“Geçinemiyoruz” Haziran Hareketinin 10 Çözüm Bildirisi (3)

“Geçinemiyoruz” Haziran Hareketinin 10 Çözüm Bildirisi Prof. Dr. Aziz Konukman da konuşmasında şunları söyledi:Selin Sayak Böke konuşmaları

KRİZDEN ÇIKIŞ İÇİN EMEĞİN ON ÇÖZÜMÜ: (Son)
  1. Çıkış yolu üretim ekonomisinde aranacaktır.
  2. Gelir ve servet dağılımı adaletsizliklerine son vereceğiz.
  3. Dijital teknolojiyi de yakalayarak sanayileşeceğiz.
  4. Türkiye tarımına kooperatifleşmeye ağırlık veren bir anlayışla sahip çıkacağız.
  5. Toprağı suyu havasıyla ekolojik bir memleket hedefliyoruz.
  6. İşsizlik “kader” değildir, istihdam her yurttaşın hakkıdır.
  7. Sendikalaşma ve grev yasakları dâhil emekçilerin önündeki tüm engelleri kaldıracağız.
  8. Eğitim ve sağlık olmak üzere temel kamu hizmetleri bir haktır ve ücretsiz olacaktır.
  9. Özelleştirmelere son verilecek, özelleştirilen kuruluşlar koşulların izin verildiği ölçüde kamuya kazandırılacaktır.
       10.Çözüm, üretenlerin yönettiği bir ekonomidir.

“Geçinemiyoruz” Haziran Hareketinin 10 Çözüm Bildirisi (3)
“- Teşhisler yapıldı, alternatifti bizim başlığımız, bana gelen şey oydu. İşte alternatifi aşmamız lazımdır, bu tespitini herhalde hepimiz Tv kanallarında, gazetelerde tespitler var. Bu tespitlerin hemen hemen hepsi, yazılı sözlü bir sürü kanalda konuşuldu zaten. Modeli çok kısa özetleyelim, Türkiye iş tasarrufları yetersiz, iç kaynaklarla büyüyemez, kalkınamaz, e ne yapacak, dış kaynaklara bağımlı bir ekonomi olmaya mahkûm. Bunu inandırdılar topluma, toplumun bütün kesimleri, muhalif olma potansiyeli olanlara da inandırdılar. Böyle bir zımnı varsayım oluştu. Siz iç tasarruflara dayalı büyüyemeyeceğiz, bizim imkânlarımız sınırlı. Mecburuz elin yabancınsın parasına” dediğiniz andan itibaren program rasyonel, hiçbir itirazı olamaz kimsenin Rasyonel olması onun uzun vadede sürdürülebilir olmasına gelmiyor, ne demek o? Bu modelin zımni varsayımı şu, para gelecek, o fon gelecek, gelmiyorsa ne olacak, işte o zaman reyting kuruluşları kırılgan ülke listesine yazılıyorsunuz. İşte raporlar hazılanıyor.  Diyelim ki o raporlar mükemmel çıksa, Türkiye Amerika düzeyinde olsa, şimdi Yeni Zelanda diye bir ülke var, aman Allah fıstık gibi bir ülke. O düzeyde olsa, memnun mu olacağız, her şey mükemmel çalışıyor, bu reyting kuruluşlarına göre, aslında çok vahim bir şey demektir. Niye sermaye hareketleri tıkır tıkır çalışıyor, sıcak para tıkır tıkır geliyor, doğrudan yabancı sermaye tıkır tıkır geliyor.
Peki bizim iç kaynaklara dayalı bir büyüme olmazsa bu dümenin başında biz durabilir miyiz. Duramayız, bize gelecek kaynak kadar mutlu oluruz. O kaynağı birileri kıstığı anda veya kaynağın geri dönüşü başladığı anda, yandı ülke, savaş yerine dönecek, dolayısıyla burada muhalefeti oluşturacak olan kesimlerin bu oyun kuralların dışına çıkıp çıkmayacağı konusunda bir tercih yapmamız lazım. Bu tercihi yapmazsak, biz düzen içinde bir şeyler yaparız, ben yaparım” derseniz, ben uzun yıllar CHP nin içinde ekol politikaların oluşturulmasında görev yaptım, Baykal’la da çalıştım, Kemal Bey’le de çalıştım, ekonomi masasında birlikte bayağı raporlarla çalıştık, hazırladık böyle alternatif arayışları da yaptık, Oğuz Oyan’ın da olduğu, Oktay Türel’in de olduğu ortamda çalışmalar yaptık. Vallahi bir adam geldi Kemal Derviş, raporumuzun giriş bölümünde Kemal Derviş’e geçiriyorduk. Rapor tutuldu kamuoyu ile tartışılmadı, hala kimse bilmez o raporu. Biz de açıklamadık, susturulduk mu ne olduk, konuşmadık o raporu ve bir süre anladık ki, Kemal Derviş bize geliyormuş meğer ve geldi, böyle bir durum var, karar veremiyorsanız burada çok büyük bir değişiklik yapma şansınız yok.
Biz galiba sosyal bilimciler olarak bir raporumuz vardı. Farklı hükümetler tek siyaset, merak ettik nedir diye, CHP nin içindeydik. Hangisine baktık, CHP nin o açıklamadığımız değil, Derviş’in geldiği dönemdeki programa baktık, diğerlerine baktık. “Ya hocam özelleştirmeyi biz daha iyi yaparız, Merkez Bankasını biz daha özerk yaparız. Programla birbirini ayırsın. Bu iktisat politikasının mantığına da aykırı. Toplumu bir cendereye sokmak, sınıflar var, fakat sınıflara diyorsun ki “siz takılmayın bir iktidar getireceğiz ki, hepsinde kazanacaksınız, yani muhalif olan da iktidara geldiği zaman da kazanacaksınız, iktidardakilerle de kazanacaksınız. Böyle bir şey olamaz, bu oyunu bu sahada biz kabul etmiyoruz, diyecek bir siyasi oluşum lazım.
Haziran hareketi böyle bir oluşum olduğu için ben CHP li olarak bunun için de uğraşıyorum. Bir Meclisimiz var, Dikmen Meclisi, hava atıyorum bile ben seçilmiş adamım, Meclisin adamıyım, Meclis seçti beni. Partide bizi bir yere seçmiyorlar CHP nin içinde bir yere gidemiyorsun” (salonda gülüşmeler) Bakın şu program, müthiş on madde, biz bunları tartışacağız her şeyi de bağlamayın, bu tartışılacak metin siz burada işi bitirmişiniz, bir de işin içine bölümler yazdığınız zaman, program hakeza hazır. Biz onu genişletiriz, katkı yaparız ama çocuklar oturmuşlar, güzel bir şey yapmışlar. Bu metne bakıyorum, üzüldüm bir kavram yok burada plan, biz bu tür sözcükleri kullanamaz hale geldik. Aman küreselleşme var ne yapıyorsun, ne merkezi plan. Bölgesel plan, merkezi planla bölgesel plan çatışmaz ki, gazyet iç dengelerini kurarsak fıstık gibi olur. Kalkınma ajanslarıyla bu günkü planı karıştırmayın, onlar AB nin göz boyama programları. Hâlbuki çok ciddi bir programlar eskiden sosyalist literatürde vardı. Âdemi merkeziyetçi bir plan vardı, böyle bir merkezi. Bir düşmanlık başladı splda bideray kesimlerde. Efendim “her şeyi Ankara’dan yapmak”, tabi ki Ankara’dan yapacağım. Temel tercihlerim, sektörel tercihlerim buradan yapacaklar. Bazı yerel inisiyatifleri genişleteceğim, onlar orada işi götürecek. Dolayısıyla böyle bir merkez düşmanlığı, merkezden diktatörlük izlenimleri, biraz da Tayyip’in işi ben yapacağım merkezden yönetme bir fobi oluşturdu.
“Merkez Bankası’nı Takmam”, dedin.
Bir kere planı bu günün koşullarında emin olun yapabilmek daha da kolay. Hintli bir plancı geldi Türkiye’ye, adama sordum, sizin zamanınızdaki planlamayla-60 lı yıllar arasında ne fark var? Emin 150 bin sektörü planlarım”, dedi, eskiden 20-25 ana sektöre konselide ederdik, çünkü ne bunun bilgisayar programını yazabilirdik, bilmem ne. Şimdi fiyatları da, maliyet kalemlerini de ayarlayabilirdik. Muazzam teknoloji gelişti, araçları zenginleştirebilirim, hatta simulasyonlar yapabilirim. Şu bunlar sabit şunu değiştirdiğim zaman ne olur. Mühendis var, bu işleri bilen bir arkadaşımız.
Dolayısıyla teknik donanım, bizim merkezi planda, onunla tutarlı bölgesel plan yapma olanağı tanıyor, Bilsay Kuruç belki de o nedenle olsa XXl. yüzyıla doğru planlama diye seminerler düzenliyor. Hakikaten planlama damgasını basacak, bu neoliberal politikalar iflas etti. Yok işte, sermaye kesimlerine de bir şey kazandırmıyor. Çok net, hem tahkim getiriyor, geçen gün dedi ki, ağzından kaçırdı, “ben” dedi, Herhalde sıkıyı yedi ki Londra’da, “ne yapıyorsun kardeşim”, baklayı ağzından çıkarttın, “Merkez Bankası’nı takmam, dedin, o anlama geliyordu. Oranın mabetleridir, izin veririler mi, sana.
Hemen ne dedi, biliyor musunuz, o atlandı; gazetelerde fazla yer almadı. “Para politikalarında” dedi, küresel yönetişim kurallarına uyacağız” dedi. Bu ne demek, uluslararasının finans çerçevesinin hocalık dediği kurallara vallahi de billahi de uyacağım” diyor. “Ulusal düzeyde çelişen şeyler olursa, gardımı alırım” diyor. İşte geldin, onu yemezler, izin vermezler. Çünkü bakın yönetişim, maalesef çok masumane kullanıldı. Bizim ideolojik anlamı neoliberalizmin ona yüklediği anlam anlaşılmadığı için hemen onu kısa bir parantez açıp yönetişimi kısaca değineceğim. Yönetişimde yeni şey şu, çok cılalı laflarla, artık politikacı denilen ahlaksızlar popülizme gidiyorlar, (yanındaki CHP İzmir Milletvekili Selin Sayek Böke gülmeye başlayınca salondan da gülüşmeler başladı). Aynen popülizme gidiyorlar. 80 öncesinde bu popülizm tartışmaları Yalçın Küçük’le Yapıt’da orda burada doğru şeyler yaptı; ucuz popülizm kavramlar da kötü kullanılıyor, işte siyah, seçim zamanlarında emek kesimlerine ulufe dağıtılıyor, iyi ki dağıtılıyor, seçim bunun için yapılır zaten, emekçi kesime tabi ki bir şeyler verecek. Bunun popülistmiş, liberalizm gibi aşağılayıcı dil ile bunlara niye itiraz ediyorsun, ne yaptılar biliyor musunuz, bunlara fon vermek için “ekonomiyi siyasetten ayıracağız” dediler. Nasıl yapacağız, “özerk yapılarla”, peki nasıl karar verecek bunlar? Bunlar üçlü yapı ile olacak, nedir o üçlü yapılar.
1.Bürokrasi yer alacak orada, mutlak yer alacak. Karar alma yerinde siyasetçi değil, bürokrasi.
2.Sivil toplum kuruluşları.
3. Özel sektörün temsilcileri.
Allah aşkına bunların arkasında kimler var bir görelim. Diyor ki bürokrasinin temsilcileri. Arkadaşlar bürokrasi sizin 70 li yılların bürokrasisi değil. O Kalkınma Bakanlığının güzelim Maliye Bakanlığı’nın, tetkik kurulunun bürokratları yok. Kim var, nasıl bürokratlar, akide edilmiş yani uluslar arası finans piyasalarından geçer not alamayan kişiyi akredite etmiyorlar. Diploması olmasa bile, uluslar arası sermayenin beğenisini akreditesini almış. Aziz Konukman’ı getirmezler oraya, salonda Mustafa Altıntaş’ı görüyorum beklesin o getirmezler orya mümkün değil.
Peki kim karar veriyordu, sermaye, bürokrasi, pappuço, zavallı bir şey oldum zannediyor. İkinci kim, sivil toplum kuruluşları. Burada Birgül Ayman Güler’i analım, son dönemlerinde politikaların katılmıyorum onu da söyleyeyim. Birgül bir tuhaf oldu orada, şey diyor, “sermaye tabanlı kuruluşlar” aa ne güzel sivil toplumda sermaye tabanlı kuruluşlar! Bu bütün dünyada böyle, sadece Türkiye’de değil, kim bunlar Türkiye’de TESEV, TUSİAD di mi bunlar davet ediliyor.
Peki, emek yanında TUMOG var mı? Başkan buradaydı, bir çağrı çek TUMOG başkanını TUMOG başkanı onların yapacağı düzenlemeleri engellemek için mücadele veriyor, onun düzenlemede söz hakkı mümkün değil.  Peki, adı ne, sistemin şimdiki adı paydaş. Ah ne güzel, neyi paylaşıyorsun, Emin Koramaz’la, Emin Koramaz’a bir şey sorduğun yok ki, öyle bir şey yapıyorsun ki adamın mühendis haklarına tecavüz ediyorsun, saldırıyorsun. Demek ki sivil toplum kuruluşları sermaye tabanlı kurulular, arkasında kim var sermaye.
Üçüncüsü kim, özel sektörün kendisidir. Hocam karar mekanizmalarında üç koltuk var, üçü de sermayenin elinde. Şimdi slogan üretelim mi, ödünç alarak, -tüm iktidar sermaye- Yav başka adı var mı bunun. Buradan emek yanlı politika türemez.
Öbür yanı şöyle olur, bir istikrar paketi uygularız, sosyal demokrat bir parti şunu yapabilir, haksızlık yapmayalım, Meclis parlamenter sisteme dönecek tek adamdan. Orada en azından bir yasa geldiği zaman, yasa teklifi bilim KHK olmaz bilek güreşi olur Orada çeşitli kuruluş başkanları bileğini ortaya koyar, bir sınıf kavgasıyla o sonuçlanır ve emeği çok dışlayıcı, emeğin kemerlerini tamamıyla sıkıcı bir istikrar paketi gibi sermaye ile biraz hafifi onu da biraz koklayan bazı yükleri sermaye aktarabilecek bir istikrar paketi uygulanabilir ama oraya kadar. Bu seçenek olamaz, bu deminki söylediğimiz minderi deminki söylediğimiz platformu kabul etmek anlamındadır. BU platformun dışına çıkmak lazımdır, peki siyaseten bir karşılığı var mı yok. Haklısınız ama şöyle bir şey var. Geçenlerde Güray Öz söylemişti, çok hoşuma gitti, Cumhuriyet’te. Diyor ki, “bu gün iktidara gelecek herkesin lütfen sosyalistlerin alternatif programlarına baksınlar. En azından kendi politikalarını oluştururken oralardan ilham alabilecek bir şey vardır”. İşte burada birilerinin ilham almaları lazımdır”.
**
Burada sahneye, iki koltuk değneklerine dayanarak çıkan Selin Sayek Böke (ayak bileği kırıldığı için) salondakiler tarafından uzunca bir süre alkışlanmıştı. Konuşma sırası gelen CHP İzmir Milletvekili iktisatçı Selin Sayek Böke konuşmasında şunları söyledi:
“Geçinemiyoruz” Haziran Hareketinin 10 Çözüm Bildirisi (3)
“Tam da tartıştığımız şeyi, değişime açık tarif eden şey bu duygu yoğunluğu kırılgan geçiyor. Önceki konuşmacılar tarafından o kadar çok pas atıldı ki, hepsini cevaplamaya çalışacağım. Her pas aşırı bir duyguyu kaşıdı bende. Bende bir yanıyla öfke ve isyan duygum var. Ben bunun çok sağlıklı olduğunu düşünüyorum, çünkü öfke ve isyan duygusunun olmadığı yerde değişimin başlaması mümkün değil. Bu öfke ve isyan duygusunun öneli bir kısmı, biraz önce esası detaylı konuşulan,-Biz bu düzenin bu sonucu doğuracağını biliyorduk zaten. Şimdi meselenin bu sonuç doğmuşken buna şaşırmış gibi yapan ve çaresizlik içerisinde bu sonuçların zaten yıllardır yükünü çekenlere, “şimdi size bir kez daha yükleyeceğiz” diye ön hazırlık yapanlara dair bir öfke ve isyan duygusu var.
Şimdi bu çok sağlıklı derken, şunu kastediyorum, doğru tespitleri yapmışsak demek ki teşhisimiz net. O zaman değişimin nereden başlaması gerektiği ve geleceğe dair bir hikâyenin nasıl yazılacağına dair de fazla soru işareti yok. Neyin değişmesi gerektiğini çok iyi biliyoruz. Bu öfke ve isyan duygusunun o zaman diğer yarattığı duygu da bir umut oluyor ki bu ümit duygusu yanında büyük bir özgüven duygusuyla geldi bana burada. Umudun kendisinden reçetenin belli olmasından kaynaklanıyor. Özgüven de, biraz önce Korkut Hoca’nın hakikaten çok onur verici bir biçimde bizlerin iktidarının benim özelimden tarif etmiş olması. Dolayısıyla halkın iktidarının artık yeniden iktidara geleceği bir dönemin başlangıcına dair özgüven olması gerektiği reçetenin bizde var olduğu, kadroların burada olduğu, bu işi yapabileceğimize dair inanç olduktan sonra da belki farklı yerlerde tartışma çıkabileceğı, ama nihayetinde yeni bir Türkiye hikâyesi yazacak hazır bir kitlenin var olduğunu gösterdi. Ben bu duyguyu da çok önemsiyorum.
Ha öte yandan endişe, korku, ya “eyvah hakikaten karaya oturuyoruz”, bu karaya oturmuşluk bir endişe duygusu yaratıyor mu? Vallahi itiraf edeyim galiba iktidarda daha çok endişe yaratıyor, sermaye kesiminde daha çok yaratıyor.
Bende endişeden ziyade hakikaten o öfke ve isyan duygusunu yaratıyor. Neden böyle olmayabilirdi. Eğer uyarılar daha erken dinlenseydi, eğer siyaset kendisine yeni bir hak açabilseydi, eğer zaten 2013 ten beri çok net gördüğümüz demokrasi mücadelesi bir sonuca ulaşabilmiş olsaydı, bugün içinde olduğumuz ekonomik sıkışıklığın önemli bir kısmını aşmaya başlamış olurduk. Burada aşmaya başlamış olduğunu özellikle vurguluyorum, çünkü hiçbir sandık başlangıç veya son olarak taarif edilmemeli. Mücadelenin bir süreç olduğu ve 24 Haziranın da benzer bir sürecin parçası olduğu gerçeğiyle ve inancıyla mücadele etmemiz gerekiyor. Şimdi bu duygulardan çok daha somut yere gelmek istiyorum. Bir kere biz bir muhalefet söylemi değil bir iktidar söylemi oluşturmak zorundayız. Onun için evet bu gün biğzler muhalefet yapabiliriz ama hakikaten artık bundan sora bir iktidar iddiasıyla ve Türkiye’nin açlığını ve ihtiyacını giderecek bir özgüvenle ortaya çıkmamız gerekiyor. Şimdi Vimvorde yayınlanıyor olan yeşil ve kırmızı çizgide, tahmin ediyorum burası izlemiyor, çünkü kapatmıştık geçen hafta. Ama kapatmayanlar olduysa eğer bazı şeyleri kapatılamayacak kadar bir elzem durum oldu, çünkü özünde şuraya geldi tartışma, ya sınıfsal bir yapının ortaya çıkardığı sonuçlarla boğuşuyoruz biz. O zaman yeni siyaseti kuracaksak da  yeniden sınıfsal yerden kurmamız gerektiği ve ekonomiye dair verilecek mücadelenin ve ortaya konacak reçetenin acı olmasının önüne geçecek en temel unsurun da bunun demokrasi mücadelesiyle el ele gittiği yani ekmek, aş, iş için sürebilecek sınıf mücadelesinin demokrasi mücadelesinden ayrı ve bağımsız olmadığı bunların esasen aynı mücadele olduğunu burası biliyor ama dışarıya da anlatabileceğimiz bir zemin ortaya koymak için.
bu şu bakımdan önemli esasında muhalefete dair eleştiriler, bana sorarsanız şu kelimede somutlaşıyor, bir siyasetsizlik var. Yani ekonomi konuşuyorsak bu sınıf temelli bir yerden konuşma yapmayalım, bir cümle ile asgari ücret konuşalım, noktayı koyalım. Hayır o bir emek olayının parçası olarak asgari ücret tartışmasını açıyoruz biz. Ve biliyoruz ki o emek mücadelesi aslında demokrasi mücadelesi parçası. Şimdi bu tespit şu açıdan çok önemli, bugünkü yıkıma veri reçete ihtiyacına dikkat edin, acı demiyorum çünkü acı olmak zorunda değil.
ÜRETİME DAYALI BİR EKONOMİ ŞART
“Geçinemiyoruz” Haziran Hareketinin 10 Çözüm Bildirisi (3)
Bir reçete ihtiyacına yol açmış olan ekonomik yapının en temel tarifi rantçı sermayeden yana emekçi sınıflara karşı bir düzen var. Bütün kamu kaynaklarını rantçı sermayeye bunun içerisine rantçi inşaat sektörünü de ekleyebiliriz. Bunun içerisine finans kapitali de ekleyebiliriz. Bu sınıflara kamu kaynaklarını aktararak kendini ayakta tutan ve iktidar yapan yapısı Türkiye’ye çok somut bir ekonomik düzen dayattı. Üretmeden dolayısıyla gelir yaratmadan ama tüketebileceğini göstererek yani borca mahkûm edilen bir düzen yarattı.
Demek ki bu düzenin değişmesi için bir reçete yazılacaksa, borca ihtiyaç duyan bir düzenin değişmesi gerekiyor. Nedir borca ihtiyacı doğuran? Üretimin olmaması. O zaman meseleyi talep temelli politikalar çerçevesinden çekip çıkartıp üretim temelli politikalara çekmek bizim en temel görevimiz.
Bana sorarsanız bu reçetenin on maddesini en kıymetli kılan şey de bizim de hep anlattığımız şeyde biz yeniden bir halkçı kalkınma programı ortaya koyacaksak, bu emek sınıfıyla bir mücadeleye başlayacak ve ekonomi programını ve kalkınma programını da emek temelli bir yerden yapacak. Ve üretimci güçler üzerinden bir yarın hikâyesi anlatacak. Ne söylüyorsak söyleyelim ki biraz daha süremi de aşma lüksünü kullanacağım, bir siyasetçi olarak sandığa gidiyoruz ne de olsa. Daha somut önerilerinin hepsinin temelde buraya erişmesi gerekiyor. Bu ülkenin borca ihtiyacı olmayacak kaynağı mevcut. Genç, müthiş verimli bir toprağa sahibiz, bu gün de kamu kaynakları doğru kullanılsa, reçeteyi emeğin üzerine yıkmadan buradan çıkması mümkün. Dolayısıyla şunu açıklıkla ifade edelim; bir İKTİDARIMIZDA ACI REÇETEYİ EMEKÇİYE FATURA ETMEYECEĞİZ. Biz, kimse sorumlusu bu yıkımın, onlardan bunun hesabını soracak bir düzen kuracağız. Bu hukuken de böyle olmalı, ekonomik olarak da böyle olmalı. Şimdi eğer bunu o kadar net tarif ediyorsak o zaman soru şuraya geliyor. NASIL BİR ÜRETİM DÜZENİ?  BU GÜNKÜ ÜRETİM YETERİNCE GELİR YARATMIYOR DA, BİR BORÇLU DÜZENİN İÇİNE HAPSOLUYORUZ?
Şimdi eğer kırmızı-yeşil ekranlarda izliyorsanız en sık duyduğunuz iki kavram, tabi bir yanıyla enflasyon tartışılıyor, en büyük kırılganlığımız, diğeri de cari açık. Bunların arkasında yatan yapısal sorunu tarif etmezseniz, hani bunlar böyle amacından kendi anlamından kopmuş sadece enflasyonu hedefleyerek iş bitebilirmiş gibi, sadece Merkez Bankası bağımsızlığı tartışılarak, kurumsal yapılar tartışılarak aşılabilirmiş gibi, bir sığ anlayış ortaya çıkartıyor. Oysaki enflasyona ve cari açığa yol açıyor olan yapı, biraz önce tarif ettiğim özette çıkıyor.
1-Üretmeden tükettiğimiz için, sürekli böyle yaptığımız için üretim kapasitemizi de geliştirecek hiçbir iş yapmadığımız için enflasyon ortaya çıkıyor. Yeterli ürün yok, ama çok talep var, dolayısıyla malların fiyatları gittikçe artıyor. Demek ki enflasyonun önünde bir engel oluşturmak istiyorsak üretim kapasitesini artıracak bir iş yapmamız gerekiyor. Veya cari açık, hocam doğru söyledi, normalde cari dengedir ama ben de anneanneme cari açık diye anlatıyoruz bunu, çünkü eğer üretmeden sürekli tüketmeye alıştıysanız, üretmediğiniz malı başka üretenden almak zorundasınız, ithal etmek zorundasınız. Bu modelin sonucudur zaten cari açık. Dolayısıyla bizim tek derdimiz yeniden üretici güçleri merkezine alan bir üretim modelini ortaya koymaktan geçiyor. Bunun sınıfsal bir mücadele olduğu dolayısıyla çok kıymetli çünkü siyaseten de yapılması gerektiğini, burada anlattığımızı dalga dalga dışarıya yayarken de emeği bir araya getirecek bir iş yapmamız gerektiğini somutlamış oluyor.
TEK ADAM ZİHNİYETİ EKONOMİYİ DE DEMOKRASİYİ DE BOZUYOR
Şimdi izin verirseniz, meseleyi Merkez Bankasının da sınıfsal doğası gereği anlaşıldığı ve son iki gündür mesele Merkez Bankasına indirgendiği için ona buradan girmek istiyorum.
Biz eğer demokrasi, emek, iş, aş bir arada giden mücadele ediyorsak, o zaman şunu söylemeliyiz, neden bu hafta Merkez Bankası tartışılıyor. Çünkü bu hafta şu gerçekle karşı karşıya kaldık, tek adam olduğu zaman yani kararlar katılımcı biçimde, düzen kaplayıcı biçimde kurulmadığı zaman, tek adam keyfiliği ile karar verdiği yerde her şey zaten kuralsızlaşıveriyor ve bu kuralsızlığın sonucunda da ciddi yükler zaten doğal olarak halka yüklenmiş oluyor. Bu gün dövizdeki değer kaybı, bu gün faizdeki artış, doğrudan hepimize fatura, 81 milyon ortağız zaten o faturaya.
Şimdi bunu ortaya çıkartan cümle ne oldu? Bir ekrandan AKP GENEL BAŞKANININ ÇIKIP, “BUNDAN SONRA MERKEZ BANKASI BAĞIMSIZLIĞI FALAN YOKTUR, BEN KARAR VERECEĞİM” DEMESİNDEN ÇIKTI, BU TARTIŞMA. Dolayısıyla bu  sadece bir örnek. Esasında yaşadığınız şey, kamu kaynaklarının kurmuş oldukları sınıfsal düzlemde rantçı sermayeye aktarımı için hep farklı araçların kullanmasından gidiyor. Merkez Bankası bir araç, Kamu İhale Kanunun iktidarları boyunca aylık kaç değiştirerek kaynakları küçük sermayeye aktarmak bir araç; Varlık Fonunun hazineye bağlayarak hazineyi boşaltıp özel bir şirket haline getiren varlık fonuyla bütün Cumhuriyet miraslarını yok etmek bir araç; mülkiyet haklarını, grev hakkını, emek haklarını OHAL ve KHK larla yok etmek bir araç; dolayısıyla mücadele edeceksek yeni kurulacak üretici güçlerine halkçı kalkınma programında ne yapılması gerektiği bu araçlar özelinden çok netleşmiş oluyor.
“Geçinemiyoruz” Haziran Hareketinin 10 Çözüm Bildirisi (3)
OHAL kaldıralım, derken sadece bu gün içinde olduğumuz baskıcı ortam ve yeniden vukua oloan açığımızdan söylemiyoruz. OHAL kalkacak ki, emeğin hakkı tartışılabilir bir şey hale gelsin, tekrar. Yeniden sendikalaşmayı konuşalım. Yeniden grev hakkı gerçekten hak olarak burada olsun. O zaman asgari ücret tartışmak ta anlamlı bir politika haline dönüşür. Onun içindir ki biz dövizdeki bu hareketlilik olduğunda ilk ağzımızdan çıkan şey OHAL kalksın oluyor. Çünkü biliyoruz ki o amaç çerçevenin temsil ettiği bu üretim yapısı değişmeden Türk Lirasının bu değer kaybının bu kanamanın önüne geçilmesi mümkün olmayacaktır.
Üretim Reformunun yapılması için de, yapılması gereken de esasında çok açık. Yani bu gün biz iktidara geldiğimiz anda, ilk yapacağımız şey kamu kaynaklarının doğru yere aktarılmasını sağlamaktan geçiyor. Kamu kaynaklarının doğru yere aktarımı için de burada sıkça suiistimal edilmiş araçlara dönük iş yapmak gerekiyor. Mesela varlık Fonuna son vermek gerekiyor. Birinci gün yapacağız, varlık fonu uygulamasına son verilecektir. Kamu İhale Kanunun delik deşik edilmeyecektir. Uluslararası standartlara ulaşmanın ötesinde bir siyasetin keyfi eylemsel aracı haline getirilmeyecek şekilde düzenlenecektir. Çok hızlı yapabiliriz. Bu yetmez, kamu kaynaklarını üretici güçler lehine aktarmamız gerekiyor. Bu gün Türkiye’nin bütçesinde 29 milyar lira ulaştırma bütçesi var. Kullanmadığınız köprüler, geçmediğiniz yollar ama verdiğinizle bugünden ve yarını ödemek zorunda kalacağımız köprüler. Şimdi işe yaramayacak köprü yapmak yârine, işte görüyoruz acı reçeteyi buradan görüyoruz. Var olan kaynağa kobileri dijitalleştirmeye, kadınların iş gücüne katılımını sağlayacak şekilde her mahalleye kreş açmak, bu ülkenin emekçisinin ve emeklisinin hayatı boyunca rahat edeceği yaşlılar bakım hizmetlerinin sağlıklı bir sosyal devlete aktarsak bile var olan kaynağı daha iyi kullanarak bu gün ürettiği itici güçleri merkezi alanda ekonomik düzen kurabiliriz. Yani acı reçeteyi yüklenmemize gerek yok, bu acı reçeteyi rant vergisiyle, vergi cennetlerine kaçmış olan paraları bu gün teklif etmek için başlayacak vergi cennetleri listesini Bakanlar Kurulundan çıkartarak dolayısıyla emeği vergi yükünden kurtarıp parayı bu yıkımın ortağı olmak olmuş olanlardan toplayacak yeni bir sınıfsal düzenle başka bir model kurmamız mümkün. Ben diyorum ki 24 Haziran bu dönüşün ilk adımı olacak ve görüyorum ki, orada herhangi bir tereddüt yok. BİZ ARTIK MUHALEFET DEĞİL İKTİDAR HİKÂYESİNİ ANLATMIŞ OLACAĞIZ”.
Bu sonuncu bölümle, üç bölüm halinde sunduğumuz “GEÇİNEMİYORUZ” başlıklı forumda,  16 Yıllık AKP iktidarının kötü ekonomisinin iyi gitmeyen gidişi doğrultusunda, ekonomi-iktisat uzman ve akademisyenlerin konuşmalarını, görüşlerini size sunmaya çalıştık. Umarız 24 Haziran’dan sonra gelecek yeni bir iktidarla, acı reçeteye razı olsak da, ülkemiz çağdaş bir demokrasi ve iyi bir ekonomiye ve refaha ulaşır. Sağlıcakla iyi bayramlar, hayırlı seçimler.
Salondan gelen katkılar ve soru cevaplarla forum sona erdi.
Son
Cevat Kulaksız  
Prof. Dr. Aziz Konukman da konuşmasında şunları söyledi:

 Cevat Kulaksız

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget