Bilmemek ayıp değil ama, öğrenmemek ayıp tabi.
Bilmeyen ve bilmediğinin de farkında olmayan, bilmediklerini bir bilenden öğrenmeyen ve öğrenmek istemeyen, buna rağmen bilmediği konuda fetvalar veren kişi; üstelik bir de devlet adamı ise; ülkesi için büyük bir tehlikedir.
Montrö Boğazlar Sözleşmesinden bahsediyoruz tabi.
Montrö’den önceki, Lozan Konferansı’nda imzalanan Boğazlar Sözleşmesi; Türkiye’nin, Boğazlar üzerindeki egemenliğini sınırlandırmaktaydı. Lozan’da, imzalanan Boğazlar Sözleşmesiyle, uluslararası bir komisyonun emrine verilmiş olan boğazlar bölümü; bütün çevresiyle birlikte Türkiye’nin toprağıydı ama, Türkiye’nin emrinde ve koruması altında değildi.
Boğazlar, Montrö’den sonra, doğrudan doğruya Türkiye’nin emri altına sokuldu ve onun bir parçası olduğu tescil edilerek, Türkiye’nin koruması ve yönetimi altına alındı ve askerleştirilebildi.
Montrö Anlaşmasının 27. maddesine göre, bu Sözleşme; yürürlüğe girişinden başlayarak, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşmasını imzalamış her Devletin katılmasına açık olacaktır.
Montrö Sözleşmesi; sözleşmede imzası bulunan Türkiye dahil tüm devletleri olduğu kadar, ABD gibi imzası olmayan, bu sözleşmeye sonradan da katılmayan tüm devletleri de kapsayan, tüm Dünyayı bağlayan bir anlaşmadır.
Montrö Sözleşmesinin 28. maddesine göre; sözleşmenin süresi, yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak, yirmi yıl olacaktır.
Bununla birlikte, Sözleşmenin 1. maddesinde doğrulanan geçiş ve gidiş- geliş (ulaşım) özgürlüğü ilkesinin süresi, sonsuz olacaktır.
Montrö Anlaşmasının 1. maddesine göre; Boğazlar'da denizden geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım), kural olarak özgür olup; ancak, sınırsız olmayan bu özgürlüğün kullanılışı, özgürlüğün koşulları ve sınırları, bundan böyle bu Sözleşme hükümleriyle düzenlenecektir.
Anlaşmanın yirmi yıllık süresi, 1956 senesinde sona erecek olmasına rağmen. yine anlaşmanın 28. maddesinde yer alan; sözü edilen yirmi yıllık anlaşma süresinin bitiminden iki yıl önce, hiçbir imzacı devlet sözleşmeyi sona erdirme ön-bildirimi vermemişse, yani; 1954 senesinde, imzacı bir devlet sözleşmeyi sona erdirme ön-bildiriminde bulunmamışsa-ki; bulunmamıştır-Sözleşme, bir sona erdirme ön-bildirimin gönderilmesinden başlayarak, iki yıl geçinceye kadar yürürlükte kalacaktır.
Sözleşmenin yirmi yıllık süresinin bitim tarihi olan 1956 senesinden iki yıl öncesinde, imzacı bir devlet sözleşmeyi sona erdirme ön-bildiriminde bulunmadığı için, yirmi yıllık sürenin sonu olan 1956 senesinde sonlanmayan ve bu nedenle üzerinde revizyon yapılmayan anlaşma, 1956 senesinden sonra da, aynı hükümleriyle yürürlükte kalmış, daha sonra da iki yıl öncesinden sona erdirme ön-bildiriminde bulunulmadığı için, anlaşma ilk imzalandığı orijinal hükümleriyle halen yürürlüktedir.
Montrö Sözleşmesinin 28. maddesinin son fıkrasında yer alan; ”İşbu Sözleşme, işbu madde hükümlerine uygun olarak sona erdirilmiş olursa, Bağıtlı Yüksek Taraflar, yeni bir Sözleşmenin hükümlerini saptamak üzere kendilerini bir konferansta temsil ettirmeği kabul etmektedirler. “ hükmü, çok önemlidir.
Bu hükme göre; şayet bugüne kadar, taraflardan biri sözleşmeyi sona erdirme ön-bildiriminde bulunmuş olsalardı, keza bundan sonra da taraflardan biri, örneğin Türkiye; iki yıl öncesinden sözleşmeyi sona erdirme ön-bildiriminde bulunurlarsa, anlaşmanın tarafları ülkeler, yeni bir sözleşmenin hükümlerini saptamak üzere, kendilerini bir konferansta temsil ettirmek zorundadırlar.
Bunun anlamı çok açıktır.
ERDOĞAN; İstanbul Sözleşmesinde yaptığı gibi, bir gece yarısı anayasaya aykırı olarak ansızın aldığı bir kararla, Montrö Sözleşmesinden tek yanlı olarak çekildim, ne haliniz varsa görünüz, ben Montrö sözleşmesini tanımıyorum, artık bizi bağlamıyor, boğaz geçişlerini bundan sonra istediğim gibi düzenleyeceğim diyemez.
Montrö Sözleşmesinin 28. maddesi, iki yıllık bir sona erdirme ön-bildiriminde bulunma koşulu getirdiği gibi, sözleşmeyi sona erdirme bildiriminde bulunarak, aradan sıvışmaya imkan tanımamaktadır. Hele, sözleşmeye konu boğazların, kendi ülkesinin sınırları içinde olan ülkemiz, yeni bir sözleşmenin hükümlerini saptamak üzere yapılacak yeni bir konferansa katılmak zorundadır, Türkiye olarak.
Yani, İstanbul Sözleşmesinde yaptığımız gibi, sözleşmeden ayrılıyoruz ne haliniz varsa görünüz, esen kalınız diyemeyiz.
Kurulacak olan yeni masaya, paşa paşa oturmak zorundayız, buna mecburuz, masaya oturduğumuzda da; içinde bulunduğumuz olumsuz dış ve iç koşullarda, daha iyisini bulmak bir yana, eskisine muhtaç hale geleceğimiz kesindir.
Keza; Montrö sözleşmesi, ülkemizin boğazlar üzerindeki egemenliğini, boğazların kontrolünü ve idaresini belli koşullarla ülkemize tanıdığı gibi, içlerinde Rusya'nın da bulunduğu Karadeniz’e sınırdaş ülkelerin ve Karadeniz’in de güvenliğini sağlamakta ve Karadeniz’i bir barış denizi olarak muhafaza etmeyi amaçlamaktadır.
Bu nedenle, Kanal İstanbul ve sair oyuntularla, sözleşmenin bu amacını ortadan kaldıracak şekilde, sözleşmeyi delemezsiniz bypas edemezsiniz, buna kalkıştığınızda, ülkemizin başına sorunlar açarsınız. Rusya ve Putin; haklı olarak sanırım buna müsaade etmez.
Nitekim; Kanal İstanbul ile gündeme gelen, Montrö’yü delerek, ABD'ye Karadeniz’de savaş gemisi bulundurmanın amaçlandığı dedikodularının çıkması üzerine, Rusya; önce Ankara Büyük Elçisi, sonrasında Dışişleri sözcüsü ve son olarak da, bizzat Putin aracılığıyla, endişelerini dile getirmeye ve ülkemize gözdağı vermeye başlamışlardır.
Rusya’nın muhalefetine karşı; Rusya'ya, enerji ve turizm olarak bağımlılığımız nedeniyle, karşı koyamayacağımız açıktır.
İkinci Dünya Savaşında; İnönü'nün de üstün devlet adamlığı ve gayreti sayesinde, bizi savaştan uzak tutan Montrö Boğazlar Sözleşmesinin devam ettirilerek, ülkemizin muhtemel bir Üçüncü Dünya Savaşından da korunması, en büyük hedefimiz olmalıdır.
Güner Yiğitbaşı
10/04/2021
Hukukçu
Yorum Gönder