2019 A Giderken Demokrasi Beklentisini Derinleştirmek Bu Süreçte Sivil Toplum Kuruluşlarının Yeri ve Rolü (3)
Yine bu yılki etkinliğin sloganı “Uyan Gazi Kemal” olarak belirlendi. 25.01.2018 günü Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezindeki konuşmaları ne yazık ki çok az sayıda kişi izliyorlardı, öyle ki salonun onda bir bile dolmamıştı. Bunda, faşizan baskı endişesi veya Ankara Valiliğinin OHAL kapsamındaki yasaklamanın (sonra zorlukla serbest bırakıldı) etkisi olduğu söylendi.
Çok az sayıda izleyicinin izlediği bu konuşmaları, biz de banttan çözerek size sunmayı istedik. Ancak metin uzun olacağından okuyucuyu sıkmamak için, üç konuşmacının konuşmasını üçe böldük, üç bölüm halinde vermekteyiz.
Bu son bölümün üçüncü konuşmacısı olarak Baturay Göksular (SDD Yön. Kur. Üyesi Bilkent Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi 3. sınıf Öğrencisi) şu konuşmayı yaptı:
“Toplumumuz iyi bir yönde dönüşmüyor”.
“Bu linç kampanyasında (CHP nin yeni seçilen bayan il başkanı için) AKP nin ya da Erdoğan’n yer alması gayet olağan”.
“Siyasi partiler değil, sivil toplum kuruluşları bizi kurtaracak”.
“Basit, gayet ilkel bir dikta rejimi var bu ülkede”.
“Ben savaş istemiyorum”, diyemiyorum, çünkü “savaş istemiyorum”, diyenler bu ülkede tutuklanıyorlar”.
“Savaş istememenin bile suç olduğu bir ülkede yaşıyoruz”.
“Bu ülkede geleceği aydınlık kılacak olanlar kadınlar ve gençlerdir”.
“-Bu ülkenin aydınlığı için mücadele etmiş ve katledilmiş aydınlarımızı Uğur Mumcu’yu Muammer Aksoy’u, Bahriye Üçok’u aslında aydınları katledilen bir ülkede yaşadığımı hatırlayarak Hrant Dink’i, gezide katledilen arkadaşlarımızı anarak başlamak istiyorum. Konuşmamın ayrıntılarına geçmeden önce birkaç başlık altında nelerden bahsedeceğimiz< belirtmek istiyorum.
Öncelikle bu gün burada demokrasi anlayışını derinleştirmek, 2019 a giderken demokrasi anlayışını derinleştirmek üzerine bir konu ile konuşuyoruz ve sivil toplum kuruluşlarının rolü üzerinde konuşuyoruz. Ben bu demokrasi, bu derinleştireceğimiz demokrasi nerdedir, var mıdır, yok mudur ondan biraz bahsedeceğim.
2019 ne kadar önemlidir ve biz neler yapmalıyız ondan bahsedeceğim ve aslında en önemlisi burada yine gençler bulunduğumuz için 2019 a da benim açımdan 2019 a giderken gençler olarak biz ne yapacağız, ondan biraz bahsetmek istiyorum. Ama hepsinden önce biz sanıyorum birçoğumuz 16 yıldır ve özellikle son yıllarda sürekli olarak toplumun değiştiği, dönüştüğü kötü bir yöne doğru dönüştüğü üzerine eleştirilerimizi dile getiriyoruz ve bu eleştirimizi genel olarak bizim gibi düşünmeyenler için kullanıyoruz. Yani bizim gibi düşünmeyenler yüzde elli evlerde tutulan yüzde eli için söylüyorum, haklıyız da.
LİNÇ
Evet, toplum hızla dönüşüyor, ama şunu gözden kaçırıyoruz bence, bizim gibi düşünen insanlar da değişiyor ve dönüşüyor, toplumsal olarak ve bence iyi bir yönde dönüşmüyor. Bunun bir örneğini vermek istiyorum, sanıyorum daha iyi anlaşılır, siyasetin ta kendisi aslında bu dönüşümü bize kanıtladı. Geçtiğimiz günlerde, biliyorsunuz hepimiz hâkimiz konuya, gündem olduğu için.
CHP nin İstanbul il başkanlığı seçimi yapıldı ve bu seçimde iyi ya da kötü destekleyiz veya desteklemeyiz, bir kişi seçildi. Sonra Türkiye’de genellikle olduğu gibi, bir linç kampanyası yapıldı. Bu linç kampanyasında (CHP nin yeni seçilen bayan il başkanı için) AKP nin ya da Erdoğan’ın yer alması gayet olağan. Bence etkisiz de, çünkü onlar da bunu sürekli yapıyorlar. Ama beni daha çok etkileyen kendisine “ulusalcı” adını veren ve Atatürkçü olduğuna inandığımız insanların CHP li olduğunu söyleyen, bilmiyoruz bunu da, insanların linç girişimiydi. Dediler ki, “bunu buraya kim getirdi?” Aslında “bunu buraya kim getirdi” söylemi, bizim Sosyal Demokrasi Derneği (SDD) olarak her etkinliğimizde, her çalışmamızda, yazdığımız kitaplarda ve söylemlerimizde de öne çıkardığımız “aktif yurttaş, katılımcı demokrasi” gibi kavramların nasıl kendi içimizde bile nasıl yerle bir edildiğini ve uygulanmadığını gördük, bunu gösterdi bize. “Bunu buraya kim getirdi” diyen insanlar aslında gayet toplumun büyük bir çoğunluğunun kabul ettiği şekilde birilerinin bunu seçerek getirdiğini fark etmediler, ya da başkasını seçmek için orada bulunak istemediler. Katılmadılar, bu demokrasinin sadece bir parçası olan sandık eylemine, katılmak istemediler. Sonra da eleştirdiler, söylemde kaldık, eyleme geçmedik, her zamanki gibi.
AKTİF YURTTAŞLIK
Bunu ben açıkçası bizim demokrasi anlayışımızı derinleştirmek ve 2019 a giderken sivil toplum ne yapacak, kısmında konuşurken aktif yurttaşlık dediğimiz kavramın üzerde durmak istiyorum.
Aktif Yurttaşlık nedir, neden aktif yurttaşlar olmalıyız. Aktif yurttaşlar olursak ne yapabiliriz üzerine. Öncelikle 2019 seçimleri sürekli konuşuyoruz, 16 Nisan’ından beri bunu konuşuyoruz. 2019 seçimleri gayet tabi çok önemli. Çünkü benim açımdan bir diktatörlüğün, hâlihazırda var olan diktatörlüğün tescillenmesi hususunda gerçekleştirilecek bir durum. 2019 seçimleri var önümüzde ama bir yandan da şu var ki, 2019 seçimlerine tabi ki hazırlanacağız ama kazanmaya çalışacağız ama bir yerde aslında 2019 seçimlerine o diktatörün hazırladığı kurallarla gideceğiz biz. O kurallarla yarışacağız. Aslında maalesef biz bu mücadelede katılmak bulunmak zorundayız ama bu mücadeleyi ele aldığımızda ufak da olsa biz de bir meşruiyet katacağız. Bu konulan kuralları kabul ettiğimiz çerçevesinde bizim şöyle bir sıkıntımız var, ben benim yaşım geçmiş, yılların seçimlerine ya da seçim süreçlerine denk gelmiş değil, ama en azından 2000 sonrası önümüze gelen her seçimde ve her seçim sonrasında bizim kitleler olarak bir tavrımız var. Biz her seferinde “önümüzdekine bakalım, önümüzdekine bakalım, üç yıl sonrakine bakalım, iki yıl sonrakine bakalım” gibi bir tavırla hareket ediyoruz ve sonra her seferinde hüsrana uğruyoruz çünkü biz hep kısa vadeli düşünüyoruz.
1988 yılında Kuran kurslarının bir yemin törenindeki metin, 1988 yılında birileri bu ülkeyi ve bu ülkenin temel taşlarını yerlerinden oynatmak için yemin ediyorlardı. Biz hala iki yıl üç yıl sonrakine bakıyoruz. Asla uzak geleceğe bakamıyoruz. Biz hayal kuramıyoruz en azından. Hayal kurmuyoruz ki gerçekleştirme ihtimalimiz olsun. Sanıyorum bu paradokstan çıkmamız gerekiyor. Bu kısır döngüden, evet 2019 seçimlerine hazırlanacağız ama bizim 2019 u değil yarını, daha sonraki günü düşünmemiz gerekiyor, buna dönük çalışmamız gerekiyor ve burada en önemli faktör, bence bu panel de buna uygun bir panel olu.
Gençler, neden gençler? Biliyorsunuz şöyle bir söylem var, bizim yaş grubumuz değil ama genel olarak bizden daha büyük yaş gruplarının genellikle bizleri bir yerde övmek ve cesaretlendirmek için kullandığı bir cümle vardır, “gençler bizim geleceğimiz”. Ben şahsen bu sözü tümden ret ediyorum, evet gelecek bizim ama bu gün de biziz. O gelecek için bir şeyler yapmamız gerekiyor, bizim. O açıdan sivil toplum kuruluşlarında, gençlerin yer aldığı sivil toplum kuruluşlarına çok büyük bir görev düşüyor, diye düşünüyorum. Çünkü ben ve arkadaşım Uğur Mumcu’nun söylediği gibi, “siyasi partiler değil, sivil toplum kuruluşları bizi kurtaracak”. Bizi kurtaracak olan sivil toplumda mücadele eden aktif yurttaşlar demokrasi dediğimiz, aslında hepimizin kafasında farklı olan o kavram ama katılım göstermeye çalışan, bunun için mücadele eden insanlar aslında bize kazandıracak diye düşünüyorum. Kesinlikle siyasi partilerin her hangi birinin hiçbir fark etmeksizin bizim gibi düşünen ya da düşünmeyen bu konuda etkisinin çok sınırlı olduğunu düşünüyorum. Az önce bahsettiğim perspektiften çıkmıyorlar ve çıkamayacaklar, bence. Her zaman kısa vadeli her zaman fayda esaslı hareket ettikleri için.
Savaş istememenin bile suç olduğu bir ülkede yaşıyoruz
Demokrasiyi derinleştireceğiz dedim, demokrasi var mı, aslında en önemli soru, şu anda bu ülkede. Demokrasi şu anda birçoğunuzun kabul edeceği gibi yok aslında. Basit, gayet ilkel bir dikta rejimi var bu ülkede ve aslında her şeye demokrasi hali meydanlara isim koyarak demokrasi yanlısı olduğumuzu söyleme hali hakim. Bunu tabi, gerçek demokrasiyi anlayarak ve bunu kendi hayatlarımızda ve belki kendi sivil toplum kuruluşlarımızda, siyasi partilerimizde uygulamaya koyarak anlayışı gerçekleştirebileceğinizi düşünüyorum. Demokrasi kesinlikle şu anda Türkiye’de uygulandığı gibi, çoğunlukçu, çoğunluğun her istediğinin gerçekleştiği ve azınlıkların bu çoğunluk sultası altında ezildiği gibi bir düşünce değil. Katılımcı demokrasi dediğimiz orada devreye giriyor, diye düşünüyorum.
Şimdi, sanıyorum hiç birimiz burada her hangi birimiz, bu ülkede yaşayan hiç kimsenin olduğunu düşünüyorum ama yine romantik bir anlayış olur. Savaş istediğini düşünmüyorum, ama demokrasinin bu ülkede olmadığını şu an şöyle kanıtlayabiliriz. Ben bu mikrofonun arkasından savaş istemiyorum”, diyemiyorum, çünkü savaş istemiyorum, diyenler bu ülkede tutuklanıyorlar, bir haftadır. Savaş istememenin bile suç olduğu bir ülke aslında burası. Her zaman barış istemeliyiz, diye düşünüyorum. Çünkü her zaman barış özgürlüğü getirecek bize. Kesinlikle birilerinin dizayn ettiği savaşlarda yer almak ve bu ülkenin evlatlarının hayatını kaybetmesinin hiç kimsenin savunma ihtimali olamaz tabi. Barışı istemek birilerinin ölmesini istememek çok hayalperestlik oluyor diye düşünüyorum.
Onun dışında yine burada bulunmamız sebebiyle Uğur Mumcu’ya Muammer Aksoy’a dönmek istiyorum. Bizim bu aydınlarımız, mücadelenin neferleri diye adlandırdığımız katledilen düşünce önderlerimiz katledildiler ve şu oldu, biz kitleler olarak, belki farklı düşünen kitleler olarak bu düşünce insanlarının katledilmesi sonucunda garip şahsiyetlerin ve garip perspektiflerin akımların içinde kaybolduk. Biz aslında 90 larda 80 lerde Uğur Mumcu’nun kitaplarını, Aziz Nesin’i, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok’u takip eden ve onların düşüncelerini yükseltmeye çalışan insanlar, bu gün isim vermek istemediğim bazı gazetelerdeki entra basan üç nokta yapan insanları takip ediyorlar. Biz düşünce sistemimizi kaybettik aslında bir yerde. Onu geri kazanmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Temeli sarsıldı bizim düşünce sistemimizin, ama biraz şey oldu, konuşmamın geneli. Umutsuz durdu gibi durdu diye düşünüyorum, kesinlikle değil. En azından böyle bulunan ya da bu salonda bulunan, ya da dışarıda bulunan gençlerin bu umutsuzluğu dağıtacağını düşünüyorum ben. Bir de ufak, kendimi de katarak, bir ufak eleştirim olacak. Biz sanıyorum çok fazla yol kat etmemiz gerekiyor hala. Bakıyorum, bu kesinlikle bir politik doğruculuk üzerinden değil ama hani bunu düşünmeden böyle olması gerektiğini fark etmemişiz ve burada bu salonda masanın arkasında dört tane erkek oturuyoruz. Bence bu gerçekten hepimiz için, hem derneklerimiz için, kadınların çokça yer aldığı derneklerimiz için manzaranın güzel olmadığını düşünüyorum ben. Aslında kendim de bir erkeğim ama kendimi gençler arasından kontenjana alacağım. Bu ülkede geleceği aydınlık kılacak olanlar bence mücadelesini gösteriyorlar. Gençler ve kadınlar. En açık şekilde mücadelesini gösterenler bunlar diye düşünüyorum”.
Bu bölümün sonu.
Gelecek yazımızda, Pir Sultan 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı’nca düzenlenen, aynı günde vakıf salonunda ve Vakıf Başkanı Murtaza Demir’in konuşmacı olarak katıldığı “Atatürk’ün Hacı Bektaş’a Ziyaret’i, Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması” konusunun yazısını sunacağım.
Cevat Kulaksız