Bu yaz bir iki kütüphaneden İlhan Selçuk’un Enel Hakkın Hakkı adlı kitabını arıyordum, okumak için. Bir iki kütüphane ve bir kitabevinde bulamadıktan sonra, gittiğim Cebeci Halk Kütüphanesinde rastladım, listede var fakat kitap yoktu. Görevli memurla raflara bakarken, o gazetecinin olacağı yerde, bu gazetecinin kitabı olsun, diyerek, ilk elime gelen Gazeteci Mete Akyol’un Hem Yaşadım Hem Yazdım adlı kitabını aldım ve okumaya başladım. Kitapta insanı duygulandıran, Kıbrıs Barış Harekâtında Dış İşleri Bakanımız olan Prof Dr Turan Güneş’in anısını içeren bölümünü sizinle paylaşmak istedim.
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 46 yıldönümünü kutladığımı şu günlerde, devrin unutulmaz Dış İşleri Bakanımız Prof. Dr. Turan Güneş, “Ayşe (kızı) tatile çıksın” şifreli mesajı ile harekâtın başlama sinyalini veren kişi idi.
Prof Dr. Turan Güneş, bilgili, aydın, hoşsohbet, esprili, dürüst bir kişiliğe sahip bakanımızdı.
Turan Güneş, devrin seçkin gazetecileri, bu satırları bize yazıları ile anlatan Mete Akyol’un da bulunduğu bir grupla İstanbul’un bir ünlü lokantasında yemek temektedirler. Yemekte Prof.Dr. Turan Güneş, Dış İşleri Bakanlığı dönemiyle ilgili olarak kimi ilginç, kimi gülünç gözlemlerini anılarını ayağa kalkarak anlatmaktadır.
Hoşsohbet konuşmalar devam ederken, Turan Güneş birden hüzünlenir ve şöyle der:
“-Hani zaman olur, insan öylesine utanır ki, (ye yarılsa da yedi kat yerin dibine girsem) diye içinden dua eder ya, işte benim hayatımda da böylesine utandığım bir anı vardır, onu size anlatmak istiyorum”.
Bizim Kıbrıs Barış Harekâtı’nın üzerinden tam bir yıl geçmişti. Ramazan Bay ramı ya peşine, ya başına cumartesi, pazar da eklenmiş, ortaya bir haftalık tatil çıkmıştı.
Mersin-Magosa seferini yapan bizim Truva gemisini dolduran tüm yolcular gibi, Prof. Tutan Güneş de bayram tatilini ailesi ve yakınlarıyla Kıbrıs’ta geçirmek istemiş.
“-Biz de, Kıbrıs yolcusu turistlerle birlikte Truva vapurundaydık. O yıllarda Kıbrıs’a giden turistlerin çoğunun, yok teflon tava, yok çelik tencere, Türkiye’de bulunmayan yok bilmem ne eşyası peşinde koşuşturduklarını hatırlatmama gerek yok…O yılları hep biliriz…Bayram tatili nedeniyle, şimdi Truva vapuruyla Kıbrıs’a birlikte gittiğimi turistlerin çoğuna yakın bölümü de, hiç kuşkunuz olmasın, bavul turizmi amacıyla gidiyorlardı Kıbrıs’a”.
Turan Güneş, vapurun salonundaki turistlere bakıp, aklından bunları geçirirken, bir görevli yaklaşmış yanına:
“-Sayın Bakanım, şurada Siirt’li olduklarını söyleyen iki kişi sizle görüşmek istiyorlar” demiş.
Turan Güneş, bu iki kişinin kendisiyle hangi konuda görüşmek istediklerini öğrenmek istemiş.
Görevli o kişilerin yanına gitmiş, ne konuda görüşmek istediklerini sormuş ve gelmiş, Turan Güneş’e bildirmiş:
“-Her ikisi şehit babasıymış, Sayın Bakanım” demiş. “Barış Harekâtı sırasında ikisinin de oğulları şehit olmuşlar. Şimdi kendileri, çocuklarının mezarını ziyarete gidiyorlarmış.”
Turan Güneş o gün o anda duyduklarını, şimdi şöyle anlattı:
“-Hani (başımdan aşağı kaynar sular döküldü) deriz ya…” dedi. “Ondan da beter oldum…Sanki başımdan aşağı kaynar sular dökülmedi de, biri aldı kafamı, kaynar sulara fokurdayan bir kazana soktu soktu, çıkardı…Alnımın kenarlarında, şakaklarımın hizasında önce boncuk boncuk ter tanecikleri oluştu…Sonra da onlardan ter derecikleri oluştu.”
Görevliye, şehit babası iki Siirt’liyi getirmesini söylemiş.
“-Adamlardan kaçmak mümkün olsa, kaçacağım ama, vapurdayız…Nereye kaçabilir ki insan?...Çaresiz konuşacağız, görüşeceğiz… Ve ne konuşacağımızı, ne görüşeceğimizi de, sanki görüşmeye başlamışız gibi biliyorum.”
Turan Güneş’in kafasının içinde beliren “hayali görüşme”ye göre şehit babası iki Siirt’li yurttaş gelip, diyeceklermiş ki:
“-Ey Turan Güneş…Sizinde bir bakanı olduğunuz, hem de Dışişleri Bakanı olduğunuz hükümetiniz, Kıbrıs’ın ve Kıbrıs’lı Türklerin kurtulmaları için geçen yıl bir Barış Harekatı başlatılmıştır.Bu harekata, o sıralarda vatani görevlerini yapmakta olan bizim oğullarımız da katıldılar ve vatan uğrunda, millet uğrunda kutsal görevlerini yaparlarken şehit oldular.
Biz iki şehit babası olarak, Bayram’da şehit oğullarımızın mezarlarını ziyaret etmek için Kıbrıs’a gidiyoruz. Ya bu vapurdaki herkes niye gidiyor Kıbrıs’a?...Biliyor musunuz niye gittiklerini tabii, Sayın Bakan’ım…Hemen hepsi de, kap kaçak almaya, üst baş almaya, teyp almaya, video almaya gidiyor…
Şimdi soruyoruz size, Sayın Bakan’ım…”Bu bir vapur dolusu insan Kıbrıs’a rahatça gelip, buradan kap kacak alsın,naylon gömlek alsın, video teyp alsın diye mi şehit oldu bizim evlatlarımız?...”
Turan Güneş, kafasının içinde yarattığı bu hayali görüşmeyi, yarattığı biçimiyle anlattıktan sonra, iki şehit babasının bu son sorusuna verebilecek bir yanıt da bulamadığını söyledi.
“-Rezil olacağım adamların karşısında” diye düşünürken birden, şehit babası Siirt’li iki yurttaşımızı karşımızda bulmuş.
“Kendilerini karşılamak ve ikisine de “hoş geldiniz” demek için ayağa kalkıyordum ki…”
İki babanın ikisi bir anda üzerine atılmışlar ve birbirleriyle yarış edercesine bir davranışla, Turan Güneş’in ellerini kapmışlar, öpüp öpüp, alınlarına götürmeye başlamışlar.
Bir yandan da şöyle diyorlarmış:
“-Allah sizden razı olsun, Sayın Bakanım…Sayenizde evlatlarımız şehit olmuştur…Allah sizden razı olsun…Allah ne muradınız varsa versin versin…Evlatlarımız sizin sayenizde şehit olmuştur…Allah tuttuğunuzu altın etsin…”
Turan Güneş bu anısını anlatırken, sadece bizim dost masasında değil, tüm lokantada sinek uçsaydı, insanın, kanatlarının sesi duyulurdu.
Turan Güneş yerine oturdu, o da bir süre bizle birlikte tüm sessizliği dinledi.
Anısını anlatmadan önce söylediği bir sözü, anılarını anlattıktan sonra da söyledi:
“-Hayatımda bir kez utanç duymuşumdur” dedi. “O da, işte o iki şehidimizin babaları karşısındaki o günkü utancımdır…”
Kaynak: Hem Yaşadım Hem Yazdım. Mete Akyol Yılmaz Yayınları 1993 sf 176-180
Cevat Kulaksız