Cumhuriyet döneminde dünyaya gelmiş, Cumhuriyetin aydınlığı ile büyümüş biri olarak Cumhuriyetin ilk yıllarında (1923-1938) elde edilen başarıların, gerçekleştirilen devrimlerin hiçbir aşamasından olması gerekenden fazla abartıldığına tanık olmadım ve yazılanlardan da böyle bir olay yaşandığını okumadım…
Emperyalizmin işgalinden ülkeyi kurtaran büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK, 15 yıl gibi kısa bir dönemde, Türkiye Cumhuriyetini dünya ülkeleri arasında saygı duyulacak, ciddiye alınacak, sözünü dinlenecek bir yere taşımasını bilmiştir…
Bu başarısını hiçbir zaman abartmamış, yurttaşlarının bu duyguyu yaşamasını gururla izlemiştir…
Çok partili parlamenter düzene geçişimiz ve iktidarların o günden bu güne kadar sağ partiler arasında el değiştirmesiyle, başarıların olduğundan fazla abartıldığını, başarısızlıkların başarı gibi sunulmaya çalışıldığına tanık oluyoruz…
Son yıllarda bu tür olaylardan birkaç örnek vermek gerekirse…
-Avrupa Birliğine üye olamadığımız halde, üye olamayan hiçbir ülkede görülmeyen bir şekilde 01.01.1996 yılında Gümrük Birliğine girişi kabul etmemiz, ülke çıkarları açısından bir hezimet olmasına karşın, dönemin Başbakanının Ankara’da nasıl davul, zurna ile karşılandığı, sanki Avrupa Birliğine üye olmuşuz gibi girişin nasıl abartıldığı hale belleklerimizde tazeliğini korumaktadır…
-1963 yılında başlayan Avrupa Birliğine üyelik sürecimiz bu güne kadar olumlu bir şekilde tam sonuç vermediği halde, iktidara gelmeden önce 1995 yılında TBMM’de konuşan Abdullah Gül, “Türkiye’nin Avrupa Birliğine (AB) giremeyeceği kesindir. Bunu biz söylemiyoruz Avrupalılar söylüyor. AB Hristiyan kulübüdür” derken AKP kurucuları Avrupa Birliğine girecekleri vaadiyle yurttaşlardan oy isteyerek iktidara geldiler. İlk zamanlarda bu konuda gösterdikleri çabaları sonradan gevşetmeleri anlaşılır gibi değildir…
Ancak, 2005 yılında tam üyelik için müzakere tarihini alıp Ankara’ya döndüklerinde, sanki Avrupa Birliğine girmişiz gibi yine bir sürü tantana ile karşılandılar…
Bildiğim kadarı ile müzakere edilecek 35 başlık olmasına karşın sadece 14 başlık müzakereye açıldı ve şimdiye kadar ancak bir tanesi kapanabildi…
Sonuç fiyasko, başarı savları abartılıdır…
-Son olay…
Uzun süre İŞID işgali altında bulunan ve Türk toprağı sayılan Süleyman Şah Türbesinin bulunduğu Karakozak köyü İŞID işgalinden kurtulmasına karşın, İŞID’ın tekrar tehlike oluşturacağı düşüncesiyle, Şah Fırat adı verilen operasyonla, Süleyman Şah Türbesi, Karakoldaki askerlerimiz ve kutsal emanetlerimiz, oradan alınarak sınırımıza 200 metre mesafede Suriye sınırındaki Eşme köyüne getirilmesidir…
Bu operasyonun, ilerde Türbeye ve askerlerimize olabilecek bir saldırı nedeniyle Suriye bataklığına batmamak için alınan bir önlem olarak yararlı ve doğru yanları olabilir…
Ancak, olduğundan fazla abartılması bir utku (zafer) kazanmış gibi sunulması kabul edilebilir değildir…
Çünkü
-Hâkimiyetimiz altındaki toprak terkedilmiştir…
-Herhangi bir anlaşma sağlanmadan, bağımsız bir ülke olan Suriye’nin toprağına bayrağımız dikilerek, büyük önderin “yurtta barış, dünyada barış” ilkesi çiğnenmiştir…
-Daha önce PKK’nın Suriye kolu olan YPG terörist örgüt ilan edilmesine karşın, ondan yardım almakta sakınca görülmemiştir…
Komşularla sıfır sorunla başladık, sorunlu olmadığımız komşumuz kalmadı…
Neden bu durumlara düştük, bilen varsa açıklasın…
24.02.2015
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet savcısı
Yorum Gönder