“-6 Mayıslarda biz acılarla yaşıyoruz, Türkiye’nin kaderi bu, her mayıs ayı bizler için acılı geçiyor. Hızırellezin, baharın, bir yazın başlangıcının güzelliğinin yanında buruk bir acı yaşıyoruz. Acılarla sevinçler ortaktır. Türkiye’nin hemen her yerinde 68 üzerinde söyleşiler yapılıyor, görüşmeler, toplantılar yapılıyor. Kimi yerdeki arkadaşlar o dönemdeki anıları tazelemek o dönemdeki olayları yeniden bir nostaljik (özlemli) hava içinde de buluşmak için kır gezileri, yemekler düzenleniyor. Böylece inanılmaz bir 50. Yılı yaşıyoruz 68 yılını. 1968 den bu yana 50 yıl geçmiş, 50 yıl yarım yüz yıl. Yarım yüzyıl toplum kesimlerinde önemli bir zaman kesiti. Toplumlar 5-10 yılda değişiyorlar, hele 50 yılda değiştiğini çok iyi, bir 50 yılın içinde yaşadık, anlayabiliriz, ben 68 döneminde 22 yaşındaydım. Sokağa çıktığımda 58 de 12 yaşındaydım. Yani 58-2018 elli yıldır yalnız düşüncelerimde değil, siyasi anlayışımda değil, aynı zamanda fiilen sokakta da mücadele eden, düşüncelerini hayata geçirmek için halkın içinde bütün mücadele alanlarında eylemde bulunan bir insan olarak 68 i yaşadık, 68 kuşağının bir ferdi olarak.
Bu gün 68 çok anlamda efsaneleşti, efsaneleşme iyi bir neden biz efsane toplumuyuz aynı zamanda aslında, bir Mevlana, bir Köroğlu. Ben, Köroğlu Azerbaycan’da diye kitap okudum; Azerbaycan Köroğlusu” diyor ama Köroğlu’nu almış yazar Azerbaycan’a götürmüş. Azerbaycan’a ne kadar gitti, Köroğlu bilmiyorum. Bolu Dağlarında gezen Köroğlu’nun Azerbaycan’da nasıl hayatının olduğunu bilmiyorum ama Azerbaycan Köroğlu’su bir Köroğlu anlatıyor. Burada yaşadıkları olayların benzerini orada yaşıyor. Bir Mevlana aynı şekilde, bir Pir Sultan Abdal, Pir Sultan Abdal için söylenenler, bizim efsanelerimiz bunlar. Nasrettin Hoca bile, doğdukları yer bile tartışılıyor. Ama bunu da kimse yadırgamıyor, herkes sahip çıkıyor, efsane böyle bir şey.
Bizim 68 efsanesinin bir boyutu var, bir efsaneleşiyor, bizler kutlayalım, kutlamayalım, yaşayalım, yaşamayalım.
68 olanlarını dışında, efsane öyle oluyor zaten, vatandaş efsaneleştiriyor. Mesela küçük bir öykü anlatayım, bu gün için. Biz Ruhi’yle beraber, bizim köye, gittik, annemin köyüne. Annem Adıyaman’ın bir dağ köyündendir. Orada bir arazi meselemiz var, hem de dayımı göreyim, dedim. Ruhi’yle beraber Merzifon’da mitinge gittik, sene 69 un ekim ayı olması lazım. Oraya gittik dayımı ziyaret ettik geldik. Dayım bana diyor ki, 80 küsur yaşında, “Yeğenim, o ne biçim babayiğit adamdı”, Deniz Gezmiş’i anlatıyor bana. Sen geldin onunla beraber, ben gördüm diyorum, anlamıyorlar, diyor. Hakikaten Ruhi babayiğit, benden boyluydu, dayım Ruhi’yi Deniz yapmış. Ama neler anlatır, ben bile dinliyorum, böyle, hayretle.
Burada bir köye gittik, köyde, kızlar oya işliyorlar, kızlar o kadar acıyı içlendirmişler ki, kızlar Alagöz köyünde. Yazmanın etrafına oya işliyorlar. Küçük küçük kalp işliyorlar yazmaya. Bizim 68 li Polatlı Belediye Başkanı Ahmet diyor ki onlara, “peki bu yazmadaki kalpler ne” diyor. Onlar da “Deniz Gezmiş’in yüreği” diyorlar. O buraya geldi, babalarımıza anlattı, bizim için mücadele verdi, toprak mücadelesi. Hâlbuki Beylikdüzü toprak işgalini bilmez bile. Beylikdüzü’nde toprak işgalleri olmuştu. Ankara’dan trenlerle gittik, Polatlıdan jandarmayla köylünün yanında mücadele verdik. Beylikdüzü’ndeki arazileri köylü paylaşmıştı. Büyük bir hazine arazisiydi, jandarma da köylüyü çıkarmaya çalışıyordu. Biz de yardımcı olduk, çıkaramadılar.
Bunun öyküsünü o genç kızlar, diyorlar ki, oraya küçücük küçücük kalpler yapıyorlar. O kalpleri de sorunca, “ne o yav bu kalpler” deyince, “o Deniz Gezmiş’in yüreği” diyor. Şimdi burada bir efsaneleşme var. 68 kuşağının efsaneleşmesi de şahıslar üzerinde oluyor tabi. Şahıslar üzerinde olunca efsaneleşme, bizim kuşak 75- 95 yılında bir karar aldık, dedik ki, “aramızda yitirdiğimiz arkadaşları ortak olarak bir günde analım. Öyle bir günde analım ki, o gün hem her arkadaşın değişik yerlerdeki günlükleri var. Gidiyoruz, ziyaret ediyoruz, Karşıyaka’ya veya asli mezarlığa gittiğimizde aynı günü, 6 Mayısı böyle güncelleştirdik, karar verdik, 6 Mayıs günü Denizlerin gömütlerinin olduğu Asri Mezarlıkta (Karşıyaka Mezarlığında), yalnız Denizler az anmıyoruz, Hüseyin’i, Yusuf Aslan’ı anmıyoruz, bizim kuşaktan, daha sonra devrimcilik mücadelesinde ölen genç insanları anıyoruz. 6 Mayıs böylece bir efsane oldu.
Efsanelerin iki yönü vardır; birinci yönü kitlelere büyük umut verir. Yani o efsanelerin anlatımında bir duruş belirlerle. Sıradan insanlar bile o efsaneden kendi yoksulluğunun kurtuluşunu görür. Yoksul yaşamış, hiç bir umudu yok, devlet bakmamış, günlük geçimini zor sağlıyor.
Öbür efsanede kendisini anlatır, kendini orada bulur. Şiirler de öyledir, bizim Anadolu insanı niye çok şiir yazar; inanılmaz hakikaten biz şair ülkesiyiz. Bir söyleşi olduydu, biz yüzdeydik. 400 tane kitap geldi basılmış kitap; yani kendi kitap çıkarmış, basmış işçi çoğu. ESO İş Sendikasının şiir gününe işçi şiir yazmış. Yazmakla kalmamış, daktilo etmiş bir de bastırmış. Bir de 50 tane 100 tane bastırmış, satmak için değil yani. Bizim insanımız kendi yaşantısını türkülere anlatıyor. Demek ki biz 68 Efsanesinin bir bu.
Bir de efsanenin bir diğer yanı var. Diğer gençlere yansıtılan diğer yanı da gençliği kendilerine göre yorumlamak isteyen efsane anlatılışına da dikkat etmek lazım. Burada efsaneyi doğru anlatmak lazım. Yani 68 Efsanesini anlatmak için 68 yılına gitmek 68 yılı Türkiye’si ve 68 yılı dünyasına bakmak lazım. Yani siz 68 yılı dünyasından 68 yılı Türkiye’sinde 68 li o dönemki gençlerini kopuk bir 68 i anlatır iseniz eksik bir 68 anlatırsınız. Yani bir kuşağın eksik antlımı olur ki, maalesef benim izleyebildiğim ve müdahale ettiğim konu budur. Yani ben68 in doğru anlatılmasını 68 in bir parka, postal, silah üçlemesi içine sığacak kadar dar bir şey olmadığını 68 gençliğinin çok daha geniş, çok daha anlatılması gereken yönleri olduğu üzerinde durdum. Burada üzerinde bir durduğum 68 gençliğinin yetişme ortamı olan ilköğretim çağıdır. Aileleri için aile ocağı zaten geçerlidir, ama aile ocağı dışında bir de öğretimde gördüğü eğitim çocukların yönlendirilmesi de gitgide daha çok belli oluyor ki, gitgide aldatılıyor. Nerede ise gene demografi sürecinde bizlerin kimliğinin oluşmasında elimizden gelmeye başladı iş. O>nu bırakın 3 yaşa beş yaşa geldi Füroidci felsefeler. Biz ilköğretim, ilkokulda ortaokulda ve lisede nasıl bir eğitim gördük, bundan kopuk bir ad 68 i anlatmak bana göre doğru değil. Bizim o sırada eğitim gördüğümüzde bizi etkileyen yani 68 in devrimci hareketine giren gençliğini etkileyen öğretmenlerimiz ise bir yenilgi din öğretmenleriyle yenilgi en azından bir Köy Enstitüsü yenilgisi gibi çok büyük bir olay 1946 da başlayan girişimlerle 1951 ve 54 de tamamen kapatılmıştı. Peki, o Köy Enstitüsü öğretmenlerinin birçoğu belki öğretmenlik yapmadı, ama birçoğu da öğretmenlik yaptı. Onların içindeki öğretmenlerden benim öğretmenim vardı, okuduğu okullarda fizik öğretmenimiz vardı Köy Enstitüsü mezunu; tarih öğretmenimiz vardı, okul müdürümüz vardı. Onlar bize öyle bir eğitim verdiler ki, kendi bilgilerinin gelecek kuşaklarda o yenilgi nedeniyle gelecek kuşakları hazırlama yönünde bir eğitim verdiler. Bize Milli Mücadeleyi anlattılar, tam bağımsızlığı anlattılar, egemenliği anlattılar, yurttaş olmayı anlattılar.
Ulusal Eğitim Derneği’nin her cumartesileri düzenlemiş olduğu eğitim-kültür konferanslarından 68 lilerin 50. yılında bağımsızlık hareketi konulu etkinlik, derneğin Necatibey Caddesi’ndeki salonunda 12 Mayıs günü yapıldı. Konferansı dinleyici olarak emekli öğretmen ve akademisyen üyeler katıldılar. Bu haftaki konunun konuşmacısı 68 liler hareketinin aktif üyelerinden Atila Sarp idi. Atila Sarp yaptığı konuşmada şunları söyledi:
SINIFTA YAPTIĞIM YARAMAZLIK VE ÖĞRETMENİMİN OLUMLU ETKİSİ
Benim öğretmenim vardı Osman Karagöz kimya öğretmenim. Bir gün derste yaramazlık yapıyorum yanımdaki arkadaşlarla kimya dersinde. O öğretmenim bana dedi ki, “seninle dersin sonunda bir şey konuşacağım”, dedi, hiç unutmam. Eğitim hayatımda en önemli konulardan birisiydi, çok haylaz bir öğrenciydim. Bir yıl da okula gitmemiştim, ikinci yılımdı o sene, belki de okumayacaktım, yani.
Ben durdum tabi, herkes gittikten sonra “gel buraya” dedi. Osman Karagöz beni karşısına aldı. Dedi ki, “sen yedi kardeşsin” dedi. “baban bir emekçi” dedi. “Annen çalışan bir kadın” dedi. “Onlar seni bu okula gönderiyorlar, fedakârlık yapıyorlar, sen burada iki üç kelime öğreneceğine, ders’te yaramazlık yapıyorsun Atila, yakışmıyor” dedi. “Yedikardeşsiniz, yedi tane kalem aldım size, bunları her kardeşine vereceksin” dedi. “Bu kalemle hep yazacaksın” dedi. Bunu hiç unutamıyorum; “bir daha derste yaramazlık yapmanı istemiyorum, sen çok zeki çocuksun” dedi.
Buna çok üzüldüm, utandım, çünkü öyle bir konuştu ki, benim yüreğime girdi. O kadar utandım, bu bizim yaptığımız iş değil, diye düşündüm. Eve gidince kardeşlerime, hocam size birer kalem hediye etti, dedim kalemleri kardeşlerime verdim.
Benim üniversitede fenden çok büyük puan almamın sebebi Osman Hoca’dır. Ben sosyal bir insandım, siyasalı falan istiyordum. Çok yüksek puan aldım, çünkü organik kimya, hakikaten müthiş bir kimya bilgisine dersine sahip oldum. Hocamın etkisi ile kimyayı, formülleri ezberledim. Osman Hoca çok iyi bir insandı.
Yalnız o derste değil, Hicran Hoca vardı, tarih hocamız o tam bağımsızlıkçıydı. Bir gün kalktı bir şiir okudu bana derste; sene 58 idi. Ben Nazım’ın şiirini okudum, derste. Nazımın şiirini okuyunca bu kriz geçirdi, dedi ki bana, “her şiir her yerde okunmaz” dedi. O zaman size başka bir şiir okuyorum” dedim. Babamın sevdiği bir bayana yazdığı bir şiiri vardı, ben de ezberlemiştim.
“Ay tutulmuş gibi mahsun mahsun yeşilsin,
Yemyeşil vadiye benzer gözlerin
(Hocamın gözleri yeşildi)
Şaşma sözlerine gözlerin uzunsun
Etrafında teror çınlar sözlerin.
Sen en ulu beldelerin kızısın
Elbette içimde bir hoş sızısın
Artar kalbime ihtiyaç gel gir kalbime
Haydı goncam geçmesin gençliğinin fendini
Ağlamak inlemekle geçmez kalp inlemelerin”.
Hicran Hoca çok sevindi, hoşuna gitti.
Ve bana dedi ki, “kritik günlerden geçiyoruz, Nazımın şiirini her yerde okuma” dedi.
Bakın sene 58. Şimdi biz bu eğitimlerden geldik. Bu eğitimi ve ciddiye aldım. Sonra tam bağımsızlık, ülkede bağımsız yaşamak, özgür yaşamak, o da güzel bir şey, tam bağımsız ülkede yaşayacağız, hür olacağız. Öğrencilerimiz bu süreçte 27 Mayıs’ı yaşadık. Büyük baskılar gördük, 27 Mayıs’ta sokakta gezmek yasaktı, şimdi bunları gizliyorlar. Demokrat Parti (DP) öyle sütten çıkmış ak kaşık değildi. DP döneminde öğretmenlere, öğrencilere her türlü baskı yapılıyordu. Meclis kendini mahkeme yerine koymuştu. Sokağa çıkmak yasak idi. Biz İstanbul’da 72 Nisan olaylarını duyduğumuzda, biz 29 Nisan’da Ankara’da yerlere girdik. Atila Arsoy’du benim, Ankara’daki Atatürk Lisesindeki ağabeyim, o bizi topluyordu, “yayaya yaşa İsmet Paşa” deyip. Namık Argüç, hemen Atatürk Lisesinin yanındaydı. Oradan yürüyüşe geçtik, oradan üzerimize atlı polis, sis bombaları böyle günler yaşadık. Vatan Cephesini yaşadık. Vatan Cephesi devam etseydi, 61-62 lere karşı, Vatan Cephesi yürüseydi, geçseydi, belki Endonezya’daki bir günde her türlü muhalifi “komünist” diye katledilip devam etmesi Türkiye’de uygulanacaktı, tartışmıyoruz biz. Böyle bir rejimden geçti, bizim o çarpışan o işin içinden gelince, o olaylara girdi, dedi.
27 Mayıs’ın getirdiği 62 Anayasası, 27 Mayıs’ın getirdiği özgürlüklerle, ne yaptı? O özgürlükleri de içselleşmeye başladı. Hem özgürlükleri yaşıyorsunuz, hem kendi tarihinizle bir milli bağımsızlık mücadelesinin sonuçlarını almaya başlamışsınız ve böyle bir kuşak olmuşsunuz, bu sene sokakta Amerikalıyı görüyorsunuz. Amerikan askerleri sokakta, memleketlerindeki gibi geziyor. Genç kızlarımız Amerikalılarla evlenmek için yarışıyor.
Amerikan askerleri, ben şimdi gençlere anlatıyorum, gençler böyle şeyleri bilmiyor hakikaten ne olayın yaşandığını bilmiyorlar.
KENDİ YURDUMUZDA AMERİKALILARIN OLDUĞU YERE GİDEMİYORDUK
Ben Küçükesat’ta oturuyorum 14 Mayıs evlerinde Amerikalılar oturuyor. Milletvekilleri kendilerine yapmışlardı 14 Mayıs evlerini. Sonra başka yere, İsrail evlerine geçtiler tahmin ediyorum, orayı Amerikalılara verdiler. Biz Küçükesat’tan Amerikalıların oturduğu semte gittiğimizde “ diyorlardı, bekçiler önümüzü kesiyordu, “yasak” diyorlardı. Kendi mahallemizde gezemiyorduk, yoksa yukarılardan gidiyorduk Amerikalıların olduğu yerlere.
Şimdi Amerikalara karşı mücadele böyle başladı. Bizden çok Amerikalılara karşı ayaklanmak Adana’da olduk, “Adana halkı ayağa kalk”. Belli yerler halka yasaklandı Amerikalılar geldiği zaman, o zaman dedi ki Adanalılar, “Allah Allah biz Milli Mücadele vermişiz, Fransız’a, İtalya’ya, Yunan’a. Yunana karşı büyük bir mücadeleyi kazanmış bir ülkenin evlatları olarak. Amerikalıların, Amerikan askerinin karşısında, Amerikan subaylarının karşısında susacak mıyız? Dedi ayaklandı. Biz de 63-64-65-67 yıllarında giderek Amerika’ya karşı tam bağımsızlığı, biz Mustafa Kemal’i okuyoruz, Mustafa Kemal’i okuduğumuz zaman okuyup geçmek, izine çıkmak için okumadık ki. Çoğu insan okuyor, “izindeyiz atam” sonra izine geçiyor. Biz Türk Gençliğini okuduğumuz zaman orada ne demek istiyor, oradaki anlam ne? Oradaki anlamın bize yüklediği genç olarak görev gereği okuduk ve o görevi yerine getirdik. Biz yerine getirdik, eski kuşaklar daha çekingen davrandı. Bizi Amerikan yanlıları değil, Milli Mücadele, tam bağımsızlık gençlik yönlendirdi. Milli Mücadele dönemine gittik baktık, o dönemde, Mili Mücadele döneminde Anadolu’da yaşayan bir genç olsaydık, ne yapardık? Sıraya girip Milli Mücadeleye mi katılırdık, yoksa köyümüzde oturup, “bu işlere karışmayalım aman, padişah efendimize karışmayalım, Yunan askeri gelsin bizi kurtarsın mı derdik. Galiba Milli Mücadeleye katılırdık. İçimizden gençlerin bazıları padişah emrine uyardı. Ama biz uymazdık, biz emperyalizme karşı mücadelenin içine girerdik.
Şimdi böyle bir geçmişten gelen bir nesil, ABD emperyalizminin üslerini, tesislerini, sokaklarını, kültür hayatını ele geçirmesini MTA yı silah fabrikası yapmaktan gaz ocağı fabrikası yapmaya döndürmesini; NATO’ya asker yapıp, NATO silahlarını bizim istediğimiz zaman kullanacaksın, başka zaman kullanamazsın” demesini kabul edilmemiz beklenir miydi? Beklenemezdi. Ülkenin kurucuları da zaten bu tepkiyle başlamıştı. İsmet Paşa’nın falan da tepkileri vardı. 63 yılında İsmet Paşa’ya niçin bu 47 yılında ABD ni bu devletin içine bu kadar soktunuz” dediğinde verdiği cevap çok muhteşemdir. “Ben bu devleti meşruiyetli bir devlet zannettim” diyor. Yani düşünün paşa da kandırılmış. Kendini mesuliyetli göstermiş ABD, mesuliyetli bir devlet göstermiş TC Devletine. O da mesuliyetli bir devlet olarak almış ama “adamın mesuliyet sorunsuz bir devlet olduğunu” anladım demiş.
Şimdi buna karşı çıkmak, bizim 68 efsanesinin temelidir ve bu günkü konunun temeli zaten budur. Bağımsızlık düşüncesinde ayrı, bağımsızlık fikriyatından ayrı henüz bile bir ayrı siyasetin, ayrı stratejinin bu topraklarda bu ülkede güncel siyasette etken olması zaten bizim bağımsızlığımızın temel nedenlerinden birisidir.
EFSANE VE BAĞIMSIZLIK
Bu gün bile dikkat edin esiyorlar, gürlüyorlar, Amerika gidiyor Suriye’yi bombalıyor, bu bombalar demokrasi bombası oluyor bir anda, yani bu korkunç bir şey. Sabah gazetesini açtım, 2003 yılıydı hiç unutmuyorum, bizim kuşaktan bir arkadaşımız, “ABD nin attığı bombalar Irak’a atılan demokrasi bombalarıdır” diye yazı yazıyorlar. Yani şimdi bağımsızlık fikriyatında, bağımsızlık eserinde bağımsız bir ülke olmak düşüncesi de bağımsız siyaset yapmak, giderek bağımsız partiler olmak, giderek bağımsız yurttaşlar olmak, böyle kolay bir olay değil, esas temeli bu, kavganın. Kavganın esas temelinden uzaklaşırsanız, ne oluyor, “önemli değil yav bağımsızlık, evet isterseniz önemli değil oluyor ama bakın hala girdiği çıkmazdan çıkamıyor. Efsane devam ediyor. Biz efsane olmayalım, tamam nasıl olmayalım, bizim yaptığımız mücadeleler gerekemez ise o toplumda, efsane olmazsınız. Pir Sultan niye efsane oluyor? Pir Sultan’ın dediği Hızır Paşa’lar Pir Sultanların boynunun vurmasa Hızır Pir Sultan efsane olmaz ki. Kimi Hızır Paşa yaptıysak geliyor bizim boynumuzu vuruyor. Hızır Paşayı da Pir Sultan yetiştirmedi mi?
68 KUŞAĞI DA EFSANELEŞTİ
İstanbul’a geldi Pir Sultan’ın boynunu vurdu. Kimi yetiştirdiysek dönüp dolaşıp bizim boynumuzu vurdu, neden çünkü bağımsızlık düşünce. Bağımsızlık bir tek yönlü değil. Bugün ülke bağımsız olsun, gerçekten esiyorlar, gürlüyorlar, ABD ine, emperyal güçlü devletlere, diğer emperyal merkezlere, bütün emperyal güçlere karşı bağımsız bir ülke olsun, efsane neye efsaneleşecek. Bağımsız bir ülkede efsaneye gerek olur mu? En fazla kitaplarda Köroğlu gibi okunursunuz. Güncelleşmezsiniz ama 68 bu gün güncelleşmiş durumda. Dolayısıyla 68 in güncelleşmesi, bu gün de aynı olayları değişik oramda yaşadığımız nedeniyledir. Bunun temeli de bence bağımsızlık.
68 Kuşağını o efsaneleştirmede onun bağımsızlık yanını çıkarmaya kalktığınız anda hata başlar. Hata neyle başlar? Bu sefer 68 yılı kuşağındaki yaşadıklarınızı unutmaya başlarsınız. 68 kuşağının örgütlülüğü hangisi idi. TMTF vardı, TMGT vardı, Fikir Kulüpleri Federasyonu vardı (FKF), FKF 68 den başlamış, 68 sonuna kadar 12 ay Anadolu’da işçiye köylüye ulaşmış onlar çağırmış. Miting yapmışlar, “gelin mitingimizle ilgilenin” demiş.
Gençliğin siyasetle yoğun ilgilenmesi ve aynı zamanda çözüm yolları arayışına başlamış. 68 döneminde gençlik, “ben bu ülkeyi kurtaracağım” diye ortaya çıkmamış ki. Hep kendi dışındaki partilerden, siyasal güçlerden “bu duruma bir müdahale edin biz de bu önerisi vardı. Ben 22 yaşındaydım, benim iktidarı düşürme diye bir düşüncem yoktu ki 68 de. Ama 22 yaşında ben mevcut siyasal yapılardan, bizden büyük insanlardan ülkeyi kurtarıcı siyasi çözümler üretmesini, bizim çalışmalarımız da buna paralel olmasını düşünüyordum 68 de. Ne oldu da böyle düşünen 68 deki kuşak iki sene sonra örgütler kurarak memleketi kurtaramaya kalktı. İşte tam bağımsızlık eksenini tam anlamıyla anlamazsak, bu işe çözüm bulmamız mümkün değil. Doğru bir düşünce tarzı getirmemiz mümkün değil, oradaki olanda da vurguladığımız şudur, benim bütün tartışmalarda görüşmelerde, arkadaşlarıma da söyledim,
68 in neden siyasallaştığı üzerinde mutlaka durmamız lazım. Siyasallaşmasının neden bu sefer iktidar olma, siyasallaşma başka, gençlik bir siyasallaşsın depolisasyon gençliği köreltir. Politikadan uzak, siyasetten uzak siyasal bilgilerden uzak bir gençlik akademiye bırakır siyaseti, ancak akademik okullarda siyaset yapılır öbür gençlik siyasette ilgisi olarak yaşarsa kısır bir gençlik haline gelir. Tamam, siyasetle ilgilensin ama “siyaseti de ben yapacağım” dediği anda iş değişiyor. Demek ki başkaları görevini yerine getirmiyor ki genç kuşaklar “siyaseti ben yaparım” noktasında oluyor, bir de böyle bakalım. Hep kafamızdaki o şeye girmeyelim, motivasyon vardır, emperyal güçler daima Vietnam savaşından sonra emperyal güçler soldan da oynamıştır, gerilla hareketleri, çete hareketleri, terörist hareketleri desteklemiştir, bu doğru gerçek. Bunu fark ede fark ede işte Esat dün silahlı mücadeleyi bıraktı. Açık deklere etti, arka arkaya, “artık silahlı mücadele yolu bitmiştir. Artık yeni yöntemler gerekir, biz artık silahla hiçbir işimiz kalmadı, silahlarımızı gömüyoruz, diye “inşallah bir daha çıkarmayız” diye silahlarını gömen örgütler arka arkaya geliyor.
Bizde bu örgütlerin kuruluş süreci gene bir takım yorumlara göre katılmadı. Yukarıdan dediler örgütler kuruldu. Böyle bir olay yok, böyle bir şey yok, 68 kuşağı siyasallaşmış, kendi yetiştirildiği ortamın doğrultusunda eylemlere, aksiyonlara girmiş; tam bağımsızlık eylemlerine girmiş, emperyalizme karşı eylemlere girmiş. NATO’ya karşı eylemlere girmiş, Güney Vietnam, Kuzey Vietnam kavgasında milli bağımsızlık yapan gücün yanında yer alarak Güney Vietnam sergilerini dağıtmış, Gerçek Vietnam kavgasında sergiler açmış. Hep böyle bağımsızlık yolunda halkın, işçilerin arasına girmiş 15-20 Haziranda işçi hareketinin göbeğinde yer almış, içinde yer almış, köylere gitmiş, köylüleri uyandırmış, 68 kuşağı iki üç milyon köylüyle birebir konuşmuş. Cumhuriyet tarihinin en önemli aydınlanma ilişkisidir. İki milyon köylü ile birebir konuştuk, yüz yüze. Belki 200 tanesiyle ben konuştum. 300 üyle biri konuştu, 500 üyle biri konuştur, 200 üyle Deniz konuştu, Yusuf konuştu, Hicran Savran konuştu, Doğu Perinçek konuştu, Oral Çalışlar konuştu, Ümit Zileli konuştu, bütün gün Şahin Alpay konuştu, kimi aklıma geliyorsa 68 kuşağından, bütün arkadaşlar İrfan Uçar konuştu, Mahir Çayan konuştu Mahir kimseye söylemez, köy köy gezdi aylarca. 1968 yılında köylerde bilfiil çalışması var Mahir Çayan’ın. Bunlardan hiç bahsetmiyorlar. Bütün iki milyon köylüyle konuşan gençlikten bahsediyoruz, onlar tanıyorlar birebir. Onlar bire bir evine gelip fedakârlık yaptığını biliyorlar.
EMEKÇİNİN GECEKONDUSU YIKILMASIN DİYE MÜCADELE VERDİK.
Gecekondularını kurtardı. Gecekonduları yıkılıyordu. Zabıtalarla gecekondularını kurtardık. Şimdiki gecekonduların tapusunu alırken bunları anlatmıyorlar. Gecekonduları verdiler, apartman sahibi oldular. Bir dairesini kiraya verdiler kira alıyorlar ama gecekondunun kendilerine verilmesi 68 lilerin rolünü ve çabasını anlatmak lazım. Bütün gecekonduları gezdik, yıkılmasın diye mücadele verdik. O yıkılmadığı için gecekondular 1983 de Özal’ın çıkardığı yasa ile ev sahibi oldular. 1983 de gecekondular yıkılsa idi ev sahibi olamayacaklardı. Kim yıktırtmadı, biz yıktırmadık, şimdi bunu anlatmak lazım. Konak’da bir gecekondu toplantısında konuşurken adam ANAP’ı övüyor, bana diyor ki, “şimdi apartman sahibi olduk, yoksa gecekondularda sürünüyorduk” diyor. Dur bakayım sen, dedim, kim yıktırmadı senin gecekondularını, Ege Üniversitesinin öğrencileri, sen ne biçim Müslümansın, asıl sana ev sahibi yapan bunlar, bu çocuklar”. Vallahi adam bembeyaz oldu.
Şimdi dolayısıyla bu kuşağın kendi başına siyasallaşması, kendi başına örgüte dönmesi oldukça önemli. Öğretmen olarak sizlerin de mutlaka buna haberi, bilgisi vardır, ama hepimiz de bu konu üzerinde odaklaşmamız lazım. 1969 da başlıyor örgütlenmeler, 1969 Mayıs, 1969 Ekim, 1970 Mart-1971 işte iki sene içinde herkes “haa artık başımızın çaresine bakmamız lazım, kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz” diye parti kuruyor, örgüt kuruyor, cephe kuruyor, bahsettiğimiz gençler. Hepsi kendilerine göre bir strateji kuruyor. Bunlar niye bu duruma geldi; o günkü siyasal yapılar görevi yerine getirip bunların derdi iç içe bu tür konularda birebir ilgilenselerdi, kimse örgüt mörgüt kurmazdı. Kursa da gitmezdi, şimdi bile 50 tane örgüt kuruluyor kimse kuruluyor, kimse gitmiyor. Gitmiyor herkes, çünkü anayolda bir ışık var; daha netice alıcı iş var. Onu arar insanlar siyasetle niçin uğraşılır. Siyaset spor değil ki. Siyasette sonuç alacaksınız, sonuç alamadığınız siyasette millet ilgilenmez, millete ne.
Ama sizin sonuç alacağınız siyaset var ise vatandaş sizi dinler ilgilenir. Yakınlık gösterir.
Biz şöyle oldu tabi iki milyon köylü ile bire bir olunca, bizim peşimizden halkın geleceğini düşündük. Bizim halkımız Anadolu halkı 400- 500 yıllık tecrübelerden geçerek hareket eder. Etmeni, bizim yanımızda hareket etmedi, şu ya da bu nedenle, onlar ayrı bir konu. 68 in o uçkun eylemlerini ortaya çıkaran, hakikaten de giderek kitlelerle kopmasına yol açan ve bunu da çok güzel şekilde küresel güçlerin medyasının yönlendirmesiyle, basınıyla, radyosuyla halkla aramıza uçurum koyacak şekilde eylemleri öne çıkaran, stratejisinin içinde, sürecin içinde böyle bir de realite var. Biz bu realiteyi de ortaya koyalım ki, bu günkü gençliğe bir şeyler söyleyelim. Bu günkü gençliğe, 90 gençliğine yönelik aktarmalarda bu nedenle kuruluş sürecindeki o 68 kuşağının kuruluş ve tam bağımsızlığının boyutları, o tam bağımsızlık önündeki söylemlerin. O savunmalarda Mahir Çayan’ın savunmasında olsun, Deniz Gezmişin savunmasında olsun bizlerin savunmasında zaten, büyük göçler var idi. Tam bağımsızlık vurgusu, Milli mücadele vurgusu, Mustafa Kemal ile 68 kuşağının hiçbir sorunun olmadığı vurgusu vardır, altı çizilerek mahkemelerde gerek idamlara, gerek infazlara imhalara kadar son konular yazılıdır. Çıkarılıyor parka, postal, silah üçlemesiyle bir 68 tiplemesi yapılıyor. Yani bu büyük bir yanlıştır, gerçeği yansıtmamaktadır, tablonun tamamını yansıtmamaktadır. Bu nedenle bağımsızlık yönünün 68 kuşağının ülkenin gerçeklerine sahip çıkışının halkla ilişkilerinin bu boyutların da tam olarak anlatılması gerekiyor.
90 kuşağı bundan nasıl yapacak, 90 kuşağıyla 68 li olarak ilişkim, 2018 in 10 Ocak itibariyle kesildi. Son olarak 2018 de kendi 50 yıllık sokak siyaseti hareketimi sonlandırdım, bundan sonra sokağa çıkıp eylem yapmamaya karar verdim, hem de 2018 yılından itibaren de 90 lı gençliğin aktif mücadele içinde olanlarıyla münasebetimde engeli olmaya başladım. Yani onlarla günlük ilişkiler içinde oluyordum, eylemlere gidiyordum, bütün eylemlerimle vardım, gezi direnişin bütün aşamalarında vardım. Okmeydanı’nda 1 Mayısta bütün çatışmaların içindeydik. Hep orada arkadaşlarım vardı.
ALTI EYLEMCİDEN ÜÇÜ POLİS ÇIKTI
Neden bu kararı aldım? Çünkü ocak ayının 15 i 16 sı gibi TV da Yüksel Caddesindeki bir eylem TV da yer aldı. Altı eylemci yan yana duruyor, polis altı eylemciye diyor ki, “eylemlerinizi bırakın” diyor. “Vazgeçin müdahale edeceğiz”,diyor. Polis altı kişiden birincisini ikincisini yakaladı, üçüncüsü dördüncüsünü yakaladı, beşincisi altıncısını yakaladı. Üç dört de polis gelip arabaya götürdüler. Altı eylemcinin üçü polismiş. Yüzde on gördüm, yüz kişi gider bir tane olurdu. 50 kişi giderdik üç beş tane olurdu. Ben bu yaşa geldim, altı tane eylemci birlikte slogan atıyor, altı eylemcinin üçü birbirini derdest ediyor. Ben bunu ilk defa gördüm, tamam dedim.
Şunu anlatmak istiyorum, işin şekli değişmiş. Burada da ben uzun süre anlattım; bizim yanımıza gelmek, bizimle hemdert olmak, bizimle söyleşi yapmayı 68 li gençliğinin o günkü etkileme içinde olanları düşünüyorum, hepsi için kast ediyorum. Kolay bir şey değildi. Bir kere oturmasını kalkmasını bileceksin, bir masada yemek yemesini bil, bir eve gittiğiniz zaman muhabbeti bileceksiniz. Büyüğünüze saygıyı bileceksiniz, küçüğünüze sevgiyi bileceksiniz, okuyacaksınız, soru sormasını bileceksiniz, inceleyeceksiniz. Böyle kuralları vardı bizim kuşağın. Şimdi gitgide bu kurallar da kalktı. Yeniden gençlere kurallar getirmemiz lazım. Gençlerin ne şekilde olacağına kafa yormamız lazım. Onlara bir de dokunmamayı bırakmamız lazım. Çünkü şimdiki gençlik 90 gençliği, onlara 90 lar diyorum, bu gençlik bizim gibi değil, en çok 30 kitap okurduk, okuduğumuz kitaplar. İmkân yok okuyacaksın baştan sona. Şimdi öyle değil. Bilgisayara bir geçiyor, neyi merak ediyor, bir 68 li yazıyor, iki bin tane bilgi geliyor. Yani bilgi, eğitim bakımından bizden çok ilerdeler.
ŞİMDİKİ GENÇLERİN BİLGİYE EDİNME DAHA KOLAY VE HIZLI
Gerçekten ben şaşırıyorum. Çok bilgililer, inanılmaz. Çünkü neden, bilgiye erişim bizim üç katımız, yani 68 kuşağının bilgiye erişiminin üç katı bilgiye erişi olan bir kuşakla karşı karşıyayız.
Ama ikinci olarak da dokunma olayını bıraktığınız anda kendi başınıza nereye bıraktığınıza bakıyorsunuz. Bırakın gidin ama nereye gidecek, şimdi biz 68 i yaşadık; bizi bir bıraktılar, biz nereye gittik. Yanlış doğru mücadeleler yaptık, idamlar yedik. Şimdi ben bu yaşadığı deneyleri, kuşakların yaşamasını istemem mi? Daha iyi isterim. İyi bir şey yaşamasını isterim. Bizlerden ders çıkarmasını ama bizlerden diyaloğun kopmamasını isterim. Siyaset ve diyaloğun kopmamasını isterim. Bu nedenle de mevcut siyasal yapılara, 90 lılarla sıcak temasın dokunmayı kestikleri anda 90 larda bizim gibi başının çaresine bakarsa bu ülkenin esas siyasi açmazının o gün başlayacağına inanıyorum. Çünkü onları yakından tanıdım ben. 90 gençliği bizim düşündüğümüzdeki eylemlerle tatmin olmazlar. Bambaşka olaylar ortaya koyarlar, eğitmenlik yaparlar, bilgisayarlarla yeni şeyler üretirler, bize göre bambaşka şeyler üretirler. Onlarla siyasal yapıların, demokratikleşme sürecimizin kopmaması lazım.
Burada konuşma biterken karşılıklı sorular ve katkılar bölümüne geçildi.
Cevat Kulaksız
Cevat Kulaksız
Atila Sarp 1946 Ankara-Çankaya doğumlu 57-2017
arasında aktivist, yönetici, danışman, ikinci başkan, başkan, genel başkan olarak çeşitli dernek, sendika, vakıf ve partilerde görev aldı. 1952-75 arasında Ankara Mimar Kemal, Kavaklıdere ilkokullarında Atatürk Lisesi, A.Ü. Ziraat Fakültesinde öğrencilik yaptı. Ziraat Yüksek Mühendisi oldu. 74-80 yıllarında yedek subay olarak askerlik süresi dışında kalan sürede Ankara Belediyesinde işçi, mühendis ve hizmet işi sendikalsında uzman olarak çalıştı. 82-2005 arasında tarımın çeşitli alanlarında ağırlıklı olarak çevre çalışmalarında kendi şirketi TÜMAPA ile çok sayıda tarımsal bitkisel yapısal alanında mal ve hizmet üretiminde ve ithalat-ihracat işlerinde bulundu. 2005 yılında BAĞ-KUR emeklisi oldu. Başkent Ankara’da yaşamaktadır.
Yayınları, kitapları var. Tam adı: Tam Demokrasi Atıla Sarp’tır.
Yorum Gönder