Deneyimli siyasetçilerden çok duymuşuzdur;
gazeteciler olmadık
zamanda ama en sorulması gereken soruyu sorduklarında “Bu konular öyle
ayaküstü konuşulmaz” der ve o ani hamleyi savuşturmaya çalışırlar.
Seçim zamanları da maalesef böyle ortamlardır.
Hemen her partinin -kendisinin tek başına iktidara gelmesi halinde-
neler neler yapacağını vadettiği bir ortamda maalesef işin
eğrisi-doğrusuna pek dikkat edilmez; o anlarda sadece savunulur.
Ortam “Kampanya” ortamıdır.
Ancak, kim hangi ortamda ve ne söylerse söylesin; ekonomi kendi
kurallarını icra edeceği için birilerinin de aslında yarının ne olacağı
konusunda “dostça” bir şeyler söylemesi gerekir.
Bizim aşağıdaki
sözlerimiz ve değerlendirmelerimiz şimdiki seçim tartışmalarından çok
eski, bundan onlarca yıl öncesine aittir, dolayısıyla günlük politikayla
pek ilgisi yoktur.
*
Bu satırların yazarı, asgari ücret
üzerinden vergi alınmaması gerektiğini; bunun istihdam üzerinde bir
baskı yarattığını, “İşçilik üzerinde fiyat etkisi yaratması dolayısıyla”
ekonominin gelişmesinin önünde engel olduğunu, vergi dağılımının
aslında ülkedeki gelir paylaşımının meselesi olduğunu, devletin yükünün
fakir fukaraya yıkılmaması gerektiğini… bundan 35 yıl kadar önce
Cumhuriyet Gazetesi’nin 28 Ocak 1980 tarihli sayısında yayınlanan
“İstihdam Vergisi Azalırken ” başlıklı makalesinde söylemiş ve o
günlerden bu günlere kadar da çeşitli ortamlarda hep aynı tezi
savunagelmiştir.
Bizim bilebildiğimiz kadarıyla, şimdi çokça kullanılan “İstihdam Vergisi” tanımlaması da ilk defa bu makalede yapılmıştır.
Orada ileri sürülen görüş kısaca şudur:
Ücretler üzerinden alınan vergiler, göründüğü gibi ücretli çalışan
kişilerin değil, “istihdam olayı” üzerinden alınan vergilerdir.
Ücret bordrosu üzerinden alınıyor olsa da bu verginin yükü işçi ve
işverenin her ikisini de yani sonuçta “istihdam olayını” baskı altında
tutar.
İstihdam vergisi bu niteliğiyle, ülkede “devlet eliyle” işçilik maliyetlerini arttırır.
İşçilik maliyetlerinin vergi yükü dolayısıyla yükselmesi ise
Türkiye’nin pahalıya üreten, ihraç edemeyen, ithal malını nispeten ucuz
hale getiren ve sonuçta yetersiz / verimsiz bir ekonomik yapının
oluşması sonucunu doğurur.
İstihdam vergisi mutlaka adım adım azaltılmalı, hele asgari ücretlerden tamamen kaldırılmalıdır.
Bu durum aynı zamanda gelir dağılımını da etkilediği için, bir ekonomik
paylaşım modeli, milli gelirin nasıl dağılacağının da konusudur.
Devletin finansmanında alt gelir guruplarına daha az yüklenilmesi için
bu paylaşım onların lehine değiştirilmelidir…
*
Türkiye’nin bu günkü anlamdaki vergi düzeni 1949 yılında şekillenmiştir.
Bu şekillenmede etkili olan bazı uluslararası kurumlar ve OECD, daha o
zamanlardan maalesef Türkiye’ye, istihdamı ve dolayısıyla üretimi kasan
bu elbiseyi “giydirmiştir”.
O günlerden bu günlere gelene kadar
neredeyse bütün hükümetler ücretler üzerinden alınan vergileri indirerek
ekonominin önünü açacaklarını “vaad etmelerine” rağmen iktidara
geldiklerinde bu çemberi kırıp dediklerini yapamamışlardır.
İşin
ilginç yanı, istihdam üzerindeki vergiler hem işverenin hem işçinin
üzerinde yük olmasına ve hükümetler bunu programlarında vadetmelerine
rağmen bu iş olamamıştır.
Bu da göstermektedir ki, bu konu ciddi bir “düzen” hatta “malum dünya düzeni” meselesidir.
*
Şimdi CHP’nin başlatmasıyla taraftarlarının arttığı “Asgari net
ücret”in yükseltilmesi meselesi, dişe dokunur ölçülerde
gerçekleştirilebildiği takdirde, bunun “daha çok” istihdam üzerindeki
verginin kısmen ya da tamamen kaldırılmasıyla formüle edileceği
anlaşılmaktadır.
Bu işte asla çoğu kimsenin tereddüt ettiği gibi
bir “kaynak” sorunu yoktur ama yürüyen iç-dış düzene karşı ciddi bir
“siyasi risk” sorunu vardır.
Bu risk de tabii ki “siyasi kararlılık” ölçüsünde göze alınabilir ya da alınamaz.
Gelelim işin ayrıntılarına:
1-Bu günkü asgari ücret ve üzerindeki yüklerin bileşimine bakıldığında,
asgari ücret üzerindeki vergi yükü kaldırıldığında (vaadlerde
sigortadan söz edilmiyor) bütçelerin bu işten dolayı kaybının nereden
denkleştirileceği konusunda bir ayrıntı verilmemektedir.
Bu yükün
“diğer” vergi gelirleri ile karşılanacağı söylenirse, yüzde 80’inin
dolaylı; yani çoğunluğu yoksul halktan alınan vergilerle karşılanmasının
“sonuçta” çalışanlara sanıldığı gibi net bir refah artışı sağlamayacağı
açıktır. Demek ki, amaca ulaşabilmek için ücretler üzerinden alınmayan
vergilerin diğer kazanç ve servet sahiplerinden alınması gerektiğini,
vaadlerin buralara uzanmasının işin “olmazsa olmazı” olduğunu kabul
etmek gerekir.
2-Asgari ücretin üzerindeki vergi yükünün
kaldırılması, bu gün için, vaad edilen net ücrete ulaşmaya
yetmemektedir. Dolayısıyla 1500 liralık hedefte ısrar edildiğinde bu
yükün önemli bir kısmının işverene yüklenmesi gerektiği açıktır.
Yapılabilir mi?
Siyasi kararlılık varsa, kanuna yazılır ve ilan edilir ancak uygulama başarısı oldukça tartışmalıdır.
Şu nedenlerle:
-İstihdam maliyeti yükselen işveren vergi endişesinden kurtulsa da “net
ücret maliyeti endişesi ile” biraz daha kayıt dışına kayar. Çünkü bu
günkü ücretler düzeyinde çalışmaya razı milyonlarca işçinin olduğu yerde
emeğin kendi içindeki kaçınılmaz rekabeti, fiili ücreti, yine de resmi
ücretin bu günkü düzeyinin çok az üzerinde dengeye getirecektir. Bu gün
949 liraya iş bulamayanların 1500 liralık ücret için pek fazla iddiaları
alacağına güvenmek büyük bir iyimserlik olur.
-Ücretlerden
dolayı işçilik maliyetlerinde bir ölçüde de olsa gerçekleşecek yükselme,
üretim maliyetlerini arttıracağı için iç ve dış piyasaya verilen
fiyatlar ekonomik olmaktan çıkacak, ihracat düşecek, iç pazardaki ithal
malları ucuz kalacaktır.
-Asgari ücret üzerinden verginin
kaldırılması, bu kesimdeki ücretlerin yükseltilmesi, işyerlerindeki
“hiyerarşi” dolayısıyla ister istemez daha yüksekçe ücretlerin de ya
vergi indirimi ya zam yoluyla her çalışan için yükseltilmesini
gerektirecektir.
Bu, şimdilik göz ardı edilen bir maliyettir ama ciddi bir yüktür.
-Ücretleri bir biçimde yükseltmek, asgari ücretliye yeni tüketim
imkanları sağlarken maliyetleri yükselen işletmeciler elbette ki
ürettikleri mal ve hizmetlerin fiyatlarını arttıracaklardır. Bu,
üzerinde çok titizlenilen enflasyonu arttırırken ücret dışı gelir
sahiplerinin geçim maliyetlerini etkileyecek, onları pahalılıktan
şikâyet ettirecektir.
-Türkiye’de sanayi ve hizmet sektöründe
yabancı sermayenin payı büyüktür. Bankalardan Telekom’a, ulaşımdan
madenciliğe kadar geniş istihdamı olan yabancı sermaye bu yükselen
maliyetler ve kar azalması dolayısıyla tepki gösterecek, bir ölçüde geri
çekilecektir.
Buna belli ölçüde göğüs germeye kararlı olunmalıdır.
-Türkiye’nin ihracatı daha çok emek yoğun, düşük katma değerli mallardan oluşmaktadır.
Emek yoğun sektörlerin böyle bir maliyet yükselmesi karşısında
karşılaşacağı pazar kaybının mutlaka hesaplanması gerekir. Tekstil ve
otomotiv bu işlerin başında gelir ki her ikisi de başlıca ihracat
kalemlerimizdendir.
Bu ve benzeri konular, mutlaka detaylı olarak çalışılmış olmalı, bazı riskler göze alınmalıdır.
Aksi halde iyi niyetle hatta emek yanlısı bir siyasetle başlatılan
girişim bazı zincirleme etkiler göstererek bütün yapılanları tersine
çevirebilir.
Ve nihayet; Gönül ister ki bizim de yıllardır
yapılmasını beklediğimiz bu vergi indirimi yapılsın ve ülke ekonomisinin
gelir dağılımı daha adil hale gelsin. Ancak yılların ihmali ve
teslimiyetçi politikaları maalesef bunun bu günlere kadar göz ardı
edilmesine yol açmıştır.
Dolayısıyla yılların ihmalinin hızlı bir kalkışla giderilmesi zorlaşmıştır.
Yaratacağı bütün sıkıntılara rağmen yapılmalı mı? Ya da yapılabilir mi?
Yapılabilir ve yapılmalıdır da ama bunun sıradan bir yasa düzenlemesi olmadığı ve nelerle baş etmemiz gerektiği de bilinerek.
Yani “domino etkisi” hesaplanarak.
Umarız ve bekleriz ki bu vaadler ileri sürülürken işin gerektirdiği
siyasi kararlılık göze alınmıştır, bu işe gönül vermiş kararlı kadrolar
sağlanmıştır, görevlendirileceklerin hepsinin tercihleri bellidir ve
kesindir, ekonomi terazisinin hassas dengeleri günübirlik politikalara
ve politik pazarlıklara tercih edilmeyecektir.
Öyle miyiz gerçekten de? Öyleyse, “haydi, ne duruyoruz?”.
Bülent Soylan
Yorum Gönder