Haziran 2022
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Erdoğan Yine Geri Adım Attı
Bu kaçıncı geri adım atış?

Türkiye Cumhuriyetinin;  partili de olsa,  seçilmiş Cumhurbaşkanının;  dış politikada,  sürekli geri adım atması, ilk söylediklerinin arkasında duramaması,  gerçekten çok üzücü. 

ERDĞAN'ı sevsek de sevmesek de, Türk halkı olarak, partili Cumhurbaşkanının,  iç politikaya dönük olarak hamasi beyanlarına rağmen, daha sonra,  dış baskılara göğüs geremeyerek, verdiği sözünden geri dönmesi, artık usul ve alışkanlık haline geldi ve ülkemizin inandırıcılığı ve saygınlığı kalmadı. 

Evet, İsveç ve Finlandiya'nın Nato üyesi olmalarına yönelik olarak ERDOĞAN'ın açıkladığı veto kararından geri adım atarak,  bu iki ülkenin Nato'ya girişine vize vermek durumunda kalmasını gündem getiriyoruz. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,  Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö,  İsveç Başbakanı Magdelena Andersson ve NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in katılımıyla gerçekleşen dörtlü zirvede mutabakata varılarak alınan kararlar, tarafları bağlayıcı olmayıp,  bir vaat içeren mutabakat kararlarıdır. 

Bu kararlar; EROĞAN'ın gazını alan,  hukuken hiçbir değeri ve uyulmaması  halinde hiçbir müeyyidesi olmayan kararlar olup; PKK'nın terör örgütü olduğu açıkça vurgulandığı halde, PKK'nın uzantısı olan ve ERDOĞAN'ın terör örgütleri olarak kabul ettiği PYD ve YPG'nin, açıkça ve net bir şekilde terör örgütleri olduğunu vurgulayarak kabul eden bir beyan'a,  mutabakat metninde yer verilmemiştir.   

Aynı şekilde,  FETÖ için de; açıkça terör ötgütü denilmemiş, sadece Türkiye’nin terör örgütü diye nitelendirdiği FETÖ denilmekle yetinilmiştir. 

Dörtlü zirvenin Madrit mutabakat metninde; PKK ve uzantılarıyla  mücadelede Türkiye ile tam işbirliği vaat edilmişse de, PKK'nın uzantıları olan terör örgütlerinin hangileri olduğu, PYD ve YPG'nin,  PKK'nın uzantıları olan terör örgütleri olduğu,  açıkça kabul edilmemiştir. 

Terörizmin tüm biçim ve tezahürleriyle mücadelede Türkiye ile dayanışma sergilenmesi vaat edilmişse de, PKK terörünün sair biçim ve tezahürleri içinde PYD ve YPG'ye açıkça yer verilmemiştir. 

Bu şu anlama gelmektedir. 

Madrit dörtlü zirvesinde varılan mutabakat metnine imza atan İsveç ve Finlandiya, Nato'ya kabul edildikten sonra; evet,  PKK ve uzantılarıyla mücadelede Türkiye'nin yanında yer alacağız, işbirliği yapacağız ama, biz YPG ve PYD'yi,  sizin gibi PKK'nın uzantıları olan terör örgütleri olarak görmüyoruz derlerse,  ne yapacaksınız?

Nato; yeni konseptinde, terörle, terörizm ve terör örgütleriyle mücadeleyi görev alanı içinde kabul ediyor, üyelerine yönelik terör saldırılarında üye devletlere destek vereceğini kabul ediyor ama, hangi örgütlerin terör örgütü olduğuna da, Nato'nun patronu ABD ve Nato'nun Avrupa ülkelerinin karar vereceği ve onların kabulünün geçerli olacağı da unutulmamalıdır. 

Nato'nun terörle mücadelesi; Nato'nun ve patronu ABD'nin terör örgütleri olarak kabul ettiği örgütlere yönelik olacaktır. Yani, ERDOĞAN ve Türkiye, PYD ve YPG'yi PKK'nın uzantıları terör örgütleri, FETÖ'yü de terör örgütü olarak kabul etmesi, ABD ve Nato'yu asla bağlamayacaktır. 

Nato'nun patronu ABD ve diğer Nato üyesi batılı ülkelerinin, Suriyenin Kuzeyinde yerleşen ve fiilen bir Kürt Özerk Bölgesi oluşturan YPG ve PYD'ye terör örgütleri gözüyle bakmadığı, bu örgütlere ağır silah ve eğitim destekleri verdikleri de bilinen bir gerçek olup, bu gerçeklere rağmen, ABD'ye göz yumularak, İsveç ve Finlandiya'ya engel çıkarmanın, mantıklı  hiçbir nedeni ve kuvveti harbiyesi de yoktur.

Güner Yiğitbaşı

29/06/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

“Şeyh”in cenazesine katılma olayını ADD yargıya taşıyor
Birkaç gün önce Cumhuriyet, laiklik, Atatürk, kadın haklarına karşı olan İsmailağa Cematinin “şeyhi” Mahmut Ustaosmanoğlu’nun ölümüyle cenazesine Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan dahil bazı bakanlar, muhalefet liderleri cenazesine katılmış, bildiriler açıklamışlardı. Daha sonra Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati yeni “şeyh” Hasan Kılıç’a taziye ziyaretinde bulunmuşlardı.  

Devrim kanunları ve anayasaya aykırı davranışlar içinde olan bir “şeyh”in cenazesine resmi bir tavırla katılmalarını, “Devlet görevlilerinin anayasaya ihlal ettiğine tanık olduk” diyen Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) genel merkezi aşağıdaki bildiriyi kamuoyuna açıklama yaparak, bunu yargıya taşıyacaklarını açıkladı. 

Bu cemaat “şeyhi” Mahmut Ustaosmanoğlu’nun kadınları aşağılayan ifadeler kurduğu anımsatılan açıklamada şu ifadeler yer alıyor: “O cenaze töreninde, -ne zaman hasta olmuşsam, bilin ki hanımlarımızda biri çarşafını çıkarmıştır” sözü ile anayasaya ve Devrim Kanunlarına meydan okuyan, “kadın sokağa çıkacak bir şey değildir, kızlar katiyen orta, lise, üniversiteye gitmez, avanaklık etmeyin” gibi benzeri çağ ve akıl dışı söylemleri ile tanınan bu laik cumhuriyet, bilimsel eğitim, Türk ve Atatürk ve kadın düşmanı bizzat devlet erkanı tarafından takdir edilmiş, bir anlamda milletimize rol model olarak sunulmuştur”. Bu açıklamalarda bulunan ADD yayınladığı bu bildiri ile ilgili olarak hukuk devleti karşıtı bu eylemi yargıya götüreceklerini açıkladılar. Bu konuda kamuoyuna duyurulmasını istedikleri aşağıdaki bildiriyi yayınlamışlardır:   

      

           BASINA VE KAMUOYUNA

“24 Haziran 2022 günü ekranlardan yayınlanan bir cenaze töreni izledik milletçe.

O cenaze töreninde; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. maddesinde belirtilen devletimizin temel niteliklerinden Laiklik ilkesinin, hazır bulunan ve “Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağına” namusu ve şerefi üzerine ant içmiş olan Cumhurbaşkanı, bazı parti genel başkanları, bakanlar, iktidar ve muhalefet milletvekilleri ile Diyanet İşleri Başkanı ve diğer devlet memurları tarafından alenen yok sayıldığını büyük üzüntü ile gördük.

O cenaze töreninde; Anayasamızın 174’ncü maddesi ile korunan 30 Kasım 1925 tarih ve 677 sayılı devrim yasası ile yasaklanmış Nakşibendi tarikatının Halidi Bağdadi kolundan İsmailağa Cemaati adlı gerici bir yapılanmanın ölen şeyhi yerine yenisinin atanmasına sessiz kalarak zımnen onaylayan devlet görevlilerinin, milyonlarca yurttaşımızın gözleri önünde Anayasamızı ihlâl ettiklerine tanık olduk.

O cenaze töreninde; “Ne zaman hasta olmuşsam, bilin ki hanımlarınızdan biri çarşafını çıkarmıştır” beyanı ile Anayasaya ve yasalara meydan okuyan, “KADIN sokağa çıkacak bir ŞEY değildir. KADIN erkeğe görünecek bir ŞEY değildir.”, “Kızlar katiyen orta, lise, üniversiteye gitmez, avanaklık etmeyin, 124 bin peygambere danışsanız, 104 kitabı arasanız bunun fetvası yoktur. Melek gibi kızlarınızı nasıl o gibi yerlere teslim edersiniz?” ve benzeri çağ ve akıl dışı söylemleri ile tanınan bir Laik Cumhuriyet, Bilimsel Eğitim, Türk, Atatürk ve Kadın düşmanı bizzat Devlet Erkânı tarafından takdir edilmiş, bir anlamda milletimize rol model olarak sunulmuştur.

O cenaze töreninde; bazı çevrelerin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bir Teokratik Devlete dönüştürme niyetleri bir kez daha milletin gözüne sokulmuştur.

O cenaze töreninde; şeyhlerinin ayaklarını öpen, tabağındaki yemek artıklarını, ısırıp verdiği meyveyi yemeyi kutsal sayan, sümüklü mendilinden, kokmuş çorabından medet uman, “Şeyhini düşünmek, Allah’ı düşünmekten daha sevaptır” sapkınlığı ile malûl kimi zavallıların, devlete başkaldırdıklarında korunup kollandıkları görülmüştür, ne acı!

O cenaze töreninde; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı dahil Türk Yargısının, Laik Cumhuriyeti ve devletimizi koruma görevini yerine getir(e)mediği görülmüştür, çok acı!

Daha acısı da o cenaze töreninde; Türk Milleti’ne meydan okunmuş, Kadınlarımız aşağılanmış, Laik Demokratik Hukuk Devleti yerine Din Devleti, Evrensel Hukuk yerine Şer’i Hukuk çağrısı yapılmışken, Siyaset Kurumundan Basına, Sendikalardan Meslek kuruluşlarına, anlı şanlı iş adamları örgütlerinden üniversiteler ve özellikle Hukuk Fakültelerine, Genel Kurmaydan MİT’e, Emniyetten Jandarmaya Cumhuriyet kurumlarından tek bir sesin yükselmemiş olmasıdır.

Atatürkçü Düşünce Derneği; Atatürk’ün “Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki; Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.” sözleri, Anayasamızın her kurum ve kişiyi bağlayan hükümleri ve her yurttaşın uymak zorunda olduğu yasalarımız doğrultusunda, Gençliğe Hitabe’den aldığı görevle bu ve benzeri Laik Cumhuriyet ve Hukuk Devleti karşıtı söylem ve eylemlere karşı bütün gücüyle mücadele edeceğini ve o cenaze töreni ile ilgili olarak yasal yollara başvuracağını kamuoyuna saygı ile duyurur.

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GENEL MERKEZİ


“Şeyh”in cenazesine katılma olayını ADD yargıya taşıyor
Böylece adım adım laik T.C. yıkma çabaları ile laikliğe karşı eylemler sürekli artmakta. Bu konuda günümüzün siyasileri de ölen bu Atatürk, kadın, laik devlet düşmanının cenazesine katılmakla, ona ve o düşünceye paye vererek onun paralelinde davranış gösterdiklerini kamuoyuna iletmeye çalışıyorlar. 

İsmailağa Cemaati’nin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun vefatından sonra siyasetçilerin ardı ardına yayımladıkları baş sağlığı mesajları. 

Ahmet Davutoğlu, “ülkemizin kanaat önderlerinden kıymetli Hocaefendi” diye anmış. 

Ali Babacan, “değerli alim, mutasavvıf” demiş.

Temel Karamollaoğlu, “ülkemizin manevi önderlerinden” olduğunu söylemiş.

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, “ömrünü İslam’a vakfeden, ülkemizin manevi rehberlerinden” diye tanımlamış.

Süleyman Soylu, “örnek yaşayışıyla, İslam’ın büyük hizmetkârı” demiş.

Fatih Erbakan, “Anadolu’da binlerce talebe yetiştiren alim” diye nitelemiş.

FETÖ lideri Fethullah Gülen de “irfan dünyasının güneşlerinden, kutlular ufkundan ender insan” diyerek coşkuyla anmış.

Devlet erkânının akın ettiği cenaze törenine CHP Milletvekili İlhan Kesici de katılmış...

Vefat eden İsmailağa Cemaati’nin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun çağ dışı sapkın ifadelerinden bazıları şöyledir:

“Kadınların dükkân açmasını asla helal görmüyorum.”

“Kadından memur olmaz. Kadınlar mektebe gitmez!”

“Kadın sokakta gezecek bir şey değildir, erkeğe gözükecek bir şey değildir.”

“Bu düzen içinde kızınızı doktor yapmak Allah’a harp açmaktır. Yazık değil mi bir kız erkekleri muayene edecek, ovuşturacak.”

“Kadınlar okullardan, dairelerden çekilmelidir. Kız çocuğunun orta mektepte, lisede işi yoktur. Kadınların vazifesi; ev işleri yapmak, efendisine itaat etmek ve millete, memlekete hayırlı evlat, asker yetiştirmek. Budur kadının vazifesi, başka yok!”

Bu sapkın söz ve eylemler içinde yaşamış bir “şeyh” için siyasilerin o gerici kişiye pay vermeleri üzüntü verici. Kadınları aşağılayan, Cumhuriyetin tüm değerlerinin karşısında olan gerici bir zihniyetin sahibini “manevi önder”, “alim” olarak görmeleri üzüntü verici. İşte 500 yıldır İslam ülkelerini geriye bırakan dini kullanan sapkın zihniyettir. Onun için ADD dava açarak bunun takipçisi olacağız” diyerek kamuoyuna açıklamalarda bulunuyorlar.

 Bu konuda Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 30 Ağustos 1925 de Kastamonu mitinginde şunları söylemişti.

“Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamı ile medeniyetin ışığı karşısında filan veya falan şeyhin uyarmasıyla maddi ve manevi mutluluğu arayacak kadar ilkel insanların Türkiye medeni toplumunda varlığını asla kabul etmiyorum.

 Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir.” -

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Kaynak: Önderleri laiklik ve kadın düşmanı şeyh. Zülal Kalkandelen 26.6.20022

Türk Milleti Size İnat Seçimlere Kadar Demokratik Sabrını Koruyacaktır
Evet, ne yaparsanız yapınız, ek bütçe yaparak Türk Milletinin cebine göz dikmeye, vergilerle inim inim inletmeye, her kalem eşyaya, özellikle akaryakıta, ÖTV ve KDV gibi adaletsiz vasıtalı vergilere  sürekli zam yaparak, fakirden aldığınız paraları,  kar garantili yap işlet devret mütahitlerinin ve kur garantili mevduat sahibi mutlu bir azınlığın cebine koyarak Türk Milletine hayatı  zehir etseniz, ümüğünü sıkarak nefesini kesmeye çalışsanız ve bu şekilde seçimleri ertelemek için Türk Halkını ayaklanmaya tahrik etseniz de, demokrasinin ve özgürlüklerin değerini bilen demokrasi gelenekleri ve demokrasi sabrı yüksek olan Türk Halkı,  sizin bu oyununuza ve tahriklerinize gelmeyecek ve bir sene daha demokratik sabrına devam ederek, sizin zengin yararına çalışan iktidarınıza,  oylarıyla sandıkta demokratik olarak son verecektir. 

Evet, seçimlere bir seneden az bir sürenin kalmış olmasına rağmen, oylarınızı düşüren her gün korkusuzca yaptığınız sürekli zamların başka bir mantıklı izahı olamaz. 

Siz, çekilmez hale gelen sürekli zamlarınız ve vasıtalı vergilerinizle yatağa aç yatmak zorunda kalan Türk Halkını,  topluca sokağa çıkmaları için adeta davetiye çıkarıyorsunuz. 

Seçimleri yaptırmamanın ve iktidarda kalmanızın tek yolu,  ülkede bir ayaklanma ve kaos çıkararak, bunu emrinizdeki legal ve illegal silahlı güçlerinizle kanlı bir şekilde bastırmak ve sonunda da ülke genelinde olağanüstü hal ilan ederek, bunu iktidarınızın devamı için fırsata çevirmektir. Tıpkı 15 Temmuz hain FETÖ darbesini fırsata çevirerek ülkeyi yaşanmaz hale getirdiğiniz demokrasi ve özgürlükleri yok ettiğiniz gibi. 

Ama, bunu hiç beklemeyin avucunuzu yalayacaksın. 

Ne kadar tahrik ederseniz ediniz, ülkesini seven demokrasinin ve özgürlüklerin sadık bekçisi Türk Halkı ne kadar zorda kalırsa kalsın,  demokratik sabrını göstermeye kararlı ve azimlidir. 

ATATÜRK'ün Amasya Tamiminde belirttiği gibi, ülkeyi ve Türk Halkını; bu zor durumdan ve sizin antidemokratik, fakirin parasını zengine transfer eden plansız ve  programsız, ranta dayalı iktidarınızdan, yine Türk Milletinin karar ve azmi kurtaracaktır. 

Bu ülkenin Maliye Bakanı yine halkımızı acı acı güldüren bir konuşmaya imza atmış ve “Türkiye büyük ülke,  küçük ülke değil.  Özgüvenli bir Türkiye’miz var.  Karamsar tablolar yaymaya çalışanlara prim vermeyin.  Karamsar senaryoları boşa çıkararak yepyeni başarılara doğru yol almaya devam edeceğiz.  Azimliyiz,  yeminliyiz,  yürüyoruz,  koşuyoruz,  hiç kimse bizi durduramaz.  İyimserlik rahmani,  karamsarlık şeytani.  Bu topluluk iyimserler topluluğu onun için başardı.  Onlar küçük hesaplarla uğraşacak,  biz büyük ideallerle yolumuza devam edeceğiz” demiş. 

Güler misin ağlar mısın?

Hem demokrasi ve özgürlükler ve hem de ekonomik olarak büyük sıkıntı içinde bulunan ve bu sıkıntılarına, seçimle iktidarın değişmesi dışında bir çözüm bulamayan Türk Halkı karamsar olmayacak da,  kim olacak?

İyimserlik rahmani ve karamsarlık şeytani demiş, ne dediğini kulakları duymuyor bu adamın. 

Şu aymazlığa bakar mısınız?

Bu zor şartlara rağmen hala karamsar olmayın, iyimser olun, iyimserlik rahmanidir diyor, yani iyimser olursanız, ihtiyaçlarınızı Tanrı karşılar demek istiyor. 

Milletin kurtuluşunu Allaha havale ediyor yani. 

Bir de utanmadan, iyimser olmaları imkansız hale gelen Türk Halkını, şeytanlıkla suçluyor. 

Sayın Nebati; gerçekten çok trajikomik durumdasınız, kusura bakmayınız. 

Bu ülkenin partili cumhurbaşkanı; devletin sarayında kira ödemeden oturuyor, hiçbir ücret ödemeden binlerce çalışandan yardım alıyor, kazan bedava kaynıyor, sayın eşinden başka bakmakla mükellef olduğu başka bir kişi yok. İki nüfus, sıfır masraf, halkın vergilerinden bedava geçiniyor, bu imkanlar zengin bir ülke olan ABD devlet başkanına dahi tanınmamıştır. 

Bildiğimiz kadarıyla, partili Cumhurbaşkanının bir gün giydiğini ertesi günü giymediği her gün yenisini giydiği kıyafetleri de,  promosyon ve bedava. 

Buna rağmen 100 bin TL olan aylık maaşını %40 artırarak 140 bin TL'ye çıkarmış bulunuyor. 

Maliye Bakanı olan zat; bu gerçekleri görmüyor musunuz, partili Cumhurbaşkanı şeytani mi düşünüyor size göre, maaşına %40 zammı şeytani düşüncelerle mi yapıyor?

Evet, uygulamalarınızla,  Türk Halkını ayaklanmaları için ne kadar tahrik ederseniz ediniz, demokrasiye ve özgürlüklere aşık ATATÜRK'ün bu ülkeye  mirası Türk Halkı, oyunlarınıza ve tahriklerinize gelmeyecek, sizin oyun ve planlarınızı bozacak,  demokratik sabrını,  az kalan seçimlere kadar göstererek, sizi demokratik bir şekilde yolcu edecektir.

Güner Yiğitbaşı

26/06/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Pembe köşkte İsmail Hakkı Tonguç anıldı
Köy Enstitülerinin kurucularından, büyük eğitimci İsmail Hakkı Tonguç, ölümünün 62. Yıldönümünde İsmet İnönü’nün Pembe Köşkü’nde 23 Haziran 2022 günü çeşitli konuşma ve etkinliklerle anma günü kutlandı.
Pembe Köşk’ün bahçesinde bulunan küçük amfi tiyatroda İnönü Vakfı ile Gönen Köy Enstitüsü çıkışlı Emekli İlköğretim Müfettişi Mehmet Ayhan’ın organize ettiği anma etkinliğinde büyük eğitimci Tonguç’un yaşamı, Türk eğitimine yaptığı katkılar ve köy enstitülerinin açılmasındaki istemi övgü ile anlatıldı. Bu etkinliklere Eski Adalet Bakanlarından Hikmet Sami Türk, emekli birçok bürokratlar, emekli askerler, emekli öğretmenler ve çevredeki Çankayalılar katıldı.
Programın başında İnönü Vakfı Başkanı Özden Toker açılış konuşmasında şunları söyledi:

Pembe köşkte İsmail Hakkı Tonguç anıldı

“- Çok değerli Tonguç hocamızı anmak için beraber olduk. Aranızda benim çocukluğumdan beri bildiğim çok yakın dostlarım var. Köy enstitüsü ile ilgili anılarım var, 85 önceki zamanda ben o zaman altı yedi bir çocuk olarak babam o zaman Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, benim elimden tutar Hasanoğlan’a götürüdü. Orada benim yaşımdaki çocuklarla beraber, beraber oynardık, beraber sofra kurardık, yemekleri taşırdık, sonra bulaşıkları götürür bulaşıkları yıkardık. Ama bunun yanında da ben ilk defa ömrümde Yunan antik piyesini Antigonu, Kral Oidipüs’ü orda Hasanoğlan Köy Enstitüsünde o küçücük Cumhuriyet çocuklarının olduğu yerde gördüm. Onları orada heyecanla seyrederdik, hatta Kral Oidipius hatırlayanlar hatırlarlar, gözlerini kaybeder, kanlar akar, bir şeyler olur. Annem hep onlara üzülmüştü, “niye bu çocuklara üzüntülü şeyler oynatıyorlar, daha neşeli bir şey bulsalar da onu oynatsalar” diye. Ama işte gördüğüm o Antigonu hiç unutmadım. Ondan sonra yemek sırası geldiği zaman da hepimiz sofralara geçerdik, babam da olmak üzere otururuz, mesela o günkü yediğimiz yemek, kuru fasulye pilavdı. Ondan sonra gençlere, çocuklara, misafirlere muhallebi, o zaman muhallebi anne babadan gördüğümüz muhallebi çok yenirdi; onun için muhallebi ikram edilirdi.
Babamın önüne bir tane ekşi elma getirmişler, hemen tabi o Köy Enstitüsü çocuklar, “Cumhurbaşkanı ne yiyor, Cumhurbaşkanı bizden farklı bir şey yiyor” diye itiraz ettiler. Tabii aleni değil, ama belli oldu ki içeride niye öyle Cumhurbaşkanı bizim gibi, mahallebiyi beğenmedi de ona ekşi elmalar filan, hemen soru sordular. İşten ben küçükken Atatürk o yaşlara geldiği zaman hep bana bunu söylerdi, “çocuklar merak edeceksiniz, soru soracaksınız”, işte o çocuk merak edip, -niye acaba Cumhurbaşkanına başka bir şey verildi- diye merak edip bunu sorma cesaretini kendinde gösterdi. İşte bizim istediğimiz, benim yaşımda demeyim ama, sizin hepinizin içinde olan bu, bu gençlik var, bu gençliğin içinde her yaştaki gençler vardır.
Ondan sonraki daha sonraki zamanda vakıf kurulduktan sonra tanıdıklar burada, aile dostlarım burada, vakıf dostlarımda birlikte çalıştığım dostlarım var, bakanlar var isimlerini saymakla bitmez arkadaşlarım dostlarım yani her anımızda çokça 90 sene anıları olmak kolay bir şey değil. Hepsini de anmak isterim. Şimdi köy enstitülerini anlatan arkadaşlarımızı dinleyeceğiz, başka şartlarda beraber olmayı temenni ederim”.

Pembe köşkte İsmail Hakkı Tonguç anıldı
Bu konuşmadan sonra programı düzenleyenlerden Emekli İlköğretim Müfettişi ve Gönen Köy Enstitüsü çıkışlı Mehmet Ayhan şu konuşmayı yaptı:
Ben Köy Enstitüsü çıkışlı Mehmet Ayhan, eğitime 36 yılını vermiş, eğitimin en yüce değerlere kavuştuğu anları unutamayan ve o programın şimdi ve gelecekte size bize hepimize çocuklarımıza torunlarımıza değil, bütün dünya insanlarına uygulanmasını isteyen bir kişi olarak karşınızdayım.
Bu mekân, bundan 60 yıla yakın önce Sayın Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü benim koluma girerek bu bahçede 50 dakika beni gezdirdi, sohbet etti, “nerelisin, nasılsın, nerede okuyorsun” falan gibilerden 50 dakika sohbet ettik, köy enstitülerini konuştuk onunla. Bize ikramlarda bulundu, böyle bir hatıram vardır. Onunla çektirdiğim fotoğrafları Vakıfla paylaştım.
Biliyorsunuz burası Pembe Köşk, fakat Pembe Köşk küçük bir mekân, mütevazi bir mekân; bu Pembe Köşk kavramını yücelten içindeki insanlar ve içindeki insanların ulusalcı insancıl tutumlarıdır, İsmet İnönü’dür, köşkün birçok yurt sorunlarını konuşan adam Atatürk’tür. BU kökten Milli Eğitimi konuşan Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’tur. Onun için bu tarihi mekânda yine sizlerin desteği ile, bu tarihi toplantıyı yapıyoruz. Köy Enstitüsü ruhu ve Tonguç’un insancıl yaklaşımı ile yetişmiş olan biz eğitimciler eşi ve benzeri bir daha dünyaya gelip sergilenemeyecek olan her insan bir harikadır, anlayışı ile hoş geldiniz diyorum.
İsmail Hakkın Tonguç’un bugün 23 Haziran 1960 da ölen İsmail Hakkı Tonguç’un 62’ncı ölüm yılı dönümüdür. O bakımdan bu toplantıyı yapıyoruz. Fakat toplantı sadece İsmail Hakkı Tonguç’la ilgili değil, onun ilişkileri olduğu, eğitimin ilişkisi olduğu Hasan Ali Yücel’le M. Kemal Atatürk’le, İsmet İnönü’yle de bütün yurt eğitimine gönül vermiş olan herkesle ilintisi ve ilişkisi vardır. Onun niçin tabi onlara da değineceğiz. Ama esas konumuz, Türk ulusunun eğitimi ve bu eğitime candan gönül veren İsmail Hakkı Tonguç’tur. Ruhu şad olsun diyorum, diyorum.
Bu mekân mütevazi bir mekandır, burada bir bağ evi vardır, 1923’te Cumhuriyet kurulduktan sonra Atatürk yukarıdaki köşkü Ankara Belediyesine hediye etmiş ise, İsmet İnönü de burayı satın almıştır. Fakat oturulacak durumda değilken birkaç oda daha genişleterek tamir ettirmiş, sonra biraz genişletmiş, sağını solunu düzeltmiş ondan sonra İzmir’de bulunan Mevhibe Hanım’a ancak 1925 de gelebilmesini söylemiştir, “evimiz tamamlandı” diye. Ve 1927 de de ilk dedikodu odası yapılmıştır. Şu anki programımızda Cumhuriyet anlayışının, Cumhuriyet misyonunun devamıdır”.

Pembe köşkte İsmail Hakkı Tonguç anıldı
Bu arada Ankara Konservatuvarı çıkışlı Dorukan Ersin gitarı ile üç parça ile programa katkıda bulundu. Bu gitar gösterisinden sonra Emekli İlköğretim Müfettişi konuşmasını sürdürerek şunları söyledi:
“-Tonguç Baba kimdir? 1922 de zafer kazanıldıktan sonra, “artık savaş bitti” diyenlere Mustafa Kemal şunu söylemiştir: “Savaş asıl bundan sonra başlıyor, Cehaletle de sefaletle de savaş başlıyor”, diyor demiştir. Ve cehaletin de sefaletin de ortadan kaldırılmasını birlikte cehaletle de sefaletle de savaşıyor demiştir ve birini yapalım öbürünü sonra yapalım olmaz, birlikte yürütülmüştür.
Yedi yüzyıldır cephede cepheye sürülen ve tahkir edilen bu milletin yüzde 80’i köylü, hakiki efendisi esas üretici olan köyler cahilse, sefil durumdaysa bundan utanmak gerekir” diyerek çevresindekilere ihmal etmeyin çocuklar düşünce üretiniz” diye sürekli baskıda b ulunmuştur. Bu düşünceler sonunda ekonomik yönde kalkınma başlarken Tevhidi Tedrisat yasası-Öğretim Birliği yasası, Harf devrimi, Millet mektepleri gibi aşamalardan sonra bakıyor ki köylüde cehalet sefalet devam ediyor, bunların yoksulluğuna bir çare bulun” diyor. Kendisi bizzat öne düşerek proje üreterek şeker fabrikalar, basma bez fabrikaları gibi şunlar bunlar üzerinde duruyor. Yırtık pırtık çuldan çaputtan olan giysileri o renkli giysilerle insanın bedenin örtmekle kalmayıp estetik zevklerini geliştirmekte kalmayıp dünyaya örnek dünya insanlarını giydiren kurumlar haline getiriyor. 1940 larda Alman delegeleri Paris’te toplandığında üçüncü ülkelere kendi mallarını kendileri işliyorlar ve Türkiye’nin de adını vererek Alman delegesi şöyle söylüyor: “Bunun önüne geçilmez demeye Türkiye’nin kalkınmasını baltalamak istiyorlar. Türkiye’ye o derece dünya ile gelişmesine hâkim bir duruma getirilmiştir. Millet mekteplerinden sonra, TDK, TTK gibi kurumalarla millet yaratılırken, 1835 de yine Atatürk’ün bir önerisi öne geçiyor. “Milletin cehaletine bir çare bulun” derken “mesela” diyor, “askerlikte bizim önemli çocuklarımız vardı, “onları onbaşı olmuşlardır, çavuş olmuşladır erbaştırlar, onları kişiliklerine gör onlardan yararlanın, onlara üç beş ay kurs göstererek köylere gönderin, köylerin öğretmeni eğitmeni olsunlar” diyor. Bu öneri üzerine o zamanki Milli Eğitim Bakanı Saffet, Gazi Eğitim Enstitüsünde öğretmen olan ve Hasan Ali Yücel ile birlikte çalışan İsmail Hakkı Tonguç’u çağırıyor”, diyor ki, “İsmail Bey siz İlköğretim Genel Müdürlüğüne atandınız, projemiz Eğitmen kursu ile başlayarak köylümüzü halkımız yetiştirmektir, buyurun” diyor. Zaten o günlere kadar donanımlı olan ve bu işe gönül vermiş olan yurt ulus ve insan sevgisiyle dolup taşan İsmail Hakkı Tonguç, diğer adıyla “Tonguç Papa” derhal kolları sıvıyor, Eskişehir’de şurda burda eğitmen kursunu açıyor. On bin tane köy geziyor, bunun köy gezmesi zaten eskideki zamanında başlar, o şekilde eğitmen kursları, köy okulları öğretmen denemsi ve ondan sonra nihai çözüm olarak Köy Enstitüsü kuramını, kuruluşunu, uygulamasını ve yöneticiliğini başarıyla yürütüyor.
Kimdi bu İsmail Hakkı Tonguç: “1897 yılında Bulgaristan’ın Tatar atmaca köyünde doğan bu genç çocuk, dedesi ona “Tonguç” diyordu, ilk oğul anlamına sonradan “Tonguç” lakabıyla anılıyordu. O zaman, tabi soyadı değildi bu, fakat 1934 de İsmail Hakkı adına “Tonguç’u da soyadı adını almış, dedesinden miras kaldığı için.
Köyünde okuyor, rüştiyeye (ortaokul) kadar okuyor. Fakat amcasına şuna buna bakıyor dinsel okullar kadar okumuşlar. Sıkıntılar içinde yuvarlanıyor, İstanbul’a kadar geliyor, köylülerinden arkadaşlarının yanına gidiyor. Fatih caminin yangınında oralardaki odacıklarda kalıyorlar. Ne yapıyorsunuz nasıl geçiniyorsunuz ne yiyip içiyorsunuz, diyor onlara. “E komşuların onun bunun verdiği temeklerle idare ediyoruz” falan gibilerden. “Böyle ir eğitim öğretim olamaz, insan onuruna aykırıdır” diyor ve kesinlikle böyle bir eğitimi kabul etmiyor. Müzik, pedagojik modern öğrenim veren okullarda okumaktır bütün aşkı. Fakat okumak için geldiği İstanbul’da bir avukat tarafından aldatılıp soyuluyor. Parasını alıp, “seni bir yatılı okula koyacağım” derken parasını kaptırdığını anlıyor.
Köyünden kendisine bilgi verdikleri bir paşanın huzuruna çıkıyor, falan “köyden geldim, okumama yardım et” diye. Paşa, “paran var mı” “yok”. Paşa “o halde geriye köyüne dön, parası olan okur”, diyor, buna çok içerliyor İsmail. Görürüsün sen parası olmayan okur mu okumaz mı” diyor ve direngen kişiliği ile peşini bırakmıyor.
Yazıp çizdiği araştırdığı etrafta nihayet Osmanlı’nın Maarif Nazırı Şükrü Bey’e çıkmayı başarıyor, derdini ona anlatıyor. Şükrü Bey Kastamonuludur, bu gencin içten ve samimi davranışı karşısında etkiliyor. “Peki seni bir yatılı okula göndereyim, orada okursun, benim memleketim olan Kastamonu’da öğretmen okulu var, oraya seni yazdırayım, beğenmezsen yine seni İstanbul’a aldırırım diyor.
O savaş yıllarında 1914’deki Savaş yıllarında kağnıyla şununla bununla milyonları kat ederek Kastamonu’ya geliyor. İşte Anadolu’yu gözlemlemesi, köyleri gezmesi, köylerin hangi koşulları altında yaşayıp güçlüklerle, hangi güçlükleri yenerek yaşamaya çalıştığını, daha oralardayken gözlemlemeye başlıyor. İki yıl orada okuduktan sonra tekrar İstanbul’a naklini istiyor, İstanbul öğretmen okulunu bitiriyor 1918 de. Onda sonra başarılı gençler, 20 kadar genç Almanya’ya gönderiliyor, orada incelemeler, kurslar gibi eğitimini daha da geliştiriyor. Resim, elişi ve Beden Eğitimi öğretmenliği üzerine bir nevi ihtisas yapmış oluyor. Ondan sonra Atatürk Samsun’a çıkarken ve İstanbul’a geldiğinde atandığı Eskişehir’e veriyorlar bunu. Eskişehir düşman işgali altına girerken okulunu işgal etmek isteyen bir müfrezeye İngiliz subayın karşı gelince bir tokat yiyor ondan, bunun üzerine öğrenciler bu subayın üstüne yürümek istiyorlar. Tutuyor ellerinden, “oturun yerinize” diyor. “Bu şekilde sonuca erişemezsiniz, bunlar silahlı şu anda hakim vaziyetindeler bir şey yapasınız, üstelik zararlı çıkarsınız, ancak bağımsızlığımız için çalıştığımız sürece eğitim öğretimle kendimizi, gelişmemizi sürdüreceğiz, biz bağımsızlığa ve tokat yememeye layık oluruz, diyor ve geri kalan millete Atatürk’ün de bir sözü vardı  “medeni olmayan milletler, medeni olan milletlerin ayakları altında  ezilmeye mahkumdurlar” sözünün aynı benzerini, bizler böyle kaldıkça her zaman tokat yemeye müstahak oluruz”  diye ulusal ve temkinli davranışı gösteriyor.
Kişiliği sakindir, birden kükreyerek ağızda çarpışmak ağız dalaşı yapmak veyahut da sokaktaki insanlarla sokak savaşı yapmak gibi bir tutumu yoktur. Akılcı bir yöntemle amacına ulaşan bir kimliktir. Orada İnönü muharebesinden gelen, yaralıları taşımak için bir görev veriliyor.
Yine 1922lerde Almanya’ya gönderiliyor, oradan geldiğinde Konya’da ve Adana’da beden eğitimi öğretmenliği, resim iş öğretmenliği yapıyor. Resim el işini çok önemser çünkü, iş pedagojisine en yakın derstir, resim el işi, üretmek el becerisi kazandırmak ve felsefesi şudur zaten, üç K üzerine, kafa kol kalp. Bir iş üretilirken önce kafada belirlenmeli, tasarım yapmaktır ona eline dökmelisin; Atatürk de buna benzer sözler söyler: “Bir süs ve tahakküm vakası olarak kullanmaktan sarfı nazar hakikate safı nazarla bakmalı ve el ile temas etmelidir”, der Atatürk, onun için Atasına düşünen kişi sadece düşüncesi ile kalırsa o bir şey değil, düşüncesini eyleme katarsa o iyidir, düşüncesini harekete geçirecek, hareketi yaratıcı olacak, sonra bu işe gönül verecek, kalbini verecek ki, o zaman da sanat olacak. Yani en güzel üretim en güzel yaratılan maske ortaya çıkacak gerek düşünsel hayatta gerekse maddi olarak günlük yaşantımızda. Onun için bu işin felsefesinde hâkim tabiatlı olan kişinin hafızasında eğitim bir amaç olarak görülmemeli. Yiğidin kişiyi ve toplumu sağlıklı mutluluğa eriştiren bir araç olarak görülmeli, der. Yoksa ben okudum efendi oldum ceketim var, kravatım var, bir de yakamda cep mendilim var gibi gezen nice okumuşları görüyoruz, onlar da köyünde gözlemleyip de ret ettiği dinsel eğitim görenler gibi onlar da işsiz, sömürücüler takımındandır.
Onun için İsmail Hakkı Tonguç derken “elimde yetkim olsaydı, Türkiye’de ve dünyada insanın insanı sömürmemesi üzerine okullara bir ders saati koydururdum” diyor. Demek ki sömürülmesi ilk kez nerde tatmıştı, avukata parasını kaptırdığında İstanbul’da. Annesinin babasının fakir olması, paşanın oradan kovulması, “parası olan okur” denmesi. Kastamonu’ya kağnıyla şunla bunla gelirken Anadolu insanının güçlükler içinde nasıl yaşam savaşı verdiğini gözlemleyerek, ağır ağır “ben halkımı okutmaya ve halkıma borcumu ödemek benim boynumun borcudur, felsefesi tutumuna erişmiştir. Onun için eğitim bir araç değil bir amacı gerçekleştirmek için bir araçtır, eğitim. İnsan biyo kültürel bir varlıktır. Biyolojik yönümüz, hayvanlarla eşdeğerde olmamız, hayvanlara göre beyin üstünlüğümüz vardır.  Beyin yapımız başparmak ve ayakta iş görmemiz, dik durmamız gibi insani vasıflarımız vardır, hayvanlardan ayrılık var. O halde bu yaratığa bir de kültürel vasıflar eklenmektedir. İnsan kültürlendiği oranda insanlaşır. Kültürlenmeyen insan kuyudaki kurbağaya benzer, kuyudaki kurbağa gökyüzünü kuyunun ağzı kadar sanırmış. İşte eğitimde Tonguç’un felsefesi, o kurbağayı evvela kuyunun dışına çıkarmaktır, ufukların ne kadar geniş olduğunu göstermek, ondan sonra yükselme parmaklarını kendi kendine öğretmektir.

Pembe köşkte İsmail Hakkı Tonguç anıldı
Köy enstitülerini açarken felsefesi şudur, köyü içinden öyle bir uyandırmalıyız ki, onu kimse gelip iğfal edememeli, kötüye kullanamamalı; kendi derdine çare kendi yani benim fakrıyla hiç kimseye avuç açmadan muhtaç olmadan kendini bilmek, kendini tanımak ve yapabileceklerini yapma haline getirmektir. Bir söz vardır eski taşlarda yazılı, Sümerlerde sanırım, “Tanrım” diyor, “bana yapabileceklerim için güç ver, yapamayacaklarım için sabır ver bunun ikisini de ayırt edebilmek için akıl ver diyor.
O halde yapabileceklerimizi olanaklarımızı tanımak evvela akılcılık demektir. Tonguç sakin tabiatı yanında ikinci bir özelliği de akılcı bilimsel yönden yürümesidir. Tonguç’un eğitmenler kursuna el atması çeşitli yerlerde incelemiş, on bin köyü gezmiştir. On bin köyde iyi bir eğitim öğretim Anadolu’nun neresinde nasıl yapılacak, o aşamaları geçtikten sonra Türkiye’de 21 tane köy enstitüsü kurulmuştur. Bu 21 tane köy enstitüsü Türkiye çapında her üç dört ile il merkezine bir enstitü olmak üzere bütün Türkiye’yi kavrayan yani fert kişi eğitimi değil, toplumsal gelişme, toplumsal eğitim toplumsal iyileşmeyi amaçlayan bir eğitim görüşüne sahipti ve bunu gerçekleştirmiştir.
Şimdi Korona günlerindeyiz, herkes maske takacak herkes aşı olacak bir seri önlemler alındı. Bunları önemsemeyen bunlardan kaçanlar muhakkak o mikrobu başkalarına yayacaklar demektir. O bakımdan bu işin sıkı tutulması, hiç kimseye “ben iğne (aşı) olmak istemiyorum, o yapılacaksa toplumsal koruma için bir zarurettir. Zorunluluk diye yapılaması gerekir. İşte eğitim de böyle bir şeydir. İsmet İnönü ne diyor, eğitime gönül vermiş bu adam, “eğitim öğretim insan olma, millet olma davasıdır” diyor. İlköğretim bugün dünya milletlerinde 11-12 yıldır, liseyi dahi kapsar. Üç dört ülke hariç o şekildedir. Bizde zar zor sekiz yıla çıkarılmış ki onu da kopuk hale getirerek dört yıla indirdiler, ondan sonra okullar bir tarafa, hatta ve hatta programlarım nedir, nasıldır diyor.
Eğitimin iyileştirilmesi demek insanın iyileştirilmesi demektir, insan sağlığının iyileştirilmesi demektir. İnsan sağlığı biliyorsunuz üç ayak üzerine oturur. 1-Beden sağlığı, 2-Ruh sağlığı, 3-Çevre sağlığı. Bunların içerisinde en önemlisi sosyal sağlıktır. Çünkü sosyoloji sosyal sağlık insan eliyle yapılır, iyileştirilir, ya da insan eliyle bozulur. Bozulan o toplum insanları insanın ruhunu ertelediler, ne demişler “insanı gam çürütür, duvarı nem çürütür. İnsanı gamlandıran o haliyle ruha etki eder, ruhumuz bozulur, ruhumuz damar sistemine solunum sistemine sinir sistemine, boşaltım sistemine etki eder ve derece derece. Demek ki sosyal siyasal hayat o parametre bu işlerin başında geliyordu. Bunun bilincinde olalım. Adam öldü neden öldü? “Vadesi yetmiş oldu”, belki sosyal olaylar onu ölüme götürdü, onu hiç bilen duyan yoktur. Bu bakımdan eğitim bir ulus için kaçınılmaz bir kavram ve araçtır, diyoruz.
Bu konuda ileriye dönük köy enstitüsü ondan sonraki oluşum üzerine köy enstitülerinin sonlandırılması gibi bencil tutumlarla, hani şöyle bir atasözümüz, altın yere düşmeyle pul olmaz derler ya, köy enstitüleri onun bunun sonuçlandırmasıyla yere düşmüş pul olmuş değildir. Şurada bulunduğumuz toplum Tonguç’un bugün için ve gelecek çağlar için ofluya ahlıya Türk eğitim sistemi olarak dünya ansiklopedilerine İsviçre Eğitim Ansiklopedisi’ne geçmiş hatta bazı yerlerden kanun maddesi olmuş Türkiye’deki köy enstitüsünün şu şu konularında insanı koruma hakkı diye gerekçe yazılmıştır kanunlara. Demek ki bu eğitim sistemi bugün burada yaptığımız toplantı, eğitim toplantısı dolayısıyla İsmail Hakkı Tonguç toplantısı ve dolayısıyla bu oluşumlara gönül veren destek veren, imza atan o günkü eğitim ekibine candan teşekkür ediyoruz. Bu öyle bir aşk ki geniş toplumları eğitmek en yüce mutluluk sağlayan bir etkinliktir, en yüce saygınlık sağlayan bir etkinliktir. Halkı eğitmenin mutluluğuna ve saygınlığına başka hiçbir şey girmesi etkilemez. Çünkü eğitimsiz halk hatta canavar olabilir, hayvandan daha vahşi olabilir. Çünkü onda beyin gibi bir aletle donanımı vardır. Hayvanda olmayan beyin, İngiliz kurnazlık kötülük düşünen şey var. Ve bu işe gönül vermiş olan o zamanki İsmail Hakkı Tonguç, İsmet İnönü ve Hasan Ali Yücel sağı solu bitin enstitüleri gezmişledir.
1943’te bir temmuz veya ağustos gününde Gönen Köy Enstitü’ne gelirler. Gönen Köy Enstitüsü’nde kalırlar, İsmet İnönü Gönen’den enstitüye tablalarını veren köylülere tekrar verilmesini ister. Enstitüsü artık yerleşti mi 300 dönümlük arazisini işler hale getirdiğini köylülerin mallarını gasp etmiş gibi bir görünüm de onların armağan ettiği ağaçları tarlaları tekrar iade edelim demiş Tonguç’a. Gece İsmail Hakkı Tonguç’lan Hasan Ali Yücel öğrencileri ile birlikte top sahasında alanında saat akşam 8 de, 9 da 10 da öğrenmeye başlamışlar, sabahlara kadar birlikte coşup eğlenmişlerdir. Şimdi ondan bir parça vereceğim” dedi. (Banttan enstitülerden birkaç marş, Çiftçiler marşı gibi şarkılar söylendi).
“Kültürümüz doğudan batıya, batıdan doğuya, güneyden kuzeye, kuzeyden güneye köy enstitüleri vasıtasıyla taşınmıştır. Kültürün yerel kültürün ulusal kültüre yönelmesi ile ulusal birliği kuvvetlendirir, kültür birliğin harcıdır dedikten sonra çağırılan, bu program için Antalya’dan gelen Yüksel ve İbrahim Bilgenoğlu birbirinden güzel yöre türkülerini söylediler ve çok beğeni aldılar. Harmandalı zeybeği çalınıp söylenirken, Mehmet Ayhan ve bazı izleyiciler sahneye çıkarak türkü yanında harmandalı zeybeğini oynadılar.

Pembe köşkte İsmail Hakkı Tonguç anıldı
Bu arada emekli Albay Oğuzhan Akova, ağız armonikası ile söylediği çaldığı parçalar programa ayrı bir renk kattı. Sonra Emekli İlköğretim Müfettişi Alim Başaran da köy enstitüleri ile ilgili anı ve anekdotlarla oluşan konuşmasında şunları söyledi:

Fakir Baykurt okulda Birleşik Kaplar Kanununu bir türlü anlayamamış
-Köy Enstitüsü çıkışlı yazarımız Fakir Baykurt, fizikte geçen birleşik kapları teorisini bir türlü anlayamamış. İki tane kap var birbiri ile bağlı, bir taraftan suyu koyunca öbür tarafa doğru yükseliyor, bunu bir türlü kavrayamamış. Onun kendi anılarında şöyle anlatıyor, -birleşik kaplar ders ortamında bir türlü anlayamadığını ifade ediyor. Ama diyor 2-B sınıfı olarak Gönen Köy Enstitüsünün arkasındaki 9km ötedeki Tınaz Dağı’ndaki kaynak suyu enstitüye akıttığımız zaman ben bileşik kaplar kanunun o zaman kavradım- diyor. Tınaz Dağı yüksekte, suyu almışlar çukur bir yere gelmiş, Gönen Köy Enstitüsü de biraz yüksekte, arkadaşlardan bazıları, “Gönen Köy Enstitüsü yüksekte yükseğe çıkmaz, orası tepede”, çıkar çıkmaz tartışmışlar, en sonunda bir tanesi diyor ki, biz birleşik kaplar kanunu öğrendik, düşünelim onu, onu göz önüne getirelim, bakalım su çıkar mı çıkmaz mı, su yokuş yukarı çıkar mı, çıkmaz mı diye iddiaya girmişler, sonunda suyun yokuş yukarı çıkacağını, suyun aynı seviyeye kadar çıkacağını görmüşler. Tabi o boruları döşerken birçok bilgi beceri kazanmışlar. Bunu Fakir Baykurt anılarında anlatıyor.

Pembe köşkte İsmail Hakkı Tonguç anıldı
Öğrenciyken Mahmut Makal Tonguç karşısında bir türlü konuşamıyor
Yine öğrencilerin yetiştirilmesi ile ilgili, bizzat İsmail Hakkı Tonguç’un, Tonguç’la yine ünlü yazarlarımızdan Mahmut Makal anlatıyor. Mahmut Makal İvriz Köy Enstitüsünde okuyor, daha ikinci sınıfta. Bir gün havanın iyi olduğu bir gün dışarıda ders yapıyorlar. Dersleri de yurttaşlık bilgisi, konu da devletin halka karşı görevleri. Onlar o dersi işlerken boynunda fotoğraf makinesi, (İsmail Hakkı Tonguç boynunda fotoğraf makinesi ile dolaşır, gördüklerini fotoğrafla ölümsüzleştirirmiş, İsmail Hakkı Tonguç okula geliyor, ders yapanların yanına varıyor. Öğretmene sormuş dersiniz nedir diye, o da “yurttaşlık bilgisi” demiş. Peki konunuz nedir, devletin vatandaşlara karşı görevleri. Tonguç’un gözüne Mahmut Makal çarpmış, herhalde, Mahmut Makal’a demiş ki, oğlum kalk bakalım, “devletin vatandaşlara karşı hangi görevleri var, bana söyleyebilir misin, diye soruyor. Mahmut Makal, karşısında iri yarı uzun boylu bir adam, boynunda fotoğraf makinesi, yanında da başka kişiler heyecanlanıyor, nutku tutuluyor, bir türlü konuşamıyor, konuşamayınca, “tur oğlum” diyor.
Sonra öğretmene dönüyor ki, “ben bu çocuğu konuşamadı” diye kınamıyorum, kabahat onda değil, çünkü onlara biz 700 yıl biz konuşma hakkı vermedik, devletin vatandaşa karşı görevlerinin olabileceğini söylemedik. Ben de daha yeni öğrendim devletin vatandaşa karşı görevlerinin ne olduğunu daha yeni öğrendim, okullarda öğrendim, Cumhuriyet’ten önce devletin vatandaşa karşı görevi mi olur. Olsa olsa devletin vatandaşa aşar borcu olur, askere gitme borcu olur, vatan uğruna ölme borcu olur-. Bunları söylüyor diyor ki, “bu çocukları konuşturun, bunlar konuşmaya konuşmaya hep ezilmişler, bir büyüğün karşısında bir iki kelimeyi bir araya getirip konuşamıyorlar. Bunlara her şeyden önce konuşmayı öğretin” diyor ve bu olayın kartşısında İsamail Hakkı Tonguç’un karşısında nutku tutulan Mahmut Makal dünyanın en ünlü yazarlarından biri oluyor. İşte Köy enstitüleri böyle insan yetiştiriyor.
Bir de köy enstitülerinde en çok üzerinde durulan eleştiri kültürü kazandırılması, eleştiriye tahammül edebilme, eleştiriyi hoş karşılama, eleştirene teşekkür etme bizde ne yazık ki bu yok. Medyada TBMM de görüyoruz, koskoca üniversite bitirmiş adamlar birbirlerine hakarettenler ediyorlar, yetmiyor yumrukla girişiyor. Aynı şeyler şimdi tv larda da yaşıyor.

Köy Enstitüsünde eleştiri kültürü özgürce veriliyordu
Peki köy enstitülerinde ne oluyor, nasıl oluyor yetiştiriliyor. Köy enstitülerinde özellikle her cumartesi tüm okulda çalışan öğrenciler, öğretmenler, usta öğreticiler diğer çalışan kişiler hepsi toplanıyor, bayrak töreninden sonra oradan o hafta içinde, tabi orada sınıf başkanları var, sınıf nöbetçileri var, yatakhane nöbetçileri var, yemekhane nöbetçileri var herkes görevli. Orada kendi kendine özyönetim uygulanıyor. Okulda kim varsa herkes oraya toplanıyor, herkesin görevi var. O hafta yapılanlar yapılmayanlar, yanlış yapılanlar, eksik yapılanlar her şey orada dile getiriliyor. Bu eleştirilenlerin içine oradaki işçilerden öğrencilerden, öğretmenlerden yöneticiler müdürüne kadar herkes o eleştirilerden nasibini alıyor. “Ya bu müdür eleştirilmez, öğretmen eleştirilemez diye bir şey yok. Herkes nasibini alıyor. Bununla ilgili olarak bir insan yetiştirme ustası olan, belki de Türkiye’de adından çok söz edilmeyen ama bana göre Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük eğitimcilerinden birisi Mehmet Rauf İnan hem Çifteler Köy Enstitüsünde hem de Hasanoğlan Köy Enstitüsünde müdürlük yapmış gerçekten çok değerli bir eğitimci. O anlatıyor, diyor ki, - Cumartesi toplantımız günü çevre ilçelerin kaymakamları Çifteler Köy Enstitüsüne geldiler. Ben onlara efendim, bizim cumartesi toplantımız var, isterseniz gelin siz de izleyin, dedim. Bunları oraya davet ettim, onlar da geldiler, oturdular. Cumartesi eleştirileri başladı, diyor. B u eleştiriler herkes, bütün okuldaki görevli olan herkes o eleştirilerden nasibini almış. Bir öğrenci de kalkmış, sosyal bilgiler öğretmenini yerin dibine batırıyor, öyle eleştiriyor ki, “efendim bu öğretmenimiz araç odasından haritaların bulunduğu yerin haritaları getirtiyor sınıfına, işi bittikten sonra tekrar oraya bıraktırmıyor, bu haritalar yırtılıyor, yıpranıyor, kullanılmaz hale geliyor, diye o öğretmeni gücü yettiği kadar eleştiriyor.

Pembe köşkte İsmail Hakkı Tonguç anıldı
Yanındaki Mihalıçık İlçesi kaymakamı, Rauf İnan’a dönüyor, “müdür bey bu öğrenci bu kadar eleştirdi yerin dibine soktu. Peki bu öğrenci bu öğretmenin dersine girmeyecek mi”, “girecek”. Bu öğretmen bu öğrenciye sıfır vermeyecek mi? Eleştirdi”, diyor. Rauf İnan, “yook gayet normal bir şey bizim her zaman yaptığımız bir şey, beni de gerektiğinde beni de yerin dibine batırırlar öğrenciler. Ben o öğrencilere teşekkür ederim”, diyor ve böylece enstitüsünde eleştiri kültürünü nasıl geliştiğini çok iyi bir örnekle göstermiş oluyor”.
Bu arada köy enstitüsünün simge sazı mandolin dinletisi yapıldı; Emekli Müzik Öğretmeni Serpil Özyürek mandolini ile, kızı Müzik Öğretmeni Gözde Özyüksel piyano ile köy Enstitülerinde söylenilen şarkıları çalıp söylediler. Mehmet Ayhan da kemanı ile eşlik etti.
Program çeşitli müzik ve dans gösterileri ile biterken, Köşk bahçesinde davetlilere vakıfça, pasta meşrubattan oluşan ikram edildi. Köşk içindeki müze topluca gezildi.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız kulcevat5999@gmail.com

Utanıyorum
Suudi Arabistan İstanbul Başkonsolosluğunda, Suudi Veliaht Prensi Suudi Arabistan'ı defakto şekilde yöneten Muhammed bin Selman'ın,  emir ve talimatlarıyla, Suudi Arabistan’dan özel olarak gelen bir ekip tarafından  hunharca öldürülen ve cesedi yok edilen muhalif gazeteci Cemal KAŞIKÇI'nın dava dosyası ile ilgili olarak,  ülkemizin partili cumhurbaşkanının cinayet sonrası eski beyanları, özetle şöyledir; 

”Bunun failinin kim olduğu bana göre belli.  Biz ses kayıtlarından şunu da öğrendik,  gelenlerin içinde şu andaki Veliaht Prens'in en yakınında olanlar bu işin aktif rol üstlenicisi.  Aldığı talimatı yerine getirenler orada.  İpe un serdiler,  bilgiyi İstanbul Başsavcısı'na vermediler.  Çünkü fail ortada,  bunu biliyorlar.  Yardım yataklık yapan da yanında" "Veliaht Prens dedi ki,  'Cemal Kaşıkçı başkonsolosluktan çıktı'.  Ya Cemal Kaşıkçı çocuk mu? Dışarıda nişanlısı var.  Bunlar dünyayı enayi zannediyor. 

"Bu millet enayi değil hesabı sormasını bilir ve tabii dedik ki biz herkese açığız.  Suudi Arabistan kayıtları almak istedi,  kusura bakmayın o kadar değil.  Dinletiriz,  gösteririz ama vermeyiz.  Verelim de ondan sonra bunları yok mu edeceksiniz?"

Aynı partili cumhurbaşkanı; ülkemizi ekonomik darboğaza soktuktan sonra, Cemal KAŞIKÇI'nın katilleri petrol ve dolar zengini Suudilerden parasal yardım görerek, koltuğunu koruma karşılığında, ülkemizin egemenlik hakkını yok sayarak, ülkemizin itibarını ayaklar altına alarak,  yargıya talimat verip Kaşıkçı dava dosyasını, içindeki tüm belge ve delilleriyle cinayetin faili Suudi Arabistan Prensine devretmiştir. 

Yani,  Kaşıkçı cinayeti dosyası,  bizim açımızdan kapanmış olmaktadır. 

Kaşıkçı cinayetiyle ilgili olarak 180 derece dönüş yapan,  Suudi Veliaht Prensini itham eden beyanlarını yalayıp yutan partili Cumhurbaşkanı, önce Kaşıkçı'nın katilinin ayağına giderek onu ziyaret etti. 

Dün de (22/06/2022) katil prens,  iadei ziyarette bulundu partili cumhurbaşkanına. 

Partili Cumhurbaşkanı, Kaşıkçı cinayetinin azmettiricisi olarak suçladığı katil prensi; hem de devlet başkanı protokolüyle, süvari birliği refakatinde, top atışları eşliğinde ve bakanlarını karşısında hazır ola geçirerek ve el sıktırarak,  sarayın da karşıladı ve misafir etti,  kucaklaştılar. 

İtibardan tasarruf olmaz diyerek fakir halkın parasını lüks ve sefasında harcayan israf eden, ülkemizi ekonomik krize sokan  partili cumhurbaşkanının, ülkemizin ve milletimizin itibarını ayaklar altına alan,  önceki beyanlarını yutup yalayan çelişkili beyan ve davranışını, Türk Milletinin dikkatlerine sunuyor, utanması gerekenler utanmadı için,  ben utanç duyuyorum.

