Emekli Memurlar Derneği, ülkenin çeşitli sorunları konusunda siyaset ve bilim adamları, konunun uzmanı seçkin kişileri davet ederek, çoğunluğunu öğretmen, subay, mülkiyeliler gibi çeşitli kurumlardan emekli memurlara panel ve konferanslarla 15 güne bir kültür etkinliğinde bulunulmakta. 16 Ekim günündeki etkinlikte sunucu Hüsnü Merdanoğlu konferans açıklamasında şunları söyledi: “Merkezi bir yerde konunun uzmanlarından dinleyerek güncelleri yakalamak, bilgimizi, zihnimizi tazelemek bağlamında bir aktivite sürdürüyoruz. Bu günkü konuşmacımız gerçek bir yurtsever, yurtseverlik sözde değil, eylemleriyle ve yaptığı yapıtlarıyla kanıtlayan biridir. Kendileri emekli vali Güngör Aydın. Genç bir kaymakam iken TC nin kuruluş ilkeleri doğrultusunda hareket etmiş. 1978 de 80 öncesi ötekileştirme sonucu ülkemizin birlik ve bütünlüğünü bozmak ve Türkiye’nin güvencesi laikliği olarak bilinen Alevi yurttaşlarımızın Elazığ’da bir kırım gerçekleştirmek üzere gerici grupları önlemekle “SÜPER VALİ” unvanını almıştır. Siyasilerin değil, TC nin yasaların verdiği yetkilerle görevini yerine getirmiş, 12 Eylülüne karşı Aydınlanma dilekçesi ve benzeri demokratik kitle örgütlerine katkı vermiş, katkı vermeyi de sürdürüyor. 12 Eylül döneminde Mülkiyeliler Birliği Başkanlığını yaparak demokratik Türkiye’nin varlığından birliğinden üniter yapısından yana olanların bir barınağı merkezi olarak orayı da yönetmiş”.
16 Ekim 2019 günkü konferansta Emekli Valilerden Güngör Aydın, “Siyaset Felsefesi” konulu sunumunu izleyicilere sundu. Emekli Vali Aydın’ın ilgi ile izlenen sunumu ve konuşması şöyle idi:
ŞU ANDA TÜRKİYE’DE HİÇBİR PARTİNİN SİYASET FELSEFESİ YOKTUR.
“ŞU ANDAKİ PARTİLERİN HİÇ BİRİ TÜRKİYE’Yİ YÖNETMEYE EHİL DEĞİLDİR. VE TÜRKİYE’Yİ YÖNETEBİLME YETENEĞİNDEN YOKSUNDUR.
“TÜRKİYE’DEKİ, ÇOK ACIDIR, ASKERSEL, DİNSEL VE FEODAL GÜÇLER İKTİDARIN DIŞINA ÇIKARILAMAMIŞTIR; ÇIKARAMIYORSANIZ DEMOKRASİ FİLAN OLMAZ”.
KENAN EVREN ,“ÜLKEYİ İMAM HATİP MEZUNLARI İLE YÖNETMEK ZORUNDAYIZ”, DEMİŞTİR.
KURMAY ALBAY OSMAN KÖKSAL’A DİYOR Kİ CEVDET SUNAY, “ÇOK SIKINTIDAYIZ BU TERÖR GÜÇLERİ DÜZ LİSELERDEN ÇIKIYOR, ÖYLEYSE BÜTÜN ÜST YÖNETİMDEKİ İNSANLARI İMAM HATİP KÖKENLİLERİ YAPMAK ZORUNDAYIZ”
TÜRKİYE’DE ASKERLER NE YAZIK Kİ CEVDET SUNAY DA DAHİL KENAN EVREN DE 1971 DEN İTİBAREN 1997 YE KADAR 26 YIL SÜREYLE ÜLKEYİ KARANLIĞA GÖMMÜŞLERDİR.
“-Bu günkü konumuz siyaset felsefesi. O zaman şöyle başlamamız gerekir, siyaset felsefesi nedir; neden Türkiye’nin bir siyaset felsefesine gereksinmesi vardır, niçin yeni bir siyaset felsefesi üretllmelidir?
Siyaset felsefesini nasıl tanımlayabiliriz ve Türkiye’de siyaset felsefesinin üretilememiş olmasının nedenini, siyasi nedenleri, kanalların tıkanmış ve çürümüş olmasını saptayarak burada felsefenin içeriğini ayrıntılı olarak irdelemeye çalışacağım.
Önce bir siyasal partinin tanımından başlayalım. Siyaset biliminde siyasal parti aynı dünya görüşünü savunanların politik örgütlenmesidir. Demek ki ortada bir dünya görüşü olacak, politik örgütlenme için, dünya görüşü, başka bağlamda bir siyaset felsefesi olacak, bir başka anlamda da ideoloji olacak. Yani ben konuşmalarımda siyaset felsefesi, ideoloji, dünya görüşünü aynı anlamda kullanacağım. Ama benim öne çıkardığım tanım ve söylem siyaset felsefesidir. Siyaset Felsefesi tanımı son derece zor olmakla beraber siyaset felsefesi devleti ve toplumu yönetmek alanında ilkeler, hedefler, normlar, yaklaşımlar, yöntemler bütünü olarak bir sorgulama ve akıl yürütme etkinliği yani bir dünya görüşüdür. Eğer bir partinin siyaset felsefesi yoksa o parti doğmamış demektir. ŞU ANDA TÜRKİYE’DE HİÇBİR PARTİNİN SİYASET FELSEFESİ YOKTUR. Oysa bir partinin iktidara taşınabilmesinin ve halk desteği sağlayabilmesinin ön koşulu bir siyaset felsefesinin üretilmiş olmasıdır. Ön koşulu ve temel unsuru, iki unsuru daha var, biraz sonra söyleyeceğim. Bu felsefeyi iyi üretmiş, ya da iyi özümsemiş türdeş ve tümleşik kadrolaşma ikinci unsurdur. 1- Yani bir partinin iktidara taşınabilmesinin iki ön koşulu bir siyaset felsefesinin üretilmiş olması. 2- Bu siyaset felsefesini üretmiş ya da özümsemiş bir artı birlerden oluşan kadrolardır.
Şu anda partilere bakıyoruz, hiç birinin ciddi bütünleşmiş türdeş ve tümleşik kadroları yok. O nedenle ŞU ANDAKİ PARTİLERİN HİÇ BİRİ TÜRKİYE’Yİ YÖNETMEYE EHİL DEĞİLDİR. VE TÜRKİYE’Yİ YÖNETEBİLME YETENEĞİNDEN YOKSUNDUR. Bu nedenle halk desteği sağlayamamaktadırlar. Ancak şunu hemen belirtmeliyim, hiçbir siyaset felsefesinin dünya görüşünün ya da ideolojinin olduğu gibi kitlesel sol her türlü siyasi oluşumların da aynen uygulanabilir şablon bir modeli yoktur. Dünyanın en büyük düşünürlerinden Macar Felsefecisi İgork Lucas’a göre “hiçbir felsefenin hiçbir ülkede aynen uygulanabilir şablon bir modeli yoktur”. Onun ifadesini aynen okuyacağım:
“-Her siyaset felsefesi ya da dünya görüşü ya da ideoloji ancak o ülkenin ortam ve koşullarına, toplumsal durum, yapı ve özelliklerine uyarlanarak yani teklik, ulusallık ve özgünlük kazanarak uygulanabilir ve halka taşınabilir olacak: ancak o zaman o ülkenin gelişim ve oluşum dinamiklerini yakalayabilecek; nesnel ve özel koşullara uyarlanmış bir siyaset felsefesine dönüşebilecek ve halk desteğini sağlayabilecektir”.
Demek ki bir felsefeniz yoksa halk desteği sağlayamazsınız Şu anda var olan despotik dinsel iktidarın halk desteği bir tepki üretiminin sonucudur. Hiçbir partinin şimdiye kadar felsefe üretememiş olmasından kaynaklanan bir tepki olarak kitleler, bunlar bizim dinimizi de biliyor, din konusuna da başka çok önem verdiğimiz konulara da önem veriyor, öyleyse bir tepki olarak oylarımızı verelim diyor. Bu iktidar bile, felsefesi yoksa veya el yordamıyla dinsel güçlere dayalı, biata dayalı ve ABD’nin Ortadoğu’da öngördüğü Müslümanları birbirine kırdırma politikasının ürünü olan Siyasal İslam iktidarı ise onun bir anlamda Siyasal İslam gibi arkaik dinsel bir temelinin olduğunu söyleyebiliriz.
Çünkü bu iktidar özgür bireylere dayalı bir oluşum değildir. Biata dayalı dinsel güçlerin örgütlenmesidir; despotik dinsel diktatörlük tek adam yönetimidir.
Bir partinin iktidara taşınabilmesinin üç öğesi var:
1-Ulusal, özgün, ülkenin ortam ve koşullarına uyarlanmış halkın destek ve değerlerine önem veren bütünsel sistematik ve demokratik bir felsefe. Bunu ben söylemiyorum, bütün Avrupa’da, Kuzey ve Güney Amerika’da bir rüzgâr gibi esen Gramscigil düşüncesi (Antonio Gramsci(1) şu anda bütün Avrupa’da, bütün demokratik ülkelerde bir Gramscigil rüzgarı esiyor. Antonio Gramsci 1891 de Sicilya’da doğmuş 1924 de İtalya Komünist Partisi’nin başkanlığına seçilmiş, ancak Mussolini tarafından” bu beynin işlemesini 20 yıl durdurmak üzere ”ifadesi ile alınan bir yargı kararı ile Mussolini hapishanelerine kapatılmıştır.
Ancak Gramsci, hem İtalyan Mussolini Faşizminin hem de Sovyetler Birliği Komünist Partisinin tepkilerini alacaktır ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi, Lenin ve Stalin de Ona karşı tavır almaya yönelmişlerdir ürettikleri (Praksis Felsefesi) için. Sovyetler Birliği Komünist Partisi de, Mussolini gibi Onun cezaevinde tutuklu kalmasını istemişler; GRAMSCİ, bir yandan ağır hastalıklarla boğuşur, öte yandan evrensel ve sonradan çağına adını verecek düşüncelerini üretirken, ancak ölümüne yakın cezaevinden çıkması mümkün olabilmiştir. Hapishaneden çıktıktan kısa bir süre sonra 1938 de ölen Gramsci, önce çok iyi anlaşılamamış; ansak 20. Asrın son çeyreğinde dünya onu anlamaya başlamıştır. Önce İngiltere’de bir Gramsci Enstitüsü kurulmuş, sonra bütün Alman, Fransa hepsi Gromsci Enstitüleri kurmuşlardır. Ve bütün Avrupa sadece sol değil, sağ düşünce de Gramsci öğrenmeden yüksek siyasete soyunmamıştır. Antonio Gramsci’yi bilmeyen Avrupa’da siyaset yapamaz. Yalnız Avrupa’da mı; Obama “Gramsci bilmeseydim başkan olamazdım” der. Hugo Chavez de Gramsci bilmeseydim başkan olamazdım” demiştir. Sarkozy, Gramsci öğrenerek cumhurbaşkanı seçilmiştir. Şu anda Çipras Onu savunarak iktidara gelmiştir; 39 yaşında Yunanistan’ın yönetimini ele geçirmiştir. Matteo Renzi İtalya’da 39 yaşında iktidarı ele geçirmiştir. Ve Podemos, şu anda İspanya’da Gramsci’nin en güçlü savunucularından, İspanya yönetimini ele geçirmek üzeredir. İngiltere’de sol muhalefet Gramsci düşüncesi ile iktidarı değiştirmek üzeredir. AMA TÜRKİYE HENÜZ GRAMSCİ’DEN HABERSİZDİR. Gramsci düşüncesinin önde gelen, sayılan insanlarından biri olarak yeniden Gramsci’ye gönderme yapacağım. Şimdiden biraz sizlere tanıtmaya çalıştım. Gramsci şu anda dünyada, siyaset dünyasında çağımıza Gramsci çağı adı verilmiştir yani 21. Yüzyıla. Gramsci, yüzyıla adını vermekle kalmamış, şimdi Gramsci düşüncesi Türkiye’de de yavaş yavaş yayılmaya başlamıştır. Ona gönderme yapmak zorundayım; çünkü demin size bir siyasal partinin halk desteğini sağlayabilmesinin temel koşulunun üç temel öge olduğunu belirtmiştim. 1-Siyaset felsefesi, 2-Kadro,3-Aracı kadroların kazanılması.
Şu anda partiler siyaset felsefeleri olmadığı için, neden halk desteğini sağlayamıyorlar, ortaya koymak zorundayız.
Gramsci diyor ki: “ birinci unsur siyaset felsefesi: ulusal olacak; ülkenin ortam ve koşullarına uyarlanmış olacak; halkın değer sistemlerine, ekonomik ortam ve koşullara göre belirlenmiş olacak; bütünsel, iç bütünlüğü olan; sistematik yani yeni deyimle dizgesel olacak, değilse iç bütünlüğü olamaz. Ve nihayet demokratik olacaktır bir siyaset felsefesi. Beş altı tane temel özelliği var.
Şimdi dünya tarihine ilişkin kısa bir değerlendirme yapmalıyız. 1789 Fransız İhtilalinden önce devletlerin ya da ülkelerin siyasal güçleri veya egemen güçleri askersel, dinsel feodal güçlerden oluşuyordu. Askerler, kilise ve feodalite; 1789 da Fransa halkı ya da halk sahneye çıkarak ki ilk kez halkın sahneye çıkması Fransız İhtilali iledir. Halk sahneye çıkarak bu üç gücü yenik düşürmüş, askersel dinsel feodal güçleri ve 200 yılık mücadelelerden sonra Avrupa bu günkü demokrasilerini oluşturmuştur. Uzun mücadelelerden geçmiştir; zaman zaman yeniden askerler ayağa kalkmıştır, dinsel güçler ayağa kalkmıştır. Dinsel güçler fazla ayağa kalkamamış, çünkü kilise tepelenmiş. Ancak zaman zaman askersel güçler ve feodal güçler ayağa kalkmışlardır. Uzun mücadelelerden sonra özellikle 1945 ten itibaren Avrupa ve bütün Batı dünyası tam bir demokrasiye yönelmiştir.
TÜRKİYE’DEKİ, ÇOK ACIDIR, ASKERSEL, DİNSEL VE FEODAL GÜÇLER İKTİDARIN DIŞINA ÇIKARILAMAMIŞTIR. ÇIKARAMIYORSANIZ DEMOKRASİ FİLAN OLMAZ. MUSTAFA KEMAL OLAĞANÜSTÜ BİR ÖN GÖRÜYLE, GRAMSCİ’DEN HİÇ HABERİ YOK, ANCAK OLAĞANÜSTÜ DEHASI VAR, GRAMSCİ’NİN SANKİ ÜRETTİKLERİNE BİRBİRLERİNDEN HABERSİZ BİÇİMDE, PARALEL BİÇİMDE OLAĞANÜSTÜ BİÇİMDE DEMOKRASİNİN KANALLARINI AÇMIŞTIR. NASIL YAPMIŞTIR, ULUSAL EGEMENLİĞİNİ, OSMANLININ GASP ETTİĞİ ULUSAL EGEMENLİĞİNİ YENİDEN HALKA VERMİŞTİR. Osmanlı bir Türk Beyliği olarak kurulmuştur ama, kısa sürede halkı saf dışı etmiş, bir dinsel şeriat düzeni, özellikle Yavuz Sultan Selim’in 1514 de Halifeliği Osmanlıya taşıdıktan sonra Türkiye karanlığa gömülmüştür. Bu durum da Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasıyla sonuçlanmıştır. Çünkü Fransız İhtilali ile birlikte bütün Avrupa Rönesans ve Reformla din savaşlarını bitirmiş, büyük bir aydınlanma sağlayarak olağanüstü bir çağdaşlaşmayı gerçekleştirmiş, sonucunda Avrupa demokrasilerini Fransız ihtilalı ile birlikte kurmuştur.
Orta Doğu’da özellikle İslam dünyası ve Osmanlı bunu yapamamıştır.
Mustafa Kemal olağanüstü biçimde Ulusal Egemenliği padişah despotizminden almış, halka vermiştir, TBMM ne vermiştir.
İkincisi çok önemli, Osmanlının gasp ettiği Türk Ulusal Kimliğini yeniden üretmiştir. Türk Ulusuna dayalı, Türk Ulusunun siyasal ve toplumsal kimliğine dayalı, Onun Türk Milleti tanımı “Anadolu’da TC ni kuran ahaliye Türk milleti denir” diyor. Hiçbir ayırım gözetmiyor, ne Türk, ne başka hiçbir ayırım gözetmeden bütün halkları ortak kurucusu olarak Türk Ulusal Kimliğine, katılımına alıyor, son derce önemli.
Demek ki ulusal egemenliği yeniden halka veriyor, TBMM siyle Osmanlının saltanatının gasp ettiği Türk Ulusal Kimliğini, Türkiye’nin yok sayılan kimliğini üretiyor, Şeriat düzeninden laiklik düzenine geçiyor, saltanattan Cumhuriyete geçiyor. Ve de Türk Ulusal Kimliğine dayalı olarak yeni Cumhuriyeti oluşturuyor. Böylece demokrasinin alt yapısını bütün gerekleriyle yerine getiriyor. Ama daha önemlisi dünyada yapılmış en büyük devrim nedir biliyor musunuz? 3 Mart 1924 devrimidir, Türkiye’de değil, Fransız İhtilalinden de, 1917 Sovyet Devriminden de en önemlisi 3 Mart 1924 devrimidir. Neden mi? Çünkü Osmanlının biat ettiği bütün İslam dünyasını sözde kucakladığı Halifeliği kaldırıyor. Halifeliği kaldırmak öyle olağanüstü bir devrimdir ki, dünyada eşi benzeri yoktur. Çok büyük sorunlardan geçerek, çok büyük atılımlar yaparak sağlamıştır. Çarlık Rusyasını devirmekten öte Lenin’in daha büyük devrimi yoktur, Çarlık Rusyasını devirmiştir; ona da devrim deniyor. Papalığa dünyadan ne Fransız ihtilali, ne başka devrimler dokunamamıştır.ATATÜRK Papalığın İslam dünyasındaki eşdeğeri olan Halifeliği kaldırmıştır. Bu devrimin üzerine başka devrim yoktur.
Ancak ATATÜRK bununla kalmamış; çok önemli, Harbiye ve Şeriye vekaletlerini de kaldırarak dinsel ve askersel güçleri siyasal ve iktidar alanın dışına çıkarmıştır. Bu son derece önemlidir.
Askersel güçleri siyasi alan dışına çıkarıyor; savaş arkadaşları komutanlara “ya siyaset ya askerlik” diyor. Siyasetle askerliği kesin olarak birbirinden ayırıyor. Böylece askerleri siyasetten uzaklaştırıyor.Sadece askerleri mi dinsel güçleri de uzaklaştırıyor. Din sömürüsünü, kutsal kavramları kullanarak İslamın sömürülmesini kaldırıyor; buna izin vermiyor. Diyanet İşleri Başkanlığını kuruyor, yani devlet denetimi altına alıyor dini ve dinsel güçleri. Ama diyeceksiniz, devlet denetimi doğru mudur, din üzerinde. O konuda üç görüş var.Benim görüşüm var ve bir raporla CHP ne sundum. Din üç türlü tanımlanabilir. Şeriat dini, devlet dini, halk dini. Mustafa Kemal şeriatın yıkıcılığını ve halkın korkunç bir karanlık içinde kalmasını önlemek, din sömürüsünü kaldırmak için ister istemez Diyaneti ve dini devlet denetimi altına almıştır. Ne zamana kadar, demokrasi gerçekleşinceye kadar. Ondan sonra ne olacaktır, siyaset felsefesine dönelim, nasıl yürütülür, neden dinin/dinsel güçlerin denetimi gereklidir, neden başka türlü uygulamanın olanağı yoktur?
Mustafa Kemal Atatürk 3 Mart 1924 de ülkeyi tarihsel bir noktadan çıkarıp demokrasi blokuna taşımanın yollarını açmıştır. Şimdi nedir bu tarihsel blok? Onu da Gramsci belirtiyor. Tarihsel blok, duyuyorsunuzdur belki zaman zaman, aynı görüşü, aynı felsefeyi savunanların başka bir bloka geçmeyi engelleyen kendi aralarındaki dayanışmayla biribirinin seçeneği olan asla başka bir bloka geçilmesini önleyip izin vermeyen felsefe sürecine tarihsel blok deniyor. Yani askersel dinsel feodal güçlerin egemen olduğu felsefenin adı despotik tarihsel bloktur. TÜRKİYE ŞU ANDA DESPOTİK TARİHSEL BLOK TARAFINDAN YÖNETİLİYOR.
Mustafa Kemal’in bütün çabalarına rağmen despotik güçler, bunlar birbirlerinin seçeneği olurlar; askerler 1980 de geliyor, sonra görevi kime devrediyor biliyor musunuz, dinsel güçlere. Bunlar birbirlerinden beslenirler, birbirlerinin seçeneğidirler. ABD Emperyalizmi 12 Eylül ve 12 Mart’ta askerleri dinsel güçlerin önünü açmak için kullanmışlardır. 12 Eylül derhal Rabıta örgütlenmesinin önünü açmıştır; biliyorsunuz, Rabıta örgütlenmesini. Bir yönetmelik yayınlanmıştır ve Rabıta örgütünün Türkiye’de örgütlenmesinin önünü açmıştır. Rabıta örgütü nedir? Rabıta örgütü, Şeriat örgütü, Suudi Arabistan’la İngiltere’nin birlikte yönettiği Rabıta örgütü. Rabıta ile aynı zamanda KENAN EVREN ,“ÜLKEYİ İMAM HATİP MEZUNLARI İLE YÖNETMEK ZORUNDAYIZ”, DEMİŞTİR. Çünkü diğer sivil liselerden çıkanlar teröre açık oluyor” diyor.
(Salondan birileri Cevdet Sunay da deyince) konuşmacı devam etti: “ Cevdet Sunay’a geçeceğim, Cevdet Sunay daha önce ünlü KURMAY ALBAY OSMAN KÖKSAL’A DİYOR Kİ CEVDET SUNAY, “ÇOK SIKINTIDAYIZ BU TERÖR GÜÇLERİ DÜZ LİSELERDEN ÇIKIYOR, ÖYLEYSE BÜTÜN ÜST YÖNETİMDEKİ İNSANLARI İMAM HATİP KÖKENLİLERİ YAPMAK ZORUNDAYIZ” diyor. Yani Türkiye’de askerler ne yazık ki Cevdet Sunay da dahil Kenan Evren de 1971 den itibaren 1997 ye kadar 26 yıl süreyle ülkeyi karanlığa gömmüşlerdir. Ve siyasal despotik dinsel güçlerinin önünü açmışlardır. Oysa askerler Cumhuriyetin kuruluşunda kurucu güçler arasında yer almıştır. Demek ki en büyük ihanet 12 Mart ve 12 Eylüle askerlerden gelmiştir.
Şimdi bu güçler,dinsel iktidar 12 Eylülün alanını gözü gibi koruyor. YÖK ünden Siyasi Partiler Yasasına kadar. Korumak zorundadır. Şimdi ABD Mısır’da Mursi’yi gönderdi, Sisi’yi getirdi. Ünlü bir Gramsci uzmanı profesör Türkiye’de SBF salonunda konferans veriyor; en öne geçtim, ona bir soru sordum, cevap veremedi. Ünlü İngiliz profesör- Gramsci Çağı kitabının yazan- dedim ki,” Mursi bir dinsel seçenektir, bunu askersel bir seçenek takip etmeyecek midir? Yani Sisi henüz iktidara gelmeden.Sisi iktidara gelince, arkadaşlar, yahu “kahin misin” dediler. Kahin filan değilim, Gramscii biliyorum, arkası öyle gelecek dedim. Şimdi Türkiye’de bu süreci kırmak zorundayız. Nasıl? Cumhuriyet ve demokrasi güçlerinin ortak siyaset felsefesini ve kadrolarını üreterek. Başka çıkışımız yoktur.
Bu girişten sonra Siyaset felsefesi nedir? Bir de şunu eklemek zorundayım, siyasal güçler arasındaki mücadele alanı siyaset felsefesidir. Şu anda İyi Parti’den Saadet Partisi, CHP’ den, sol partilerden söz edebiliriz küçük küçük hiç birinin felsefesi yoktur. Felsefe yoksa kadro da yoktur. Çünkü kadro aynı felsefeyi savunanlardan 1+1 lerden oluşan türdeş ve tümleşik insanlarıdır, türdeş ve tümleşik. O nedenle CHP nin felsefesi olmadığı için çoğunluğu sağlayamıyor, yüz yıllık bir parti olmasına rağmen.
Biraz sonra söyleyeceğim CHP yi iktidara taşımak için siyaset felsefesi ideoloji taslağını üreterek partiye sundum, oralı bile olmadılar. Ne zaman Ekim 2012 de. Bakınız son derece Gramsci’inin yaklaşımını söylemek zorundayım. Gramsci diyor ki, bir sorun çözümünün belirtileri ortaya çıktığında anlaşılır, algılanır. Daha CHP ana sorununun ayırdında ve bilincinde değildir; yani bir siyaset felsefesi üretmenin zorunluluğunda ve bilincinde değil. Kurşun askerlerden oluşan delegelerle, kurultaylarla, kurşun askerlerden oluşan çıkarcıları birbirleri ile sen ben yarışması içinde olan, rant peşinde koşanları parlamentoya taşımaktadır. Şimdi bunun sorumluluğu çok büyüktür. Önce eğer mümkünse CHP Yİ DOĞRU YOLA TAŞIMAMIZ LAZIMDIR. DEĞİLSE KEMALİST ÖZLÜ CUMHURİYET DEVRİMİNİ BU GÜNE UYARLAYAN BİR SİYASET FELSEFESİ ÜRETMEK ZORUNDAYIZ. Bu var elimizde. Nasıl var, önce size sunmak zorundayım. Siyaset felsefesi üretilmiştir 2007 de, biz 2007 13 Nisan tarihinde bir siyaset felsefesini, Türkiye’de ilk kez olmak üzere ürettik ve Cumhuriyet Gazetesinde iki tam sayfa olarak kamuoyuna sunduk, 41 imza ile ilk defa.
Şu anda bu siyaset felsefesinin kelimesine dokunmaya gerek yoktur, aynen geçerlidir. Bir bölümünü okuyuvereceğim çok kısa:
Cumhuriyet ve Demokrasi Güçlerine iki çağrı yayınladık. Biri 23 Ocak 2009 bu ise 13 Nisan 2007 de. 2007 de dört dörtlük bütün gerekleriyle bir siyaset felsefesi ürettik, bunun üretimini, metni ben hazırladım. Önce Erdal İnönü’ye götürdük ilk iş olarak, Erdal İnönü’yü ikna ettik, 7 Şubat 2007 de Erdal İnönü ile çok uzun bir görüşme yaptık, Erdal İnönü” tamam” dedi.
İkinci imzalar da Altan Öymen’den, Aydın Güven Gürkan’a, Karayalçın’dan bütün CHP ve Sosyal Demokrat Parti’nin SHP nin yönetimine gelmiş önderlerin görüşlerine açtık. Ancak Erdal İnönü söz vermiş olmasına rağmen 2007 Şubatında yaptığımız görüşmede, beni son gün, yayınlamak üzereyiz, evden aradı Erdal İnönü, “sayın valim yeniden aktif bir politikaya girmiş gibi olacağım beni bağışla” dedi. Dedim,” siz yeniden politikaya girmiyorsunuz demokrasi savaşımının önderliğini üstleniyorsunuz, politikaya girmeye gerek yok, o nedenle ilk imza size ayrılmıştır”. Bak ben üretmiş olmama rağmen ilk imzayı hiç düşünmedim. Ben ikinci sıraya yerleştirdim kendimi ama baktım olmayınca Server Tanilli gibi demokrasi alanında dünya çapındaki büyük bir düşünüre birinci imza olarak yer verdik. Fransa’dan buldum kendisini görüştüm, Kabul etti ve imzaladı; gönderdim metnini imzaladı ilk imza onundur. Tarık Akan’dan Rütkay Aziz’e kadar birçok sanatçılar da vardı. Eşleri öldürülenlerin imzaları var. Güldal Mumcu, Şengül Hablemitoğlu, Sezen Öz, Nilüfer Kışlalı ve Ülker Yurdakul beşinin de imzası var. Bunlar sıradan bir olay değil, aylar önceden tek tek görüşülerek, onları ikna ederek yapılmıştır. Tek tek görüşmeler 2006 yılında başlamış bu çalışma.
2007 de bu günü aynen önceden görerek bir siyaset felsefesi hazırladık. Cumhuriyet ve demokrasi güçlerine çağrı yaptık, Cumhuriyette tam iki sayfa yayınladık. Başlık “Cumhuriyet ve Demokrasi Güçlerine Çağrı, Cumhuriyeti Koruma ve Demokrasiyi Yerleştirme için Güç Birliği Projesi, Sol Demokratik İktidar Seçeneği Oluşturmak için Siyaset Felsefesi/ İdeoloji Çerçevesi”.Sol demokrat, Sosyal demokrat değil daha geniş kapsamlıdır. Bütün demokrasi güçlerini toplayan bir felsefe üretilebilir mi? Şimdi oradan da daha ileriye giderek Cumhuriyet ve demokrasiyi savunan tüm güçleri toplamalıyız. Yani bu demokrat sahada da olabilir, yeter ki, demokrasi yelpazesinin içinde yer alsın. Demokrasi yelpazesinde yer aldığı sürece fark etmez, hepsi ile bir araya gelmeye razıyız. Ama şu anda ne yazık ki iki tane uydurma, çok uydurma son derece ilkesiz, tutarsız iki bağlaşma yapılıyor, yani ittifak, yani güç birliği. Kim bunlar Cumhur-Millet ittifakları. Bunlar son derece ilkesiz. Bakınız bir bağlaşma yapabilmek için ittifak yapabilmenin beş ana koşulu var. Niçin, kimlerle, hangi ilkelerle, hangi tür, nereye kadar. Bu beş ilkeye yanıt vermeyen bir şeyin hiçbir değeri yoktur, fasa fisodur, dağılır gider. Çünkü gerçekten bir bağlaşma yapmak istiyorsanız önce demokrasi için mi yapıyorsunuz, iktidar için mi? Bu felsefede bu ürettiğimiz çağrıda hepsi var.
Nasıl yapılır bir bağlaşma ve yine dünya düşünüründen bir cümle vereceğim, “demokrasi savaşımı bir bağlaşıklar sorunudur”, (Vladimir Bonev). Ki dünyanın en büyük düşünürlerinden biridir. Ben 1979 da Vali iken Antalya’ya geldi; kitabını imzalayıp verdi. “Birleşik Cephe Halk Cephesi Vatan Cephesi” kitabını imzalayıp bana verdi. Türkiye’de valiliklerimde de bu güç birliğini sağladığım için, bunu her görev yerinde yapabilmiş olduğum içindir ki 1979 da valiliğimde bana kendi kitabını imzalayıp verdi.
40 yıldır bununla(ittifaklar/bağlaşmalar) uğraşıyorum, bu konuyu çalışıyorum, 40 yıldan fazladır.
2002 de bir platform sağlamaya çalıştım sosyal demokrat güçler arasında; bir iktidar seçeneği bulunmadığı için. ABD emperyalizmi Ecevit’i dağıtarak bunları iktidara getirmek için 1999 da karar vermiştir. O nedenle Ecevit koalisyon iktidarı gitmek üzereyken, öyleyse bunları sosyal demokratları birleştirelim diye Mülkiyeliler Birliği ikisı eski biri hali hazır üç genel başkanın da bulunduğu toplantıda bütün sosyal demokrat güçleri toparladım; aklınıza gelen herkesi. Kim onlar, Aydın Güven Gürken, Altan Öymen, Murat Karayalçın, Bülent Ecevit, Deniz Baykal, Sema Pişkinsüt, Mümtaz Soysal vb ama üç tanesi kaçtı. Baykal kaçtı, Ecevit “her türlü işbirliğine karşıyım” dedi kaçtı, Erdal İnönü “kaçmıyorum ama sizinle beraberim, beni temsilen Yiğit Gülöksüz katılsın” dedi. Güçlü bir topluluğu vardı o anda “Tarhan Erdem, Yiğit Gülöksüz, İlhan Tekeli bunlardan biri beni temsil etsin” dedi. Benim başkanlık ettiğim toplantıda olağanüstü bir toplantı yaptık Sosyal Demokrasi Platformu için. 2002 29 Haziranında. Ama bunu hisseden ya da bilen emperyalist güçler, derhal devreye girdi 15 Temmuz’da Bahçeli’ye bir erken seçim bildirgesi verdirdiler. Daha bir buçuk yıl var seçime. Oysa biz bilmiyoruz, oysa planlanmış, ABD Emperyalizmi kendi uzantısı olan Bahçeli’ye bir erken seçim önergesi verdiriyor. Ve kendi anlaşma imzaladığı Abdullah Gül ve Erdoğan’la birlikte 1999 da Morton Abromoviç’le ünlü diğer ikinci CIA Başkanı imzalamışlar, “2002 de sizi iktidara getireceğiz, milyarlarla dolar ayırdık” diyor. Ve Yüksek Seçim Kurulunu da tutsak alarak. Uzan Partisini kurduruyorlar, solu parçalamak için; Uzan’ın seçimlere girme hakkı yok; YSK nun yeni marifeti değil bu. Onu seçimlere sokuyor ve AKP yi iktidara taşıyor.
Siyasi yelpaze nasıl oluşuyor. Time’da bir açıklama var; açıklamada deniliyor ki, “az gelişmiş ülkelerde, seçimlerde ve referandumlarda, şimdi son olarak Türkiye’de ABD emperyalizmi seçimlere karışmakta, oylarla oynamakta, yüzde 10 oyu istediği gibi azaltıp çoğaltmaktadır. Son referandumda “HAYIR”lar (%52)kazandığı halde bilgisayar yazılım manipülasyonu ile “EVET”lerin(%48)kazanması sağlanmıştır.
Siyaset felsefesini az çok anlatmaya çalıştım. Bir de bunun yayımlanmış bir bölümünü sunayım, bitirelim.
CHP yi iktidara taşımak için Siyaset Felsefesi/İdeoloji Çerçevesi Demokratik İlkeler Bölümü:
“Ulusal özgün bütünsel dizgeli sol demokratik iktidar seçeneği oluşturulması için önerilen felsefe, ideoloji çerçevesi genel ilkeleri genel hedefleri:
“1-Özgürlükçü, çoğulcu, katılımcı, insan haklarına dayalı ve insan merkezli demokrasiyi ve barışı savunma, yerleştirip uygulamaya kararlı ve hazırlıklı olma.
2- Türkiye’de demokrasinin önünde en büyük engel durumundaki demokrasi öncesinin arkaik iktidar güçleri olan askersel- dinsel-feodal güçler tarihsel bloğunun bütünüyle politik iktidarın dışına çıkarılmasını savunma, yürürlükte bulunan antidemokratik 12 Eylül felsefesi ve kurumlarına karşı olma.
3-Cumhuriyet ile demokrasiyi ortak bir felsefede bütünleştirmeyi, devletin/ yönetimin felsefesini bu doğrultuda yeniden üretmeyi, ülkenin temel sorunlarını demokrasi içinde ve demokratik yöntemlerle çözmeyi hedefleme.
4-Demokrasinin tabanını genişletmeye, demokrasiyi yalnızca bir genel oy sorunu olarak görmeyip dinamik ve sürekli bir katılım süreci olarak algılamaya, uygulamaya, derinleştirmeye, egemen felsefe haline getirmeye, çağcıl ileri demokrasiler düzeyine ulaştırmaya inançlı ve kararlı olma.
5-Ekonomik, politik, kültürel, ulusal bağımsızlıktan yana olma.
6-ABD Emperyalizmini saldırgan Orta Doğu politikalarının aracı olmama.
7- Hukukun ve sivil yönetimin üstünlüğünü savunma.
8-Laikliği ödünsüz savunma ve sapmasız uygulamaya kararlı olma.
9-Halkın ve emeği ile geçinen ekonomik yönden güçsüz geniş yığınların ülkenin yönetiminde ve yönetimin denetiminde güçlendirilmelerini ve ağırlıklarının artırılmasını savunma.
10- Örgütlenmede sol yelpazenin sosyal demokrasiyi savunan, amaçlayan ve özümseyenleri ile şiddeti dışlayan tüm kesimleri kavrama.
Bu sunumdan sonra salonda bulunan izleyenlerin soruları ve katılımları ile toplantı bitti.
Cevat Kulaksız
SONN OTLAR
(1) Antonio Gramsci (1891-1937)
İtalya Komünist Partisi kurucu üyesi olan Gramsci, bir süre partinin liderliğinde de bulundu. Faşist Mussolini rejimi tarafından atıldığı hapiste değerli eserler verdi. Marksist literatüre katkısı ana olarak hegemonya, sivil toplum, altyapı-üstyapı ilişkileri ve toplumda aydınların işlevi üzerindedir. Devlet teorisi üzerine özgün görüşler ileri sürmüş ve birçok marksist düşünürü etkilemiştir.
Gramsci'nin çocukluğu yoksulluk içinde geçti. Dört yaşındayken geçirdiği bir kaza, hayatının kalan kısmını kambur olarak geçirmesine neden oldu. Daha ilkokuldayken parlak zekâsını ortaya koydu. 1908'de kazandığı bir bursla Cagliari Üniversitesi'nde dilbilimi öğrenimine başladı. 1911'de Torino Üniversitesi'ne geçti, burada sosyoloji ve felsefe okudu.
Gramsci, 1914'te, Torino'daki öğrencilik döneminde Sosyalist Parti'nin gençlik hareketi üyesi oldu. İtalya'nın Birinci Dünya Savaşı'na girmesiyle birlikte 1915'te öğrenimini yarıda bırakarak aktif olarak sosyalist mücadeleye başladı. 1919'da işçi konseylerinin oluşmasını savunan ve Torino bölgesindeki işçi hareketinin en güçlü yayın organı konumuna gelen "Ordine nuovo" (Yeni Düzen) gazetesini çıkardı. Gramsci, Ocak 1921'de İtalya Komünist Partisi'ni (İKP) kurdu.
1922'de Rusya'da bulunduğu sırada Giulia Schucht ile tanıştı ve kısa bir süre sonra evlendiler. Çiftin iki oğlu oldu. 1924'te yapılan İtalya parlamentosu seçimlerinde İKP milletvekili oldu. Faşist "Duce" olarak iktidara el koyan Benito Mussolini'ye karşı mücadele etmek üzere İtalya'ya geri döndü. Kasım 1926'da vatana ihanet suçlamasıyla tutuklandı ve Bari'de bir hapishaneye kapatıldı.
Gramsci, yaşamının son on yılını faşizmin zindanlarında geçirdi. Hapisteyken, en önemli eseri olan "Hapishane Defterleri"ni kaleme aldı. Bu eser, faşizmin çöküşünün ardından "Quaderni del carcere" (1948-1951) başlığıyla yayınlandı.
Bu eserde sivil toplum ve politik toplum (ya da devlet) arasında metodolojik bir ayrım yapılır. Gramsci'ye göre doğuda sivil toplum gelişkin değildir, "peltemsi" bir kıvamdadır, bu sebeple işçi sınıfı 1917'de bir manevra savaşı ile iktidarı ele geçirebilmiştir. Ancak batıda sivil toplum çok gelişkin olduğu için öncelikle mevzi savaşı vermek gerekmektedir. Yani sivil toplumda mevzi kazanmak ve egemen sınıfın hegemonyasına karşı bir hegemonya tesis etmek gerekir. Bu hegemonyayı tesis edebilecek olanlarsa, görevleri sınıfa türdeşlik kazandırmak olan organik aydınlardır; dolayısıyla işçi sınıfı açısından bakıldığında bu "modern prens", yani devrimci partidir.
Sağlık durumunun bozulması nedeniyle, Gramsci 1935'te Roma'da özel bir kliniğe kaldırıldı. Antonio Gramsci, 27 Nisan 1937'de burada hayatını kaybetti. Gramsci'nin "Hapishane Defterleri" gizlice ülke dışına çıkartılarak Moskova'ya götürüldü ve İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar burada muhafaza edildi. Yayınlanması ise ancak 1975 yılında gerçekleşebildi ve dünya marksistlerini önemli ölçüde etkiledi.
Yorum Gönder