Kurtuluş Savaşında bazı ilginç olaylar

Bu yazımızda, devlet olmamızı sağlayan, asla unutmamamız gereken Kurtuluş Savaşı’mızla ilgili bazı ilginç anılara yer vermek istiyorum. Bu ilginç anı

Kurtuluş Savaşında bazı ilginç olaylar
Bu yazımızda, devlet olmamızı sağlayan, asla unutmamamız gereken Kurtuluş Savaşı’mızla ilgili bazı ilginç anılara yer vermek istiyorum. Bu ilginç anıları çoğumuz biliyorsak da, bilmeyenlere anımsatmak amacıyla aktarmak istedim.

22 Haziran 1919, Batı Cephesi Komutanlarından Bekir Sami Bey ve arkadaşları Yunan işgaline karşı halkı örgütlemeye çalışıyorlar. O gün Simav’a gelirler. Tanık olduklarını şöyle anlatırlar.
“-Simav’a geldiğimizde evlerin hiç biri tamamlanmamış durumdaydı. Tuhafıma gitti ve sorduk. Dediler ki:
“Bir evi kim tam olarak yaptırışa felakete uğrar. Bunun için herkes evini bitirmeden bırakır ki, başına bir şey gelmesin”.
Simav’daki evler böylece yarım yamalak bir görünümü sergiliyordu.
Ülkede hurafe, cehalet diz boyu idi. Görüldüğü gibi, ordumuz, Kuvayı Milliye hem işgalci düşmanlarla çarpışıyor, hem de cehaletle uğraşıyordu.
“Büyük Harpte” (Birinci Dünya Savaşı) Bekir Sami’nin tümeninde eczacılık etmiş ve harp sonunda askerlikten ayrılarak memleketine dönmüş bir eczacı, biz kasabada iken çıkageldi ve şu öyküyü anlattı:
“-Ben bütün ömrümde üç dört bin lira para biriktirdim, memleketime dönüp yerleşeyim, bir eczane açayım, hem halkın sağlığına hizmet ederim, hem de hayatımı kazanırım, diye düşünüp buraya geldim. Bir eczane açtım. Ama bu girişim bazı çevrelerin çıkarına ve bağnazlığına aykırı düştü. “Dua ve muska dururken gâvur icadıyla iş görülür mü? Bu tutum dinimize uymaz” diyenler bir gece eczaneyi basıp bütün ilaç şişelerini kırdılar, ilaçları yerlere döktüler”.
Zavallı eczacı her şeyden olmuştu, ayrıca kasabadaki geriliğe, kasabanın bu durumuna acıyordu.
Kumandan öyküyü dinledikten sonra kaymakama emir verip şehrin zenginlerini getirtti. Bekir Sami, Simav’ın ileri gelenlerine şunları söyledi:
“-Yarın sabaha kadar eczacının parasını vereceksiniz, vermezseniz Simav’ı yakarım”!
Eczacı ertesi sabah parasını aldı, “ama bundan sonra Simav’da duramayacağını” söyleyerek ertesi günü yola çıktı.
“Biz bir gün dinlenip ertesi günü ayrılınca sonradan haber aldığımıza göre, Simav eşrafı intikam almak için ardımıza birkaç koldan eşkıya salmışlar”.
Oysa Rum ve Hıristiyan azınlıkların bulunduğu Ege’nin köylerinde hem Rum doktor, hem eczacılar vardı.  Ne yazık ki, yüzyıllardan beri eğitimsiz öğretimsiz bırakılan Türk köylüsü hastalıkları için hacıya, hocaya, üfürükçüye, şifacıya gidiyordu. Bu işi yapanlar ve halkın inancını sömürenler, doktora olduğu kadar eczaneye de Kuvayı Milliye de karşı idiler. Şimdi de öyle değil mi? Halkın inancını sömüren kendilerini dinci gösteren ikiyüzlü siyasetçiler, şeyhler, şıhlar, müritler, tarikatlarla iç içe değiller mi?  Dincilik maskesi altında laiklik ve Atatürk, Atatürkçülük düşmanları, günümüz “dinci kinci” iktidarında palazlanmaktalar.  Bunlara karşı olan laik düşünceli laikliği benimsemiş çağdaş parti ve liderlere düşmanca hareket etmekteler. Bunlar aydın çağdaş ilahiyatçıları tehdit ediyorlar artık.
Böylece işgal ordularına karşı savaşan Türk ordusu,  yukarıda olduğu gibi irtica ile de savaşıyordu.  Üstelik şimdiki Fesli Deli Kadirlerin dediği gibi, “keşke Yunanlılar kazansaydı” diyenler yanında, “İşgalci Yunan ordusu padişah emri ile geldi, onlara karşı durmak caiz değil” diyen cahil hainler de vardı.(1)

Batı Cephesinde Ayıcı Arif
Yunanlılarla yapılan Kurtuluş Savaşı günlerinde, Türk askerleri Mezit ormanlarından üç aylık olan bir ayı yavrusu yakalayıp İnegöl bölgesindeki Tümen karargâhına getirirler. Ayı beslenip büyüdükçe tümenin maskotu olur adeta. Ayı yavrusuna yörede bulunan köy çocukları ile güreştirirler. Boynundan zincirle bağlı olan ayı gecelediği yerde bir ışık bulundurulmazsa yaygarayı basar uyumaz.
70. Piyade Alayı Kumandanı Halit Bey’in 10-12 yaşlarında bir kızı vardı. Anası öldüğünden Halit Bey bu güzel kızını yanında taşıyordu. Ayı bu kıza adeta âşık olmuştu. Kızın yanına kimseyi sokmaz, sokulmak isteyene saldırır, kızın yanından ayrılmak istemezdi, müthiş kıskanç idi.
Bir gün öğle zamanı Pazarcık’ta dolaşırken ayıya yaklaştım, içmekte olduğum sigaranın dumanını ayının burnuna üfledim. Ayı sigara dumanından kaçmadı. Burnunu dumana yaklaştırarak koklamaya ve bir rehavet homurtusu yapmaya başladı. Kırk yıllık tiryaki gibi sigara dumanından zevk alıyordu.  Tekrar üfledim, tekrar zevklendi ve üçüncü defa üflerken ayı birdenbire yüzüme bir şamar attı, fakat atik davrandığımdan şamar boşa gitti. Bu sırada Arif Bey’in yaklaşmakta olduğunu görünce:
“-Kumandanım senin ayı sigara tiryakisi, sigara dumanından çok haz ediyor, dedim. Bu sözüm üzerine Tümen Kumandanı Arif Bey bir sigara yaktı ve ayıya yaklaştı. Ben ne olur ne olmaz diyerek ayrıldım ve büroma gittim. Yarım saat sonra Arif Bey yüzü gözü sarılı olarak odama geldi.
“-Hayrola kumandanım geçmiş olsun, yüzünüze ne oldu? Deyince, Arif Bey küskün küskün:
“-Evet, senin marifetin, hani ayı sigara dumanından haz ederdi. İkinci nefesi üflediğim zaman suratıma öyle bir şamar attı ki yüzümü gözümü yırttı”  dedi.
Bir kere de, tümen karargâhının, Eskişehir doğusunda bulunduğu bir köye Cephe Kumandanı Fuat Paşa (Cebesoy) gelmişti. İki kumandan çadırda konuşurlarken, cephe Kurmay Başkanı Binbaşı Saffet (Saffet Arıkan) “şu ayıyı paşanın otomobiline bindirelim, bakalım ne yapacak”, dedi.  Ayıyı paşanın arabasına bindirdik. Hemen arka sedire kuruldu oturdu. Fakat şoför arabayı aniden hareket edince, ayı korkusundan kendisini pencereden atmak istedi. Düşüp arabanın altında kalmaması için otomobili durdurduk. Ayı da pencereden aşağı atladı.  Biraz sonra Fuat Paşa gitmek üzere arabasının kapısını açıp içeriye girmek üzere iken birden bire:
“-Uuu bu ne pislik”? Diye bağırdı. Meğerse ayı korkudan oturulacak yeri fena halde pislemiş. Fuat Paşa: “kabahat ayıda değil, ayı ile şaka edenlerde”  diye bize çıkıştı.
İşte bu ayı yüzünden Arif Bey’e “Ayıcı Arif” adı-lakabı takıldı. Bir gün Kazancı Cephesindeki Yunan Tümen Kumandanı bir köylü ile Arif Bey’ye şu mesajı salmıştı: “Ayı güreştireceğine, gelsin de benimle güreşsin”…
Ayı güreştireceğine, gelsin de benimle güreşsin…”(2)

Kuvayı Milliyeci askerler,  padişahın koyunlarını çaldılar.
Batı Cephesinde Yunanlılara karşı savaşlar sürerken cephelerde ilginç olaylar da yaşanıyordu.
11. Tümende Koçanali Bahri Bey adında çok namuslu, vefakâr bir zatın kumandası altında elli, atmış kişilik bir çete vardı. Arif Bey, bir defa, bu çeteyi Uludağ’ın batı eteklerinden Yunan kuvvetlerinin gerisine gönderdi ve Uludağ yaylalarında otlayan padişaha ait koyun sürülerinden altı yüz kadar koyunu sürdürerek tümene getirtti. Padişahların öteden beri birçok illerde sürüler halinde koyunları vardı. Bu koyunlar tümenin levazımına satıldı ve parası da adet olduğu veçhile milli kuvvetlere yardım faslına girerek Arif Bey’in elinde kaldı.(3)

Mebus mu Mapus mu
Kurtuluş Savaşı’nın kan, ateş, ümitle ümitsizliğin çalkalandığı o günlerinin TBMM de hararetli tartışmalar, hamasetle konuşmalar yapılıyor. Saylavlar (milletvekilleri) coşmuş içlerinden dokuz tanesi cephede er gibi savaşmak teklifi ile boğazlarına kadar silahlanarak gelip Batı Cephesi Kumandanına başvurmuşlar. İsmet Paşa da bunların hepsini ilk hatta bulunan birliklere bir yazı ile gönderir.
“Geldikleri gecenin sabahı, bunların hepsini bir bölüğe vererek Kazancı sırtlarında bir ateş vaftizi yapmaları için tertip aldım, kendim de birlikte gittim. Yunan mevzilerinin bir km kadar gerisinde yaya muharebeye inen bölük, dokuz saylav ile birlikte, henüz karanlıkta düşman mevzilerine iki yüz metre kadar sokuldu. Bölüğü, kendi aralarından jandarma subayı iken mebus seçilmiş Bay Memduh’un kumandası altına verdim.
Hava ağarırken bunlar yattıkları yerden bir ateş baskını yaptılar. Bir saat kadar ateş devam etti. Fakat biraz sonra, altı saat kadar Yunan topu bunların üzerine ateş açtı. Lüzumsuz kayba uğramamak için muharebeyi kestirdim, yayaları geride toplayarak tekrar atlarına bindirdim ve birlikte İnegöl’e döndüm. Saylavlar muratlarına erdiler. Düşman karşısında kendilerini gösterdiler ve çok şükür tek bir kimsenin burnu kanamaksızın bu ateş sona erdi.
Bu ilk çatışmadan dönen saylavlar (milletvekilleri) İnegöl’e gelince bölüğün erleri arasına dağılmış, giyim, kuşam mükemmelliği silah ve cephane bolluğu bakımından Mehmetçiklerin dikkatini çeker. Mehmetçiklerden birisi, mebuslardan birine:
“-Hemşeri siz kimsiniz nerelisiniz, nerden geldiniz?” diye sorar. Saylav askere:
“-Hemşeri biz gönüllü geldik, biz mebusuz” demiş.
Bu sözden bir şey anlamayan Mehmetçik, “ya siz hangi mahpustan çıktınız” diye tekrarlamış. Yani Mehmetçik, mebusu mahpus anlamış.
Kırk yıldan 1876 Mebusan Meclisinden beri kullanılan bu “mebus” kelimesinin manasını halk öğrenememiş demek…(4)

Çanakkale Savaşı’nda Ezan Sesi
Çanakkale Savaşlarının çalkantılı günlerinde komutanlardan Tayyar Paşa, orduda sesi düzgün, ne kadar asker varsa, hepsinin sabah namazından önce hep birden ezan okuması emrini veriyor.
Emri alan yüzlerce nefer, sabahleyin hep bir ağızdan ezan okuyor.
Ezan bittikten sonra bir İngiliz gemisinden ezan okunan Türk mevzilerine mesaj geliyor. Mesaj dedikse kâğıda sarılı bir taş…Açıp bakıyorlar, Farsça yazılmış bir not, yazıda diyor ki:
“Bizler Hindistanlı Müslüman askeriz. İngilizler bize, Almanlara karşı Osmanlı’nın yanında savaşacağımızı söylediler. Biraz önce ezan sesleri duyduk, siz kimsiniz?
Türk tarafı hemen cevap yazıyor:
“…Burası Osmanlı payitahtının” (başkentinin) “kapısı…Bizler de Osmanlı askerleriyiz”
Mesajı alan İngiliz ordusunda savaşan Hindistan’lı Müslümanlar aynı gün gemide isyan çıkarıp geri gidiyorlar.(5)

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız   kulcevat599@gmail.com

SONNOTLAR

(1)Yüzbaşı Selahattin’in Romanı sf 108-109

(2) Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları- Rahmi Apak sf 205

(3) Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları- Rahmi Apak sf 206  

(4) Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları Rahmi Apak sf 223

(5)18 Mart 2005 tarihli Hicret Takvimi yaprağından alındı

Etiketler:

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget