriyorsan iki olasılık görünüyor: Ya senin malda iş olmadığından kimse almıyordur ya da mal iyidir ama etrafta alış veriş yapacak başka ülke kalmamıştır.
2.Bu ülkede kilosu 10 liraya çıktığı, pahalı geldiği için kendi halkının yiyemediği domatesi kalkıp elin yabancısına yedireceğim diye uğraşmak bir başka garabettir. İktisatla hiçbir ilişiği olmayanın bile biraz düşününce çözeceği üzere, içerde 10 liraya satılan domatesi bir biçimde dışarıya satmaya kalkarsan, o mal büyük ölçüde piyasadan çekileceği için fiyatı daha yukarılara çıkar, 10 iken 15 olur mesela.
Kendi halkına yetmeyen domatesin “siz yemeyin başkası yesin” diye dışarıya satılması da ne enflasyon politikasına uyar ne siyasete.
Demek ki sade vatandaşa dünyanın bilmem kaçıncı büyük ekonomisi olduk demek yerine yiyemediği domatesi yedirebilmek kadar hem basit, hem öncelikli, hem büyük bir başarı olamaz.
Ve eğer domateste bile böyle bir terslik varsa, diğer ekonomi politikalarından Allah hepimizi muhafaza etsin demek gerekir.
3.İktisat diplomalı olmak da şart değil; okulunu bırak, semt pazarının içinden geçsen, bir malın fiyatının, o ürün bollaştıkça düşüp kıtlaştıkça yükseldiğini fark edersin.
Ülkede domates fiyatı bu kadar yüksekse, ille de dışarıya satacağım diyorsan, bunun olmazsa olmaz şartı, onu satmadan önce, bir biçimde bu ülkenin çiftçisine bol bol ektirmektir.
Ektir bir kere; çok ekilirse fiyatı düştüğü için vatandaş kazanır, az ekilirse yine de para ettiği için çiftçimiz.
Ama her şeye karşın neden kolay kolay kendiliğinden ekmeğe kalkmaz biliyor musun?
“O domatesler yetişene kadar geçecek sürede” piyasanın ne tarafa evrileceğini, ekim-dikimden sonra karşılaşabileceği maliyetlerini pek kestiremez de ondan.
“Haydi ekeyim” der eker farz edelim, bir bakarsın bunlar Arjantin’de daha ucuz diye ithalatın kapısı ardına kadar açılır, yerli üreticinin hesapları şaşar, resmen batar.
“Haydi ekeyim” der, gübreye zam gelir, mazota zam gelir yine ektiğine pişman olur.
Var mıdır bu ekonomide sadece bir sezon sonrasında bile bu işlerin ne olabileceğini iyi hesap edip de gönül rahatlığıyla üretime girebilen?
Yoktur.
Çünkü piyasanın hakimi “ekonomi yöneticileri” değil “belirsizlik”tir.
İşte o belirsizliktir ki, üretimin de üreticinin de ve sonunda tabii ki bu ekonominin de baş düşmanıdır.
Sen kendin belirleyemezsen, planlayamazsan; o gün çarşıda pazardaki domatesin fiyatı neyse senin “belirleyebildiğin” diyeceğim ama o da doğru olmaz; “sebep olduğun” durum aynen odur.
Oysa, 80 milyonu domatese mi doyurman gerekiyor? Hesaplarsın adam başına tüketimini, ya ekersin ya ektirirsin. Ama üretilir mutlaka.
Bu sezon “ne dışarıdan gelecek”, “ne dışarıya gidecek” der, çarşının pazarın dengesini kurarsın taa başından işin.
“Domates satacağım, bundan döviz kazanacağım” mı diyorsun? Koyarsın bu memleketin 80 milyonunun yiyeceği domatesin üzerine satılacak miktarı; öyle ya da böyle alırsın kontroluna maliyetlerini, çıkarsın dış piyasaya. “Ya almazlarsa” deme, alırlar alırlar; sen Arjantinden et, Şili’den elma alırken adamların kaşına gözüne mi bakıyordun alacağın mala mı?
Bak işin aslı, “fiziki planlama”dır.
“Dışarıdan almayacağım” dersin almazsın, “Adam başına şu kadar üretilecek”dersin ölçüyü koyarsın, “Maliyeti bu olacak” dersin, öyle ya da böyle o maliyeti aşırtmazsın.
Malum, 1950’lerde falan liberal ekonomi hayranları “bize plan değil pilav lazım” derlerdi.
İyi de bu pilavlar artık çok su kaldırmaya başladı. Suyunu hesaplamaya gerek yok dediğinde ya dibi tutuyor ya lapa oluyor.
Şimdi adam gibi bir pilav için bile “plan” lazım görüyorsun.
Bu domates var ya…
İşin en basiti aslında; devamı daha da karışık.
Çözdün, çözdün… Baktın çözemedin, ı-ıhhh.
Ne dikersen dik, ne yaparsan yap, daha domatesten bile sınıfı geçemezsen ekonomiden hiç geçemezsin.
Bülent Soylan
Yorum Gönder