Güner Yiğitbaşı

23/06/2022

Güner YİĞİTBAŞI

HUKUKÇU

“Her kim ki din sömürüsünü kullanır, bir süre yararlı olur belki ama mutlaka seçim sandıklarında yenilgiye uğrar” Uğur Mumcu
23 Haziran 2022 günü Çankaya Doğan Taşdelen Kültürü Merkezi ile İsmet İnönü Pembe Kök’te Dünden Bugüne Köy Enstitüleri Çözüm sempozyumu düzenleniyor. Sempozyuma, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu, CHP li bazı milletvekilleri, akademisyenler, Finlandiya, Küba Büyükelçileri, eğitim uzmanları konuşmacı olarak katılacaklar.  Gün boyu sürecek sempozyumda, Köy Enstitülerinin Güncelliği, Uluslararası Deneyimler, Cumhuriyet ve Köy Enstitüleri, Demokratik Öğretmen Mücadelesinde Köy Enstitüleri Rolü; Dün, Bugün ve Yarın, Köy Enstitülerinin Eğitim Mirası, Ne yapmalı gibi konu başlıklarında toplantı ve oturumlara katılan akademisyen, eğitim uzmanları, Kılıçtaroğlu ve bazı milletvekilleri aydınlatıcı konuşmalar yapacak.
Öte yandan aynı gün İsmet İnönü’nün Pembe Köşk’te aynı konular ve anılarla Köy Enstitüleri ve İsmail Hakkı Tonguç gibi Köy Enstitülü eğitimciler konuşmalar yaparken, Köy Enstitüsü çıkışlı Emekli İlköğretim Müfettişi Mehmet Ayhan yönetiminde çeşitli etkinlikler yapılacak.
Biz de 30 yıl kadar önce bu konularda konuşma yapan Uğur Mumcu’nun günümüze ışık tutan, 30 yıl ilerisini gören konuşmasını bir video banttan çözerek okuyucuya sunmak istedik. Gerçekten de ileri görüşlü, en seçkin Gazeteci Yazar Uğur Mumcu’nun görüş ve düşünceleri, endişeleri günümüzde bire bir olgu ve gerçekliği ile bizi aydınlatacak biçimde ışık tutuyor.
Uğur Mumcu, yanında Aziz Nesin’in de oturduğu, Köy Enstitülerinin kuruluşunun yıldönümü panelinde, bugün başımıza gelecekleri o gün görmüş gibi, konuşmasında şu acı gerçekleri anlatıyordu:
“­- Biliyorsunuz Türkiye Cumhuriyeti bir “Hukuk Devrimi yaptı. Hukuk Devrimi Batılı yasların resesyon yoluyla Türkiye’ye getirilmesi demektir. İtalya’dan Ceza Yasası aldık, Fransa’dan idare hukuku ilkeleri aldık, İsviçre’den medeni hukuku aldık, Almanya’dan ceza yasası hukukunu aldık. Bir gülme genelgesindeki şu tanım olayları yeterince sergiliyor. Türk vatandaşı hanımına diyor ki, Türk ne demektir? Türk vatandaşı kimdir, Türk vatandaşı, İsviçre Medeni Kanununa göre evlenen, İtalyan Ceza Yasasına gör cezalandırılan, Alman Ceza Yasası hukukuna göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir. Böyle yasaların alınması zorunluydu çünkü toplum bir yol ağzındaydı ya Batılı laik sistem ya Şeri hukuk. Mustafa Kemal ve bütün arkadaşları Batılı ve laik sistemi benimsediler.
1928 yılında Anayasadan devletin İslamcı devlet olduğunu belirten maddesi kaldırıldı. 1930 yılında da okullardan din dersleri, 1939 yılında da köy okullarından din dersleri kaldırıldı. Bunlar niçin yapıldı laiklik için yapıldı. Çünkü dünyada ya olayları teokratik açıdan göreceksiniz böyle bir eğitim anlayışınız olacak, ya da laik anlayış olacak. Karma ekonomi gibi laik ve İslam anlayışı olmaz ya laiklik ya İslamcılık, eğitim bu.
Mustafa Kemal ve düşün arkadaşları laisizmi benimsediler. Köy Enstitüleri olayını bu süreç içinde değerlendirmek gerekir. Köy Enstitüleri 40 lı yılların başında çıktı, 40 lı yılların ortalarına ve sonlarına doğru kapatıldı, yıkıldı. Niçin, çünkü Türkiye 40 lı yıllarda da bir yol ayırdındaydı. Dünyada büyük savaş yaşanmaktaydı. Nasyonal Sosyalist seçimlerle Markasız rejimler ve burjuva demokrasileri arasında, bunlar ordular arasında sıcak savaş yaşanıyordu. Türkiye bu sıcak savaşta bu savaşa katılmama siyaseti gütmekte idi ve bir çeşit duyarlı siyasetle iki tarafın gelişimini izlemekteydi ve bir gece politikası izliyordu.
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Köy Enstitülerini destekledi. Köy Enstitüleri fikri, bugün önemi daha çok anlaşılan TONGUÇ Baba’nın çalışmalarıyla ve düşüncesiyle ideolojisiyle ortaya çıkmıştı. Saffet Arıkan’ın bakanlığı döneminde genel müdürlüğe getirilen İ. Hakkı Tonguç daha sonra Hasan Ali Yücel’le birlikte çalıştı. Hasan Ali Yücel bugün bakıyoruz, yeniden değerlendiriyoruz, oğlu Can Yücel’in şiirinde yazdığı gibi, “çağın en güzel gözlü Maarif vekiliydi”, gerçekten toplumun özlediği hümanist ilerici bir aydın.
Hangi iktidar din sömürüsüne dayanmış mutlaka yıkılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarı 49 yılında din derslerini kabul etti yıkıldı, kurtaramadı bu ödün, DP 1957 de Saidi Nursi’nin cübbesini bayrak yaptı ne oldu yıkıldı, Süleyman Demirel 1960 ların ortasında Nurcuların tarikatların, Süleymancıların sakallarını okşadı yıkıldı, Hac seferleri düzenleyen ANAP ne oldu yüzde 20 ye indi. Altı oka güvenmek gerekiyor. (Uzun uzun alkışlar) HER KİM Kİ DİN SÖMÜRÜSÜNÜ KULLANIR, BİR SÜRE YARARLI OLUR BELKİ AMA MUTLAKA SEÇİM SANDIKLARINDA YENİLGİYE UĞRAR, HALK AFFETMİYOR, DİN SÖMÜRÜSÜNÜ AFFETMİYOR HALK. Bu çok önemli bir olgu çok önemli bir sonuç, çok önemli bir gerçektir.
Köy Enstitüleri üretim içinde eğitim, eğitim içinde öğretim ilkesinin benimsemiştir ve köy çocuklarını Atatürk Devrimlerinin ve Kemalizm in toplumsal yapısını kurmakla görevlendirmişlerdi. Açıkça şimdi ne oluyor, şimdi aynı köy çocukları Köy Enstitüleri yerine imam hatip okullarına gidiyorlar. Gidiyorlar da ne oluyor? 1983 rakamlarına göre Diyanet İşleri Başkanlığında 46 bin personel var. BU 46 bin personelin 23 bini ilkokul mezunu. Peki o zaman bu İlahiyat Fakülteleri ne işe yarıyor? BU İslam Enstitüleri ne işe yarıyor? Bu imam hatip okulları ne işe yarıyor? Ne işe mi yarıyor? Bunlar imam hatip olmuyorlar, hukuk fakültelerine gidip yargıç ve savcı oluyorlar. Siyasal Bilgiler Fakültesine gidip kaymakam oluyorlar. Yapılan bir araştırma kaymakam yetiştiren bölümün öğrencilerin yüzde 41’nin ilahiyat kökenli olduğunu kanıtlıyor. Hukuk fakültesinde okuyup da daha önce imam hatip mezunu olanlara burs veriyorlar. Burs verilen öğrenciler de sınavsız yargıç ve savcı oluyorlar. 2000 yılına doğru baktığımızda vali ilahiyat fakültesi mezunu, emniyet müdürü İslam enstitüsü mezunu, kaymakam imam hatip mezunu olacak.
Yurttaşın oyuyla bu iktidarı değiştirmek ve devleti tepeden tırnağa ileri düşüncelerle donatmak, ancak o koşulla köy enstitüleri kurulabilir. Bugün çeşitli siyasal rejimler depremler yaşıyor, bu depremler düşünceleri inançları yeniden değiştiriyor. Ama biz şu 21. Yüzyıla girerken şunu görüyoruz ki, Türkiye’de bugüne kadar sonuç almış en güçlü örgüt, Türkiye’de Kuvayı Milliye örgütüdür, Mustafa Kemal ve arkadaşlarıdır. Kuvayı Milliye toplumun en önemli sivil örgütlenme modelidir. İkincisi 40 lı yıllara rastlayan Köy Enstitüleridir. İkisi de sivil toplumun vazgeçilmez kurumlarıdır. İdeolojide Kuvayı Milliye tam bağımsızlık ilkesi, eğitimde Köy Enstitüleri, iki hedef bu. Bir genç de o ak saçlı delikanlılardır hepsini de saygıyla selamlıyorum, düğme ilikliyorum önlerinde”.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Efsane Olmak İstedi Siyasi Müflis Oldu
Memleket Partisi kurucusu ve genel balkanı Muharrem İNCE'den bahsediyoruz. 

Büyük umut ve beklentilerle kurduğu Memleket Partisi'nde toplu istifalar yaşandı.  Parti yönetimindeki 6 isim istifa etti. 

İstifa eden isimler şöyle:

Memleket Partisi Genel Başkan Vekili ve Parti Sözcüsü Prof.  Dr.  Gaye Usluer,  

Memleket Partisi Genel Sekreteri Prof.  De.  Hakkı Akalın,  

Memleket Partisi Parti Meclisi-Danışma Kurulu Üye ve Memleket Partisi Kurucu Üyesi Meryem Şengül Kala,  

Memleket Partisi MYK Üyesi ve Parti Genel Saymanı Serkan Ufuk Akgün,  

Memleket Partisi MYK Üyesi Prof.  Dr.  Ali Rıza Büyükuslu ve 

Memleket Partisi Parti Meclisi-Memleket Partisi Kurucu Üyesi Dr.  Oğuz Giray

Tam bir iflas hali. 

Henüz kuruluş aşamasında yaşanan büyük çöküş ve iflas. 

İstifa eden parti yönetimindeki altı önemli isim çıktıktan sonra;  parti, tek başına Muharrem İNCE'ye kalmış oldu. 

Ne mutlu Muharrem İNCE'ye!

Partisinde, tüm yetkileri üzerinde taşıyan  tek adam kaldı!

ERDOĞAN bile tek adam olabilmek için çok uğraş verdi, anayasayı deldi, Bahçeli'nin koltuk çıkmasıyla anayasayı değiştirmek zorunda kaldı. 

Muharrem İNCE; çok şanslı addetmeli kendisini, tereyağından kıl çeker gibi, istifalar sayesinde  partisinde dımdızlak tek adam kalıverdi. 

Tepe tepe kullansın partisini. 

Genel Başkan oldu ya. 

Hani bir söz vardır. 

Baş ol da,  sağan başı ol şeklinde. 

İNCE de;  bu ülkenin, ATATÜRK'ün kurucusu ve lideri olduğu yüz yıllık köklü ana muhalefet partisi CHP'de,  milletvekili ve meclis grup başkan vekilli olmayı az buldu ve CHP'nin genel başkanı olmak istedi, girdiği kurultay seçimlerinde başarılı olup genel başkan olamayınca, kendisini cumhurbaşkanı adayı dahi yapan CHP'ye sırtını dönerek nankörlük yaptı, Memleket partisini kurma gafletine düştü. 

Soğan başı, pardon, genel başkan oldu ama, genel başkanı olduğu Memleket Partisinin istifalar nedeniyle içi boşaldı,  iskelet haline geldi. 

Tek adam kalıverdi partisinde. 

Tek adamlığın hayırlı olsun Muharrem İNCE

Umarım, önümüzdeki yıllarda,  baş olmak için akıntıya kürek çekecek ve maceraya girişecek politikacılara ders olur Muharrem İNCE'nin çöküşü ve iflası.

Güner Yiğitbaşı

21/06/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Erdoğan mutlaka aday olacak ama....
Bugünlerde tek tartışma konusu; erken seçim olacak mı, Anayasadaki açık hükme rağmen ERDOĞAN üçüncü kez cumhurbaşkanlığına aday olacak mı, Millet İttifakının cumhurbaşkanı adayı kim olacak?

Yatıp kalkıp bunları konuşup tartışıyoruz.

Yapılan tüm anketlere göre, ERDOĞAN'ın yeniden cumhurbaşkanı seçilmesi imkânsız gibi bir şey.

İşte, önümüzdeki günlerde AKP Genel Başkanı ERDOĞAN'ın adaylık konusundaki kesin kararını bu gerçek belirleyecek.

ERDOĞAN; büyük olasılıkla seçimi kaybedeceğine göre, kesinlikle cumhurbaşkanlığına aday olamaz, aday olmak istemez.

Dikkat ediniz, anayasadaki engel nedeniyle demiyoruz, seçimi kaybedeceğini bile bile aday olmaz demek istiyoruz.

Neden mi?

ERDOĞAN; seçim meçim yok, ben ölene kadar bu ülkenin tek sahibiyim ve sarayda oturmaya devam edeceğim demeyecekse, erken veya zamanında bir seçim yaptıracaksa, yaşamına ülkesinde devam edecekse, kaybedeceğini bile bile Cumhurbaşkanlığına yeniden aday olmaz ve olamaz.

Biliyor ki; cumhurbaşkanlığını kazanamazsa, milletvekili de olamayacak, sade bir vatandaş ve AKP Genel Başkanı sıfatıyla hiçbir dokunulmazlığı kalmayacak, seçimi kazanacak olan yeni iktidar, ERDOĞAN aleyhinde kollarını sıvayacak ve yargı sürecini başlatacak.

Bu itibarla, cumhurbaşkanlığını garanti görmeyen bir ERDOĞAN; kendince çok haklı olarak, milletvekilliği dokunulmazlığına dahi dört elle sarılacaktır.

Bunun için de, kaybedeceğini bile bile cumhurbaşkanlığına değil, hiç yoktan iyidir diyerek, kazanması kesin olan milletvekilliğine aday olacaktır.

Ben ERDOĞAN'ın yerinde olsam, cumhurbaşkanı adayı asla olmam, kazanacağım kesin olan İstanbul’dan milletvekili adayı olurum,  milletvekilliği dokunulmazlığını kazanarak bir süreliğine de olsa rahat bir nefes alırım.

Güner Yiğitbaşı

18/06/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Bülent Arınç
AKP'nin  kurucularından, kendi deyimiyle AKP içinde özgül ağırlığı olan bir kişi(ydi). 
Bir zamanlar belki öyleydi. 
Partinin ağır ağabeyiydi. 
Şimdi yüzünü dahi görmek istemese de, ERDOĞAN'da kendisine bir zamanlar ağabey derdi. 
ERDOĞAN sıcak bakmadığı halde, bu özgül ağırlığından yararlanarak, seçimlerden sonra direndi ve kendisini kerhen de olsa Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı seçtirmeyi başardı, Devlet protokolünün ikinci koltuğuna oturdu ve zaman zaman Meclis Başkanı olarak Cumhurbaşkanlığına da vekalet ederek, vekaleten de olsa Devletin bir numaralı koltuğuna da oturma onurunu kazandı. 
Meclis Başkanlığı tercihi,  erken ve yanlıştı bize göre, sonradan iki numaralı koltuktan inerek, bakanlık koltuklarına oturdu, bize göre attan inip eşeğe binmeyi kendisine yakıştırabildi. 
Aslında, Bülent ARINÇ'ın parti içindeki statüsü ERDOĞAN ile eşitti. 
ERDOĞAN; AKP içinde eşitler arasında birinciydi sadece. 
Bülent ARINÇ hukukçu kimliğine, birikimlerine ve hitabetine rağmen, ERDOĞAN'ın karizması karşısında aciz kaldı, mum gibi eridi. 
Zaman zaman kamuoyunun hoşuna giden çıkışlar yaptı parti içinde, esmese de gürledi.  
Hiçbir çıkışının sonucunu getiremedi, eleştirileri semeresiz kaldı, sonunda hep geri çekildi. 
Parti içindeki haklı eleştiri ve uyarılarındaki İnandırıcılığını, samimiyetini ve saygınlığını yitirdi. 
Bülent ARINÇ, son günlerde yine özgül ağırlığını hatırlayarak konuşmaya,  eleştirmeye başladı. 
Bülent ARINÇ, dibe vuran ve asla düzelmesi mümkün olmayan AKP'den ne bekliyor hala?
Bülent ARINÇ da biliyor, ERDOĞAN parti
 içinde var olduğu sürece, bu vakitten sonra AKP'nin düzelip ayağa kalkamayacağını. 
Ama,  Bülent ARINÇ, buna rağmen  eski alışkanlıkla, çıkışlarına devam ediyor, Bülent ARINÇ klasiklerine bir yenisini ekliyor. 
DAVUTOĞLU ve BABACAN'ın gösterdiği feraseti gösteremeyen Bülent ARINÇ'da biraz gurur varsa, kurucusu olduğu ve bugün tanınmaz hale gelen, ülkeyi faşizme sürükleyen AKP'yi eleştireceğine, o gemiden iner,  AKP'den istifa eder,  köşesine çekilir ve günahıyla sevabıyla anılarını yazar.

Güner Yiğitbaşı

17/06/2022
Hukukçu

Saray Ve Emrindeki Bağımlı Yargı Daha Rahat Çalışacak Bundan Sonra
Basın ve sosyal medyaya yeni yaptırımlar getiren düzenleme,  TBMM Adalet Komisyonu’ndan geçti.  Bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngörülen ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ suçunun yer aldığı 29.  madde de kabul edildi. 

Teklifin 29’uncu maddesiyle Türk Ceza Kanunu’nun 217’nci maddesine 217/A maddesi eklendi.  Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yayma başlıklı madde

“Sırf halk arasında endişe,  korku veya panik yaratmak saikiyle,  ülkenin iç ve dış güvenliği,  kamu düzeni,  genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi,  kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse,  bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır” şeklinde.  

Bu madde;  basın, düşünce ve düşünceyi açıklama, halkın doğru bilgi edinme özgürlüğünü tamamen yok edecek, ülkemizde olmayan demokrasinin cenaze namazını kıldıracak, ileride ne gibi  toplumsal çalkantı ve patlamalara neden olacağı bugünden kestirilemeyecek korkunçlukta,  çok tehlikeli bir düzenlemedir. 

Komisyondan geçen bu yasa maddesinin meclis genel kurulunda da aynen kabul edilerek yasalaşması halinde, uzun vadede en büyük zararı, iş başındaki saray iktidarı görecektir. 

Bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngören bu madde ile getirilen suçun tanımı, ceza hukukunun evrensel kuralı olan, kanunsuz suç ve ceza olmaz, suçların kanuniliği ilkesine açıkça aykırıdır. 

Bu suçun kanuni unsurları, net ve açık bir şekilde tanımlanmamış, sınırları net bir şekilde çizilmemiş, suç oluşturacak maddi eylemin kalıbı açıkça ortaya konmamıştır. 

“Sırf halk arasında endişe,  korku veya panik yaratmak saikiyle” cümlesinde yer alan;  “sırf”ne anlama gelmektedir?

Sanırım;  sadece, münhasıran anlamına gelmektedir. 

Gerçeğe aykırı bilginin; sırf, yani münhasıran endişe, korku ve panik yaratmak saikiyle yayıldığını nasıl anlayacaksınız? Endişe, korku ve panik yaratmak saikiyle yayılmış bilgileri, endişe, korku ve panik yaratmak saikiyle yayılmamış olan bilgilerden nasıl ayırıp tespit edeceksiniz, işinize geldiği gibi mi? 

“ülkenin iç ve dış güvenliği,  kamu düzeni,  genel sağlığı”ne anlama gelmektedir. ?

Her yere çekilebilecek, eğilip bükülebilecek,  iki ucu açık kavramlardır bunlar. 

“Gerçeğe aykırı bilgiler” den maksat nedir?

Hangi gerçeklere aykırı bilgiler?

Objektif, evrensel, bilimsel, yaşanan olaylarla örtüşen, demokratik gerçeklere mi, 

Yoksa;  sarayın, iş başındaki iktidarın ve onun emrindeki savcı ve hakimlerin kafalarındaki sübjektif, işlerine gelen kendi kafalarından geçirdikleri kişisel gerçeklerine aykırı bilgiler mi?

Hangisi?

“kamu barışını bozmaya elverişli şekilde” ibaresi ne anlama gelmektedir?

Kamu barışı nedir, kamu barışını bozmaya elverişlilik ne anlama gelmektedir?

Tanımları, başı ve kıçı belli olmayan her yöne çekilebilen, soyut kavramlar bunlar. 

“Alenen yaymak” bu yeni suç tipinin en anlaşılabilir net ve açık tek kavramıdır. 

Alenen yaymaktan murat edilenin; basın ve sosyal medya olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yani, gazeteciler ve sosyal medya kullanıcıları, bu yeni suç tipinde topun ağzındaki kişiler olacaktır. 

Yeni düzenlemeye göre; 

Saray'ın; bilim dışı, evrensel kurallara ve doğrulara, kanıtlanan maddi olaylara ters düşen sübjektif ve kişisel doğrularına aykırı olarak, bir basın mensubunun ve/veya sosyal medya kullanıcısının; objektif, bilimsel,  evrensel,  gerçekleşen maddi olaylarla tam  örtüşen gerçekleri ve doğruları, alenen söylemesi, yazması halinde, gerçeğe aykırı bilgileri alenen yayma suçunu işlemiş sayılabilecektir. 

Örneğin; 124 milyar dolara ne oldu, kimlere peşkeş çekildi? diye sormak, enflasyonun nedeni faiz değildir, faiz neden, enflasyon sonuçtur demek yanlıştır, diye haber yapmak ve sosyal medyada paylaşmak, imamın beyanı ile kanıtlandığı halde, gezi olaylarında camide içki içilmedi haberini yazmak ve sosyal medyada paylaşmak suç sayılabilecektir. 

Bu haliyle yeni düzenleme; düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğünün defterini dürmeye, halkın sesini kısmaya ve doğru bilgi edinme özgürlüğünü yok etmeye yönelik,  antidemokratik çok korkunç ve tehlikeli bir düzenlemedir.

Güner Yiğitbaşı

17/06/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

BASINA VE KAMUOYUNA

Tüm Emekliler Sendikasının basın açıklaması
“Sistem emeklileri açlığa ve sefalete mahkûm etmek istiyor”.

2021 Tüm Emekliler Sendikası Genel Merkezince, Türkiye’deki bütün emeklilerin pahalılık karşısında ezilmeleri, sendika haklarının alamama, maaşların yaşam koşullarına göre ayarlanması gibi çeşitli konuları içeren basın açıklaması yapıldı. Ankara Ulus meydanındaki anıt önünde 16 Haziran günü yapılan basın açıklamasına, sendika üyelerinden başka halktan kimseler yoktu. Çoğunluğunu sivil polislerin oluşturduğu ve basın açıklamasına katılan sendika üyelerinden daha fazla olan polisler, anıtın önündeki meydana vatandaşların girmesini engelliyorlardı. Böylece sendika üyelerinin istem ve haklarının halk tarafından polislerce adeta duyulmasını istemiyorlar gibi bir intiba uyandırıyordu. Açıklamayı merak eden halktan bazıları da uzaktan uzağa anlamsızca bakıyorlardı.  Basın açıklaması açıklanırken sendika temsilcileri ellerindeki dövizlerle aşağıdaki sloganlar sloganları atıyorlardı. Atılan sloganlar arasında basın açıklamasını yapan Sendika Genel Merkezi Başkanı Salman Hürkardeş şunları söylüyordu: 

“İktidarın, emekli ve emekçi/çalışan karşıtı politikası devam ediyor. Bu politikanın özü, yoksullardan ve çalışanlardan alıp, zenginlere, yandaşlara ve para babalarına vermektir.

Memleketin kaynaklarını peşkeş çekmektir. 20 yıllık sürede ölçüsüz lüks harcamalar, gelir garantili modeller, yolsuzluklar, hesapsız kitapsız iç ve dış borçlanmalar, merkez bankası ve hazine kaynaklarının yağmalanması sıradanlaştı. Bu yüzden enflasyon ve döviz kontrolden çıktı. Kaynak dağıtımında adalet ortadan kalktı. Bu krizde en büyük faturayı biz emekliler ödüyoruz. Yandaş zenginler daha zengin olurken, milyonlarca emekli ve çalışan emekçinin payına yoksulluk ve açlık düştü.

İktidar, TÜİK eliyle ve emirle, gerçeklerden uzak, hayali, akla ve vicdana uymayan rakamlara dayanarak enflasyon açıklatıyor. Bu rakamlara dayanarak, yüzdelik zamlar yapıyor. Yapılan zamlar, tamamen hayat pahalılığı gerçeğinin dışında olduğundan, refah sağlamıyor, tersine daha yoksullaşmamıza sebep oluyor. Çünkü 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 6.000 TL, yoksulluk sınırı 20   bin lirayı geçti. Bütün emekliler asgari ücretin altında maaş alıyorlar. Gerçek enflasyon %142.

Başta petrol ürünleri olmak üzere, elektrik, doğalgaz ve temel gıda maddelerine, günaşırı ölçüsüz ve vicdansız zamlar geliyor. Böyle bir ortamda iktidarın hayali rakamlara göre verdiği zamların, hiçbir kıymeti yoktur. Böyle bir zammı kabul etmiyoruz.

Emekliler insanca bir yaşam istiyorlar. Buna hakkımız da var. Yoksulluk ve açlıkta yaşamamız kader değil, iktidarın izlediği, emekli ve emekçi karşıtı politikadır. İktidar yıllardır bizi görmezden geliyor, sorunlarımızı çözmüyor, daha da ağırlaştırıyor.

Tüm Emekliler Sendikasının basın açıklaması
2021 TÜM EMEKLİ SEN, emeklilerin örgütlenmesini ve emeklilerin birliğinin sağlanması için çaba gösteriyor. Bütün emeklileri sendikamıza üye olmaya, destek vermeye, gücümüze güç katmaya çağırıyoruz. Çünkü kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz.

İktidar emeklilerin örgütlenmesini, haklarını savunmasını istemiyor. Kurduğumuz emekli sendikalarını kapatıyor. Ancak biz yılmayacağız. Kapatsalar da yenisini kuracağız. 2021 Tüm

EMEKLİ SEN, bu alanda kurduğumuz üçüncü sendikadır. Yılmayacağız. Amacımız emeklileri örgütleyerek, iktidarın yüzdelik komik zamlarına boyun eğmek değil, İktidarla TOPLU SÖZLEŞME pazarlığı ile, haklarımızı almaktır. Bunun yolu da meclisten EMEKLİ SENDİKALARI STATÜ

Tüm Emekliler Sendikasının basın açıklaması
YASASININ çıkarılmasını sağlamaktır. Emekliler olarak, sendikamızda örgütlenirsek, birliğimizi sağlarsak ve güç olarak ortaya çıkarsak, hiçbir iktidar bizi görmezden gelemez.

Bizlerin oyuna başvuran siyasi partilerden talebimiz, emekli sendikaları statü yasasının yanı sıra, SGK’nın güçlendirilmesi, ulaşılabilir parasız devlet hastanelerinin yaygınlaştırılmasıdır.

Desteğimiz emeklinin, EYT linin taleplerini karşılayana olacaktır.

Yaşadığımız ekonomik ve sosyal krizde işsizlerden sonra en çok etkilenen ve perişan olanlar emeklilerdir. İktidar bizlerin ekonomik, sosyal ve demokratik taleplerimizi görmüyor ve çözmüyor.

Emekliler açlıkla mücadele ediyorlar. Memleketin bütçe kaynaklarından, milli gelirinden paylarını alamıyorlar. Sağlık ve ilaç kesintileri devam ediyor. Milyar dolarlar, gelir garantili işlerine, yandaş şirketlere, yandaş vakıflara, kur korumalı bir avuç para babasına aktarılıyor ama, yılda iki defa verilen bayram ikramiyelerimize bile, mali disiplini bozar, ödeme dengesi bozulur bahanesiyle, bir kuruş bile zam yapılmıyor. Milyonlarca emekli iktidarın emeklileri mahkûm ettiği açlık ve yoksulluğu unutmayacaktır. İktidarın Emeklileri yoksullaştırma ve açlığa mahkûm etme politikasına geçit vermeyecektir

ACİL TALEPLERİMİZ

1. Asgari ücret, güncel açlık ve yoksulluk sınırına göre artırılsın

2. En düşük emekli maaşı ve bayram ikramiyesi, güncellenmiş asgari ücretle eşitlensin.

3. Tüm emekli maaşlarına gerçekleşmiş enflasyon oranına göre seyyanen zam yapılsın,

4. Emekli sendikaları Statü yasası ile EYT yasası TBMM tatile girmeden çıkarılsın

EMEKLİ SENDİKALARI HAKTIR, EMEKLİ SENDİKALARI KAPATILAMAZ.

YAŞASIN EMEKLİLERİN ÖRGÜTLÜ BİRLEŞİK GÜCÜ

YAŞASIN EMEKLİLERİN EKONOMİK VE DEMOKRATİK HAK MÜCADELESİ

YAŞASIN 2021 TÜM EMEKLİLER SENDİKASI

MERKEZ YÜRÜTME KURULU ADINA

SALMAN HÜRKARDEŞ

GENEL BAŞKAN

Basın açıklamasından sonra, bazı anneler mikrofonu ellerine alarak, “yoksulluktan, parasızlıktan, geçinemediklerini, çocuklarını okutamadıklarını söylüyorlardı”. Olgun bir hava içinde yapılan basın açıklamasından sonra, sendikacılar aynı olgunlukla dağıldılar.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız  kulcevat@gmail.com

Sökülecek Rütbeniz Yoksa Yandınız
Emekli devlet memurundan ne istiyorsunuz?

Adam,  yıllarca devlete hizmet etmiş, emniyet müdürü olmuş, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı olarak görev yapmış ve şerefiyle emekli olarak köşesine çekilmiş. 

CHP İstanbul İl Başkanı Canan KAFTANCIOĞLU'nun haksız mahkum edilmesine tepki göstererek,  KAFTANCIOĞLU'nu savunan bir twet atmış, suçu bu. 

Evet Sabri UZUN'dan bahsediyoruz. 

Sen misin? tweet atan, hakkında idari soruşturma açılmış ve bu soruşturma kapsamında tırnaklarıyla kazıyarak elde ettiği emniyet müdürü rütbelerinin sökülmesine karar verilmiş. 

Bu iktidar,  şu rütbe sökme işini çok sevdi. 

Önce, bu ülkede yaptığı anayasa hala yürürlükte olan, tüm devlet yetkisi kullananların kullandıkları bu yetkilerin meşruiyet kaynağı olan darbeci Kenan EVREN ve arkadaşlarının, sonra 28 Şubatçı emekli paşaların rütbeleri söküldü, şimdi de emekli emniyet müdürü Sabri UZUN'un rütbelerini söktüler. 

Bu ülkede rütbe sahibi olmak gerekiyor. 

Sökülecek rütbeniz yoksa, vay halinize. Yandınız. 

Sökülecek rütbeniz yoksa, sökmeye alıştılar ya, yeleğinizi sökecek ve iplerini yumak yapıp elinize verecek değiller, herhalde. 

Büyük bir ihtimalle,  dişlerinizi söker elinize verirler. 

Kendinize mukayyet olun lütfen. 

Sabri UZUN'un suçu çok büyükmüş. 

Teröre, terör yandaşlarına arka çıkmış, yani terörle iltisaklı bulunmuş. 

Bu duruma göre, CHP İstanbul İl Başkanı Canan KAFTANCIOĞLU,  terörist ve törer yanlısı kabul edilmiş yani. 

Bu ülkenin kurtarıcısı ve devletimizin kurucusu ATATÜRK tarafından kurulan,  ATATÜRK'ün partisi CHP'nin İstanbul İl Başkanı,  terörist ve terör yanlısı ilan edilmekte dikkatinizi çekerim. 

Yargı kararlarıyla tescilli en büyük terörist, 15 Temmuz hain darbe girişiminin başında bulunan FETÖ'yü bu ülkenin başına musallat edenler ve buna rağmen hala ellerini kollarını sallayarak serbestçe dolaşanlar, Mecliste parmak kaldıranlar, FETÖ'nün siyasi ayağına mensup olanlar,  ne olacak peki?

Bu ülkede kamu görevlisiysen en büyük teminatın, namuslu olmayacaksın. 

Yüzün kızarmadan yolsuzluk yapacaksın, ihaleye fesat karıştıracaksın, rüşvet alacaksın, doğru söylemeyeceksin, gerçek olmayan şeyleri,  doğruymuş gibi sürekli tekrarlayacaksın. 

O zaman, bak gör sana ne kapılar ardına kadar açılacak. 

Büyükelçi dahi olabilirsin, yabancı dil bilmene gerek de kalmadan.

Güner Yiğitbaşı

15/06/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Merkez Bankası
Sürekli yazmaya başladığımızda yazdığımız ilk makale, 23. 01. 2008 tarihinde kaleme alıp yayınladığımız, Merkez Bankası başlıklı makaledir. 

Bugün televizyon izlerken, altılı masanın uzmanları tarafından oluşturulan komisyon tarafından,  Merkez Bankasının Merkezinin, yeniden Ankara'ya taşınacağına ilişkin çalışma yapıldığını izleyince, Merkez Bankası Başkanlığının ve merkezinin, Başkent Ankara'da olmasını ve Ankara’da çalışmasını, İstanbul'a taşınmamasını savunduğumuz MERKEZ BANKASI başlıklı 2008 senesinde yazdığımız ilk makalemizi hatırladık ve güncelliğine binaen,  bu makalemizi,  bazı bölümlerini çıkararak aşağıda aynen yayına alıyoruz. 

Güner YİĞİTBAŞI 


MERKEZ BANKASI

Biz bu yazımızda;  sayın Başbakan Erdoğan’ın;  Merkez Bankasının merkezinin İstanbul iline taşınmasına ilişkin girişiminin, hiçbir haklı gerekçesinin olamayacağını, bu girişimin gerisinde, kamu oyundan saklanan,  gizli niyetlerin olduğunu izah etmeye çalışacağız. 

Her şeyden önce şunu belirtmeliyiz ki; Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, diğer özel veya yarı özel bankalar gibi, halktan para toplayıp para satmak suretiyle, sadece kar amacıyla kurulmuş ve ticari piyasada faaliyet gösteren klasik ticaret şirketi konumunda bir banka değildir. Bu nedenle; kar amaçlı ticaret şirketi olan diğer bankalar gibi, merkezinin, finans ve ticaret başkenti olan İstanbul iline taşınması zorunluluğu yoktur. 

T. C. Merkez Bankasının kuruluş yasası olan 1211 sayılı yasanın 1. maddesine göre, Merkez Bankası; Türkiye’de banknot ihracı imtiyazına münhasıran sahip olmak ve yine özel yasasında belirtilen görev ve yetkileri yapmak ve kullanmak üzere, ”Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” unvanı altında anonim şirket olarak kurulmuş olan ve tabir yerinde ise, Türkiye Cumhuriyetinin hazinesi konumunda bir bankadır. 

1211 sayılı kanunun 4. maddesine göre;  Bankanın temel amacı; fiyat istikrarını sağlamaktır.  Banka,  fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisi belirler. 

Hükümetle birlikte Türk Lirasının iç ve dış değerini korumak için gerekli tedbirleri almak ve yabancı paralar ile altın karşısındaki muadeletini tespit etmeye yönelik kur rejimini belirlemek,  Türk Lirasının yabancı paralar karşısındaki değerinin belirlenmesi için döviz ve efektiflerin vadesiz ve vadeli alım ve satımı ile dövizlerin Türk Lirası ile değişimi ve diğer türev işlemlerini yapmak, Bankaların ve Bankaca uygun görülecek diğer mali kurumların yükümlülüklerini esas alarak zorunlu karşılıklar ve umumi disponibilite ile ilgili usul ve esasları belirlemek, reeskont ve avans işlemleri yapmak, Ülke altın ve döviz rezervlerini yönetmek, Türk Lirasının hacim ve tedavülünü düzenlemek,  ödeme ve menkul kıymet transferi ve mutabakat sistemleri kurmak,  kurulmuş ve kurulacak sistemlerin kesintisiz işlemesini ve denetimini sağlayacak düzenlemeleri yapmak,  ödemeler için elektronik ortam da dahil olmak üzere kullanılacak yöntemleri ve araçları belirlemek, finansal sistemde istikrarı sağlayıcı ve para ve döviz piyasaları ile ilgili düzenleyici tedbirleri almak, mali piyasaları izlemek, bankalardaki mevduatın vade ve türleri ile özel finans kurumlarındaki katılma hesaplarının vadelerini belirlemek, merkez bankasının temel görevlerindendir. 

Tek elden Türkiye'de banknot ihracı imtiyazı, Hükümetle birlikte enflasyon hedefini tespit etmek ve buna uyumlu olarak para politikasını belirlemek, tek başına para politikasını uygulamak, fiyat istikrarını sağlamak amacıyla bu Kanunda belirtilen para politikası araçlarını kullanmak,  uygun bulacağı diğer para politikası araçlarını da doğrudan belirlemek ve uygulamak,  Merkez Bankasının başlıca temel yetkileri olup, ayrıca Merkez Bankası; Hükümetin mali ve ekonomik müşaviri,  mali ajanı ve haznedarıdır.  Bankanın Hükümetle ilişkisi,  Başbakan aracılığı ile sağlanır. Merkez Bankası, müşavirlik görevinin gereği, finansal sistemle ilgili olarak istenilecek hususlarda Hükümete görüş verir, bankalar ve uygun göreceği diğer mali kurumlar hakkındaki görüşlerini ve tespitlerini Başbakanlık ile bu kurum ve kuruluşları düzenleme ve denetleme yetkisine sahip kuruluşlara bildirebilir. 

Merkez bankasının kendi özel kuruluş yasası olan 1211 sayılı yasanın 4. maddesinde yer alan ve yukarıda özetlediğimiz, temel kuruluş amacı, temel görevleri ve temel yetkileri, mali ve ekonomik konulardaki hükümete yapacağı müşavirlik görevleri dikkate alındığında, Merkez Bankasının, merkezi hükümetin görev yaptığı Türkiye Cumhuriyetinin başkenti olan Ankara’da görevine devam etmesi, yasal bir zorunluluk olup,  İstanbul’un,  finans ve ticaret merkezi olması, Merkez Bankasının merkezinin, bu ile nakledilmesinin haklı ve yasal nedeni olamaz. 

Biz, banka merkezinin İstanbul’a nakli’ne ilişkin,  sayın başbakanın asıl gizli niyeti konusunda komplo teorileri üretmeden, Başbakan’ın,  konunun üzerinde yeniden ve daha sakin kafa ile düşüneceğini umarak, başbakan olmadan önce İstanbul ilinde oturması ve bu ilde Belediye Başkanlığı yaparak, başbakanlığa kadar uzanan önlenemeyen yükselişinin bu il’de filizlenmesi nedeniyle, İstanbul iline olan diyet borcunu ödemek amacıyla böyle bir girişimde bulunmak istemiş olabileceğini düşünmek istiyoruz. 

Güner Yiğitbaşı

23. 01. 2008

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget