Sosyal Demokrasi Sempozyumu

Sosyal Demokrasi Derneği ile Almanya’dan Friedrch-Ebert Vakfı’yla ortaklaşa olarak, 21. Yüzyılda Demokrasiye Yönelik Tehditler ve Otoriter Popülizmin

Sosyal Demokrasi Sempozyumu
Sosyal Demokrasi Derneği ile Almanya’dan Friedrch-Ebert Vakfı’yla ortaklaşa olarak, 21. Yüzyılda Demokrasiye Yönelik Tehditler ve Otoriter Popülizmin Yükselişi konulu sempozyum düzenlendi.
Ankara’da Demond otelin salonunda 9 Haziran 2022 günü düzenlenen sempozyuma geniş katılımcılara hitaben dernek temsilcileri ile CHP Genel Genel Sekreteri Selin Sayek Böke birer konuşma yaparak, Türkiye’de demokrasiyi yok etme noktasında yapılan eylem ve saldırılar konusunda açıklamalarda bulundular. Bu açılış konuşmalarından sonra, üç grup halinde seçkin akademisyenlerin konuşmacı olarak katıldığı konu ile ilgili panele geçildi.
Sempozyumun açılışı konuşmasını yapan Sosyal Demokrasi Derneği Genel Başkanı Sami Doğan konuşmasında şunları söyledi:

Sosyal Demokrasi Sempozyumu

“- 21. Yüzyılda otoriter rejimlerin iktidara gelişleri hemen hemen aynı, öncelikli olarak toplumda eşitsizlikler artıyor, kutuplaşmalar keskinleşiyor, elitlerle halk karşı karşıya geliyor. Küreselleşmenin kazananları beşli çeteler, oligartlar oluyor, küreselleşmenin kaybedenleri ise emekçiler oluyor, yoksul halk oluyor. Dünyada popülist otoriter rejimlerin liderlerinin uyguladığı politikalarda da birbirine benzerlikler var. Parlamentolar, öncelikle parlamento etkisiz hale getiriliyorlar; yargıyı tamamen siyasallaştırıyorlar, medyayı ve sivil toplum örgütlerini etkisiz hale getiriyorlar. Popülist ekonomi politikalarını hayata geçiriyorlar. Bu tanımlamalar nasıl bir ülkede yaşadığımızın açık bir göstergeleri. Biz sosyal demokratlar olarak böyle bir rejimle yönetilmeye karşı çıkıyoruz.
Biz Sosyal demokratlar Cumhuriyetin yaşatılmasını, laik demokratik ve sosyal hukuk devletinin güçlendirilmesini, ülkemizin bağımsızlığının korunmasının vazgeçilmez hedefler olarak görüyoruz. Toplumsal adaletin gereği olarak toplumdaki bütün eşitsizliklere karşı çıkıyoruz.
Siyasetin kişisel çıkarlar için değil, ülkeye hizmet için yapılmasını, ülkede temiz siyaset anlayışının yerleştirilmesini savunuyoruz. Aklın ve bilimin öncülüğünü rehber kabul eden Atatürkçü düşüncenin gereği olarak toplumsal yaşamın her alanında bilginin üstünlüğünü ve özgür düşüncenin vazgeçilmezliğini gerekli görüyoruz. Hukuk ve eğitim politikalarında çağdaş ve katılımcı politikalar üretilmesini istiyoruz.  Gençlerin kaygılarını beklentilerini ve geleceğe dönük hayallerini anlamaya çalışan politikalar üretilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Demokrasiler örgütlü toplumla kalıcı olur. Örgütlenmeye gereken önemin verilmesini istiyoruz ve düşünüyoruz. Etkin, katılımcı ve sorumlu yurttaşlık bilincinin geliştirilmesine yönelik politikalar üretilmesini istiyoruz.  Kısaca sosyal demokratlar olarak özgürlük, eşitlik, adalet, dayanışma ve doğayı koruyan politikaların hayata geçirildiği Türkiye istiyoruz. Bu hayali gerçekleştirebilmek için önümüzde bir fırsat var, 2023 seçimleri. Aslında 2023 seçimleri bir açıdan da çok önemli geçtiğimiz günlerde Gezinin yıldönümünde geziye katılan halkımızı özellikle kadınlarımızı “sürtük” olarak nitelendiren anlayışın burnunu sürtmek olarak da olabilir 2023 seçimi”. (Alkışlar)
“Biz sosyal demokratlar olarak bugün ülkemizde var olan antidemokratik yönetimine ve tek adam rejimine karşı korkmadan yılmadan umudu örgütleyerek mücadeleye devam edeceğiz. 2013 de Cumhuriyetin 100. Yılında yapılacak seçimler ülkemiz için demokrasi güneşinin yeniden doğacağı seçimler olacaktır”.

Sosyal Demokrasi Sempozyumu
Friderich-Ebert-Stiftung Vakfı Türkiye Temsilcisi Henrik Meyer konuşmasında şunları söyledi:
-Etkin otoritet popülizmin yükselişi ve bu amaçla bu kadar çok kişinin bir araya gelmesi beni m utlu ediyor. Bu konunun ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bu konu bugünü anlamak için önemli, geleceği inşaa etmek için önemli, bu sadece Türkiye için değil, Almanya, Fransa, ABD, Macaristan gibi çok sayıda ülke için önemli. Maalesef çok sayıda ülke örneği var, maalesef otoriter popülizme karşı başarıya ulaşacak kampanyaların sayısı çok az. Tüm dünyada öyle bir eğilim var, otoriterlik yükseliyor. Ama iyimser olmak için nedenlerimiz var. Populizmin Almanya’daki aktörlerin temsilcileri varlıklarını büyük ölçüde yitirdi. Bunun çok yakın zamanda Türkiye’de de böyle olacağını düşünmek için çok nedenimiz var. Bu demokrasi mücadelesinde başarılı olmasını diliyorum. Ben Türkiye temsilciliği olarak paylaşılan bu organizasyon için çok teşekkür ediyorum. Türkiye temsilciği 30 yılı aşkın süre ülke çapında paydaşları ile ortak amaç ve idealler için çalışıyoruz. Dünyanın en köklü işi olarak bu işi yapmak için önemli. Biz tartışmalara olanak sağlamak istiyoruz, ama onları domino etmek için değil, tam da bu nedenle etkinlik alanın açılma sunumları için büyük heyecan duyuyorum”. (Alkışlar)

Sosyal Demokrasi Sempozyumu
Bu konuşmadan sonra söz verilen Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SDP) Milletvekili Nils Schmıd Almanca konuşmasın da şunları söyledi:
“-Bugün sadece Türkiye’de değil, Almanya’da da değil birçok ülkeyi ilgilendiren bir konuyu ele aldıkları için 21. Yüzyılda demokrasiye yönelik tehditler olarak otoriter popülizmin yükselişi. Yalnız Türkiye’de değil Almanya da aynı şekilde birinci sırada aslında bütün dünyada bu üçlerin iktidarda yükselişe geçtiğini demokrasiyi tehdit ettiğine şahit olduk. Elbette ki Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi Almanya’da da popülist partilerin iktidarının güçlerini de elbette bir kanuna bağlı değildir. Zira toplum içerisindeki özellikle siyasi çevreler içerisinde de bununla mücadele etmeyi bilmemiz gerekiyor. Nitekim Federal Almanya seçimlerinde eyalet seçimlerinde de bize ait de partinin oy sayısının bir gerileme olduğunu göstermiştir.
Kendi deneyimlerime dayanarak şu bilgiyi özellikle sisinle paylaşmak için benim bölgem olan Baden Burgen eyaletinde özellikle seçim bölgemizde aşırı sağa ve radikal partilerin yükselişinde de önüne geçilebilmiştir. Bu eyalet seçimleri daha sonra meclis seçimlerinde de kanıtlayabildik. Buna bir örnek vermek gerekirse özellikle 90 lı yıllarda Cumhuriyetçi olan partinin yüzde on oranı ile birlikte 2002 de meclisten tekrar çıkarıldığını ve seçimi kazanamadığını gördük. Demokratik güçlerin demokrasinin nasıl popülist güçlerin önüne geçtiğini nasıl demokrasiyi tehdit ettiklerini üç tane bilgi paylaşmak isterim.
Bunlardan birincisi özellikle demokrasinin güçlü olması, şimdi demokrasinin güçlü olması özellikle kurum ve kuruluşların güçlü olmasıyla aynı zamanda yapısal olarak bir güvenceye sahip olmalarını sağlıyoruz. Özellikle Almanya’da güçlü meclislerde güçlü parlamentolarda güçlü bir anayasal sağlıyoruz ve aynı zamanda güçlü olan kurum ve kuruluşlarıyla bunu deneyimledik. Bu sayede de ifade özgürlüğü özellikle bağımsız bir yargı gerekiyor.
İkinci bir unsur da özellikle güçlü bir anayasal bir zemin üzerinde bu tür popülist ve aşırı sağ olan partilerle mücadeledir. Yani burada kast edilen aşırı sağa olan partilerle antisemitist partilerle olan mücadele ve ki bu mücadelede aynı zamanda katiyen iş birliği olmadığı anlamına geliyor ve katiyen bir ortaklık da olmadığı anlamına geliyor ve otoriter güçler karşısında güçlü olunması anlamına geliyor. Almanya’nın özellikle tarihine baktığımızda İkinci Dünya Savaşından sonra demokratik olmayan aşırı sağ olan güçlere baktığımızda burada örnek vermek istemiyorum, aynı manda Avusturya’da da TTÖ Partisinin yükselişi ile birlikte bir anlamda başka iktidarlar da onlara destek oldu ve yol açtı. Bunlardan biri Hristiyan demokratların bir anlamda ünlü olmasıyla gerçekleşti. Yine Almanya’da AES partisinin yükselişini engelleyebilmek için özellikle şu anda Hristiyan Demokrat patisi ve bir an evvel tartışmaları sonlandırabilmek aradaki bağı kopartabilmek için bu diyalogları ve bu tartışmaları bir an evvel sonlandırmadığı için Hristiyan Demokrat Partisinin parti başkanı istifa etmek zorunda kaldı.
Proses kişilerin yollarının açılması ve yollarının güçlenmesinin sebeplerinin bir tanesi de şu şekilde açıklamak lazım. Almanya’da sadece kimlik bilgisinin tartışılması değil, aynı zamanda yabancılar ve mülteciler konusunda ağırlıkta olmaması gerekiyor, bu tartışmalar sürdürülürken. Eğer Sosyal Demokrat Partisi Almanya’da başarı gösterdi ise, o zaman Suriyeliler ve mülteciler konusu üzerine tartışmayı sürdürdüğü için değil, sosyal ve ekonomik konuları ele aldığı için başarılı olmuştur.
Almanya’da gündemi meşgul eden bir diğer konu Türk toplumu da aynı zamanda son derece etkilenerek ek kotlardan bir tanesi şu anda oturulabilir evlerin olmayışından kaynaklanıyor. Aynı zamanda kira ile birlikte ödenebilir ev ve konutların yapılması konusu şu anda sıkıntılı bir mevzu. Popülistlerin şu anda bu konuda yaklaşımı, mültecileri bu konuda hedef tahtasını gösteriyorlar. Biz Sosyal Demokratlar ise yaşanabilir bir hayat aynı zamanda ikamet sorununu da ve konut sorununu çözülmesi yönünde her zaman işaret ettik”. Türkçe olarak, “iyi çalışmalar iyi sempozyumlar diliyorum”. (Alkışlar)

Sosyal Demokrasi Sempozyumu
Kürsüye çağırılan CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“…buhran halini aşabilmenin tek yolu düzeni değiştirmekten geçiyor”
“4253 lira asgari ücret 6100 lira açlık sınırı. Çalışırken yoksulluğa mahkûm ediyor düzen”
- En önemlisi demokrasiyi kapsayıcı bir kalkınmayı ve adaleti tesis etmek için Türkiye’yi karış karış gezerek yeni bir siyaseti büyütüyo olan çok sayın genel başkanımız Kılıçtaroğlu’nun selamlarını saygılarını, Ordu’da yürüttüğü çalışmalar kapsamında ben bugün temsilcisi olarak bir kez daha iletmek istiyorum. Demokrasinin yıkıldığı temel insan haklarının yok sayıldığı, hak temelli bir kalkınma anlayışın yerine ahbap çavuş ilişkilerine dayanan bir eyyamcı düzenin halkı yoksullaştırdığı çok karanlık ve zor günlerden geçiyoruz. Bütün dünyanın benzer bir deney yaşadığını biraz önce sayın Şimit size Almanya’da Almanya’yı aşan Avrupa örnekleriyle söyledi. Türkiye’de aynı karanlığın içerisinde belki de çok daha sertlik yaşadığımız bir gerçekle karşı karşıya. Dolayısıyla konu büyük bir dönüşüme ihtiyaç olan düzene itirafta buluşuyor. Konu yeni bir düzenin ne olduğu ne olması gerektiğine dair fikir oluşturmak için yeni bir sürer açmakta buluşuyor. Tam da bu nedenle 2000 lerin ortasından beri süregelmekte olan bu büyük yıkım karşısında bir yeniyi konuşmak ve o yeniyi birlikte inşaa etmek iradesini büyütmek açısından bu sempozyumu çok değerli buluyorum.
Böyle bir ortamda bugün 21. Yüzyılda demokrasiye yönelik tehditleri tartışıyoruz. Böyle bir ortamda demokratik olarak her birimizin ses verebildiği bir kürsüde buluşmuş oluyoruz. Biz çok boyutlu bir krizin içerisindeyiz, birbirinin içine geçmiş, birbirine benzeyen ve birbirini derinleştiren çok boyutlu bir kriz. Bugün sadece bir demokrasi buhranı ile karşı karşıya değiliz. Eşzamanlı olarak siyaset kurumunun yıkıldığı, eş zamanlı olarak ekonominin derin bir buhrana sürüklendiği eş zamanlı olarak ayrıştırıcı bir kutuplaştırıcı bir siyaset üzerinden toplumu sosyal bir bunalıma sürüklendiği, birbirinin içine geçmiş çok boyutlu bir krizin ortamındayız. Bu krizlerin birbirine benzediğini tespit etmek ve en önemlisi bu krizlerin gelip geçici olmadığı çok duygusal olduğu kendini tekrar ettiği ve üstelik de her tekrarın bir öncekinden daha derin bir buhran olduğu gerçeğini tespit etmemiz gerekiyor.
Gelip geçici olmayan kalıcı olduğu olan ve üstelik de bu kadar iç içe geçmiş olduğunu tespit ediyorsak bu krizin esasında işaret ettiğimiz gerçeklik şu, bu kriz düzenin yapısından kaynaklı. Dolayısıyla bu buhran halini aşabilmenin tek yolu düzeni değiştirmekten geçiyor. Ve bu düzenin sadece bir parçasını düzelterek değil, düzenin bütünlüğünü düşünerek değiştirmek gerektiğine işaret ediyor.
Demokrasiyi var edebilmek için sosyal adaleti kurmamız gerektiğine, sosyal adaleti var edebilmek için demokrasiyle hukuku güçlendirmemiz gerektiğine, sosyal adaleti var edebilmek için devletin sosyal dokusunu yeniden kazandırmamız gerektiğine işaret ediyor. Yeni bir düzen inşaatının artık bir seçenek değil, zorunluluk olduğuna işaret ediyor. Biz sosyal demokrat siyasetçiler ve biz iktisatçılar esasında demokrasiye ilişkin tehditlerin otoriterliğin bu popülizm üzerine inşa ediliyor olan yeni siyasetin iki temel sütuna dayandığını çok iyi görüyoruz. Bu sütunlardan birisi ekonomik yapı, bir diğeri de siyasi yapı. Dolayısıyla izin verirseniz önce bu ekonomik yapıyı ardından da bu ekonomik yapının yarattığı tahribatı gizlemek için yıkılmış olan demokrasiyi konuşmak istiyorum. Bu tahlili yaptığımızda reçetenin ne olduğu ne olması gerektiği de bugünün karanlığın içerisinde var olan bu bunu da esasen çok belirgin bir şekilde karşımıza çıkıyor zaten. Adını koymamız gerek, bugün yaşıyor olduğumuz büyük demokrasi yıkımının temelinde neoriberal ekonomik düzen yatıyor. Adını koymasak neyi değiştireceğimizi tarif edemeyiz. Neoriberal düzen her şeyi ama her şeyi eğitim hakkını, sağlık hakkımızı, barınma hakkımızı, söz söyleme hakkımızı, emekçiler olarak örgütlenme hakkımızı bütün temel haklarımızı piyasanın ellerine teslim etme iradesidir. Oysa sağlık, eğitim, barınma, örgütlenme, gıda güvenliği bunlar anayasamızda her birimizin temel insan hakkı olarak güvence altına alınmıştır. Haklar, tam tarafından sunulmak zorundadır. Özel sektörün piyasaların kar güdüsüne teslim edemezler, teslim edildikleri zaman haklar yok sayılır v e bugün yaşıyor olduğumuz ağır ekonomik buhran ve buhranı göstermemek adına ağır demokrasi buhranı ortaya çıkar.
İkincisi, piyasaların halklar adına en doğruyu bileceğini ve en doğru yapacağını savunulur neoliberal ekonomik anlayış. Kamu yararı yerine piyasanın yararını gözetir, neoliberal ekonomik anlayış. Kamunun kaynaklarını, kamunun halkın ihtiyaçlarını gözeterek kullanmaz neoliberal ekonomik anlayış. Halktan topladığı vergiyi piyasa tanımladığı görünmez bir elin zapt ettiği yapının telleri için kullanır, neoliberal ekonomik anlayış. Oysa ihtiyaç halkın yararını gözeten, piyasaları halkın yararını gözetecek şekilde düzenleyen denetleyen, kimi zaman öncülük yapan orada üretirse üretici rol denen bir kamudur. Bu olmadığı zaman yoksullaşma, derinleşen yoksullaşma, yüksek hayat pahalılığı ve bunları omuzlarında taşımaya mahkûm edilmiş, bunu bir kader gibi sıkıştırılmış halklar karanlığa gömülürler. Yine neoliberalizm, piyasa dene o aygıtın bireylerin tekin hareketleriyle şekillendiğini iddia eder. Toplumların olmadığını, dayanışmanın gereksiz olduğunu her birimizin tek başımıza dayatır bize. Nitekim Tekşir bu görüşü tek bir şekilde ifade etmiştir: “Toplumlar yoktur, bireysel olarak kadınlar, erkekler ve aileler vardır” demiştir. Oysa ki belirici siyaset, sosyal demokrat siyaset kökten toplumu birlik dayanışmanın ne derece önemli olduğunu anlatabilir. Ve dayanışmaya sahip çıkan bir ekonomik yapının kamu yararı gözetmek açısından ne kadar elzem olduğunu da verir. Bireylerin toplumsal dayanışmayla kalkınabildiğini toplumsal dayanışma ile zenginleşebildiğini, gene toplumsal dayanışmayla bir ortak gelecek yaratabildiğini bilir.
Yine neoliberal anlayış, kamunun yararının yerine eğmen güçlerin yararını koyar, yani halkı gözeten değil, gücü elinde tutanın faydasına olan anlayış. Oysa halkın önceliği her şeyin önüne konmalıdır. Türkiye’de 1980 lerden beri adım adım inşa edilmiş olan 2000 lerde AKP iktidarıyla günden güne derinleştirilmiş olan ve 2018 yılında tek adam rejimine geçişle perçinlenmiş olan neoriberal ekonomik düzenin yıkımını yaşıyoruz bugün. Ve ortaya çıkmış olan yıkımın yarattığı sosyal adaletsizliği halk itiraz edemesin diye ortaya çıkmış olan derin yoksullaşmada buluşmuş olan milyonlar dayanışarak bir yeniyi inşa etmeyi talep etmesin diye, halk kendi ödediği vergilerin hukuk ve demokrasi çerçevesi içerisinde hesabını soramasın diye neoriberal düzen devam etsin diye hukuk yıkıldı, demokrasi yıkıldı, toplumu toplum yapan bir arada yaşama anlayışını yok edecek ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı hatta nefret tohumlarını toplumun üzerine saçan bir siyasi dil Türkiye’yi tahakküm altına aldı. Eğer 21. Yüzyılda demokrasiyi inşa edeceksek, 21. Yüzyılda toplumsal barışı var edeceksek neoriberal ekonomik düzenin yerine halk temelli kalkınmacı yeni bir ekonomik düzen de mutlaka var etmemiz gerekiyor. Çünkü bu ikisinin birbirinden ayrılmaz olduğunu son 20 yılda hızlanış olan ve son beş yılda çok derinleşmiş olan ekonomik buhranla her birimiz derinden yaşıyoruz.
Bu tarif ettiğim ekonomik düzenin sonuçları ne, derseniz, bugün yaşıyor olduğumuz gerçeklik çok net ortaya koyuyor. Sadece hatırlatmak adına söyleyeceğim, 16 milyon yurttaşımız bakanlığın resmi verilerine göre bugün yoksul. Sekiz milyon yurttaşımız iş arasa da bulamıyor, o derecede umudunu kaybetmiş ki, artık iş dahi aramıyor. İş arayıp bulabilen yurttaşlarımız asgari ücret veya asgari ücrete çok yakın çalışıyor. 4253 lira asgari ücret 6100 lira açlık sınırı. Çalışırken yoksulluğa mahkûm ediyor düzen. Yine sonuçlar açık, bu düzen ranttan yana kullandığı tercihlerle sosyal ve ekonomik hakları yok sayan anlayışıyla üretilen zenginliği de bir avuç imtiyazlının eline veriyor. En güncelleriyle söyleyelim, 2020 yılının ilk çeyreğinin verisi, emeğin milli gelirden aldığı pay, yüzde 39.1 ine, bu oran en güncelliğine göre yüzde 31.5 (yüzde otuz bir buçuğa) geriledi. Emek veriği olan milyonlar düzenin yapısı nedeniyle ekonomik ve sosyal haklarımız yok sayıldığı için, bir avuç rantçı yandaşa verildiği için iktidar düzeni böyle kurduğu için yoksullaşmaya mahkûm ediliyor.
Yetmez bütçenin içine bakarak da gerçekleri görebiliyoruz. Halkın üretici güçlerin, emekçinin yoksulluğa mahkûm edilmiş bu düzen içerisinde sadece bu senenin bütçesi içerisinden üstelik de arçıya olan döviz kuru gerçeği gözetilerek şu andan rantçı yandaşlara bir bütçe kalemiyle 75 milyar lira kamu özel iş birliği projeleri kapsamında garanti ödemesi olarak yapılıyor.
Milyonlar açlığa mahkûm edilmiş, derin bir barınma krizi var, ağır bir hayat pahalılığı ve enflasyon zorunu var. Ciddi ve derin bir yoksullaşma var, 75 milyar lira halkın ihtiyaçlarını gidermek için değil, bir avuç rantçı yandaşa zenginleştirmek için kullanılıyor. Açık ve net bir siyasi tercihte kullanılıyor. Bir kader olarak değil, bize dışarıdan dayatılmış bir zorunluluk olarak değil, iktidar gücünün elinde tutanların bütçe yaparken kullandığı açık bir siyasi tercih sonucunda bir avuç yandaş şirkete aktarılıyor. Milyonlar 4253 lira asgari ücretle yarın sofraya ekmek koyabilir miyim kaygısı ve umutsuzluğa mahkûm edilirken. Değişmesi gereken düzenin ne olduğu açık.
Halkın bu ağır yıkım karşısında demokratik hakkını kullanarak başka bir şeyi talep etmesinin önüne geçmenin bu iktidar açısından tek yol var. Hesap sorulmasının engellenmesi, oysa ki demokrasinin özü halkın hesap sorabilmesidir. Ödediği verginin nereye harcandığına dair hesap sorabilmesidir. Ödediği verginin nereye harcanacağına dair söz sahibi olmasıdır. Kamunun kaynaklarının niçin kullanılacağına dair kendi seçtiği vekillerin meclis çatısı altında halk adına söz söyleme, sorumluluğu ve yetkisinin verildiği bir demokrasiye ihtiyacı vardır. İşte bu derin yoksullaşmanın hesabını halk sormasın diye demokrasi yıkıldı. Bu hayat pahalılığının enflasyonun hukuk önünde hesabı sorulamasın, diye hukuk devleti yok edildi. Yani ekonomik düzenin siyasi düzenden ayrı düşünülmemesi gerektiği. Ekonomide ısrar ediyor düzen devam edebilsin diye siyaseten tercihin demokrasiyi yıkmak, hukukun üstünlüğünü yok etmek, üstünlerin egemenlerin hukukunu var etmek tercihi olduğu gerçeğinin gözden kaçırmamız gerekiyor.

Sosyal Demokrasi Sempozyumu
 O zaman bu tahlil neye ihtiyacımız olduğunu da söylüyor bize ve bu iktidar ve bu iktidar gibi neoliberal ekonomik düzen üzerinde yükselen bütün egemen güçler demokrasi ve hukuku yıkmanın yanı sıra dayanışmayla içine mahkum edildiği ortak derin yoksullaşmaya halk bir arada itiraz etmesin diye, halkı kimi zaman etnik kimliği üzerinden, kimi zaman inancı üzerinden, kimi zaman yaşam tarzı üzerinden, kimi zaman muğlak elitler kavramı üzerinden, kimi zaman asla tanımlanmayan dış güçler üzerinden ayrıştırılan, kutuplaştırılan “benden olan benden olmayan” diyerek egemen güçlerin taarifiyle halk sayılan ve sayılmayan olarak ayrıştırıldığı, toplumsal barışın zedelendiği kökten popülist bir siyaset dayatıyor. Neden çünkü etnik kimliğimiz ne olursa olsun, inancımız ne olursa olsun, yaşam tarzımız ne olursa olsun, aynı asgari ücrette buluşuyoruz., aynı hayat pahalılığı altında eziliyoruz. Çocuklarımız için bu toplumun gençleri için aynı gelecek kaygısında buluşuyoruz. Ama bu itirazda buluşursak, düzeni değiştireceğimizi bilen güçler, itirazın yönünü kendilerinin tanımladığı düşmanlığa göre tutmaya çalışıyorlar. O zaman üç temel üzerine inşa edilmiş bir yeni geleceği kurmak hepimizin sorumluluğunda. Biz sosyal demokrat siyasetçilerin ve Cumhuriyet Halk Partisinin bu siyasetin temsilcisi olarak temel sorumluluğun ne olduğunun çok farkındayız. Bizler neoliberal ekonomik düzene halk temelli kalkınmacı üreten üreterek birlikte zenginleşen zenginliğini eşitlikçi ve kapsayıcı bir anlayışa paylaşan yeni sosyal adaletli bir düzeni mutlaka kuracağız. Bizler halkın ödediği vergilerin nereye harcanacağına dair söz sahibi olacağız. Nereye harcandığının hesabını soracağı bir hukuk devletini ve halkın temsilcilerinin halk adına bütçeyi yapacağı güçlü parlamenter sistemi mutlaka kuracağız. Bizler toplumu ayrıştıran bu siyasetin karşında bugünden toplumu barıştıran, buluşturan, bütün kimlikleri gören herkesin özgürlüğünü güvence altına almış olan bir toplumsal barışı ve bunun hukuk düzenini mutlaka kuracağız”.
Bundan sonraki programda üç oturum halinde sunulacak olan sempozyum konuşmalarına geçildi. 

Cevat Kulaksız 

Cevat Kulaksız 

Yorum Gönder

Sevgili okuyucu, yukarıdaki yazımda tarih yanlışlık ve dalgınlıkla -9 Haziran 2023 günü düzenlenen sempozyuma- olarak yazılmış. Oysa yazı bölümündeki tarih 9 Haziran 2022 olacaktı. Düzeltir özür dilerim. Cevat Kulaksız

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget