Şayet Atatürk Konuşabilseydi

Ülkemizin kurtarıcısı, devletimizin kurucusu AZİZ ve SEVGİLİ ATATÜRK'ümüzü; yeniden doğduğu günün 83. Yıldönümü olan bugün, 10/Kasım/2021 de, her yıl

Şayet Atatürk Konuşabilseydi
“Ey Türk Milleti. 

Benim cansız bedenimi Anıtkabir’e defnettiniz, milli bayramlarda ve diğer özel günlerde, özellikle ölüm yıldönümüm olan 10. Kasımlarda, kabrime gelerek,  beni anıyorsunuz, mutlu oluyorum. Hepinize teşekkürler ediyorum. 

Ancak, ülkenin gidişatı beni çok endişelendiriyor, hiç huzurlu yatmıyorum. 

Herkesin ağzında bir ATATÜRK sözüdür gidiyor. 

Görünüşe bakarsanız; herkes,  beni seviyor ve ATATÜRK'çü olduğunu savunuyor. 

Ama ben, kimlerin ve hangi kesimlerin,  beni gerçek anlamda ve özünde samimi olarak sevmediklerini çok iyi biliyorum, inanın bana, bir kesimin beni sevmemelerine hiç de üzülmüyorum, hatta seviniyorum.  Herkesin beni sevmesini, ilkelerimi benimsemesini de beklemiyorum, bu benim için akılcı ve  gerçekçi bir beklenti olamaz. 

Kalben,  beni çok sevdiklerinden emin olduğum, bir araya geldiklerinde “Mustafa Kemal'in, ATATÜRK'ün askerleriyiz” diye slogan atıp bağırarak, sonra hiçbir şey olmamış gibi susarak, seslerini çıkaramayanlaradır,  benim asıl üzüntüm ve kızgınlığım. 

Ben sizlere;  halkın iradesine dayalı, egemenliğin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğu, iktidarıyla muhalefetiyle,  çok partili demokratik, laik ve özgür bir devlet bıraktım, birilerinin beni sevmeme özgürlükleri de vardır tabi, ama hakaret etmeden. 

Duydum ki; devletimizin yönetim sistemi değiştirilmiş, parlamenter sistem rafa kaldırılarak,  kurtuluş savaşını yöneten,  kurucusu olduğum Türkiye Büyük Millet Meclisi,  işlevsiz bırakılmış, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi adı altında,  benim hiç duymadığım ve bilmediğim, ülkenin tüm kaderini sarayda oturan bir şahsın iki dudaklarının arasına bırakan,  ucube bir sistem tesis edilmiş ve sizler de oylarınızla bu ucube sisteme onay vermişsiniz. 

Beni çok yanılttınız, bu sisteme onay verenlerin çoğunlukta olduğu bir Türkiye Cumhuriyeti; benim kurarak sizlere ve Türk Gençliğine emanet ettiğim Türkiye Cumhuriyeti olamaz. 

Sizler ne biçim ATATÜRKÇÜ'sünüz,  bana söyler misiniz?

Bu ülkeyi; emperyalistlerden ve onların yerli işbirlikçisi, işgal altında bulunan İstanbul’daki Osmanlı Saraylarında oturan hainlerden kurtaran benim dahi, tek başıma sahip olamadığım, sahip olmak da istemediğim,  sınır ve denetim tanımayan yetkileri, hangi hakla ve akılla o tek adama verebildiniz?

Hangi hakla, benim kurduğum ve kurtuluş mücadelesinin mabedi gazi meclisi devre dışı bıraktınız, işlevsiz bir siyasi dernek haline getirdiniz, bu mudur sizin ATATÜRK severliğiniz?

Ben sizlerden;  sözde değil,  özde ATATÜRKÇÜ olmanızı, beni özde sevmenizi ve sizlere bıraktığım eserlere, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetine sahip çıkarak korumanızı istiyorum ve hatta emrediyorum. 

Benim, elimin tersiyle iterek onca mücadele vererek tarihin çöplüğüne attığım saray ve saray kültürünü yeniden dirilterek, benim emanetim olan Atatürk Orman Çiftliğini talan edip,  kaçak olarak gizlice yaptırılan, benim son verdiğim Osmanlı hanedanını, saltanatını hatırlatan Cumhurbaşkanlığı sarayı da ne demek oluyor?

Benim dahi oturduğum ve Türkiye Cumhuriyetini yönettiğim, o tek adama kadar, benim gibi ülkeyi yöneten tüm Cumhurbaşkanlarının oturup çalışmalarını yürüttüğü Çankaya Köşkü,  neyine yetmemiş o tek adamın, o tek adam, saraylarda doğup saraylarda mı büyümüş ve yaşamış? Soruyorum,  halkıma ve o tek adama. 

Soruyorum sizlere,  ben; saraylara yakışan, itibarını sadece ihtişamlı saraylarda oturmakta gören, itibar kazanmak için saraylarda oturan ve oradan ülkeyi yönetmeye çalışan,  sarayında rahat oturabilmek için düşmanla anlaşan, saraylarla özdeş saltanatı,  boşuna mı kaldırdım, benim canım yok muydu saraylarda oturmak için?

Benim ömrümün çoğu,  bırakınız saraylarda oturmayı, harp meydanlarında cephelerde savaşarak kıçım yer ve yatak görmeden toprak üzerinde geçti, ülkemi iç ve dış düşmanlardan temizleyerek,  Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurduktan sonra geri kalan kısa ömrümde de,  ölene kadar milletimin gönül saraylarında oturarak, ülkeme yararlı çalışmalarımı mütevazi Çankaya Köşkünden yürüttüm, milletimden uzaklaşmadım, sarayların kalın duvarları arkasında milletimden gizlenmedim,  milletimden korkmadım, kendimi uzun koruma konvoylarıyla koruma altına alarak özgürlüğümü kısıtlamadım, yaşarken öldürmedim kendimi. 

İş başındaki o tek adam saray yönetiminin; Osmanlı saray ve saltanat rejiminden dahi otoriter, can sıkıcı ve özgürlükler düşmanı olduğunu, devletin temeli olan adaletin yok edildiğini, adaleti sağlayan yargının,  saraydaki tek adamın emir kulu haline getirildiğini, insan hak ve özgürlüklerinin, basın özgürlüğünün yok edildiğini, herkesin saraydaki o tek adam gibi düşünmesinin istenildiğini, liyakatin değil,  itaatin,  saray yönetiminin önceliği olduğunu, anayasanın rafa kaldırıldığını, İstanbul belediye seçimlerinde olduğu gibi, millet iradesine saygının kalmadığını, Türk Milletinin yaklaşan seçimleri endişe ile beklediklerini görüyorum. 

Saraydaki tek adamın; halk oylaması ve anketlere göre, gidici olduğunu sarayı boşaltmak zorunda kalacağını bildiği için, bir arayış içinde bulunduğuna, muhalefeti ve demokrasi cephesini parçalamak için elinden gelen çabayı gösterdiğine, Türk Milletini etnik kökenine, dinine ve hatta aynı dinden  olsalar bile mezheplerine ve hatta cinsiyetlerine göre ayrıştırarak böldüğüne, ulus devleti rafa kaldırarak, kendine biat eden ümmet esasına dayalı, İslam temelli gayri milli bir din devleti kurmak için gayret sarf ettiğine, emrindeki, halkımızı dinen aydınlatmaları, İslam dinini doğru olarak anlatıp öğretmeleri için, iyi niyetlerle,  bizzat benim kurduğum Diyanet İşleri Başkanlığını, kendi partisinin arka bahçesi gibi kullandığına, amacına uygun fetvalar verdirdiğine, bu kurumun başına, bana ağır hakaretler eden, keşke Yunan galip gelseydi diyecek kadar alçalan, Fesli Kadir lakaplı vatan hainin dostu bir zatı getirdiğine, bu zat'ın bırakın beni sevip saymayı, adımı dahi ağzına almak istemediğine, Ayasofya’nın yeniden tümüyle ibadete açılması töreninde kılıçlı çıktığı hutbede bana lanet okuduğuna, Müslüman alevi vatandaşlarımızın dışlandıklarına, alevi bir gençle sünni bir genç kızın evlenmelerinin mümkün olmadığını savunacak kadar dinden çıkan şerefsizlerin baş tacı edildiğine, benim değer verdiğim ve sağlığımda cumhuriyetin ilk yıllarında çoğu devletten önce seçme ve seçilme hakkı tanıdığım Türk Kadınlarının;  dişi değil, toplumda erkeklerle eşit bir kişi ve yurttaş olarak tanınmadığına, her gün birçok kadının eşleri veya sevgilileri tarafından alenen boğazlanarak öldürüldüklerine, bunun önüne geçilemediği gibi, kadınlarımızın haklarını, can güvenliklerini korumak ve erkeklerle  eşit birey olarak kabul edilerek, toplumdaki hak ettikleri yere gelmeleri için imzaladığımız İstanbul Sözleşmesinin, tek adam tarafından gece yarısı çıkarılan bir kararnameyle, anayasaya aykırı olarak tek yanlı feshedildiğine, tek adam tarafından ülkede asla en ufak bir  muhalif sesin istenmediğine, çok partili hayatın, muhalefet partilerinin ayak bağı olarak görüldüğüne, ülkemin ve kurucusu olduğum Türkiye Cumhuriyeti Devletinin,  parti ve kişi devleti haline getirildiğine, devlete çöküldüğüne, aralarında benim de eserim olan ülkenin tüm ekonomi ve sanayi  tesislerinin satıldığına, buradan eşde edilen paraların çarçur edildiğine, ülkede üretimin durma noktasına geldiğine, benim efendimiz dediğim köylü ve çiftçi vatandaşlarımızın ihmal edildiklerine, ürettiklerinden para kazanamadıklarına,  fakirleştiklerine, şehirlere göçmeye başladıklarına, ülke kaynaklarının satıldığına ve mutlu bir azınlık yandaş arasında pay edildiğine,  demokratik seçimlerle bir iktidar değişikliğinin istenmediğine, bunun ayak seslerinin duyulmaya başlandığına, sarayın ve saraydaki tek adamın sözcüsü bir gazetenin başyazarı olduğunu söyleyen her devrin adamı ne olduğu belirsiz sözde bir yazarın, sanıyorum ki; saraydan aldığı talimatla,  ". . . . . . . bir bakarsınız,  Kemal Kılıçdaroğlu'nun yönettiği Cumhuriyet Halk Partisi kapatılmış ve seçime girmesi yasaklanmış olabilir. . ”yazabilecek kadar cüret bulduğuna, benim;  daha sağlığımda,  genç Cumhuriyetin ilkelerinin, çok partili demokrasi bilincinin tam olarak toplumda yerleşip kök salmasını beklemeden, başarısızlıkla sona erse de,  iki kez denediğim, millet iradesine dayalı rekabetçi çok partili demokrasiye son verilmek istendiğine, benim kurucusu olduğum CHP'sini kapatarak,  seçimlere girmesinin yasaklanmasının düşünülüp planlandığına tanık olmaktayım.  

Ben, kurucusu olduğum CHP'nin  altı okundan birisi olan milliyetçilik ilkesini; bir üst kavram olarak,  Türk Milletini oluşturan tüm yurttaşların etnik, dinsel ve mezhepsel köklenenlerine bakmaksızın, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin çatısı ve bayrağı altında toplanan, yürekleri hep birlikte ve aynı amaçlarla, devletimizin, güzel yurdumuzun ve asil milletimizin  yararları doğrultusunda çarpan, ülkesinin yararlarını, kendi yararlarının üzerinde tutan insanların yüreklerinde hissettikleri bir değer ve güzel bir duygu olarak anlıyorum ve kabul ediyorum, bu nedenle, sizlerden de;  milliyetçiliği,  ayrıştırıcı değil,  birleştirici bir değer olarak kabul edip benimsemenizi istiyorum. 

Saraydaki tek adam'ın; anayasaya göre bağlayıcı ve uyulması zorunlu olan Anayasa Mahkemesinin ve Avrupa İnsan hakları Mahkemesinin kararlarına uyulmamasını savunarak, mahkemeleri bu şekilde etkisi altına alıp, uygulanma bekleyen bağlayıcı yargı kararlarını uygulatmazken, anayasanın değiştirilmesi zamanı gelmiştir diye ortaya çıkmasındaki gerçek sebebi,  kavrayın istiyorum. 

Demokratik devletlerde,  anayasalar;  zaman içinde özgürlükleri daha da artırmak, genişletmek ve ülkeyi daha demokratik kılmak amacıyla değiştirilir. 

Saray yönetiminin; sarayın kalın duvarları ardından ülkeyi şeffaf ve denetim mekanizması olmayan antidemokratik usullerle yönettiğine bakarak; bu yönetimin,  milletin hayrına ileri ve özgürlükçü bir anayasa değişikliği yapmasının mümkün olmadığını, asla aklınızdan çıkarmayın ve bu değişiklik tekliflerine kulak asmadan,  yapılacak olan ilk seçimlerde birlik olun ve tek adam hakimiyetine dayalı bu saray yönetimine,  geldikleri gibi demokratik seçimlerle son verin. 

Saray yönetiminin yeni anayasa girişimi; seçim anketlerine göre sona erecek olan saltanatlarını devam ettirme arayışı ve gayretidir. Tek adama dayalı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi,  yine kırmızı çizgileri olacak ve bu ucube yönetim,  yerini parlamenter sisteme bırakmayacak, tavşana sunulacak bir iki göstermelik havuç karşılığında, cumhurbaşkanı seçim koşulları değiştirilerek,  yüzde elli,  artı bir seçim oranı terk edilerek,  en fazla oyu alan şahsın cumhurbaşkanı seçilmesi yolunun önünün açılması,  denenecektir. Asıl amaç budur. 

Mevcut darbe anayasasını dahi, Türk Milletine çok gören ve bunu dahi uygulamayan, sürekli ihlal eden, Anayasa Mahkemesinin bağlayıcı kararını uygulatmayan saray yönetiminin iyi niyetine inanmak,  büyük bir gaflet ve hatta vatana ihanettir. 

İktidar böyle de,  sanki muhalefet hırlı mıdır?

Muhalefet de aklını başına toplamalı ve yaklaşan seçimlerin, kendileri ve ülkeleri için son şansları olduğunu,  akıllarından çıkarmamalı ve birlik olmalıdır. 

Etnik kökenleri Kürt olan seçmen vatandaşlarımız da; benim etnik olmayan  Türk Milleti ve Türk Milliyetçiliği anlayışımın bileşenleri olduğuna göre; hiç kimsenin,  kurtuluş savaşında yanımda savaşan ve bu vatan için canlarını feda eden Kürt kökenli vatandaşlarımı, oy verdikleri partinin üzerinden dışlayarak, itibarsızlaştıramaya,  hak ve yetkileri asla yoktur. 

İktidarıyla, muhalefetiyle aklınızı başınıza toplayınız, ülkenizi seviniz, birlik olunuz, ayrışmayınız, farklılıklarınızı zenginlik olarak kabul ediniz, ülkenizin yararını,  kendi yararlarınızın üzerinde tutunuz. 

En önemlisi de; mevcut otoriter tek adama dayalı iktidardan ve onun giderek artacak olan baskılarından korkmayınız, yılmayınız. Benim yaptığım gibi, demokratik yollarla barışçıl ve silahsız olarak her zaman ve ortamda mücadele ediniz, otoriter yönetimlerin aslında korkak olduklarını, güçlü duranlar karşısında geri çekilmek zorunda kaldıklarını,  benim yaptıklarımdan örnek alarak, unutmayınız ve umudunuzu asla kaybetmeyiniz. 

Ben bu ülkeyi iç ve dış düşmanlardan, Amasya Tamiminde açıkladığım gibi,  milletin kendi karar ve azmiyle kurtardım ve bu devleti ve cumhuriyeti kurdum, ben size sadece önderlik yaptım, bu sonuca ulaşabilmemizin asıl nedeni ve itici gücü;  Türk Milletinin birlik olup,  kararlı ve azimli duruşları ve yılmadan, umutlarını kaybetmeden ortaya koydukları mücadeleleri olmuştur.   

Beni üzmeyiniz. 

Aksi halde, gelmeyiniz yanıma ve beni rahat bırakınız. 

Olmadı, ayaklarıma,  çizmelerimi giymek zorunda bırakmayınız. ”

Der miydi sizce Aziz ATATÜRK?

Ülkemizin kurtarıcısı, devletimizin kurucusu AZİZ ve SEVGİLİ ATATÜRK'ümüzü;  yeniden doğduğu günün 83. Yıldönümü olan bugün, 10/Kasım/2021 de, her yıldönümünde olduğu gibi; yine,  şükranla, minnetle, sevgi ve saygılarımızla anıyor ve manevi huzurunda hürmetle eğiliyoruz. 

Güner Yiğitbaşı

10/Kasım/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget