Demokrasimizin Geleceği Adına Çok Tehlikeli Bir Oyun Oynanmaktadır Sanki

Demokrasiyi ve insan hak ve özgürlüklerini daha da kısarak ve muhalefeti susturarak ülkeyi faşizmin karanlığına mahkum etmeye kalkışmamalıdırlar.

Demokrasimizin Geleceği Adına Çok Tehlikeli Bir Oyun Oynanmaktadır Sanki
Ülkeyi tam yetkiyle tek başına yönetmeye kalkışan ERDOĞAN ve AKP iktidarı; ekonomideki çöküşün ve döviz kurlarındaki artış ve Türk Lirasındaki aşırı değer kaybının ve ona bağlı olarak da,  akaryakıttan iğne ve ipliğe kadar her şeye üst üste gelen ve artık takip etmekte zorlandığımız zamların ve pahalılığın sorumlusu olarak, yüksek faizi ve kim olduklarını somut bir şekilde  açıklayamadıkları dış güçleri göstermekte, ekonominin içinde bulunduğu çöküşün bir milli güvenlik sorunu haline geldiğini, bu nedenle ülkemizin bir ekonomik kurtuluş savaşı verdiğini açıklamaktadırlar. 

Artık klasikleşen, her zaman yaptıkları gibi, hiçbir sorumluluğu üzerlerine almamaktadırlar. 

Bu beylerin adetidir, onca yetkiyi ve devletin mali olanaklarını hiçbir engele ve denetime takılmadan tek başlarına kullanırlar, ama asla sorumluluk yüklenmezler. Paranın yazı ve  turası gibi, devlet yetkisi ve parası kullanan iktidarların kullandıkları yetkinin diğer yüzünün de sorumluluk ve hesap verirlik olduğunu,  kabul ettiremezsiniz bu beylere. Sorumluluk duygusu fıtratlarında yoktur bunların. 

Ülkeyi 19 senedir tek başlarına kendileri değil de muhalefet partileri yönetmiş, ülkenin vergilerden ve sattıklarından oluşan yaklaşık 2 trilyon dolarının altından girip üstünden çıkanlar, har vurup harman savuranlar, israf edenler, taşa ve toprağa yatıranlar, ülkenin ekonomik değerlerini;  amacı dışında,  yanlış yatırımlarda kullananlar, ülkeyi cari açık ve borç batağına gark edenler,  ERDOĞAN ve AKP iktidarı değil de,  muhalefet partileri sanki. 

Faiz sebep, döviz kurlarının artarak Türk Lirasının değer kaybetmesinin ve talebin azlığına rağmen durgunluk içinde yükselen hayat pahalığının bir diğer adı olan enflasyon ise, bu yüksek faizin sonucudur diyen ERDOĞAN,  büyük bir yanlışın girdabında sürüklenmektedir adeta. 

ERDOĞAN;  aynalara küs ve bu nedenle de,  hiç aynaya bakmıyor olmalı. 

Aslında,  ara da bir  aynaya baksa, ekonominin çöküşünün, Türk Lirasının yabancı paralar karşısında aşırı değer kaybetmesinin, hayat pahalılığının ve yüksek enflasyonun asıl sebebinin faizler olmadığını, asıl suçlunun kendisinin kötü yönetiminin  olduğunu,  kolaylıkla görecektir. 

Ekonominin evrensel  kurallarını çiğnemeye başladığınızda, ekonomi bir bozulmaya başladığında, ipin ucunu kaçırdığınızda, bir aşamadan sonra, enflasyonla faiz arasındaki sebep sonuç ilişkisinden artık bahsedilemeyeceğini, bir fasit daire ve sarmalın içine girilerek, tavuk mu yumurtadan, yoksa yumurta mı tavuktan sorularına cevap aramanın saçmalığını, enflasyon mu yüksek faizlerden, yoksa yüksek faizler mi enflasyondan doğar sorularına cevap aramanın saçmalığı ve çaresizliği içine girersiniz. 

Faiz sebep,  enflasyon sonuçtur demek de, enflasyon sebep faiz sonuçtur demek de,  faydasız hale gelir artık. 

Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik kriz ortamı;  işte,  tam da bu son aşamaya gelmiştir. 

Bundan sonra,  çok köklü yapısal ekonomik reformlara, ülkenin ihtiyaçlar ve öncelik sıralamasına uyularak,  cari açığı giderecek,  üretimi ve ihracatı artıracak, ithalatı kısacak, bir tarım ülkesi olan ve dört mevsimi yaşayan ülkemizde,  tarım ürünlerini dahi dışarıdan dövizle ithal etme mecburiyetinden kurtulacağımız tarımı ve çiftçiyi destekleyen yatırımlara öncelik verecek planlı bir kalkınmaya ve tasarrufa gidilmeden,  bu ekonomik krizden çıkılamayacağını, faiz indiriminin asla çare olmayacağını, içinde bulunduğumuz ekonomik krizin, asla ve asla,  dış güçlerden kaynaklı olmadığını, ekonomik krizin nedeninin dış güçler olmadığını, krizin asıl sebebinin,  yanlış ERDOĞAN politikalarının olduğunu, dış güçlerin ise; ERDOĞAN tarafından ülkemizde yaratılan ekonomik kriz ve çöküşten, fırsatçılık yaparak yararlanmaya çalışan akbabalar olduğunu, bunun günah ve sorumluluğunun da,  bizaat ERDOĞAN'ın tek adama dayalı kötü ve yetersiz yönetimi olduğunu, en başta ERDOĞAN'ın kendisi olmak üzere, herkes kabul etmek zorundadır. 

Ekonomik krizin, enflasyon ve hayat pahalılığının gerçek nedenini doğru teşhis edemezseniz, gerçek nedeni, işinize gelmediği için görmek istemezseniz, bu krizin üstesinden gelemezsiniz, Sayın ERDOĞAN. 

Şu gerçek de,  asla unutulmamalıdır.  Krizleri;  krizleri yaratanlar,  asla çözemezler. 

Evet,  ülkemizdeki ekonomik kriz, milli güvenlik sorunu haline gelmek üzeridir.  Ancak, ülke için bir milli güvenlik sorunu haline gelme istidadı göstermeye başlayan bu ekonomik krizden; bu krize, kötü yönetimleriyle sebep olanlar; asla ve asla, siyasal iktidarlarını sürdürmek amacıyla yararlanmaya, ülkede zaten yok olan demokrasiyi ve insan hak ve özgürlüklerini daha da kısarak ve muhalefeti susturarak ülkeyi faşizmin karanlığına  mahkum etmeye kalkışmamalıdırlar. 

Siyasal iktidarın; ekonomik krize dikkat çeken, krizi milli güvenlik sorunu haline getirme çabasıyla Milli Güvenlik Kuruluna taşıması; bu krizi,  iktidarını sürdürme amacıyla kullanacağının işaretlerini vermektedir. 

25. Kasım'da, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında gerçekleştirilen Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında,  ülkede yaşanan ekonomik kriz ele alınmış ve MGK toplantısı sonrasında yapılan açıklamada, ”Ekonomi politikalarını hayata geçirme sürecinde karşılaşılan tehditler değerlendirildi.  Hedeflere ulaşma kararlılığı teyit edildi” denilmiştir. 

Bu değerlendirmeyi yapan ve bir açıklama yapan Milli Güvenlik Kurulu'nun değiştirilen bugünkü yapısına bakıyoruz, Anayasanın 118.  maddesine göre; Milli Güvenlik Kurulu;  partili Cumhurbaşkanının başkanlığında, partili cumhurbaşkanının seçtiği Cumhurbaşkanı yardımcıları,  Adalet,  Millî Savunma,  İçişleri,  Dışişleri Bakanları,  Genelkurmay Başkanı,  Kara,  Deniz ve Hava kuvvetleri komutanlarından oluşmaktadır. Asker ağırlıklı Eski Milli Güvenlik Kurulunun yerinde yeller esmektedir. Milli Güvenlik Kurulu toplantısında çoğunluk sivillerden, yürütme organından oluşmaktadır. Milli Güvenlik Kurulu toplantısının,  kabine toplantısından bir farkı yoktur bugün. 

Anayasaya göre, MGK'nın aldığı kararlar Cumhurbaşkanı tarafından değerlendirilir. 

Yine Anayasaya göre;  Millî Güvenlik Kurulunun gündemi;  Cumhurbaşkanı yardımcıları ve Genelkurmay Başkanının önerileri dikkate alınarak, sonuç itibariyle Cumhurbaşkanınca düzenlenir.  

Görülmektedir ki; Milli Güvenlik Kurulu'nun bugünkü yapısı içinde, tam bir evcilik oyunu oynanmaktadır. MGK'nın tartışacağı ve karar altına alarak Cumhurbaşkanının değerlendirmesine sunacağı gündemi; sonuç olarak,  Cumhurbaşkanı belirlemektedir. 

Kararları da,  bu gündeme göre; Cumhurbaşkanı ve atadığı bakanlar ve azınlıktaki komutanlar alıp imzalamakta ve Cumhurbaşkanının değerlendirmesine sunmaktadır. Yani,  Cumhurbaşkanının belirlediği konularda,  yine bizzat Cumhurbaşkanı ve  atadığı bakanlar ve komutanlar tarafından alınan ve imzalanan kararlar,  al değerlendir diye Cumhurbaşkanına sunulmaktadır. Al gülüm ver gülüm. 

Anayasanın 119.  maddesi uyarınca; Cumhurbaşkanı, ağır ekonomik bunalımın ortaya çıkması hallerinde yurdun tamamında veya bir bölgesinde,  süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan edebilir.  Milli Güvenlik Kurulu, ağır ekonomik bunalım nedeniyle olağanüstü hal ilanı için bir tavsiye kararı alabilir ve bunu cumhurbaşkanının değerlendirmesine sunabilir. 

İşte, içinde bulunduğumuz ekonomik krizin milli güvenlik sorunu haline geldiği gerekçesiyle, yürütmenin ta kendisi olan Milli Güvenlik Kurulunda tartışılarak alınması gerekli önlemler konusunda bir takım kararların alınmasının ve cumhurbaşkanının değerlendirmesine sunulmasının,  demokrasimizin geleceği açısından arz ettiği tehlikeyi,  bilmem anlatabildik mi? Değerli okurlar.  

Güner Yiğitbaşı

27/Kasım/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget